IRAK DİRENİŞİ VE SADDAMIN DİRENİŞ STRATEJİSİ




Mustafa Seyfullah Kılıç

2003 yılında ünlü Ummu Kasr savaşının ardından ülkeyi terk eden bir grup direnişçinin içinde idik. Dönüş yolunda iken gördüğümüz manzaralar ilginçti. Saddam Huseyin’in milyonluk ordusu ortadan kaybolmuş savaş uçakları çölde bilinmeyen yerlere götürülmüş ve milislerin eline geçmesi planlanan silah depoları hariç Saddamın tüm ordu muhimmatları ordusuyla beraber sırra kadem basmıştı. Gönüllülerin Ummu Kasr ve başkentteki savaşı hariç işgalin başında birkaç tabur asker sözde bir direniş sergilemişlerdi o kadar. Ummu Kasra kadar giden yolda gördüğümüz o tank taburları gösteri uçuşlarına çıkmış Sovyet Migleri ve ülkenin geçiş güzergahında yol boyunca sıralanmış uçaksavar bataryaları ve muhtemelen Scud füze sistemlerine ait olduğunu düşündüğümüz rampalar dönüş yolunda birer hayalete dönüşmüşlerdi adeta. Komşu bir ülkenin sınırına kadar bizi getiren ve ükesinin düşmesine rağmen yol boyunca yüzünden tebessümü eksik etmeyen eski Baas ordu mensubu ve yeni milis Süleymana artık Irak’ın düştüğünü söylediğimizde gülümseyerek bize dönüp söylediği sözü hatırlıyorum , ‘’ Savaş yeni başlıyor siz bundan sonrasını görün ‘’ demişti.




O dönemin İslamcı camiası Irakta savaşın Baas cılar tarafından satıldığını ve artık Irakın bölünme yolunda ilerlediğini yazmaya başlamışlardı. Dünya medyasında ise Saddam’ın özellikle şii vatandaşlara karşı giriştiği sözde katliamlar verilmeye başlanmıştı. Sanki bu videolar Saddam düşmeden önce ellerinde yoktu sonradan Irakın düşmesiyle beraber ellerine geçmiş gibi davranan batı güdümlü dezenformasyon görevi tevdi edilmiş olan medya aynı haberleri servis etmeye başlamıştı. Yapılan yorumlarada bakıldığında İslami duyarlılığa sahip çevrelerinde kafalarının oldukça karışdığı görülüyordu. Abd güdümlü batı basını ve işbirlikçilerinin dezenformatif haberleri ile İran etkisi altında kalmış ve ‘’zalim Saddam’’ edebiyatına meraklı İslamcı basınında körüklemesiyle Iraktaki işgale neredeyse ‘’oh’’ çekilme durumlarıda ortaya çıkmıştı diyebiliriz. Bunun yanında Hz Huseyin’in şehid edilmesinden dolayı Irak halkının suçlu olduğunu ve bu yüzden Iraklıların lanetlendiğinden bahseden kadim komplo teorisyenleride köşelerinden halka masabaşı haberciliğinin sıkıcı örneklerini vermeye başlamışlardı.




Irak savaşının Türk kurtuluş savaşı ilede bir benzerliği var , Türk kurtulus savaşı henuz gayesine ermesede Osmanlının direnişi organize edebilmesi için ordu düzeninden milis kuvvetleri düzenine geçmesi buna bir örnek , örneğin Kuvva birliklerinin bir çok bölgede bölgesel örgütlenmeler kurup düşmanı özerk hareket kabiliyetine sahip bu birlikler tarafından vurması Abd li generallerin Gayri Nizami Harp (GNH) ile alakalı kitaplarınada konu olmuştu. Bütün dünyada bugün en etkili savaş yöntemlerinden olan bu strateji, yerleşik ordu düzenine sahip güçlü düşmanların önünde direnişin ayakta kalmasını sağlayan hemen hemen bilinen tek sistem olarak hala etkili bir yöntemdir diyebiliriz. Bu çerçeveden bakıldığında Irakta devam eden savaşı tahlil ettiğimizde uzun süreli bir direnişin Saddam tarafından organize edildiği alenen meydana çıkıyor. Bir çok yorumcunun aksine Baas meydanları terk etmedi, sadece kılık değiştirdi ve İslamlaştı . Bugün Irakta savaşan grupların aniden ortaya çıkması , büyük lojistik imkanlara aniden kavuşmaları, gizli silah depolarının aniden bu ortaya çıkan direniş gruplarının eline geçmesi, dışardan ülkeye gelerek direnişi sahiplenmeye kalkan selefi unsurlara karşı son zamanlarda ortak beyanlar verilmesi ve direnişin Saddamın kurmaylarından İzzeddin Ed Duri liderliğinde birleşmesi bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Abd gibi uzun menzilli ve etkili hava ve kara silahlarına sahip bir düşmanın karşısında ancak kompleks bir plana sahip ve savaşı akılla kazanabilecek tecrubeli kadrolara ihtiyac var Abd kartondan bir devde olsa savaş küçümsenemez ve planlarda ona göre kurulmalıdır. Direnişin bugününe bakıldığında geçmişten gelen bir Gayri Nizami Harp planının işlemeye devam ettiğini ve düşmanın şehirlere çekildiğini karargah kurmaya zorlanan ve direnişçilerin menzillerine girmeleri bu planın bir parçası sadece. İzzettin Ed Dur inin liderliğini yaptığı yeni cephenin internet sitesinde de buna dair ipuçları bolca var. Saddamın bombardıman başladıktan sonra yabancı direnişçileri ve bir grup askeri bölgelerde zayıf bir direniş sergilemeleri için bıraktığı , bu süreç içindede ileriye dönük bir planın geregi olarak düşmana karşı kullanılacak etkili silahları sakladığı durumu ortaya çıkıyor. Bu süre içinde cumhuriyet muhafızlarının başını çektiği birliklerinde silahlarını ve üniformalarını saklayarak halka karıştıkları görülüyor. Nitekim geçtiğimiz sene Irakta işgalciler tarafından başbakan olarak atanan kukla Maliki yaptığı bir açıklamada Iraklı eski askerlerin isterlerse yeni Irak ordusunda görev yapabileceklerini söylemeside bu eski askerlere olan merhametinden değil, savaşın başında eski orduya ait kayıtların ortadan kaldırılması ile sırra kadem basan ve bulunamayan ordu mensuplarının ortaya çıkmasını sağlamaktan başka bir şey değildi. Basında çıkan ve muhtemelen doğruluk payı olan bir haberde de eski orduya ait kayıtların ancak üçte birlik bir oranının elde olduğu, istihbarata ait kayıtların ve bu birliklere ait envanterin kayıtlı olduğu çok önemli belgelerin hala kayıp olduğu söylenmişti. Bu kayıp askerlerin ve halkın arasına karışmış olan eski Baas istihbaratçılarının nerelerde olduğunu ise bilmek çok ta zor olmasa gerek. Bu kişiler bugün direniş örgütlerinin içlerinde kilit rol aldıkları ve bu örgütleri yönlendirdikleri açıkça ortada. Savaş stratejisini az çok bilenler lojistik desteğin önemini gayet iyi bilirler , bu manada bir direniş örgütününde yerleşik düzene sahip ordu güçlerine karşı vurucu timleri oluşturabilmek için para, silah ve özelliklede eğitimin şart olduğunu da bilirler. Iraka genel olarak bakıldığında yakın tarihinde İranla yaptığı savaşın haricinde halkın bizatihi işin içine girdiği bir cephe yada hat savaşı yoktur. Grupların aniden ortaya çıkmasının ve Irak için normal ama dünya şartları açısından yeni savaş stratejilerinin direnişçiler tarafından denenmesi sahip oldukları tecrubeyi kayıp Irak ordusu elemanlarından aldıkları ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz senelerde de direnişçiler kendi füzelerini bile yapmışlardı bu yeteneğin doğuştan olmadığı muhakkak.


Irakla alakalı bir diğer konuda Baas partisinin yapısıdır, bu parti Sovyet etkisinde gösterilmesine rağmen Arap halklarının karakteristik yapısını bunyesinde barındırır. Örneğin Irak düşmeden evvel Almanya’da bir araya geldiğimiz Iraklı bir diplomat Baslı olmasına rağmen dünya Müslümanlarının özellikle Filistinlilerin sorunlarına oldukça vakıfdı. Hamas dahil bir çok gruba Saddam’ın yardım ettiğini anlatmıştı, mevzu işgale ve işgalciye karşı direniş olduğunda Irak Baascıları hep Müslümanların yanında saf tutmuşlardı, bir tek her fırsatta İran yanlısı bir poltika güdüp ülkede Saddama karşı ayaklanan Şiiler hariç. Baas İslam düşmanıydı demek yanlış Şii düşmanı demek doğrudur. Bugün kafası karışan İslamcı camianın Saddam’ı zalim olarak nitelendirmesinin nedenide Şiilere karşı uyguladığı demir yumruk politikasıdır. Diğer yandan Filistinin ve diğer İslam beldelerinin durumuna Irak Baascılarının hassas yaklaşmaya çalıştıklarınıda görmüyor değiliz. Baas Saddamın partiye girdiği dönemlerde alternatifi görünmeyen bir antikapitalist hareketti, arap gençler Baasada bu yüzden katıldılar ama zamanla Arap Müslümanların kalplerinde közleşen İslami hassasiyetler bugün en sonunda Baas yanlılarınında İslamlaşmasına neden oldu, içine girdikleri Baas , İslam potasında onlara yeni şeklini verdi. Bugün Saddama sevgi besleyen direnişçilere ait internet sitelerinde Saddam bir mücahid kahraman olarak anılıyor ve İslam tarihinin şerefli bir şehidi olarak tanıtılıyor. Poltikacı olarak bir ordu komutanı olarak Saddam bugün Iraklıların kalbinde her zaman.


Bugün Irakta savaş Saddam’ın planları dahilinde devam ediyor, düşman şehirlere çekilmiş durumda , Saddam’ın ifadesiyle özgür dünyanın askerleri mayın dedektörü olmadan gezemiyorlar artık. Bugün hapishanede olan büyük mütefekkirin dediği gibi Saddam Abd nin tekerine çomak sokmuştur. Düşmanı ileriki günlerde Irak topraklarında daha acı sürprizler beklemektedir. Abd okyanus ötesinden çıktığı inine geri dönse dahi doğunun gençleri öfkelerini ve öfkelerinin tezahürleri olan bombaları düşmanın ininede götürmeye devam edeceklerdir.. Çünkü Abd arı kovanına çomak soktuğunun yeni yeni farkında ama prestijinide elden düşürmemeye niyetli . Doğunun ezilmiş çocuklarının kaybedecekleri bir şeyleri yok artık. Gelecek günlerde bu stratejinin ortaya çıkardığı sonuçları daha açık ve daha net görmeye başlayacağız.


cecen.org/Mustafa Seyfullah

1 yorum:

  1. TARİHTE SON LİNÇ KURBANI: SADDAM HÜSEYİN

    ender erdemil

    Tarihte son linç vakasını geçtiğimiz günlerde medyadan izledik. Kendisine “ uluslar arası toplum” diyen ve dedirten, BM Güvenlik Konseyi’ni de teslim almış bir cinayet şebekesi, Irak eski devlet başkanı Saddam Hüseyin’i linç etti. “Ne linç’i kardeşim, adamın hakkında mahkeme kararı var!” diye düşünenler olabilir. Son açıklamalarından anladığımı kadarı ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de böyle düşünenler arasında. “Saddam Hüseyin’in, insanlara acı çektiren birisi olarak cezasını bulduğu” kanısında.
    Saddam Hüseyin, uzun yıllar bölgede bir tehdit unsuru olarak gösterildi. İran – Irak savaşı, Kuveyt’i işgali, ülkesinde yüzlerce, belki binlerce insanın ölümü, bu ölümlerde kimyasal silah kullanması gibi, insanlığın, hele hele dünyanın hamisi kesilen uluslar arası toplumun görmezden gelemeyeceği bir dizi kötülüğün altında imzası var. Bütün bunlar doğrudur. Ama, ABD ülkesini işgal etmeden önce de Irak’ın devlet başkanıydı. Bu da doğrudur.

    Irak’ın yeni devlet başkanı Celal Talabani, “ Ben bu idam işine müdahil olmadım, zira, Irak’ta mahkemeler bağımsızdır.” Diye beyanda bulundu. İngiltere, ağzının içinde birşeyler mırıldanarak, idama tepkisini gösterdi. Anlaşılan o ki, linç tanımlaması doğrudur. Dünyada hiçbir lider, bu işin yanında olmak istemiyor. Karşı çıkmasa da, arka çıkmaktan da kaçınıyor. Bir Devlet Bahçeli hariç. O, bu işi isabetli bulduğunu, Abdullah Öcalan’ın idam cezasının infazı ile ilişkilendirerek açıkladı. Bence aceleye gelmiş bir beyandı.
    Devlet Bahçeli’nin, insanlara acı çektirenlerin cezalandırılması yaklaşımına katılmamak elde değil. Peki bu cezalandırma işini kim yapacak? Irak’a attığı bombalarla yüz binlerce masum insanı öldürmesi bir yana, Saddam Hüseyin’i ararken bile binlerce masum insanı öldüren ABD mi? Cezayir halkına soykırım yapan Fransa mı? Yoksa, ABD bağımlısı Talabani’nin bağımsız olduğunu iddia ettiği Irak Yüksek mahkemesi mi? Uluslar arası toplum denilen bu cinayet çetesi, Saddam Hüseyin linç edilirken seslerini çıkarmazken, Türkiye’de 30 binden fazla masum insanın ölümünden sorumlu Abdullah Öcalan’ı korur, kollar, ona “Sayın Öcalan” diye hitap ederler.
    Saddam Hüseyin, uzun yıllar ABD ile işbirliği içinde sürdürdü bölgede faaliyetlerini. Halepçe katliamında kullandığı kimyasal gazlar, ABD’nin kendisine, İran’a karşı kullansın diye verdiği kimyasal silahlardan arta kalanlardı. Kuveyt’i işgali konusunda bile ABD’nin parmağı olduğunu düşündürecek yeterince iz var. ABD işgalindeki Irak’ın, ABD bağımlısı Yüksek Mahkemesi, tüm bu konularla ilgili davaları açmadan, Saddam Hüseyin’in, duruşmalarda; ABD’nin kendisine nasıl suç ortaklığı ettiğini bölgede kendisini nasıl kullandığını açıklamasına fırsat vermeden, ilk davayı sonuca bağladı, ve idam cezasının infazını sağladı. Duruşmalarda Saddam Hüseyin’in savunma hakkını kısıtladı. Dava görülürken Saddam Hüseyin’in iki avukatı öldürüldü. Bu süreç sonunda, Yüksek Mahkeme’nin kararıyla Saddam Hüseyin linç edildi. Uluslar arası toplum liderleri bu sonuç üzerine derin bir oh çektiler. Foyaları ortaya çıkmadan bu iş sonuçlanmıştı.
    Uzun lafın kısası, Saddam Hüseyin’in başına getirilenlerden çıkarılması gereken dersler var. Önce adamın eline silahı vereceksin. Katil olması için her türlü desteği de vereceksin. Sonra gerekçeler uydurup, gelip adamın ülkesini işgal edeceksin. Halkından yüz binlerce sivili öldüreceksin, bütün bunlar cinayet olmayacak. Sonra da adamı katil diye asacaksın. Ülkesini hatta tüm bölgeyi bir Şii – Sünni çatışmasının ateşine atacaksın. Bunun adı “ demokrasi ve özgürlük getirme” olacak.
    Alınması gereken birinci ders, Katilin, katile verdiği ceza, ceza değil cinayet olur. İkinci ders ise, özellikle Irak’ın kuzeyinde bağımsız devlet kurduklarını zanneden aşiret liderlerine ithaf olunur. Amaçlarına ulaşmak için ABD ile işbirliğine girip, Irak halkına ihanet eden bu şahısların çıkarması gereken ders de şudur: Körle yatan şaşı kalkar, su testisi su yolunda kırılır, hem de onu su yoluna koşanlar tarafından...
    Not: Bu yazı Ocak/2077'de Söz Gazetesinde yayınlanmıştır.

    YanıtlaSil

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.