[anadoluhaber:35073] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Link to ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

NATO Genel Sekreteri, Ankara'ya eli dolu geliyor!

Posted: 26 Aug 2009 12:53 AM PDT

NATO Genel Sekreteri, Ankara'ya eli dolu geliyor!

Türk askeri Afganistan'a muharip güç olarak gidebilir

Rasmussen, "Türkiye'nin Afganistan'a muharip güç sağlaması, bunun dinle değil, terörizmle mücadele olduğu gerçeğinin altını çizer. Kıbrıs sorunu yüzünden, sadece Afganistan'da değil, Balkanlar'da da düzenlemelerde sorunlar yaşıyoruz" dedi

Adaylığı Türkiye'de tartışmalara neden olan ve Başbakan Erdoğan'ın itirazı ile karşı karşıya kalan NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen yarın Ankara'da olacak. Bu, Rasmussen'in, ay başında işine başlamasından bu yana gerçekleştireceği ilk ziyaretlerden biri olacak. Bu da, kendi ifadesiyle, Türkiye'ye atfettiği önemi ortaya koyuyor.


Erdoğan ile bir iftar yemeği de yiyecek olan Rasmussen, adaylığı sırasında yaşananlardan dolayı herhangi bir kırgınlık duymuyor. Aksine, Genel Sekreterliği'ne açıkça karşı çıkan ve sonunda bazı koşullarla ikna edilen Erdoğan ile son derece dostane ve samimi ilişkileri olduğunu vurguluyor.
Ankara'nın kendisine dönük vetosunu kaldırması için yapılan pazarlığın ayrıntısına girmeyen Rasmussen, buna rağmen Türkiye'nin NATO'nun sivil ve askeri kanatlarında üst düzey görevler istediğini doğruluyor.


Bunun meşru bir talep olduğunu, diğer müttefikleri bu konuda ikna etmek için elinden geleni yapacağını belirtiyor.

Brüksel'deki NATO karargâhında görüştüğümüz Rasmussen, Ankara'da ele almak istediği en önemli konulardan birinin, Türkiye'nin Kıbrıs Rum kesiminin NATO'nun imkân ve olanaklarından yararlanmasına izin vermemesi meselesi olacağını hissettirdi.

Atina üzerinden Ankara'ya gelecek olan Rasmussen, bu sorun nedeniyle, Afganistan ile Balkanlardaki NATO askerlerinin tehlikeye sokulduğunu iddia etti.


Rasmussen, Türkiye'nin Afganistan'a muharip güç göndermesi halinde, bunun bir din savaşı değil, teröre karşı bir savaş olduğu gerçeğinin daha iyi anlaşılacağını savundu. Türk askerinin Afganistan'a muharip güç olarak gitmesinden memnuniyet duyacaklarını belirtti.

Rasmussen, buna karşın, Türkiye'den şu anda asıl beklentilerinin Afganistan'da yerli güçlerinin eğitimi olduğunu vurguladı. Rasmussen'e sorduğumuz sorular ve verdiği yanıtlar şöyle:

Oybirliğiyle seçildim
Soru: Genel Sekreter olarak ilk resmi ziyaretlerinizden birini Türkiye'ye yapıyorsunuz. Üstelik ramazan sırasında geliyorsunuz. Genel Sekreter olarak seçilmeniz öncesindeki gelişmelerin ışığında, bu ziyaretle amaçladığınız nedir?

Rasmussen: Bu ziyareti dört gözle bekliyorum, çünkü, Türkiye'yi çok büyük ve önemli bir müttefik olarak görüyorum. Genel Sekreter olarak görevim sırasında Türkiye ile ilişkilerimizi çok önemseyeceğim ve bunlara öncelik vereceğim. Zaten, belirttiğiniz gibi, ilk ziyaretlerimden biri olması da bunun altını çiziyor.

Soru: Ancak, Türkiye Genel Sekreterliğinize karşıydı. Fakat, sonunda müttefiklerin ağırlıklı tercihi olarak seçildiniz. Karikatür krizi çerçevesindeki gelişmeler de hesaba katıldığında, İslam âlemi ile Batı arasındaki uçurumun giderilmesi için ne yapacaksınız?

Rasmussen: Küçük bir düzeltmede bulunayım. NATO'da "ağırlıklı çoğunluk" tarafından değil, oybirliği ile seçildim. Yani, Türkiye'nin de onayını aldım. Şunun altını çizmek isterim. Akdeniz diyaloğuna dahil olan müttefiklerimizle, medeniyetler arası uzlaşıyı öngören "İstanbul İşbirliği İnisiyatifi" çerçevesinde, çok yakın ilişki içinde olmayı umuyorum.

Bunun sorumlu olduğumuz bölgenin güvenliği ve istikrarı açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, iş başına gelir gelmez söz konusu müttefiklerin büyükelçilerini, bu ilişkileri daha nasıl geliştirebileceğimizi konuşmak üzere, davet ettim.

Temsil eşit olmalı
Soru: Genel Sekreterliğinize itirazını kaldırması için Türkiye ile bir anlaşmaya varıldığı söylendi. Başbakan Erdoğan da bunların maddelerini açıkladı. Bunun bir maddesi de yardımcılarınızdan birisinin Türk olmasıydı. Oysa, bunun olmadığını görüyoruz. Böyle bir söz gerçekten verildi mi? Verildiyse niçin tutulamadı?

Rasmussen: Bu konunun ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak, şu kadarını söyleyebilirim. Bir anlaşmaya vardık ve bunun uygulanması için elimden geleni yapmaya çalışacağım. Türkiye'nin bu çerçevede dile getirdiği konu da meşrudur.

Ben de ittifaka mensup ülkelerin NATO karargâhında ve ittifakın askeri yapılarında eşit düzeyde temsil edilmeleri gerektiğine inanıyorum.

Bu aynı zamanda ittifak için ortaya koyacağım reform gündeminin bir maddesidir. Bunun için de tüm müttefiklerin desteğine güveniyorum. Bilindiği gibi, NATO'da kararlar oybirliğiyle alınıyor. Onun için bu desteğe ihtiyacım var.

Soru: Ziyaretiniz sırasında Erdoğan ile iftar yemeğinde buluşacaksınız. Tüm yaşananlardan sonra aranız nasıl? Herhangi bir kırgınlık var mı?

Rasmussen: Adaylığı Türkiye'de tartışmalara neden olan ve Başbakan Erdoğan'ın itirazı ile karşı karşıya kalan NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen yarın Ankara'da olacak. Bu, Rasmussen'in, ay başında işine başlamasından bu yana gerçekleştireceği ilk ziyaretlerden biri olacak. Bu da, kendi ifadesiyle, Türkiye'ye atfettiği önemi ortaya koyuyor.

Erdoğan ile bir iftar yemeği de yiyecek olan Rasmussen, adaylığı sırasında yaşananlardan dolayı herhangi bir kırgınlık duymuyor. Aksine, Genel Sekreterliği'ne açıkça karşı çıkan ve sonunda bazı koşullarla ikna edilen Erdoğan ile son derece dostane ve samimi ilişkileri olduğunu vurguluyor.
Ankara'nın kendisine dönük vetosunu kaldırması için yapılan pazarlığın ayrıntısına girmeyen Rasmussen, buna rağmen Türkiye'nin NATO'nun sivil ve askeri kanatlarında üst düzey görevler istediğini doğruluyor.

Bunun meşru bir talep olduğunu, diğer müttefikleri bu konuda ikna etmek için elinden geleni yapacağını belirtiyor.

Brüksel'deki NATO karargâhında görüştüğümüz Rasmussen, Ankara'da ele almak istediği en önemli konulardan birinin, Türkiye'nin Kıbrıs Rum kesiminin NATO'nun imkân ve olanaklarından yararlanmasına izin vermemesi meselesi olacağını hissettirdi.

Atina üzerinden Ankara'ya gelecek olan Rasmussen, bu sorun nedeniyle, Afganistan ile Balkanlardaki NATO askerlerinin tehlikeye sokulduğunu iddia etti.

Rasmussen, Türkiye'nin Afganistan'a muharip güç göndermesi halinde, bunun bir din savaşı değil, teröre karşı bir savaş olduğu gerçeğinin daha iyi anlaşılacağını savundu. Türk askerinin Afganistan'a muharip güç olarak gitmesinden memnuniyet duyacaklarını belirtti.

Rasmussen, buna karşın, Türkiye'den şu anda asıl beklentilerinin Afganistan'da yerli güçlerinin eğitimi olduğunu vurguladı. Rasmussen'e sorduğumuz sorular ve verdiği yanıtlar şöyle:
Oybirliğiyle seçildim

Soru: Genel Sekreter olarak ilk resmi ziyaretlerinizden birini Türkiye'ye yapıyorsunuz. Üstelik ramazan sırasında geliyorsunuz. Genel Sekreter olarak seçilmeniz öncesindeki gelişmelerin ışığında, bu ziyaretle amaçladığınız nedir?

Rasmussen: Bu ziyareti dört gözle bekliyorum, çünkü, Türkiye'yi çok büyük ve önemli bir müttefik olarak görüyorum. Genel Sekreter olarak görevim sırasında Türkiye ile ilişkilerimizi çok önemseyeceğim ve bunlara öncelik vereceğim. Zaten, belirttiğiniz gibi, ilk ziyaretlerimden biri olması da bunun altını çiziyor.

Soru: Ancak, Türkiye Genel Sekreterliğinize karşıydı. Fakat, sonunda müttefiklerin ağırlıklı tercihi olarak seçildiniz. Karikatür krizi çerçevesindeki gelişmeler de hesaba katıldığında, İslam âlemi ile Batı arasındaki uçurumun giderilmesi için ne yapacaksınız?

Rasmussen: Küçük bir düzeltmede bulunayım. NATO'da "ağırlıklı çoğunluk" tarafından değil, oybirliği ile seçildim. Yani, Türkiye'nin de onayını aldım. Şunun altını çizmek isterim. Akdeniz diyaloğuna dahil olan müttefiklerimizle, medeniyetler arası uzlaşıyı öngören "İstanbul İşbirliği İnisiyatifi" çerçevesinde, çok yakın ilişki içinde olmayı umuyorum.

Bunun sorumlu olduğumuz bölgenin güvenliği ve istikrarı açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, iş başına gelir gelmez söz konusu müttefiklerin büyükelçilerini, bu ilişkileri daha nasıl geliştirebileceğimizi konuşmak üzere, davet ettim.

Temsil eşit olmalı
Soru: Genel Sekreterliğinize itirazını kaldırması için Türkiye ile bir anlaşmaya varıldığı söylendi. Başbakan Erdoğan da bunların maddelerini açıkladı. Bunun bir maddesi de yardımcılarınızdan birisinin Türk olmasıydı. Oysa, bunun olmadığını görüyoruz. Böyle bir söz gerçekten verildi mi? Verildiyse niçin tutulamadı?

Rasmussen: Bu konunun ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak, şu kadarını söyleyebilirim. Bir anlaşmaya vardık ve bunun uygulanması için elimden geleni yapmaya çalışacağım. Türkiye'nin bu çerçevede dile getirdiği konu da meşrudur.

Ben de ittifaka mensup ülkelerin NATO karargâhında ve ittifakın askeri yapılarında eşit düzeyde temsil edilmeleri gerektiğine inanıyorum.

Bu aynı zamanda ittifak için ortaya koyacağım reform gündeminin bir maddesidir. Bunun için de tüm müttefiklerin desteğine güveniyorum. Bilindiği gibi, NATO'da kararlar oybirliğiyle alınıyor. Onun için bu desteğe ihtiyacım var.

Soru: Ziyaretiniz sırasında Erdoğan ile iftar yemeğinde buluşacaksınız. Tüm yaşananlardan sonra aranız nasıl? Herhangi bir kırgınlık var mı?

Rasmussen: Kendisiyle çok iyi bir ilişkim var. Geçmişte bazı konularda görüş farklılıkları yaşanmış olsa bile, bunların son derece dostane ilişkiler olduğunu söyleyebilirim.
ROJ TV sorunu

Soru: Artık, NATO Genel Sekreteri olduğunuza göre, NATO da kendisini terörizmle mücadeleye verdiğine göre, Türkiye'deki görüşmelerde ROJ TV meselesinin gündeme gelmesini bekliyor musunuz?

Rasmussen: Terörizm konusunu kesinlikle görüşeceğiz. Terörizme karşı mücadelenin ana önceliğim olduğunu vurgulamak isterim. Ancak, görüşmelerimizde, ana temalardan birinin ROJ TV olmasını beklemiyorum. Çünkü, NATO Genel Sekreteri olarak o işin başında değilim.

Soru: Fakat, terörizmle ilgili olduğunuz için, bu konuda bir görüşünüz mutlaka vardır.
Rasmussen: Danimarka'da hükümette kim olursa olsun, ister bu kanal, ister başka kanal olsun, ülkenin yasalarına aykırı davranırlarsa gerekli olan tüm yasal adımlar atılacaktır.

Türkiye ve Afganistan
Soru: Afganistan'a dönersek, iş başına geldikten sonra ilk ziyaret ettiğiniz yer orası oldu. TSK'nın orada geçmişte olduğu gibi bugün de önemli görevler üstlendiği biliniyor. Sizin için en öncelikli konu olduğuna göre, bu çerçevede Türkiye'den beklentiniz tam olarak nedir?

Rasmussen: Türkiye'nin hem siyasi, hem de askeri açıdan Afganistan'da yaşanan sorunların çözülmesinde kilit bir rol oynayabileceğini düşünüyorum. Siyasi açıdan bakıldığında, Türkiye'nin hem Afganistan, hem de Pakistan hükümetleriyle iyi ilişkiler var.

Türk hükümetinin, bu iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi için çok önemli katkıları olabileceğine inanıyorum.

Askeri açıdan baktığımızda, bütün müttefiklerin daha fazla katkıda bulunmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede bir NATO eğitim misyonunun oluşturulmasının önemini vurgulamak isterim. Asıl amacımız güvenlikle ilgili sorumlulukların büyük ölçüde NATO'dan Afganistan'a transfer edilmesi olmalıdır.

Bunun için Afganistan güvenlik güçlerinin kapasitesini arttırmamız gerekiyor. Burada hem ordudan hem de polisten söz ediyorum. Bunun için de daha fazla eğitmene ihtiyacımız var. İşte Türkiye'nin bu konudaki katkılarını görmek istiyorum.

Öncelik terör
Afganistan'ın teröristler için güvenli bölge haline gelmesine izin veremeyiz. Çünkü bunun olması halinde aşırıcılık, Orta Asya'dan başlamak üzere hızla Avrupa'ya yayılacaktır, ki Türkiye'yi de buna dahil ediyorum. Türkiye bu kesimden gelen ciddi terör saldırılarıyla zaten karşı karşıya kaldı. Türkiye, terörizmin ne anlama geldiğini bilen bir ülke. Onun için Afganistan'daki çabaların artırılması Türkiye açısından da önemli bir öncelik olmalı.

Soru: Müttefiklerden Afganistan için daha fazla muharip güç istiyorsunuz. Türkiye buna soğuk bakıyor ve Müslüman unsurlara karşı çarpışmanın içerde ve dışarıda yaratacağı siyasi sıkıntıları hesaplıyor. Buna rağmen, ziyaretiniz sırasında, Türkiye'den Afganistan için muharip güç isteyecek misiniz?

Rasmussen: Bu göreve nasıl katkıda bulunacaklarına dair kararı müttefikler verecektir. Ben de buna saygı göstermek durumundayım. Ancak, güçlü askeri katkıya olan ihtiyacımızı da vurgulamak isterim. Bu arada Türkiye'nin muharip güç sağlaması konusunda söylediklerinize farklı bir açıdan bakmak da mümkün.

Müslüman olan askerlerin muharebe görevleri üstlenmeleri, bunun din ile ilgili bir konu değil, terörizmle mücadele olduğu gerçeğinin altını çizer. Türkiye'nin de terörle mücadele konusuna odaklı bir ülke olduğunu düşünüyorum.

Soru: Özetle, Türkiye muharip güç gönderirse bu NATO'da memnuniyet yaratır diyorsunuz.
Rasmussen: Çok büyük memnuniyet yaratır. Kendisiyle çok iyi bir ilişkim var. Geçmişte bazı konularda görüş farklılıkları yaşanmış olsa bile, bunların son derece dostane ilişkiler olduğunu söyleyebilirim.

ROJ TV sorunu
Soru: Artık, NATO Genel Sekreteri olduğunuza göre, NATO da kendisini terörizmle mücadeleye verdiğine göre, Türkiye'deki görüşmelerde ROJ TV meselesinin gündeme gelmesini bekliyor musunuz?

Rasmussen: Terörizm konusunu kesinlikle görüşeceğiz. Terörizme karşı mücadelenin ana önceliğim olduğunu vurgulamak isterim. Ancak, görüşmelerimizde, ana temalardan birinin ROJ TV olmasını beklemiyorum. Çünkü, NATO Genel Sekreteri olarak o işin başında değilim.
Soru: Fakat, terörizmle ilgili olduğunuz için, bu konuda bir görüşünüz mutlaka vardır.
Rasmussen: Danimarka'da hükümette kim olursa olsun, ister bu kanal, ister başka kanal olsun, ülkenin yasalarına aykırı davranırlarsa gerekli olan tüm yasal adımlar atılacaktır.

Türkiye ve Afganistan
Soru: Afganistan'a dönersek, iş başına geldikten sonra ilk ziyaret ettiğiniz yer orası oldu. TSK'nın orada geçmişte olduğu gibi bugün de önemli görevler üstlendiği biliniyor. Sizin için en öncelikli konu olduğuna göre, bu çerçevede Türkiye'den beklentiniz tam olarak nedir?

Rasmussen: Türkiye'nin hem siyasi, hem de askeri açıdan Afganistan'da yaşanan sorunların çözülmesinde kilit bir rol oynayabileceğini düşünüyorum. Siyasi açıdan bakıldığında, Türkiye'nin hem Afganistan, hem de Pakistan hükümetleriyle iyi ilişkiler var.

Türk hükümetinin, bu iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi için çok önemli katkıları olabileceğine inanıyorum.

Askeri açıdan baktığımızda, bütün müttefiklerin daha fazla katkıda bulunmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede bir NATO eğitim misyonunun oluşturulmasının önemini vurgulamak isterim. Asıl amacımız güvenlikle ilgili sorumlulukların büyük ölçüde NATO'dan Afganistan'a transfer edilmesi olmalıdır.

Bunun için Afganistan güvenlik güçlerinin kapasitesini arttırmamız gerekiyor. Burada hem ordudan hem de polisten söz ediyorum. Bunun için de daha fazla eğitmene ihtiyacımız var. İşte Türkiye'nin bu konudaki katkılarını görmek istiyorum.

Öncelik terör
Afganistan'ın teröristler için güvenli bölge haline gelmesine izin veremeyiz. Çünkü bunun olması halinde aşırıcılık, Orta Asya'dan başlamak üzere hızla Avrupa'ya yayılacaktır, ki Türkiye'yi de buna dahil ediyorum. Türkiye bu kesimden gelen ciddi terör saldırılarıyla zaten karşı karşıya kaldı. Türkiye, terörizmin ne anlama geldiğini bilen bir ülke. Onun için Afganistan'daki çabaların artırılması Türkiye açısından da önemli bir öncelik olmalı.

Soru: Müttefiklerden Afganistan için daha fazla muharip güç istiyorsunuz. Türkiye buna soğuk bakıyor ve Müslüman unsurlara karşı çarpışmanın içerde ve dışarıda yaratacağı siyasi sıkıntıları hesaplıyor. Buna rağmen, ziyaretiniz sırasında, Türkiye'den Afganistan için muharip güç isteyecek misiniz?

Rasmussen: Bu göreve nasıl katkıda bulunacaklarına dair kararı müttefikler verecektir. Ben de buna saygı göstermek durumundayım. Ancak, güçlü askeri katkıya olan ihtiyacımızı da vurgulamak isterim. Bu arada Türkiye'nin muharip güç sağlaması konusunda söylediklerinize farklı bir açıdan bakmak da mümkün.

Müslüman olan askerlerin muharebe görevleri üstlenmeleri, bunun din ile ilgili bir konu değil, terörizmle mücadele olduğu gerçeğinin altını çizer. Türkiye'nin de terörle mücadele konusuna odaklı bir ülke olduğunu düşünüyorum.

Soru: Özetle, Türkiye muharip güç gönderirse bu NATO'da memnuniyet yaratır diyorsunuz.
Rasmussen: Çok büyük memnuniyet yaratır.


Üyelik müzakerelerinde ilerleme görmek isterim

Soru: AB şapkanızla Türkiye'ye baktınız. Şimdi NATO şapkasıyla bakıyorsunuz. Danimarka'nın Türkiye'nin AB üyeliğine pek de sıcak bakmadığına dair yaygın bir kanı var. NATO Genel Sekreteri olarak, Türkiye'nin ittifaka olan önemini daha iyi görecek konumdasınız. Bu AB üyeliği konusundaki görüşlerinizi nasıl etkiliyor?

Rasmussen: Size, bazı hatırlatmalarda bulunmak isterim. Danimarka başbakanıyken Türkiye'nin diğer tüm AB adayları ile eşit muamele görmesi gerektiğini savundum. Sonunda 1999'da Türkiye'nin adaylığı kabul edildi. Danimarka'nın pozisyonu değişmiş değildir. Ben şahsen üyelik müzakerelerinde ilerleme görmek isterim.

NATO Genel Sekreteri olarak baktığımda da Türkiye'yi sadece büyük ve önemli bir müttefik olarak değil, aynı zamanda Avrupa ile Orta Asya ve Ortadoğu arasında çok önemli bir stratejik köprü olarak görüyorum.

Onun için günümüz dünyasında olduğu gibi, geleceğin dünyasında da Türkiye'nin çok önemli bir rol oynayacağına inanıyorum.

Türkiye, Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği için adaylığına soğuk yaklaşmış, daha sonra bazı "pazarlıklar" sonucunda itirazını kaldırmıştı.

Kıbrıs sorunu askerimiz için tehlike doğuruyor
Soru: NATO çevreleri Türkiye'nin Rum kesimine karşı uyguladığı ambargonun ittifaka zarar verdiğini iddia ediyor. Peki 35 yıldır süren ve çözümü hiç de kolay olmayan bu konuda nasıl başarılı olmayı umuyorsunuz?

Rasmussen: Haklısınız, öncelikli konularımdan biri de bu. Çok zor bir konu. Ancak, sorunu çözmek için çabalarımızı arttırmalıyız. Çünkü, bu mesele hem ittifak içinde sorun yaratıyor, hem de NATO'nun AB ile işbirliği açısından absürt sonuçlara yol açıyor. Bir örnek vereyim: Bu anlaşmazlık nedeniyle, Afganistan'da NATO'nun askeri güçleri ile AB'ye bağlı polis gücü arasında bir düzenlemeye gidemiyoruz. Bu da personelimizi tehlikeye sokuyor.

Onları terörist saldırılara karşı korumamız gerekiyor. Bu nedenle bir güvenlik düzenlemesine gitmemiz gerekiyor, ama bu sorun yüzünden yapamıyoruz.

Hiçbir sorumlu politikacının bu tür düzenlemeyi bloke etmek istediğini sanmıyorum. Ama, günün sonunda işin absürt sonucu bu oluyor. Onun için bunun zor bir konu olduğunu biliyorum. Şu an itibariyle nasıl çözeceğimi de bilmiyorum. Ancak, bunu aşmamız için hem Başbakan Karamanlis, hem de Başbakan Erdoğan ile görüşüp kendilerinden ellerinden geleni yapmalarını isteyeceğim.

Taraflar geniş bakmalı
Soru: Türkiye'nin NATO'daki vetosu, Rumların AB çerçevesindeki vetolarıyla ilintili. Rumlar ikna edilebilirse Türkiye de esnek davranacaktır.

Rasmussen: Bütün argümanları biliyorum. Ayrıca, tarafların pozisyonlarının hepsini biliyorum. Sadece şunu belirtiyorum: Günümüz dünyasında bu anlaşmazlığın absürt sonuçları oluyor. İnsanlar bunu bilselerdi, bunları kabul etmezlerdi. Sorumlu politikacıların, aslında basit olan bu sorunun çözülmesine ve NATO ile AB arasında olumlu ilişkiler için gerekeni yapmaları gerektiğini düşünüyorum.
Soru: Diyorsunuz ki, Türkiye bu konuya daha geniş açıdan bakmalı, çünkü, sonuçta Afganistan'da kendi askerlerinin güvenliği de söz konusu.

Rasmussen: Sadece Afganistan'da değil. Balkanlar'da da, AB ile NATO güçlerinin yan yana yürüttükleri operasyonlar için gereken düzenlemelerde sorunlar yaşıyoruz. Tüm tarafları meseleye daha geniş açıdan bakmaya davet ediyorum.

Türk vetosu ve aşılamayan sorun
NATO ile AB arasında güvenlik alanındaki ilişkiler giderek derinleşiyor. Bu ilişkinin en sorunlu boyutunu ise Türkiye'nin, Rum Kesimi'nin NATO imkân ve olanaklarından yararlanmasına izin vermemesi oluşturuyor. Türkiye konuya üzerinde anlaşmaya varılan belgeler temelinde yaklaşırken, Rum Kesimi, AB üyesi olmasının avantajını kullanmak istiyor. Rum kesiminin de yer almak istediği NATO -AB kurumsal işbirliğinde, Türkiye'nin vetosu nedeniyle bazı sorunlar yaşanıyor. NATO'da tüm kararlar oybirliğiyle alındığı için son dönemde Türkiye'nin vetosu yüzünden NATO ve AB askerlerinin hayatlarının tehlikeye atıldığı tezi işleniyor.

Semih İdiz / Milliyet



Başbuğ`un açıklaması sonrası ortalık karıştı.

Posted: 26 Aug 2009 12:33 AM PDT

Başbuğ 30 Ağustos Zafer Bayramı münasebetiyle bir açıklama yaptı. İktidar ve muhalefet birbirine girdi.AKP açıklamaya sonuna kadar katılıyoruz diyor ama Başbuğ`un açıklamasında Ulus Devlet ve Üniter Devlet vurgusu ön planda yani Demokrasi Açılımı`nın bir anlamda köküne dinamit koyan türde açıklama. MHP artık süreç bitmiştir derken, CHP ise neden MGK bildirinde de aynı görüşleri savunmadınız diye askere sitemde bulundu. Anlaşılan TSK gerçek niyetini açıklamak için 30 Ağustos`u beklemeyi uygun görmüş.İşte Başbuğ`un açıklması ve tepkiler...

CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, Zafer Haftası nedeniyle yayımladığı mesajda Kürt açılımına ilişkin ifadelerini "İyi bir vurgulama yapmış sayın Genelkurmay Başkanı. Ama gönül isterdi ki bu duyarlılık MGK bildirisine de yansısın" şeklinde değerlendirdi.

MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır ise "Kürt açılımı adı altında bir etnik kimliğin sorunlarının siyasi çözümünü amaçlayan bu proje bu açıklama ile bitmiştir. Bu projeyi buna rağmen devam ettirmek ısrarı, iddiası bölücülük olur, bu kanunlarımıza göre suçtur" açıklamasında bulundu.

AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un mesajını, "Farklı düşünmüyoruz" şeklinde destekledi.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, Zafer Haftası nedeniyle yayımladığı mesajda Kürt açılımına ilişkin ifadelerini "İyi bir vurgulama yapmış sayın Genelkurmay Başkanı. Ama gönül isterdi ki bu duyarlılık MGK bildirisine de yansısın" şeklinde değerlendirdi. Anadol, Washington'da Nisan ayında Atlantik Konseyi'nin Kürt açılımına ilişkin toplantısı konusunda Dışişleri Bakanlığı'ndan gelen "Türkiye'den kimsenin katılmadığı"yönündeki açıklamalarını eleştirerek "Türkiye ve Kuzey Irak'tan 14 kişi katılmış. Hükümetten açıklama yapmasını istiyorum; bu 14 kişi kim? Katılmadık demekle olmaz." diye konuştu. Anadol, hükümetin HSYK ile ilgili yasayı değişikliğini gündeme getirecek olmasını "Bu yılbaşından evvel yargıyı tümüyle ele geçirme çabasıdır" sözleriyle değerlendirdi.

Anadol Meclis'te düzenlediği "Çevre katliamı" konulu basın toplantısında gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Anadol bir soru üzerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Zafer Haftası nedeniyle yayımladığı mesajda yer alan Kürt açılımıyla ilgili ifadelerini "Türkiye devletinin bölünmez bir bütün olduğu, dilinin Türkçe olduğu anayasada var. Bunu tekrar etmişler, iyi bir vurgulama yapmış sayın Genelkurmay Başkanı. Ama gönül isterdi ki MGK bildirisine de bunlar yansısın. Terörle mücadeledeki kararlılık her MGK bildirisinde yer alıyordu son MGK bildirisinde bu yok. Gönül isterdi ki bu duyarlılık MGK bildirisine de yansısın" dedi.

"HÜKÜMET KATILANLARI AÇIKLASIN"
Anadol, Atlantik Konseyi tarafından Washington'da yapılan ve "PKK'ya genel af" önerisi getirilen toplantıya ilişkin bir soru üzerine ise şöyle konuştu:
"Bu toplantı Nisan ayı içinde yapılmış, finanse eden devlet Norveç. Bu toplantıya Norveç'in Washington'daki büyükelçisi katılmış, ABD ve İngiltere'nin Ankara'da görev yapan eski büyükelçileri katılmış, Türkiye ve Kuzey Irak'tan da 14 kişi katılmış. Hükümetten açıklama yapmasını istiyorum; bu 14 kişi kim? Katılmadık demekle olmaz. Katılanların görevleri nedir? Türkiye ile ilgili konuşmalar yapılacak, gıyabımızda formüller, çözümler üretilecek, bu ulusal onurumuzu da zedeleyen bir şeydir. Hükümet ortaya çıkmasa konuşmayacaktı . Çok kötü sözcükler kullanarak, küfürler ederek yürütülen bu polemik Türkiye'ye yarar sağlamaz. İnsan sinirlenebilir ama politikada diline hakim olması, düzeyi düşürmemesi lazım."
Anadol, Amerikan Büyükelçisi'nin Kürt açılımının bir Türk projesi olduğuna ilişkin sözlerinin hatırlatılması üzerine "Washington'da bir toplantı yapıldığı ortada iken buna Türk projesi demek inandırıcı değildir. Ben inanmıyorum."dedi. "YARGIYI TÜMÜYLE ELEGEÇİRME ÇABASIDIR"
Anadol, hükümetin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'yla ilgili yasa hazırlığı içinde olduğunun hatırlatılması üzerine de şunları söyledi:
"AKP Kürt açılımıyla ilgili projesini açıklamadan, ne yapacağını söylemeden bizi ortak etmek istiyor, her fırsatta gelin konuşalım diyor. Ama HSYK ile ilgili konu Bakanlar Kurulu'nda müzakere ediliyor. CHP'ye ne düşünüyorsun diyen yok. HSYK anayasal bir kurum. Bunun için yasayı değil anayasayı değiştirmek lazım. Cemil Çiçek dün yaptığı açıklama ile kamuoyunu yanılttı. Bu yılbaşından evvel yargıyı tümüyle ele geçirme çabasıdır. Bu da bir cambaza bak olayıdır. AKP iktidarının hedefi ortaya çıkmıştır, hedefi kuvvetler ayrılığıdır. Yasama tahakküm altına alınmıştır şimdi yargıyı tahakküm altına alma çabası var."

MHP: AÇILIM BİTMİŞTİR, BUNDAN SONRASI BÖLÜCÜLÜKTÜR MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır da mesajı olumlu değerlendiren isimlerden biri oldu. Şandır, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Zafer Haftası nedeniyle yayımladığı mesajda Kürt açılımına yönelik ifadeleri olumlu bulduklarını belirterek "Malumun ilanıdır, bu açıklama ile bu açılım bitmiştir. Devamında ısrar bölücülük olur" diye konuştu. Şandır, Orgeneral Başbuğ'un açıklamaları ile Kürt açılımının "Devlet Projesi" olmadığının ortaya çıktığını belirterek "AKP'li Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün desteklemiş olması bu projesi devlet projesi yapmaz. Sayın başbakanı bu girdiği çıkmaz sokaktan geri dönmeye davet ediyoruz" dedi.

MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır, Meclis'te gazetecilerin soruları üzerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Kürt açılımıyla ilgili açıklamalarını değerlendirdi. Başbuğ'un açıklamalarını olumlu bulduklarını kaydeden Şandır, "Malumu ilan etmiştir. TSK'nin yetkisi ve görevi anayasamızda, kanunlarımızda çok açık belirtilmiştir. Kanunların, tarihi misyonun yüklediği gereken duruşu Sayın Genelkurmay Başkanı ortaya koymuştur."dedi. Başbuğ'un açıklamaları ile "üç yalan"ın ortaya çıktığını savunan Şandır, şöyle konuştu:

"Birincisi; bize göre bir yıkım projesi olan bu Kürt açılımı,-demokratik açılım projesi- bir devlet projesi değildir. AKP'li Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün desteklemiş olması, bu projeyi devlet projesi yapmaz, bu ortaya çıkmıştır. Bu proje, dış mihraklı, Abdullah Gül destekli AKP projesidir. Bize göre yıkım projesidir, bize göre ihanet projesidir. İkinci yalan; bu projeye MGK'nın destek verdiği, tasvip ettiği ve devamını tavsiye ettiği yalanı da ortaya çıkmıştır. TSK anayasanın değiştirilemez maddelerinin tartışılmasının bir özgürlük olmadığını ifade etmiştir. Dolayısıyla AKP ve yandaşları tarafından, Kürt açılımı adı altında bir etnik kimliğin sorunlarının siyasi çözümünü amaçlayan bu proje bu açıklama ile bitmiştir. Bu projeyi buna rağmen devam ettirmek ısrarı, iddiası bölücülük olur, bu kanunlarımıza göre suçtur, ülkemizin geleceği açısından da ihanet olur. Bu toplumu daha fazla germeye gerek yok, bu toplumu etnik sorunların siyasi çözümü amaçlanarak ayrıştırıp, cepheleştirip çatıştırmak ülkemizin geleceği açısından en büyük tehlikedir."

"BAŞBAKANI GİRDİĞİ ÇIKMAZ SOKAKTAN GERİ DÖNMEYE DAVET EDİYORUZ"
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin MGK toplantısından sonra yaptığı açıklamada sorduğu soruların cevabını bugün Genelkurmay Başkanı'nın verdiğini, bu cevabın aynı zamanda Kürt açılımı projesinin sahiplerine de bir cevap olduğunu kaydeden Mehmet Şandır, "Etnik temelde sorunları tartıştığınızda bulacağınız her çözüm ayrışmaya sebep olur. Sayın Başbakan'ın ifadesi ile 36 tane etnik grup var. Bize göre Türkleri de etnik grup sayarsak bu sayının daha da fazla olması gerekir. Türkiye bir çiçek bahçesidir. Bunları siz sorunlu kabul eder, sorunların çözümünü siyaset üreterek bulmaya çalışırsanız, bu ülkeyi azınlıklar cehennemine dönüştürürsünüz. Bu ülkenin geleceğine karşı yapılacak en büyük ihanet de bu olur. Sayın iktidarı sayın başbakanı bu girdiği çıkmaz sokaktan geri dönmeye davet ediyoruz. Türkiye'yi daha fazla germeye, ayrıştırmaya hiç kimsenin hakkı bulunmamaktadır" diye konuştu.

AKP: FARKLI DÜŞÜNMÜYORUZ
AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un mesajını, "Farklı düşünmüyoruz" şeklinde destekledi. Bozdağ sözlerini şöyle sürdürdü: "Son günlerde MGK'nın "Devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü pekiştirmek, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak üzere, İçişleri Bakanlığı eşgüdümünde yapılan çalışmalar hakkında Kurul`a bilgi sunulmuş ve çalışmaların devamı tavsiye edilmiştir." karanını ardından MGK üyelerine dönük hem MHP'den, hem de CHP'den eleştiriler geldi. Haksız eleştiriler dozunu artırarak devam etti. Sayın Cumhurbaşkanı yanıt da verdi, 'yakışıksız' dedi ama bu eleştiriler durmadı. Burada Sayın Genelkurmay Başkanı'nın söylediği sözlerin hepsine biz de katılıyoruz. Kırmızı çizgileri zaten anayasa koymuş. 4. Maddenin başlığı çok net ve açık; 1'inci, 2'nci ve 3'üncü maddeler değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez. Biz AK Parti olarak bunları her defasında dile getirdik. Biz bunları dile getirmemişiz gibi bize eleştiriler yapıldı. MGK kararından sonra TSK mensuplarına dönük olarak da devam edildi. Sayın Genelkurmay Başkanımız da bu açıklaması ile 'biz dün nasılsak bugün de öyleyiz, hassasiyetimizin bilinmesini istiyoruz' diyor. Ayrıca 'TSK bölücü terör örgütüne karşı mücadelesini sürdürürken 'güvenlik alanının dışında kalan ekonomi, sosyo-kültürel ve uluslararası alanlarda da devlet tarafından gerekli tedbirlerin alınmasının önemli olduğuna inanmaktadır.' diyor. Yani devletin alacağı tedbirlerin önemli ve gerekli olduğunu ifade ediyor. Genelkurmay Başkanı bunun dışında 'usul ve yöntem esası belirler,' diyor ve takip edilecek usul ve yöntemlerde özenli olunmasını istiyor. Hem demokratik açılım sürecini yöneten hükümete hem de muhalefete dönük mesajı var. İfadeleri kullanırken, değerlendirme yapılırken daha özenli olunmalı uyarısında bulunuyor. Ben isabetli bir açıklama olarak değerlendiriyorum. " (ANKA /NTV)

'Fethullah'ın vurucu gücü sahneliyor'

Posted: 26 Aug 2009 12:23 AM PDT


Ergenekon davasının tutuksuz sanıklarından İP Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever, ''Bu süreç bir ABD operasyonunun ürünü olup, Fethullah'ın vurucu gücü tarafından sahneye konmuştur''

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada savunmasını yapan İlsever, ''darbeyi değil, Atatürk devrimlerini savundukları için yargılandıklarını'' dile getirerek, ''Darbeci Kenan Evren el üstünde tutuluyor, Evren'lerin darbe yapıp hapse attığı Doğu Perinçek'ler Silivri Cezaevi'nde. Evet gerçekten bu isimlerin hepsi, hiçbir kanıt gösterilmeden 'darbecilikle' suçlanırken, gerçek darbeciye Çankaya'da selam duruluyor'' dedi.

Haklarındaki iddiaların ''yalan olduğunu'' savunan İlsever, ''ortada kaos ve iç çatışma yaratacak eylemlere, ordu içinde örgütlenmeye, darbe için hazırlanmış silahlara dair kanıt bulunmadığını'' söyledi.

Operasyonun bir terör örgütünün darbe hazırlıkları saptanarak, onu önlemek için yapılmadığını ifade eden İlsever, ''Operasyonun kendisi bir Amerikancı darbedir. TSK, İP ve milli kuvvetler hedef alınmaktadır'' diye konuştu.

''İP'in hem bugün hem de geçmişi boyunca darbelere karşı en net tavır alan parti olduğunu'' anlatan İlsever, şöyle konuştu:

''İP'in devlete ve devlet kurumlarına sızması ve denetlemesi diye bir saçmalık olamaz. Milli devlet tüm kurumlarıyla milletindir, bizimdir. Bugün 'devlete sızan' hatta devlet kurumlarını ele geçirip çökerten, devlet otoritesini zaafa uğratmak için elinden geleni yapan, TSK içinde gizlice örgütlenmeye çalışan, bu amaçla Işık Evleri kuran, TSK'nın içinde ve dışında yürüttükleri asimetrik psikolojik harekat ve karalama kampanyası ile orduyu yıpratmaya çalışan, milleti etnik ve dinsel temelde bölen, Anayasa'nın değiştirilemez maddelerine savaş açan, böylece laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi kararı ile saptanmış olanlar, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanları ve Fethullah tayfasıdır.''

Ferit İlsever, İP'in Susurluk'u açığa çıkartan ve mafya-gladyo sisteminin üzerine kararlılıkla gidilmesini savunan tek parti olduğunu savunarak, ''O gün Susurluk'u örten ve üzerine gidilmesini önleyen güç, bugün 'Ergenekon' operasyonu ile İP'i cezalandırıyor'' dedi.

''Bugünkü operasyonun provasının 23 Eylül 1998'de yapıldığını'' iddia eden İlsever, şöyle devam etti:

''İP'in Susurluk ve 28 Şubat öncülüğüyle, Amerikancı cuntaya karşı mücadelesi 23 Eylül 1998 tarihinde, kendisine bir gladyo operasyonuyla fatura edildi. Bugünkü operasyonda da baş rolü oynayan Mehmet Eymür-haham Tuncay ekibinin hazırlattığı patates mühürlü sahte belgeyle, Doğu Perinçek tutuklandı. Parti'nin 540 örgütünde arama yapıldı. Doğu Perinçek, tertibi açığa çıkarttıktan sonra serbest bırakıldı. Tertipçiler mahkum oldu. İlginçtir, 1998'in ve 2008'in İP düşmanı tertipçileri aynı olduğu gibi adeta savcıları da aynıdır.''

Suikast düzenlemekle suçlandıklarını anlatan İlsever, ''Nerede bu suikastlar? Bir tane örnek gösterin. Bu iddianame koskoca bir iftiranamedir'' dedi.

İlsever, partisinin Türkiye'de terörün hakkından gelecek tek parti olduğunu savunarak, ''Ergenekon tertibinin sırrına geliyoruz. Bu sürecin Türk hukukunun eseri olmadığını başından beri söylüyoruz. Evet, bu süreç bir ABD operasyonunun ürünü olup, Fethullah'ın vurucu gücü tarafından sahneye konmuştur'' diye konuştu.

Cumhuriyet savcılarının kendilerini ''uyduruk belgelerle suikast yapmakla'' suçladığını öne sren İlsever, ''provokasyon belgeleri'' olarak nitelediği CD'lerin İP Genel Merkezi'ndeki arama sırasında polis tarafından boş masalara bırakıldığını, çünkü arama tutanaklarında yer almadığını söyledi.

İlsever, ''Suçlama uyduruktur, çünkü en üst yargı kurumları olarak Yargıtay, Danıştay milletindir, bizimdir. Yargıtay, Danıştay üyelerine saldırmak, İP'e saldırmak demektir. Nitekim Danıştay Hakimi Mustafa Yücel Özbilgin'in katlini, 'Ergenekon' tertibi tertip etmiştir. Hem de bu alçakça saldırının sorumluluğunu bu davanın sanıklarının üzerine yıkarak...'' görüşünü aktardı.

-''HANEFİ AVCI'YI KONUŞTURUN BAKALIM...''-

''Hanefi Avcı'nın bu davanın mimarları arasında yer aldığını'' öne süren İlsever, ''1992-93'te Güneydoğu'da görevliyken, Türk İntikam Tugayı'nı (TİT) kullanarak faili meçhulleri yöneten Avcı, 1997'de TSK'ya karşı psikolojik savaşın başını çekmişti. Hanefi Avcı bugün de 'Ergenekon' tertibinin arkasında yer alıyor ve TSK'ya, yurtseverlere saldırılar düzenlenmesine yardımcı oluyor. Hanefi Avcı'yı konuşturun bakalım, TİT'le işbirliği nasıl yapılır, size anlatsın'' dedi.

MİT Müsteşarı Emre Taner'in, ''devletin geçmişte Hizbullah'ı kullandığını açıkladığını'' iddia eden İlsever, ''Yani MİT, Hizbullah'ı kullanırken, biz Hizbullah-Gladyo saldırılarında şehitler veriyorduk'' diye konuştu.

TSK'yı yıpratarak ve yurtseverleri hapse atarak terörle mücadele olmayacağını belirten İlsever, ''Ergenekon operasyonu ile yapılanların, terörle mücadele değil, terörün ta kendisi olduğunu'' öne sürdü.

-İHSAN GÖKTAŞ YAKALANDI-

Bu arada, Ergenekon davasının tutuksuz sanıklarından olan ve hakkında yakalama kararı bulunan İhsan Göktaş, 11 Ağustosta yakalandı ve aynı gün celse açıldı.

İhsan Göktaş, kimlik tespiti sırasında Heybeliada'da bir yalıda ''abla'' diye nitelendirdiği Kuvayimilliye Derneği Genel Sekreter Yardımcısı Ayşe Ceylan Geçyol ile beraber oturduğunu söyledi. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ün ''yani bu yalının sahibi o mu?'' sorusu üzerine Göktaş, ''Yok, ben tuttum orayı kiracıyım orada. O ablayı evden çıkarırsam sokakta kalır o yüzden benim yanımda kalıyor'' dedi.

İnternet ortamından yurt dışına ve içine isme özel takım elbise siparişi için bir proje başlattığını, ilk siparişlerinin gelmeye başladığını belirten Göktaş, ''Daha yeni yeni ayağa kalkıyorum sayın başkanım. Gelirim Şu an sıfır'' dedi.

Mahkeme Başkanı Şengün'ün ''Nasıl hayatınızı devam ettiriyorsunuz'' sorusunu Göktaş, ''Bir anacığım var Berlin'de, bir gözü kör, ondan para geliyor, babamdan para geliyor, bazen de sokaklarda yatıyoruz'' yanıtını verdi.

.:: KomploTeorileri ::. gençlik

Posted: 25 Aug 2009 11:44 PM PDT

CIA'nın 'işkence taktikleri'

Posted: 25 Aug 2009 07:24 PM PDT


Terör zanlısını konuşturmak için, gözlerinin önünde annesine cinsel tacizde bulunmakla tehdit etmişler...

ABD Adalet Bakanı Eric Holder'in savcı John Durham'ı, ABD Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) elemanlarının zanlılara kötü muamele ve işkence yaparak yasaları ihlal edip etmediklerini incelemek üzere görevlendirmesinin ardından, bakanlık tarafından istihbarat teşkilatının sorgulama tekniklerini kapsayan rapor yayımladı.

CIA'in ''Terörle Mücadele ve Sorgulama Faaliyetleri Eylül 2001-Ekim 2003'' başlıklı ve Mayıs 2004 tarihini taşıyan 109 sayfalık çok gizli raporunun konu başlıkları dahil önemli bir kısmının karartılarak ağır bir sansürle yayımlandığı görüldü.

Sansüre rağmen, raporda CIA'in deniz aşırı ülkelerdeki cezaevlerinde uygulanan bir dizi kötü muameleye ilişkin ayrıntılar yer alıyor. Bunlar arasında gözaltındaki bir zanlının aile üyelerine cinsel saldırı tehdidi, sahte infaz, silah ya da matkapla korkutma, zanlıyı kusturuncaya kadar yüzüne sigara dumanı üfleme gibi unsurlar bulunuyor.

Raporda, bu sorgulamalarda teröristlerin belirlenmesi, olası planların engellenmesi gibi kritik önemde bilgiler elde edilmesinin sağlandığı, bazı teröristlerin kötü muamele sonrası önemli bilgiler verdiği iddiaları yer alıyor.

Sorgulama yöntemlerine ilişkin ayrıntılı bilgiler verilen raporda, bir CIA sorgucusunun 2002 yılında ABD savaş gemisi USS Cole'a bombalı saldırıyla suçlanan Abdülrahim El Neşiri adlı zanlıya işbirliği yapmaması halinde annesini ve ailesini oraya getirebileceklerini söyleyerek cinsel tehditte bulunduğu görülüyor.

Bir başka olayda da bir CIA sorgucusunun müfettişlere, 11 Eylül 2001 saldırılarının baş mimarı Halid Şeyh Muhammed'e "Amerikan topraklarında bir saldırı olması halinde CIA'in çocuklarını öldüreceğinin" söylendiğini anlatıyor. O sırada Muhammed'in oğullarının da Pakistan'da gözaltında olduğu belirtiliyor.

Bu arada CIA Başkanı Leon E. Panetta, çalışanlara e-posta ile gönderdiği bir açıklamada, kurallara uymalarını, kötü muameleyi savunmaktan dikkatle kaçınmalarını istedi.



.:: KomploTeorileri ::. AÇILIMIN ARKASINDA NE VAR?

Posted: 25 Aug 2009 01:19 PM PDT

AÇILIMIN ARKASINDA NE VAR?

- AÇILIM=Kürtleri değil, BOP’U veya İngiltere, ABD İLE İsral’i kurtarmaktır!..

- AÇILIMIN tam arkasında ise petrol kuyularını beklemek için Irak’ın kuzeyine yerleşmek vardır...

- AÇILIM ABD’nin şimdi ki değil, geçmişte ki uygulanamayan planıdır... Türkiye çoooook geç kaldııııı...

 

ABD’nin Irak’tan geri çekilmesi, işgal edilmesinden çok daha zor gözüküyor!..

Baba Bush’un yarım kalan dolar projesini devam ettirmek için yalanla ve hesapsızca Irak’a giren ABD bugün aynı hatayı asıl çıkarken yapacaktır.

Türkiye’de, ABD’nin Irak’tan bu çıkışına Kürt sorununu çözecem diyerek kurban olmak istiyor!.. ABD, Irak’ın kuzeyinde oluşturmak istediği Kürdistan’dan vazgeçti. Çünkü kurulmak istenen Kürdistan’da Türkiye, İran ve Suriye’de vardı. O plandan, geriye BUSH’un giderayak kafasına yediği iki pabuç ve İsrail Başbakanı Olmert’in BOP’u anımsatarak, “Irak bölünmeden tek parça kalmalı, etnik devletlere ayrılması çok kötü bir fikir… Elbette değiştim, dünya da değişti. Golda MEIR ‘Sadece eşek fikir değiştirmez’(*Enis BERBEROĞLU, Hürriyet, 15 Mayıs 2009)  derdi”, sözleri kalmıştır...

Türkiye ise tezkere sonrası çok geç kalmışlığın da etkisiyle, ABD’de bulunan sapkın müttefiklerini hoşnut tutmak adına BOP’u yeniden hortlatmak istiyor...

Bölge plansız kalmıştır. Bölgede İngiltere, ABD ve İsrail’in etkisizleşmesi demek, Türkiye’nin mevcut devlet yapısının tasviyesi demektir. Türkiye’deki dinamikler ise artık bunu görüyor. Diğer bir ifade ile Türkiye’de iktidarı bırakmak istemeyenler, geçmişi bugün yaşamak istiyor...

Açılımın tam arkasında ise Irak’ın kuzeyine yerleşmek vardır. AÇILIM AÇILIM AÇILIM denilen AÇILIM da bundan ibarettir.

Türkiye AÇILIM adı altında ABD’nin başaramadığı Irak’ın kuzeyindeki sözde Kürdistan’ı destekleyerek güneydoğusunu güçlendirmek istiyor. Bunun kılıfı ise şimdilik Kürt açılımıdır... ABD Irak’tan çekildiğinde, Şiiler ve Araplar bölgede yaşamak adına petrol gelirlerini Irak’ın kuzeyindeki iki aşirete bırakmayacaktır. AÇILIM’ın karşılığı olan asıl savaş işte o zaman başlayacaktır.

Kürt sorunu, Kürt AÇILIMI gibi konulara kafa yormak, trajedi olmaktan çıkmış komediye dönüşmüştür. Zaman ayırmak beyhudedir. Bugün Türkiye’de asıl sorun Türklük sorunudur. Türk milleti adını ülkeye vermiş ama Türklüğünü hiçbir zaman yaşayamamıştır!..

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı mı?

Onu da T.C. Anayasasının 10. Maddesi ile açıklamk gerekirse “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” Gerisi eşşekliktir...

ABD’yi yarı yolda bırakan AKP Hükümeti veya Devletin bazı kurumları kendi gelecekleri ve kendi rızaları ile diyet ödemek istiyorlar. AÇILIM ABD’nin şimdiki değil, geçmişte ki uygulanamayan planıdır.

 

25 Ağustos 2009 

 

Muammer KARABULUT

 


--
kontraergenekon

http://kontraergenekon.tr.cx

Facebook

http://atakitapdunyasi.tr.cx

Google Grup

http://groups.google.com.tr/group/internetmedya

.:: KomploTeorileri ::. ABD Kongresi'ne sunulan "Kürt açılımı" raporları, açılımın ABD projesi olduğunu ispatlıyor.

Posted: 25 Aug 2009 01:17 PM PDT

 
Tayyip Bey "Kürt açılımına Amerikan Projesi diyenler bunu ispatlayamazlarsa alçaktırlar namussuzdurlar" diyedursun, Amerikalılar bu projeyi rapor halinde ABD Kongresi'ne resmen sunmuşlar. Hem de saklı gizli değil, açık açık. Sunum tarihi 15 Ekim 2007. Raporun adı: "PKK'nın silahsızlandırılması, dağıtılması ve toplumla yeniden kaynaştırılması". Raporu derleyen kurum: Amerikan Dış Siyaseti Ulusal Komitesi. Derleyen kişi: David Phillips (Deyvid Filips okunuyor)
 
Bu raporda özet olarak Türkiye Hükümetinin şunları yapması isteniyor:
-301. maddede Türklüğe hakaretin suç olmaktan çıkarılması (Hükümet bu emri yerine getirdi)
-Kamuya ait bir TV kanalının Kürtçe yayın yapması (Hükümet TRT Şeş'i, kurarak bu emri de yerine getirdi)
-DTP'nin muhatap alınması (Tayyip Bey Ahmet Türk ile görüşerek bu emri de yerine getirme yolunda bir adım attı)
-Türk ordusunun demokratik hale getirilmesi. Ordunun PKK ile mücadele ederken insan haklarına saygı göstermesi, karanlık güçleri kullanarak suikastler yapmaması (Tayyip Bey, Ergenekon davası ile Türk ordusuna bu suçların atılmasını örgütledi. Yani Filips'in raporundaki suçlamalar, Ergenekon iddianamesine yazıldı.)
-"Topluma kazandırma" adıyla genel af çıkarılması (Plana göre PKK militanları aftan sonra seçimlerde aday olarak öncelikle Güneydoğu'daki mahalli yönetimleri ele geçirecekler ve DSP-ANAP-MHP Hükümeti tarafından imzalanmış olan İkiz Yasalar'a dayanarak ayrılmak için referandum isteyecekler) 
-Kuzey Irak'taki 134 PKK üst yöneticisinin mülteci olarak üçüncü bir ülkeye gönderilmesi (Bu ülkenin İsveç olabileceği söyleniyor)
 
++++++++++++++++++++++
 
Yine aynı kişi, bu defa da Haziran 2009 tarihinde ABD Atlantik Konseyi tarafından yayımlanan bir rapor daha yazdı. Bu raporun adı: "Türkler ve Irak Kürtleri arasında güven inşası". (Her iki raporun aslını yazımın bitiminden sonra veriyorum)
 
++++++++++++++++++++++
 
"Kürt açılımı"nın bir ABD projesi olduğunu kanıtlayan bu raporun basında yayımlanması üzerine, raporu derleyen Deyvid Filips bir açıklama yaptı, Hürriyet'e gönderdiği mektupta şöyle dedi:
"Başbakan Erdoğan'ın kararı tamamen kendisine aittir. Benim tavsiyemi almaz. Başbakan Erdoğan'ın düşüncesi tamamen Türkiye'nin ulusal çıkarları üzerine kuruludur"
"Türkiye'nin güvenlik kurumlarının da desteğiyle Ak Parti Kürt meselesinde tarihi atılıma ilerliyor."
"Bu, köktenci bir değişimden daha fazlasıdır. Bu, Türkiye'yi daha güvenli, daha özgür ve Batı kurumları ile entegre edecek derin bir sistem değişikliğidir.
Erdoğan, vizyonu ve liderliğiyle krediyi hak ediyor"
 
+++++++++++++++++++++++
 
Bu açıklama, olayı artık bir komedi haline dönüştürmüştür.
Hiç kimsenin bilmediği "Kürt açılımı"nın içeriğini Deyvid Filips nasıl bilmektedir ki böyle bol kepçe desteklemektedir? Aynen ABD Büyükelçisi Ceymis Cefri gibi?
Rapordaki emirlerden bir kısmı Tayyip Bey tarafından yerine getirilmiştir. Yukarda bunu gördük. Geri kalan kısmının da "Kürt açılımı" adı altında yerine getirilmeye çalışıldığı bellidir ki Amerikalılardan bu kadar destek görmektedir.
 
++++++++++++++++++++++++
 
E, Tayyip Bey, "alçaklar namussuzlar" ne olacak şimdi???

+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
Faydalanılan kaynaklar:
Murat Tepebaşılı, Büyükakın, Ahu Yalçın
 
 

 


NATIONAL COMMITTEE ON  AMERICAN FOREING POLICY

DISARMING, DEMOBILIZING, AND REINTEGRATING
THE KURDISTAN WORKER'S PARTY (PKK)

David L. Phillips

15 October 2007

Printable PDF Version


NATIONAL COMMITTEE ON AMERICAN FOREIGN POLICY

The National Committee on American Foreign Policy was founded in 1974 by Professor Hans J. Morgenthau and others. It is a nonprofit, activist organization dedicated to the resolution of conflicts that threaten U.S. interests. Toward that end, the National Committee identifies, articulates, and helps advance American foreign policy interests from a nonpartisan perspective within the framework of political realism.

American foreign policy interests include:

  • preserving and strengthening national security;
  • supporting countries committed to the values and the practice of  political, religious, and cultural pluralism;
  • improving U.S. relations with the developed and developing worlds;
  •  advancing human rights;
  • encouraging realistic arms-control agreements;
  •  curbing the proliferation of nuclear and other unconventional weapons; and
  •  promoting an open and global economy.

 Believing that an informed public is vital to a democratic society, the National Committee offers educational programs that address security challenges facing the United States and publishes a variety of publications, including its bimonthly journal, American Foreign Policy Interests.

TABLE OF CONTENTS

Section I: Introduction

Section II: Findings

-         History

-         Ideology

-         Violence

-         Abuses

-         The Deep State

-         Ocalan's Fate

-         Elections

-         Justice and Development Party

-         EU Influence

-         Shortcomings

-         The Iraq Factor

Section III: The Way Forward

-         Implement Reforms

-         Democratize the Army

-         Respect Iraq's Sovereignty

-         Develop Amnesty Arrangements

-         Identify an Interlocutor

-         Explore a Truth and Reconciliation Process

-         Invest in Infrastructure

-         Expand Social Welfare

-         Support Reintegration

-         Create Jobs

-         Apply Sticks and Carrots

Appendix

-         Acronyms

-         About the Author

-         Methodology and Acknowledgements

SECTION I: INTRODUCTION 

This research report by the National Committee on American Foreign Policy (NCAFP) suggests strategies for disarming, demobilizing, and reintegrating (DDR) the Kurdistan Worker's Party (PKK). To this end, it proposes measures for how the international community and the Kurdistan Regional Government (KRG) can increase pressure on the PKK.  It also assesses the political and socio-economic conditions that increase support for the PKK among Turkish Kurds. Prime Minister Recep Tayyip Erdogan is under pressure to act decisively. However, he should avoid military action against the PKK in Northern Iraq, which would have serious repercussions.  Military action would undermine Turkey's democratic development, radicalize Turkish Kurds, and risk a regional conflagration that would both adversely affect relations between the United States and Turkey and compromise Turkey's candidacy for membership in the European Union (EU).

Executive Summary

 A Turkish solution to the PKK problem would be based on Turkey's continued democratization and improved living standards for all citizens, including those of Kurdish descent. The proposed "civil constitution" is an important step forward in the institutionalization of minority rights in accordance with European Convention on Human Rights. Full implementation of political and cultural reforms and the abolition of regressive legislation, such as the Anti-Terror Act and Article 301 of the Penal Code, would effectively address Kurdish grievances by enhancing the rule of law and promoting Turkey's overall development as a democracy. 

 Another part of the solution is the improvement of economic conditions in the Southeast. Privatization and land reform would create jobs, and the region's infrastructure, such as roads and water works, would benefit from additional investment. International donors can assist in these areas by earmarking funds to strengthen traditional sources of income, such as animal husbandry, and by applying new technologies to indigenous agro-industries. To promote social development, the Justice and Development Party (AKP) should expand funding for health care and education, particularly for girls, as well as for programs that emancipate women from their traditional roles in Kurdish feudal society.

 The EU has an important role to play in supporting reform in Turkey.  Erdogan has shown that he will pursue reforms not because Western diplomats tell him to, but because it is in Turkey's best interest. However, the prospect of EU membership is critical to sustaining Erdogan's reform agenda.  A "special partnership" with the EU is an inadequate substitute for negotiations on full membership. Only a strong and united message of support for Turkey's candidacy from EU member states, especially Germany and France, can sustain the momentum for what will be difficult reforms, including the most pressing challenges of fully subordinating Turkey's armed forces to civilian control and disempowering state structures that impede progress to maintain the status quo.

 The question of the PKK will require specific sticks as well as carrots. The international community can increase pressure on the PKK by targeting its financing and propaganda infrastructure. The European Counter Terrorism Group could take the lead in investigating illicit revenues that fund the PKK. The UN Counter-Terrorism Committee, established to deny funding to terrorist activities, could also request that the EU and other member states that tolerate PKK front organizations to document their efforts aimed at cutting off funding. The licenses for European-based PKK media outlets that incite hatred or endorse violence should also be revoked. [i]  

 The Government of Iraq (GOI) and the KRG can complement these efforts to increase pressure on the PKK. The Turkey-Iraq Counter-Terrorism Agreement of September 28, 2007 is a step in the right direction. Though it establishes a legal basis for cooperation on financing and intelligence efforts, the agreement falls short of Turkey's expectations. It explicitly rejects Turkey's demand for authority to enter Iraqi territory in pursuit of the PKK. In addition, the GOI is too dysfunctional to implement the agreement especially in territories where the KRG has the power of enforcement.

Though the KRG was excluded from negotiations, it can act on its own to support commitments embodied in the agreement. Accordingly, it should take steps to hamper the PKK activity by (i) replacing PKK check-points around Qandil with KRG forces; (ii) interdicting funds reputedly transferred to the PKK by air travelers via Erbil; (iii) repatriating Makhmour Camp residents to Turkey; and (iv) restricting the activities of groups in Iraqi Kurdistan that condone PKK violence (e.g. Democratic Solution Party). If KRG President Massoud Barzani takes these steps, Turkey should stop vilifying him and instead dispatch a special envoy to open a direct channel for diplomatic negotiations. It can also promote cross-border goodwill by expediting trade and transit procedures at the Habur gate, and opening more border crossings between Turkey and Iraqi Kurdistan. Both Turkey and the KRG have an interest in good relations.

 Finally and perhaps most critically, Massoud Barzani and Iraqi President Jalal Talibani can use their influence with the PKK to negotiate a 12-month cease-fire. This will de-escalate the current risk of Turkish military action and offer the Turks a chance to consider a more long-term and effective strategy for reducing the threat posed by the PKK, rather than aggravating the crisis with military intervention. It will also give Turkey the time it needs to implement the reforms and programs proposed here.

 All of these steps are essential to creating an alternative to the build-up of Turkish troops in Iraq, which threaten more than just the PKK.  The buildup also serves as a warning to Iraqi Kurds on Kirkuk. Turkey adamantly opposes the union of the Kirkuk governorate with the KRG.  Many Turks fear Kirkuk's accession would trigger the emergence of a de-facto independent Kurdish state in Iraq that would inspire the separatist ambitions of Turkish Kurds and thus threaten the indivisibility of Turkey.  They need not worry. Kurds overwhelmingly prefer to be a part of Europe than a landlocked "greater Kurdistan." Moreover, Turkey may come to realize that a stable, secular, and pro-Western Iraqi Kurdistan is a useful buffer between it and an increasingly unstable and Islamicized Iraq. Good neighborly relations with Iraqi Kurdistan could also yield a windfall of economic benefits in the form of oil transport fees, water rights, construction deals, oil development contracts, and cross-border trade.

 A solution to the problems posed by the PKK cannot be achieved on the battlefield. Rather, the PKK must ultimately make a strategic decision that it wants and will pursue peace. Should this occur, an amnesty arrangement for former PKK members will be necessary. Amnesty is repugnant to many Turks, whose emotions are riled daily by media reports of grieving families clutching pictures and crying over the coffins of PKK victims. However, without amnesty, Turkey will at best manage but never solve the PKK problem. Turkey has a long tradition of amnesties, but when it comes to the PKK, the term "General Amnesty" (Genel Af) is too contentious. Instead, "Winning to the Society" (Topluma Kazanma) would be a more palatable way to characterize the DDR process.

 Any amnesty program would need to proceed in phases. First, eligibility would be offered to PKK members who joined after 2002. Cadres without command responsibility would be next. PKK leaders will scuttle the DDR package unless it has something in it for them, and while the 134 senior commanders given "red bulletins" by Interpol would not be eligible for amnesty, they could apply for asylum in their country of residence.  To create and implement a successful amnesty program, it would be useful for Turks to study the experience of other countries that have faced post-conflict dilemmas.     

 Currently, however, Turkey refuses to negotiate with the PKK. Therefore, a legitimate and acceptable interlocutor is needed. The Democratic Society Party (DTP) has 21 deputies elected to serve Kurdish constituencies in the Turkish Grand National Assembly (TGNA). Precisely because its members have ties to Abdullah Ocalan and other PKK factions, the DTP can be an effective liaison. Members of the diplomatic community should engage the DTP parliamentarians to provide counsel and bolster their credibility. The DTP can also gain credibility independently by condemning terrorism and reaffirming Turkey's territorial integrity.   

 The United States has a critical role to play as well.  Conspiracy theorists in Turkey maintain that the United States is plotting to diminish Turkish power by harboring the PKK in Iraq and shepherding the emergence of an independent Iraqi Kurdistan. To demonstrate this is not the case, the US must redouble its efforts to strengthen its relationship with Turkey. A souring of relations between the two countries would not be in the interest of either. The United States needs Turkey to support its efforts in Iraq, including continued permission to use Incirlik Air Base, through which 70 percent of air supplies to US troops in Iraq are transported. As a valued member of NATO, Turkey also plays an important role in Afghanistan. The United States can help by addressing Turkey's broad political, economic and security interests. These include, but are not limited to, encouraging the GOI and KRG to bring their influence to bear on the PKK.

 SECTION II: FINDINGS 

History

 Kurds are the largest stateless minority in the world. There are an estimated 30 million Kurds in a geographic area that includes territory in Turkey, Iraq, Iran, Syria and Armenia. More than half of the world's Kurds live in Turkey, where they represent approximately 20 percent of the population.

 Mustafa Kemal, known as Ataturk ("the father of all Turks"), collected the remnants of the Ottoman Empire to create the Republic of Turkey in 1923. Although Ataturk was committed to building a truly modern state on par with its European neighbors, he was wary of European intentions. In the wake of World War I, the terms set by the Allies in the Sevres Treaty of 1920 partitioned Turkey, reducing it to one-third of its current size, and promised the Kurds a country of their own. Ataturk rejected the treaty, rallying Turks in a "war of liberation" that led to the replacement of Sevres with the Lausanne Treaty in 1923.

In response, Kurds launched an insurgency in 1925 with the goal of establishing an independent homeland. The rebellion was brutally put down and its ringleaders hanged in the central square of Diyarbakir. After a series of uprisings that culminated in another rebellion in 1937, Turkey adopted draconian measures denying the very existence of Kurds in Turkey, referring to them only as "Mountain Turks." Kurdish language, culture and geographical place names were banned. The crackdown intensified after Turkey's military coup on September 12, 1980, when the junta's constitution curtailed Kurdish rights even further. Billboards across Turkey echoed Ataturk's message: "Happy is he who can call himself a Turk." [ii]

Ideology

The PKK was founded by Abdullah Ocalan in 1978. Influenced by the ideological struggle that defined the Cold War and the worldwide anti-colonial movement of the 1970s, the PKK charter called for a Marxist proletarian revolution. It envisioned the PKK as the "vanguard of the global socialist movement," in which the revolution's fundamental force would be a "worker-peasant alliance." The charter condemned "the repressive exploitation of the Kurds" and called for a "democratic and united Kurdistan." [iii] Ocalan saw the establishment of a Kurdish state in southeast Anatolia (Turkey) as the first step toward the creation of an independent and united "Greater Kurdistan" encompassing a vast territory that would include Kurds with different dialects (Zaza, Kurmanji, and Surani), from different Muslim denominations (Sunni, Shafii and Alevi), and from different countries (Turkey, Iran, Iraq and Syria). [iv]  

Ocalan fashioned the PKK as a rigid hierarchical organization that operated with Stalinist discipline. Ultimate authority rested with Ocalan, who cultivated a cult of personality, brutally suppressed dissent, and purged opponents. Defectors were assassinated in Sweden (1984 and 1985), Denmark (1985), the Netherlands (1987 and 1989), and Germany (1986, 1987 and 1988). [v]   In 1986, up to 60 PKK members were executed, including five of the original central committee members. Others went underground.

Violence

Ocalan demanded that Kurds choose between loyalty to Turkey and support for the PKK. Brutal and swift punishment was meted out to those who refused to cooperate. The PKK targeted Kurdish elites who sided with the Turkish establishment as well as Kurds who worked for state institutions. Between 1984 and 1987, the PKK kidnapped or killed 217 teachers. It burned hundreds of rural schools, effectively shutting down the education system. Hospitals were attacked and doctors and nurses were killed.  In June 1987, the PKK slaughtered residents in the village of Pinarcik because they were unsympathetic to its cause. Two months later, it killed 24 residents of Kilickaya including 14 children. Between 1995 and 1999, its "suicide guerilla teams" were responsible for 21 suicide terrorist attacks. [vi]   The United States listed the PKK as a Foreign Terrorist Organization (FTO) in 2001. Soon after, Canada, and the United Kingdom classified the PKK as an FTO. The EU added it to the terror list in May 2002. Based on court orders, Interpol has issued "red bulletins" for 134 leaders of the PKK. [vii]

The PKK was run like a criminal gang. Financing came from a "revolutionary tax" provided by Kurdish businessmen in Turkey who were forced to pay or face the consequences, including murder, kidnapping, ransoming and destruction of personal property. The PKK also organized protection rackets targeting Kurdish owned businesses across Europe. In addition, voluntary financing was provided by the Kurdish Diaspora in Europe through cultural associations and information centers such as the Kurdish Employers Association, the Kurdish Islamic Movement, and the Kurdish Red Crescent.  These organizations raised funds for the PKK and facilitated money transfers through subsidiary foundations in Switzerland, Britain, Sweden, Belgium, Denmark and Cyprus. The PKK also financed its operations through drug and arms smuggling, human trafficking and extortion. In 1998, the British government maintained that the PKK was responsible for 40 percent of the heroin sold in Europe. [viii] At its peak, the PKK's annual income was as high as $500 million. [ix] Turkish officials maintain that the PKK was still receiving $150 million in annual revenue as of 2005. Officials in the Ministry of Foreign Affairs emphasize that as these numbers suggest, "PKK leaders are concerned about survival, power, and money -- not just about terrorism" [x]     

Abuses

Turkey responded to the PKK with an iron fist. The government put several southeastern provinces under martial law and, in the late 1980's, declared a state of emergency. It invoked Article 14 of the constitution to crack down on activities that threatened the "indivisibility of the state." It also invoked Article 125 of the Penal Code, which stipulated that "Any person who carries out any action intended to destroy the unity of the Turkish state or separate any part of the territory shall be punishable by death," as well as Article 8 of the "Law for Fighting against Terrorism," which defined terrorism so broadly it was used to criminalize any free discussion about Kurdish issues. [xi]

Army camps, police checkpoints, and military airports were established from the Semdinli Mountains in the southeast to Siirt near the border with Syria. Major military operations against the PKK were launched in 1989 and again in 1992. PKK activities peaked in 1993 when there were 4,198 reported clashes between the PKK and security forces. [xii]   By 1995, up to 150,000 Turkish troops and police were involved in seek and destroy missions within Turkey as well as across international frontiers. These efforts also included political assassination; government-backed death squads killed hundreds of suspected PKK sympathizers. [xiii] Between 1989 and 1996, more than 1,500 persons affiliated with the Kurdish opposition were victims of unidentified murderers. Close to 500 disappeared between 1991 and 1997, and between 1983 and 1994, 230 people --many of them Kurds -- died from torture while in police custody. [xiv]

Additionally, the Turkish government instituted a displacement policy intended to deprive the PKK of shelter and support from the local population. Residents from about 378,000 villagers were forcibly evacuated, and cities such as Diyarbakir and Cizre and Nusaybin more than doubled in size. [xv] Diyarbakir's unemployment rate skyrocketed to 70 percent; its poverty rate rose to 39.7 percent and more than 10,000 shanty-town homes sprung up in the city. [xvi]    Pitting Kurd against Kurd, the state hired and equipped 60,000 paramilitaries to serve as the "village guard system." The authorities explained that the system was intended to help villagers defend themselves, but it had the opposite effect by polarizing communities and acting as a magnet for PKK operations.

Turkey tried to undermine popular support for the PKK by focusing on economic development. From 1982 to 1992, it invested $20 billion in the "GAP Project," a massive irrigation and hydroelectric scheme that sought to harness the Tigris and Euphrates by building 20 dams, including the $2.3 billion Ataturk Dam, the ninth largest in the world. Its irrigation network was designed to service 1.7 million hectares, increase agricultural production seven fold, triple per-capita income, and create 3.3 million new jobs.

Turkey also instituted a "GAP Social Action Plan," emphasizing human development and social services, but it fell far short of expectations. Financing shortfalls and the ongoing security crisis, including PKK attacks, undermined GAP's success. Seasonal herding and small-scale agriculture activities became almost impossible with the declaration of a state of emergency in many Southeast provinces. Security operations were also a drain on the national economy costing $8 billion per year. Turkey estimates that the total cost of the conflict has been $200 billion. [xvii]

The Deep State

The so-called "deep state" -- interwoven ultranationalist interest groups including the army, police, government bureaucrats, and corrupt politicians who cooperate with mafia-style figures -- acts as a shadow government in Turkey. Its affiliates believe that ensuring state security and the continuity of official institutions comprising the bureaucracy are paramount. The constitution empowers the National Security Council (NSC) to take whatever steps it deems "necessary for the preservation of the State," which it calls "sacred." Instead of promoting the interests of individual citizens, the deep state is preoccupied with preserving its privileges and power. According to Suleyman Demirel, a former president and seven-time prime minister, "It is a fundamental principle that there is one state. But in our country there are two." A product of Turkey's inefficient central government, the state resisted attempts to democratize the Southeast or Turkey in general. Its preference for uniformity and its failure to reconcile ethnic, religious, and cultural identities, resulted in a breakdown of social cohesion and a general sense of social estrangement.

Turkey's military is a vested part of the deep state. Historically, Turkey's military has been the unflinching guardians of Ataturk's commitment to secularism, nationalism, and modernization. Officers see their mission as extending beyond the protection of Turkish territory to include warding off threats to public order, such as separatism, terrorism, and religious fundamentalism. Kurds in particular resent the army's paternalistic approach, exemplified in the statement by a member of the Turkish General Staff (TGS) that "If there is need for more democracy, we will bring it." [xviii]   Threats, both real and imagined, are used to sustain a primary role for the military in public affairs and justify its expenditures. Rather than promoting security, the military and its state cohorts have a history of staging incidents to justify recrimination. In November 2005, for example, a bomb was thrown from the window of a white Dogan car window killing the owner of the Hope bookstore in Semdinli, Hakkari province. A crowd pursued the vehicle and apprehended the bombers who turned out to be security officers. In the car, which belonged to the gendarmerie, they found an identification badge from the Ministry of Internal Affairs, several AK-47 rifles, and a list of other Kurdish targets. The bombing was one of twenty incidents that occurred in Hakkari. All were staged to appear to be acts PKK terrorism.  Kurds responded with protests in towns and cities across the Southeast. Peaceful protesters were violently dispersed; four civilians were killed by police. Human Rights Watch and other groups condemned Turkey's heavy-handed response, charging excessive use of force. 

The Semdinli affair was an echo of the 1996 Susurluk incident, which revealed a cabal between the state, security services, and mafia-style types to assassinate civilian opponents in return for sharing the spoils from narcotics trafficking by criminal groups. The Semdinli affair reinforced the view that Turkey's state institutions were actually an impediment to social welfare. A parliamentary committee was established to investigate, but at least one member received death threats. Concerns about military interference were sparked when it was revealed that General Yasar Buyukanit tampered with the judiciary to exonerate the Semdinli bomber. Highlighting the military's impunity and its role in undermining the rule of law, the Semdinli prosecutor was removed from his post and his license to practice law was revoked.

Ocalan's Fate

The PKK found safe haven in Syria after military pressure forced Ocalan to flee Turkey in the late 1990s. Turkey built the Ataturk and Birecik Dams on the Euphrates River and threatened to cut off water supplies to Syria unless it severed ties with the PKK. In October 1998, Syria signed the Adana Memorandum, designating the PKK a terrorist organization and committing to evict the PKK from Syrian territory. Thus began Ocalan's odyssey to Rome, Moscow, Amsterdam, Athens and Nairobi, where he was apprehended by Turkish Special Forces. On February 16, 1999, Turkish television showed images of Turkey's most wanted fugitive -- hooded, drugged and dazed. While most Turks celebrated, Kurds stormed embassies, seized hostages, and burned themselves in protest across Europe. They were expressing solidarity with Ocalan, whom they revere for standing up to the state and demanding human rights for Kurds.

In a surprising display of remorse that some called characteristic cowardice, Ocalan offered to end the PKK's armed struggle in exchange for his life. "The democratic option is the only alternative to solving the Kurdish question. Separation is neither possible nor necessary. We want peace, dialogue, and free political action within the framework of a democratic Turkish state." [xix] He pleaded, "Give me a chance. In three months, I will bring all of them down from the mountains." [xx]   A Turkish state security court convicted Ocalan of treason in June 1999. Conforming to EU prohibitions against capital punishment, his death sentence was commuted to a life sentence at a maximum security facility on Imrali Island in the Marmara Sea. [xxi]

Elections

Most Kurds favor living in peace with their Turkish brethren within the boundaries of Turkey. Various public opinion polls indicate that Kurds do not want a separate state. The overwhelming majority of Turkey's Kurds believe that they can advance their goals through the political process. However, while Kurdish political parties fielded candidates to run for parliament over the years and were able to win control of municipal governments, they had had little success at the national level. Turkey's electoral law prohibits parties from being seated in parliament unless they receive more than 10 percent of the national vote. As a result of this undemocratic and counter-productive requirement, no exclusively Kurdish party was ever able to pass the threshold for participation in parliament. When hybrid parties did win enough support to join the TGNA, Turkish authorities banned them or applied other pressure that undermined their ability to work within the political system to promote Kurdish interests. In October 1991, the People's Labor Party (HEP) won 18 seats in parliamentary elections. However, Turkish legislators were incensed when Leyla Zana insisted on taking her oath of office in Kurdish and wearing a tricolor band of the PKK's traditional Kurdish colors. HEP was banned and its leaders thrown in jail for being accessories to a terrorist organization.

President Turgut Ozal, who served as President of Turkey from 1989 to 1993, was a visionary. He recognized that the PKK could be undermined by giving Kurdish political parties a greater role in national politics. He also believed that reforms would moderate Kurds and make them better citizens, and lifted the ban on Kurdish language in 1991. Ozal even floated the idea of a general amnesty for PKK fighters. However, Ozal died before he could implement the reforms he had envisioned for Turkey. In August 1992, Suleyman Demirel met with mayors belonging to HEP's successor, the Kurdish Democratic Party (HADEP), which controlled 37 municipal governments. Like Ozal, he was denounced by ultranationalists for acknowledging the legitimacy of Kurdish political activity. A decade of violent conflict ensued.

In April 2002, the PKK formally disbanded and became the Kurdistan Freedom and Democracy Congress (KADEK). Frustrated by the slow pace of reforms, KADEK demanded that Turkey adopt a new constitution declaring Turks and Kurds two constituent nations in Turkey and enshrining Kurdish political and cultural rights. KADEK dissolved in 2003 after the State Department added it to the list of FTOs. A year later, it was re-established under a new name, the Kurdistan Society Congress (Kongra-Gel), which the US and EU would eventually designate as an FTO. Angered that the government would not respond to its overtures, the PKK ended its self-declared 1999 truce in June 2004. Fund raising in the Kurdish Diaspora had become increasingly difficult. Absent military operations, the PKK had little to show for itself.

Currently, the PKK lacks a clear command and control structure. From his jail cell, Ocalan is still a powerful figure, issuing instructions through his lawyers and via European-based media outlets. But other factions have emerged within the PKK, and while DTP Members of Parliament (MPs) are subordinate to Ocalan, they privately chafe under his control. They may owe him their jobs, but they are ideologically independent from PKK hard-liners. In response to Erdogan's demand that the DTP MPs renounce PKK terror, one representative explained that neither he nor his colleagues support violence, but "Every Kurd has a family member involved with the PKK. How can I condemn my own children?" [xxii] The DTP's moderate approach stands in contrast to the popular sentiment among the Kurdish Diaspora in Europe that the Turkish state only responds to violence. Violence is highly decentralized. The Qandil faction has the weapons. Its field commanders have been involved with the insurgency for decades, but many of its new members are Kurdish youth who would come down from the mountains if they had a job and were assured basic rights.

PKK operations continue to be deadly. PKK actions resulted in the deaths of about 200 soldiers and civilians in 2005, and more than 600 people died as a result of PKK activity the following year. During the first half of 2007, 225 people – including 167 soldiers -- died as a result of attacks by the PKK. [xxiii] There have recently been demands for air strikes on Qandil and a major cross-border operation after the killing of 13 elite special commandos in Sirnak on October 7, 2007. 

AKP Justice and Development Party

Erdogan's AKP first swept to victory in November 2002. Though Erdogan is a devout Muslim, he won favor as Prime Minister by distancing himself from radical Islam, condemning corruption, and embracing moderate, democratic positions. Erdogan nominated Abdullah Gul to the presidency, but the military feared his devotion to Islam blocked the nomination with the threat of a coup. Erdogan held early elections on July 22, 2007, and in an overwhelming endorsement, the AKP won 47.6 percent of the vote, gaining 340 of the 550 seats in the TGNA.

AKP's margin was fueled by support in the South and Southeast, where it received more votes than the DTP, which had emerged after Kongra-gel as the political voice of the Kurds. The AKP was rewarded for spending lavishly on roads, schools and different social services. Kurds credited AKP for legislative reforms that enabled greater cultural rights including Kurdish language broadcasts and education. The AKP's conservative values and grass roots outreach through local organizations also appealed to Kurdish voters who increasingly reject ethnic politics. The PKK may sense that its popular support is slipping away, and the recent spike in PKK violence may be an effort to reassert its importance after the AKP's strong performance in last July's elections. 

Though the DTP did not fare as well as expected, the results were still a significant victory for the Party. Bypassing the barrier requirements, 21 Kurds were elected as independent deputies. According to a DTP parliamentarian, "By voting for the AKP and DTP, both Turks and Kurds demonstrated that they are against their respective militaries." [xxiv]   Relations between AKP and DTP were strained, however, when the DTP called for improving Ocalan's prison conditions. When AKP ignored its appeal, DTP parliamentarians abstained from the third round of voting to confirm Abdullah Gul as President. Despite this tension between the parties, Gul spoke directly to the Kurdish problem during his inaugural address, heralding diversity as Turkey's strength, calling for greater cultural rights of minorities, including official use of minority languages, and underscoring the need for greater individual rights in the new constitution. Gul was warmly received when he chose to visit Kurdish cities in the Southeast as his first domestic trip. DTP members who met Gul have emphasized the importance of amnesty to address the PKK problem. 

The elections were deeply humiliating for the military. The army's bullying backfired, antagonizing Turks and further increasing support among Kurds for the AKP. Revealing the degree of its hostility to AKP, Buyukanit and other top generals boycotted Gul's swearing-in ceremony in the parliament and violated a long-standing tradition by skipping Gul's first official reception. Buyukanit begrudgingly waited more than 2 weeks before finally congratulating Gul on his election as president.

The ultranationalist National Action Party (MHP) capitalized on social tensions to cross the barrier for representation in the parliament, winning 13 percent of the vote. In coalition with the Republican People's Party (CHP), it vowed to disrupt AKP reforms. MHP and CHP are especially wary of plans to replace the 1982 constitution, which was adopted by the military government after its coup. Drafting of the new charter is underway. It will be Turkey's first constitution written entirely by civilians and vetted by civil society. The draft harmonizes Turkey's approach to ethnic and religious issues with the standards set by the European Convention on Human Rights. It also eliminates provisions in the earlier constitution for suspending human rights during martial law, which historically have been used to crack down on those who threatened "the indivisible integrity of the state." [xxv]    

EU Influence

Joining the EU was a national obsession for many Turks in the 1990s. Though it joined the EU Customs Union in 1996, Turkey's prospects looked bleak when several former Communist countries jumped the queue and Turkey was not even considered as a candidate the following year. Turkish officials felt that Luxembourg's Prime Minister Jean-Claude Juncker added insult to injury by stating, "A country in which torture is still a common practice cannot have a seat at the table of the European Union." Juncker's derogatory comment convinced many Turks that the EU simply did not want Turkey in its Christian club, regardless of reforms.

At the Copenhagen, Summit, the EU outlined the political and economic conditions that prospective members had to satisfy before formal accession talks could begin. Known as the "Copenhagen criteria," these conditions included economic reforms and the presence of stable institutions guaranteeing democracy, human rights, and the rule of law. Erdogan adamantly embraces the goal of EU membership, arguing that integrating Turkey will "expand the reach of the EU and demonstrate that a genuine harmony is possible between civilizations." [xxvi]   Most Turks agree with him. A 2005 popular opinion poll asked whether Turkey's future was in Europe. 77.4 percent of respondents favored EU membership. Kurds, too, overwhelmingly prefer to be a part of Europe than a landlocked "greater Kurdistan"; 83.3 percent responded affirmatively when asked about EU membership. [xxvii] Though support has recently waned, a vast majority of Turks still believe in the transformative effect that joining the EU will have on living standards and political freedoms. [xxviii]  

To advance the goal of EU membership, Erdogan vigorously pursued legislative and constitutional reforms that liberalized the political system and relaxed restrictions on freedom of the press, association, and expression. The government abolished the death penalty, revised the penal code, reinforced the rights of women, reduced restrictions on minority language broadcasts, ended random searches without a court order, and implemented a policy of zero tolerance towards torture. It adopted measures to dismantle state security courts, enhance independence of the judiciary and reform the prison system. It amended the anti-terror statutes as well as the Penal Code and the Codes of Criminal and Administrative Procedure. Turkey signed and ratified protocols 6 and 13 of the European Convention on Human Rights.

The AKP also tried to tackle the thorny task of subordinating Turkey's powerful military to civilian authority. In May 2004, a constitutional amendment terminated special off-budget accounts that were used to finance the pet projects of commanders. Military courts were barred from prosecuting civilians in peacetime. The NSC was enlarged giving civilians the majority of seats. A provision was removed that required that the NSC secretary general be a four-star general, and the NSC rotation helped retire hard-line generals. The NSC's specific powers were also curtailed by, for example, denying it carte blanche to investigate civilians. Measures were adopted preventing the military from convening meetings and curtailing their frequency, and the NSC became a consultative body under control of the elected government. 

Affirming the belief that the road to the EU passes through Diyarbakir, Erdogan took steps to advance the rights of Kurds. [xxix]   New regulations were adopted allowing 45 minutes per week of Kurdish language broadcasts to be aired on state-sponsored television and Kurdish language was permitted in private schools. The "Homecoming Law" was adopted in August 2003. It offered provisional reintegration for Kurds who agreed to lay down their arms. A "Back to Village Program" promised grants to returnees so they could rebuild their homes, farms, and livestock. In June 2004, an appeals court ordered the release of Leyla Zana and three other Kurdish parliamentarians who had languished in jail for over a decade.

Erdogan also recognized that the PKK problem could not be solved through military means alone. During a visit to Diyarbakir in August 2005 he said, "A great and powerful nation must have the confidence to face itself, recognize the mistakes and sins of its past, and march confidently into the future… ready to consult anyone…Turkey will not retreat from the point we have reached. We will not step back from our process of democratization." [xxx]   When judges ordered the release of some PKK members and reduced the sentences of others, Kurds hoped Erdogan was prepared to talk with the PKK and work out the details of an amnesty arrangement that, according to a DTP parliamentarian, would allow the PKK to "come down from the mountains without losing face." Yusuf Kanli, editor in chief of the Turkish Daily News, described Erdogan's approach as a "discreet and limited amnesty" aimed at "healing the wounds by our twenty years of trauma." [xxxi]

Shortcomings

The European Council noted progress as well as problems in Turkey's implementation of reforms. [xxxii] It found that the amount of time allocated to Kurdish language television broadcasts was capped and, though Kurdish was allowed in private schools, few students could afford the tuition. In June 2005, the governor of Ankara refused to issue a business license to the Kurdish Democracy Culture and Solidarity Association, claiming its agenda of cultural rights was unconstitutional. With regard to the security situation, Diyarbakir, Batman, Sirnak, Mardin, Siirt, Hakari, Bingol, and Tunceli were called "critical provinces" and governed under a special administrative law that created a permissive environment enabling the armed forces to commit abuses with impunity. Limited progress was made in reintegrating former militia members and returning displaced persons to their homes; only 1,873 persons were reintegrated during the first six months of the program, in part because the "Back to Village Program" failed to create amenable conditions for return. Basic infrastructure, such as electricity and telephone service, remained inadequate; the continued presence of village guards also discouraged returns. Only 5,239 of 104,734 persons eligible for compensation applied and, of those, only 1,190 received any payment. [xxxiii]

Turkey also failed to reform laws stifling free speech. Adopted in October 2005, Article 150 of the criminal code imposed penalties for insulting state institutions. In 2005, the Turkish novelist Orhan Pamuk stated that "30,000 Kurds and a million Armenians were killed in these lands but nobody dares to talk about it." [xxxiv]   He was charged with "insulting Turkishness" under Article 301 of the Penal Code. [xxxv]

Although the EU initiated formal negotiations with Turkey in 2005, it will take a very long time before Turkey meets all the requirements. There are 60,000 pages of regulations governing candidacy, and there is no guarantee of membership even if Turkey makes decisive progress. Turkey's refusal to implement a customs union agreement with Cyprus, an EU member, compounds the difficulty. So does the fact that EU membership requires approval by all members, some of whom will make their vote subject to popular referendum.

Critics of Turkey in Europe seized on the slow implementation of reforms to try and block its EU membership. The French and Dutch votes against ratification of the European constitution were at least in part a reaction to Turkey's candidacy. Germany's Chancellor Angela Merkel called for a "special partnership" short of full membership, and France's President Nicolas Sarkozy proclaimed, "Turkey has no place in Europe." [xxxvi] Merkel, Sarkozy and other opponents may be gradually softening their opposition as they recognize that lack of progress undermines Turkey's democracy, strengthens nationalists and the military, and increases the prospects of conflict between Turkey and Iraqi Kurds. When they met at the UN General Assembly in September 2007, Sarkozy told Erdogan that he "supported Turkey's accession." [xxxvii]

The Iraq Factor  

Turkey strongly opposed America's war in Iraq. US-Turkish relations reached a low point when the TGNA failed to authorize the transit of the Fourth Infantry Division through Turkey into Iraq on March 1, 2003. The Bush administration's failure to act against the PKK has further fueled Turkish anti-Americanism. Today, antipathy towards the United States is at an all-time high. According to a 2007 German Marshall Fund survey, only 9 percent of Turks have a favorable view of the United States. [xxxviii]  

Many Turks believe that the US has a hidden agenda to establish a greater Kurdistan. As proof, they cite the fact that the PKK was able to reconstitute itself after the United States occupied Iraq in 2003. In addition to the PKK's presence in Turkey, Turkish officials maintain that up to 3,000 PKK members operate from 65 bases in Iraqi Kurdistan with their headquarters at a base in the Qandil Mountains 50 km from the Turkish border. [xxxix] Erdogan insists that "No country can tolerate the presence of a terrorist organization just across its border that threatens its stability and territorial integrity." [xl]   When Erdogan visited the White House in June 2005, he criticized the "failure" of the United States to evict PKK fighters and urged the US to take action "eradicating the major thorn." [xli] He later warned, "We will have to do whatever it takes. And that 'whatever' is obvious." [xlii] During the summer of 2007, more than 150,000 Turkish troops massed on the Iraqi border threatening a cross-border operation to break the back of the PKK. The build-up was also intended to send a signal of Turkey's concern about Kirkuk.

Turkey adamantly opposes Article 140 of the Iraqi constitution that requires a popular referendum on Kirkuk's status by December 31, 2007. Iraqi Kurds were upset in 2005 when the interim constitution set 2007 as the deadline, and they are now even more upset that it might not happen by year's end -- or at all. The TGS has drawn a line in the sand. It sees the Kirkuk referendum as an integral step towards the realization of statehood for Iraqi Kurdistan and has implied that Turkey would deploy forces to prevent the Kirkuk referendum. In the meantime, many Kurds look longingly across the border at their brethren in Northern Iraq who now enjoy relative freedom and prosperity.  Kurds in Turkey and other countries want what Iraqi Kurds have.

Turkey demands that the KRG take action against the PKK. But over the past 15 years, Iraqi Kurds unsuccessfully engaged the PKK militarily on 3 occasions, twice in consort with Turkish troops, and Iraqi Kurds currently have their hands full preventing the spread of violence related to the disintegration of Iraq. Neither the KRG nor US forces in Iraq want to open another front in the war by starting a full-blown confrontation with the PKK.  The Counter-Terrorism Agreement between Turkey and Iraq (28 September 2007) establishes the basis for financial and intelligence cooperation. However, it falls far short of Turkey's demands that Iraq pay more than lip service to its concerns about PKK bases on Iraqi territory. Iraqi negotiators rejected a proposed clause that would have given Turkish troops permission to launch operations in Iraqi territory. Moreover, the agreement was negotiated without participation of the KRG. Erdogan may want to intensify cooperation with the GOI, but Baghdad has no functional jurisdiction over the KRG, which has enforcement responsibility for matters on its territory. Turkey's interests are ill-served by its vilification of Massoud Barzani, who is indispensable to any effort that targets the PKK. As Erdogan put it, "We can not do it alone.  All countries must cooperate." [xliii]

Turkey is discouraged from undertaking a major military operation without the consent of the United States. This is unlikely, since the US badly needs Barzani's peshmarga to bolster Iraqi security forces. To prevent Turkey from losing patience and invading Iraqi Kurdistan, the Bush administration proposed a Tripartite Mechanism on intelligence sharing that included the US, Turkey and Iraq. General Joe Ralston (US Army, ret.) was appointed Special Envoy for Countering PKK Terrorism on August 25, 2006. After 7 meetings, it was clear that the initiative was going nowhere due to lack of responsiveness by the GOI and the KRG, intransigence by the Turks, and the unwillingness of the US to pressure either. Implementation might also have been slowed by some members of the US military who are still smarting from Turkey's decision to bar transit of US forces through Turkish territory at the outset of the Iraq War. 

US and Turkish officials reportedly initiated discreet discussions on a joint military operation in July 2007 to forestall threats of an invasion by Turkey. This "covert activity," involving US Special Forces working with the Turkish Army, was aimed at neutralizing the PKK by killing its leaders and field commanders. The rumored operation never came to pass, ostensibly because of media coverage. [xliv] Later that month, Turkish media reported that the United States was using the PKK to channel money and weapons to its affiliate, the Party for Free Life of Kurdistan (PJAK) and other Iranian Kurdish groups as part of its strategy for contending with Iran. [xlv] But according to the US Embassy in Ankara, "The United States regards the PKK as a terrorist organization. We do not supply the PKK with weapons, transport, or anything else. We are not in discussions with the PKK about Iran or any other subject and we do not meet with its personnel. On the contrary, we are working to oppose PKK terrorism and to isolate the organization and its leaders in Northern Iraq and Europe." [xlvi]

 SECTION III: THE WAY FORWARD

Massoud Barzani and Jalal Talabani should use their influence with the PKK to encourage a 12-month cease-fire. This would create a cooling off period averting a showdown between Turkey and the PKK and allowing Turkey time to proceed with reforms. Turkey could also use this period to explore the terms of DDR using the DTP as an interlocutor. Friends of Turkey should assist by providing political support, including intensified talks on EU membership, and financial assistance to support socio-economic development in the Southeast.

This report recommends the following elements:

Implement Reforms

Drafting Turkey's new civil constitution is an ongoing process. Meanwhile, statutory reforms should proceed, especially the abolition of Article 301 of the Penal Code, which makes it an offense to "denigrate Turkishness" or criticize state institutions. Articles 215, 216, 217 and 220 of the Penal Code, which limit freedom of expression and have been used to target Kurds, as well as the Anti-Terror Law, which allows too broad a definition of terrorism, also require reform. Measures are needed to transform the judiciary, which is rigid, unaccountable and deeply conservative. [xlvii] Cultural rights must also be expanded, including use of the Kurdish language in state-owned media, and public education and public services must be improved. Restrictions on religious freedom and minority rights require review as well.

Democratize the Army

Turkey has an unquestioned right to root out terrorists operating on its territory. However, its security forces should comply with universal legal principles and international human rights standards. Turkey's armed forces should function like a "democratic army." Neither the NSC nor the armed forces can continue to condone massive population transfers or a scorched earth policy. It can not be complicit with shadowy forces running rogue operations or assassinating civilians in order to foment strife and civil unrest. Such operations bring discredit on the entire institution of the armed forces, shame upon its leaders, and undermine international esteem for Turkey.  

Respect Iraq's Sovereignty

Turkey can serve its national interests through cooperation with the KRG. Turkey can work with the GOI to increase pressure on the PKK through financial and intelligence cooperation, as called for in the Counter-Terrorism Agreement. Turkey has a strong economic interest in the Tak Tak oil fields, and receives lucrative energy transport fees. Turkish construction firms are the primary beneficiaries of an economic boom underway in Northern Iraq. Besides, Turkey might come to welcome the existence of a secular, pro-Western state of Iraqi Kurdistan that protects the rights of Iraqi Turkmen and acts as a buffer between Turkey and an increasingly volatile and Islamicized Iraq. Finally, Turkey should abandon efforts to prevent Kirkuk from joining the KRG. The more it objects, the more likely Iraqis will be to push for a referendum on Kirkuk's status and the less likely the KRG will be to adopt power-sharing arrangements protecting the rights of non-Kurdish Kirkukis. Making demands that go unheeded also makes Turkey look weak and ineffective.

Develop Amnesty Arrangements

When the AKP assumed office and Abdullah Gul was prime minister, nationalists and the military intervened to prevent the government's "repentance plan." Now is the time for the AKP to capitalize on its recent electoral victory to discreetly explore an amnesty arrangement, which will help persuade the PKK to disarm and demobilize once and for all. Any amnesty program would need to proceed in phases. First, eligibility would be offered to PKK members who joined after 2002. Cadres without command responsibility would be next. The 134 senior commanders given "red bulletins" by Interpol would not be eligible for amnesty, but they could apply for asylum in their country of residence, including Iraq, where President Jalal Talabani says they would be accommodated. [xlviii] Turks want all senior PKK members to stand trial in Turkey, and while Turkey has a long tradition of amnesties, foregoing justice will be a bitter pill to swallow. PKK commanders will do whatever it takes to retain its rank-and-file unless the arrangement addresses their fate as well. Terminology is critical: the term "General Amnesty" (Genel Af) is too contentious. Instead, the term "Winning to the Society" (Topluma Kazanma) would be a more palatable way to refer to the DDR process.

Identify an Interlocutor

The DTP could be an effective liaison since it politically untenable for any government to accept the PKK as a formal negotiating partner. The DTP includes 21 parliamentary deputies, who were elected to serve Kurdish constituencies in the TGNA, and its strong representation in local government gives it the necessary political legitimacy to serve as an interlocutor in negotiations. Erdogan has called on DTP members to condemn PKK terror, but requiring them to so would undermine their potential as interlocutors, for it is precisely because its members have ties to Ocalan, the Qandil clique, PKK guerillas in Turkey, and the Kurdish Diaspora in Europe that the DTP can be an effective intermediary. It is important to bolster the credibility of DTP parliamentarians. Even if the DTP members are unwilling to condemn the PKK specifically, they would gain credibility by condemning terror in general. Nationalists view the DTP as rogue outsiders, and the AKP must compensate by treating them as genuine partners in Turkey's democratization. The United States ambassador and other members of the diplomatic community should receive them at senior levels and provide counsel. Efforts by the DTP to liaise with the Diaspora faction could be enhanced by the intelligence ministries of France and Germany that are known to have contact with the PKK in Europe. 

Explore a Truth and Reconciliation Process

Turkey faces a difficult legacy from its conflict with the PKK. Establishing a Truth and Reconciliation Commission (TRC) would help build confidence and end the cycle of violence. It would also combat the culture of impunity and help entrench the rule of law. Getting to the truth will not be easy. "Multiple truths" exist. Both sides have their own version of "what really happened," and are adamantly convinced they already know it. Rather than wait for the post-conflict phase, Turks should start studying how other countries have developed systems for transitional justice following a period of protracted violence. An examination of relevant international experience could begin by sending Turks overseas on fact-finding trips and bringing TRC experts to Turkey. Private and discreet consultations could help Turks as they weigh an appropriate TRC for Turkey and consider specific options for how to implement it, such as having the Commission work to forge consensus by documenting events and producing a report that, as a neutral enterprise chartered and funded through an act of parliament, considers events over a specific time period.

 Invest in Infrastructure

 Turkey is currently reaping the benefits of macro-economic financial reforms implemented by the AKP after the financial crisis of 2001. No more telling indicator is the recent rise in Foreign Direct Investment (FDI). Between 1980 and 2003, FDI was just $19 billion whereas in 2006, it was $20 billion. [xlix] Turkey's overall economic well-being allows the AKP to renew Turkey's commitment to an economically-based solution to the conflict by earmarking public resources for investment in infrastructure such as road and water works. New dam projects can provide inexpensive electricity for economic growth. Investments in the transportation sector could include upgrading Diyarbakir's airport to accommodate international flights. Funds could also be dedicated to Turkey's state energy company for research and development of potential energy resources in the Southeast.

Expand Social Welfare

Additional investments in the Southeast could also be used to enhance social services such as health and education, and to subsidize return and resettlement efforts targeting civilians displaced by conflict with the PKK. Projects should incorporate the goal of dismantling the tribal and feudal character of local society, which impedes development. Women can play a crucial role in improving social welfare and enhancing civil society. Efforts should be made to help women shed the oppressive yoke of the patriarchal system. Girls would benefit from expanded educational opportunities affording them more choices and better opportunity. More projects should emphasize women's employment, and financial support through rural credit would generate small scale industries for women. Given the large size of families and the practice of multiple marriages among the Kurds, population planning programs are also needed.

Support Reintegration

The European Regional Development Fund, the European Social Fund, or the European Agricultural Guidance and Guarantee Fund, the EU and the Government of Turkey could co-sponsor a "Peace and Development Fund." Assistance would support the Back to Village Program and provide compensation to homeowners in the event that their property has been destroyed or rendered uninhabitable. The special administrative status of provinces in the Southeast should be revoked and the village guard system abolished. With international donor support, projects would target employment and social reintegration of the village guards with older members of the village guards eligible to receive a retirement pension.

Create Jobs

The 30 percent unemployment rate in the Southeast can be reduced by upgrading traditional industries such as agricultural and animal husbandry. Southeastern Turkey has abundant water resources from the Tigris and Euphrates Rivers, as well as underground water supplies, but water resource management is grossly inadequate. Instead of flooding the Ataturk Dam, which wipes out the topsoil, drip irrigation would be a more effective and user-friendly technology. Land reform would involve bundling multi-ownership lots to allow economies of scale when introducing new irrigation and fertilizer production. The Middle East represents a ripe market for agro-industry and leather products. Improvements in animal husbandry can be achieved by introducing more efficient leather tanning and processing and linking production to distribution strategies emphasizing access to consumers. In addition to Habur, other border crossings to Iraq should be opened. Instead of intentionally delaying trucks carrying perishable goods and other consumer goods from Turkey to Iraq, the Turkish gendarmerie should expedite transport and the Interior Ministry expedite visas for businessmen from Northern Iraq considering investment or joint ventures with enterprises in the Southeast. Establishing a planning office within the Office of the Prime Minister would promote inter-agency coordination, facilitate joint actions between national and local governments, and help channel investments.

Apply Sticks and Carrots

Pressure on the PKK could also be increased by cracking down on its international financing and propaganda infrastructure. To this end, Europe-based foundations and front-organizations acting on behalf of the PKK should be carefully vetted and shut down if it is shown that they support violence. The European Counter Terrorism Group, a body composed of the 25 EU member states, Norway and Switzerland, should take the lead to investigate illicit revenues. The UN Counter-Terrorism Committee, which was established to deny funding to terrorist activities, could also request that the EU and other member states suspected of hosting PKK front organizations report on efforts to cut off financing for the PKK. [l]   Balancing practical concerns with free speech principles, the licenses for European-based media outlets inciting hatred or violence should be revoked.

Foster a Turkey-KRG Partnership

Turkey and the KRG will ultimately become indispensable partners. For now, they can reduce tensions by engaging, identifying common ground, and taking steps to build confidence. Turkey should stop demonizing Massoud Barzani, and open a direct channel for diplomacy by sending a special envoy to meet with him. The ground work for this meeting could be laid by Nechivan Barzani, the KRG Prime Minister, who recognizes the importance of cooperation with Turkey. The Counter-Terrorism Agreement between Turkey and Iraq can only work if the KRG is on board, and there are several specific steps that the KRG can take to help limit the PKK's logistics. It can replace PKK checkpoints around Qandil with its own, and reduce financial flows by interdicting funds reputedly transferred to the PKK by travelers arriving at the airport in Erbil. Makhmour Camp should be closed after Turkey offers assurance that its residents can return to Turkey without reprisal and activities of pro-PKK groups in Iraqi Kurdistan that condone violence (e.g. Democratic Solution Party). Economic ties are essential to fostering better relations, and Turkish companies should be offered preferential production sharing agreements to develop oil fields in Iraqi Kurdistan. In turn, Turkey can stimulate trade and investment by expediting transit procedures at the Harbur gate and opening more border crossings to Iraqi Kurdistan. The goal is to mesh Turkish-KRG financial interests and therefore highlight the benefits of cooperation over confrontation. Given close relations between the United States and the KRG, US officials are in a unique position to persuade Barzani that accommodation is in the KRG's interest and to broker these arrangements. 

APPENDIX

Acronyms

AKP – Justice and Development Party

CHP – Republican People's Party

DDR – Disarm, Demobilize and Reintegrate

DTP- Democratic Society Party

EU – European Union

FDI – Foreign Direct Investment

FTO – Foreign Terrorist Organization

GOI – Government of Iraq

HADEP – Kurdish Democratic Party

HEP – People's Labor Party

KADEK – Kurdistan Freedom and Democracy Congress

KRG – Kurdistan Regional Government

MHP – National Action Party

MPs – Members of Parliament

NCAFP – National Committee on American Foreign Policy

NSC – National Security Council

PKK – Kurdistan Worker's Party

TGNA – Turkish Grand National Assembly

TGS – Turkish General Staff

TRC – Truth and Reconciliation Commission

UN – United Nations

US – United States

About the Author

David L. Phillips is project director of the National Committee on American Foreign Policy and currently a visiting scholar at Columbia University's Center for the Study of Human Rights. He has worked as a senior adviser to the US Department of State and the United Nations Secretariat. He has held academic positions as a visiting scholar at Harvard University's Center for Middle East Studies, executive director of Columbia University's International Conflict Resolution Program, director of the Program on Conflict Prevention and Peacebuilding at the American University, and as a professor at the Diplomatic Academy of Vienna. He has also been executive director of the Elie Wiesel Foundation for Humanity, deputy director of the Council on Foreign Relations' Center for Preventive Action, director of the European Centre for Common Ground, project director at the International Peace Research Institute of Oslo, and president of the Congressional Human Rights Foundation. Mr. Phillips has authored books and policy reports, as well as more than 100 articles in leading publications such as the New York Times, Wall Street Journal, Financial Times, International Herald Tribune, and Foreign Affairs.

Methodology and Acknowledgements

 The author has worked on Kurdish issues for almost 20 years. Since 1991, he has visited Turkey more than 30 times, including many fact-finding and field research trips to the Southeast of Turkey. The author thanks the Turkish scholars, business leaders, media representatives and parliamentarians whom he recently interviewed in Turkey (September 2007). He gratefully acknowledges assistance from Turkey's Ministry of Foreign Affairs, which arranged meetings with legislators, as well as officials involved in foreign affairs, intelligence and security matters. The author also conducted interviews with senior representatives of the Kurdistan Regional Government and Iraqi officials, including President Jalal Talabani. The author is grateful to nearly 20 Turkish and Western scholars and experts on the PKK who critiqued this report. (Note: The report draws on an upcoming book by the author – From Bullets to Ballots:  Violent Muslim Movements in Transition (Transaction Press, Rutgers University).



[i] United Nations Security Council Resolution 1373 (28 September 2001).

[ii] The author first visited Diyarbakir in February 1992.

[iii] Party program of the PKK adopted at the Fifth Victory Congress, January 1995.

[iv] Dogu Ergil. "Suicide Terrorism in Turkey." Civil Wars, Vol. 3, No. 1 (Spring 2000). Pgs. 37-54.

[v] MYNET/Fact Sheet. September 6, 2005.

[vi] State Security Court Indictment of Abdullah Ocalan. Pg. 58.

[vii] Ibid. 

[viii] The Spectator. 28 November-5 December, 1998.

[ix] Michael Radu. "The Rise and Fall of the PKK." Orbis, Vol. 45, No. 1 (Winter 2001). Pg. 47.

[x] Interview with intelligence officials from the Turkish Ministry of Foreign Affairs. September 14, 2007.

[xi] Article 8 was adopted in 1991.

[xii] Ergil. "Suicide Terrorism in Turkey."

[xiii] Stephen Kinzer. "The Big Change." The New York Review of Books. January 12, 2006

[xiv] Turkish Human Rights Association, Annual Report 2004. 

[xv] Human Rights Watch. World Report 2005.

[xvi] Diyarbakir Metropolitan Municipality. "Democratization in Turkey and the Kurdish Question." Report issued by Osman Baydemir, Mayor of Diyarbakir. September 1, 2005. 

[xvii] National Intelligence Organization. http://www.yesil.org.terror/pkkrakamlar.htm.  April 9, 2005.

[xviii] Osman Baydemir, Mayor of Diyarbakir, and Diyarbakir Metropolitan Municipality. "Democratization in Turkey and the Kurdish Question." September 1, 2005. 

[xix] Abdullah Ocalan. Declaration on the Democratic Solution of the Kurdish Question. Published by the Kurdistan Information Centre, Mesopotamian Publishers, London. 1999). Pg. 85.

[xx] Metin Munir. "Kurdish leader gains support for deal that will end military struggle." Financial Times. June 3, 1999. Pg. 2.

[xxi] Some Kurds believe that Ocalan is under the control of Turkish authorities, and that he is being manipulated to sustain the PKK to justify the state's efforts to subvert reforms and democratization.

[xxii] Interview by the author with a DTP Member of Palriament. September 13, 2007.

[xxiii] Dogu Ergil. "Strange but True." Today's Zaman. August 7, 2007.

[xxiv] Interview by the author with a DTP Member of Parliament. September 13, 2007.

[xxv] Article 14 of the 1982 constitution.

[xxvi] Speech by Prime Minister Recep Tayyip Erdogan at the Council on Foreign Relations in New York. September 27, 2007.

[xxvii] Anatolian News Agency. February 18, 2005.

[xxviii] Hugh Pope of the International Crisis Group; Dogu Ergil. "Don't Worry Turkey." Research paper presented at the National Endowment for Democracy in Washington, DC. February 12, 2006.

[xxix] Turkish Daily News. "Yilmaz: the road to the EU passes through Diyarbakir." December 17, 1999.

[xxx] Stephen Kinzer. "The Big Change." The New York Review of Books.  January 12, 2006

[xxxi] "The Big Change."

[xxxii] "Democratization in Turkey and the Kurdish Question."

[xxxiii] The Economist. "Peace be unto you." August 20, 2005.

[xxxiv] Scott Peterson. "The case of Orhan Pamuk is being watched as a test of political freedoms." Reuters.  December 16, 2005.

[xxxv] Charges were brought under Article 301 of the Criminal Code.

[xxxvi] Turkish Daily News. "Sarkozy continues his unyielding opposition." June 10, 2007.

[xxxvii] Recep Tayyip Erdogan at the Council on Foreign Relations.

[xxxviii] German Marshall Fund Survey 2007.

[xxxix] Interview with intelligence officials from the Turkish Ministry of Foreign Affairs.

[xl] Recep Tayyip Erdogan at the Council on Foreign Relations.

[xli] Turkish Daily News. June 6, 2005.

[xlii] Liz Sly. "A Fragile stability on the border; Kurdish rebels threaten to draw regional players into Iraq." Chicago Tribune. July 30, 2007. 

[xliii] Recep Tayyip Erdogan at the Council on Foreign Relations.

[xliv] Robert D. Novak. "Bush's Turkish Gamble." The Washington Post.  July 30, 2007.

[xlvi] Turkish Daily News. US Embassy Denies PKK meeting." September 12, 2007.

[xlvii] "Turkey's judiciary an obstacle on the EU path." Reuters. February 28, 2006.

[xlviii] Interview by the author with President of Iraq Jalal Talabani. September 28, 2007.

[xlix] Interview by the author with Hasan Cemal. September 12, 2007. 

[l] United Nations Security Council Resolution 1373.



Kaynak :
http://www.ncafp.org/aboutus/pressreleases/articles/PKKFINAL%20Report10-15.php
internetden indirlebilir pdf formatında dosya kaynağı :
http://www.ncafp.org/aboutus/pressreleases/articles/PKKFINALReport10-15.pdf
kısıtlı da olsa ihtiyac duyan arkadaslar icin Turkce tercume :
http://translate.google.com.tr/translate?hl=tr&sl=en&u=http://www.ncafp.org/aboutus/pressreleases/articles/PKKFINAL%2520Report10-15.php&ei=MK-RSqS-GonL_Qb56oyvAg&sa=X&oi=translate&resnum=1&ct=result&prev=/search%3Fq%3Dhttp://www.ncafp.org/aboutus/pressreleases/articles/PKKFINAL%252520Report10-15.php%26hl%3Dtr%26lr%3D%26rlz%3D1W1SKPB_en
----------------------------------------------------------

 

 

 

Confidence Building between Turks and Iraqi Kurds

 

June 01, 2009

The Obama administration's "responsible redeployment" from Iraq is made even more urgent by the requirements resulting from worsening conditions in Afghanistan and Pakistan. For redeployment to occur on scale and on schedule, the United States seeks an end-state in Iraq that is stable and at peace with its neighbors. Simmering sectarian violence is inevitable, but it will not break Iraq. However, ethnic conflict between Arabs and Kurds could escalate into a major conflagration with regional implications.

Executive Summary:

Findings and recommendations in this report – Confidence Building between Turks and Iraqi Kurds – draw on discussions during the Washington meeting of Turks and Iraqi Kurds on April 13-15, 2009, as well as information and views gathered during research and a recent trip by the author to Turkey and Iraq. Future meetings are anticipated in Istanbul and Erbil. The Istanbul meeting, planned for September 2009, will expand the core group of Turks and Iraqi Kurds and will include briefings to media representatives from Turkey and Iraq. Joint task forces are envisioned on (i) trade/investment, (ii) energy development/transport, and (iii) environmental/water issues. The task forces will identify areas for collaborative work integrating the interests of Turks and Iraqi Kurds. Participants agreed that a shared future between Turks and Iraqi Kurds is essential to mitigating conflict and ensuring peace and prosperity in the region.

To this end, the report assesses the views and interests of Iraqis, Iraqi Kurds, regional players and other major stakeholders as the basis for cooperation when interests overlap and preventing conflict when they diverge. Since interests are shaped by history, the report considers the history of Kurds in Turkey and in Iraq. The report also evaluates opportunities for collaboration, and flash-points for conflict escalation between Iraqis, as well as between Turkey and Iraqi Kurdistan. While the region remains volatile, the report notes significant progress in Turkey-KRG relations as a result of constructive dialogue between officials from both sides over the past year.

The following recommendations are provided as the basis for further discussion between Turks and Iraqi Kurds:

·         To promote Turkish trade and investment in Iraqi Kurdistan, the Habur Gate at Zakho should be upgraded on both sides of the border, transit procedures streamlined, and a second border crossing opened to reduce congestion. Turkey and Iraqi Kurdistan should establish reciprocal trade promotion offices. Improved economic conditions will have the added benefit of moderating Kurds in Turkey.

·         To foster cooperation between Turkey and the KRG on energy development and transport, the GOI and KRG should build on the recent arrangements enabling export of oil from Iraqi Kurdistan to finalize national Hydrocarbons and Revenue Sharing Laws. Such progress would accelerate the production of Iraqi gas thereby enhancing the profitability of the Nabucco pipeline.

·         To resolve peacefully the status of Kirkuk and other disputed territories, concerned parties should intensify efforts to overcome differences. The longer it takes, the more likely is communal violence. Though giving away Kirkuk is a red-line that no Kurdish politician can cross, there is still room to accommodate competing claims within the parameters of Article 140 in Iraq's 2005 constitution.

·         To enhance governance and minority rights in Iraqi Kurdistan, the KRG should consult with its polity and then move quickly to adopt its draft constitution that includes a bill of rights and decentralization arrangements for local government. To protect and promote minority rights, the KRG should finance minority schools, ensure use of minority languages in public proceedings, and permit display of minority place names, signage, and symbols. Additionally, local security officers should reflect the ethnicity of the community they serve.

·         To address the PKK's presence in Iraqi Kurdistan, the KRG should crack down on PKK logistics through more effective efforts to arrest senior commanders, interdict financing, and tighten checkpoints around Qandil, including mountain passes. Further integrating KRG representatives into the Iraqi delegation to the Trilateral Security Commission would more fully engage Kurdish officials in intelligence sharing.

·         To diminish public support for the PKK by Kurds in Turkey, Ankara should take additional steps to recognize Kurdish identity by, for example, eliminating "Turkishness" as the basis for citizenship in the constitution. The PKK problem cannot be solved with security measures alone. The ultimate solution lies in Turkey's continued democratization and development, aswell as some amnesty arrangement for the PKK rank and file. Investments in job creation and social services would also help drain the swamp of public support.

·         To ensure that the Obama administration is fully engaged, the United States should appoint a Special Envoy for Northern Iraqi and Regional Issues. The Special Envoy would help focus U.S. efforts to integrate the interrelated themes of security, democracy, and development, raise the profile of these problems, streamline the inter-agency process, complement efforts by the U.S. embassies in Baghdad and Ankara, and navigate the USG architecture for Iraq and Turkey.

 

 

Kaynak :
http://www.acus.org/publication/confidence-building-between-turks-and-iraqi-kurds

internetden indirlebilir pdf formatında dosya kaynağı :
http://www.acus.org/files/publication_pdfs/65/ConfidenceBuildingBetweenTurksandIraqiKurds.pdf
kısıtlı da olsa ihtiyac duyan arkadaslar icin Turkce tercume :
http://translate.google.com/translate?js=y&prev=_t&hl=tr&ie=UTF-8&u=http%3A%2F%2Fwww.acus.org%2Fpublication%2Fconfidence-building-between-turks-and-iraqi-kurds&sl=en&tl=tr&history_state0=

 

 

 


İnönü'nün hazırladığı gizli Kürt raporu: Türkleştirin!

Posted: 25 Aug 2009 11:21 AM PDT


1935 yılında İnönü'nün hazırladığı gizli raporda Kürtlerin Türkleştirilmesi gerektiğini öneriyor.

1935 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün hazırlayıp M. Kemal Atatürk'e sunulan gizli Kürt Raporu'nda çok çarpıcı detaylar yer alıyor.

Dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün doğu il ve ilçelerini dolaştıktan sonra hazırladığı "çok gizli" raporda, "Erzincan Kürt merkezi olursa Kürdistan'ın kurulmasından korkarım" denilirken, "Van ve Erzincan'da acele olarak, Muş ovasında tedricen ve Elazığ ovasında kuvvetli Türk kitleleri vücuda getirmek zorundayız" ifadesine yer veriliyor ve Kürtleri Türkleştirmenin etkili bir yolu olarak, Türklerle Kürtlerin aynı okullarda okutulması isteniyor.

DERSİM'E ASKERî İDARE

Diyarbakır hakkında "kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz olgunluktadır" ifadesi kullanılan raporda, "Dersim vilâyetinin teşkili ile askerî bir idare kurulması ve Dersim ıslahının programa bağlanması lâzımdır" deniliyor. Erzurum'un içeride Kürtlüğe karşı sağlam bir Türk merkezi haline getirilmesi istenen raporda, boşaltılan Ermeni köylerine Kürtlerin yerleştirilmesinin engellenmesi gerektiği belirtiliyor.


Sorunun çözümü için 3 yıldır yapılan çalışma 'açılıma' dönüştü. Fakat raporların hazırlandığı dönemlerde yaşanan tartışmalar yeniden başladı. Yıllarca görmezlikten gelinen veya 'güvenlik meselesi' olarak bakılan Kürt sorunu, yine ülke gündeminde. Türkiye'de şimdiye kadar çeşitli kuruluşlar tarafından sorunun çözümüne yönelik atılacak adımları içeren 21 rapor hazırlandı.

Umumi Müfettiş Abidin Özmen de 1936'da yine gizli 'Kürt Raporu' hazırlamış. Terör örgütü PKK'nın 1984 yılından itibaren silâhlı mücadeleye başlamasıyla birlikte raporlar birbirini izledi. 1990-2002 yılları arasında SHP 2, CHP 4, TÜSİAD 2, TOBB 2, TOSAV, ANAP, Adnan Kahveci, İşadamı Sakıp Sabancı, Türk-İş, Hak-İş, İstanbul Sanayi Odası, İstanbul Ticaret Odası, İktisadi Kalkınma Vakfı birer rapor hazırladı.

Raporlarda, OHAL ve Koruculuk sisteminin kaldırılmasından, Kürtçe radyo ve tv'ye, anadilde eğitimden Kürt kimlik ve kültürünün teslim edilmesine, siyasî genel aftan Bask modeline kadar pek çok öneriye yer veriliyor. Rapor hazırlayanlar kimi zaman bölücülük ve vatan hainliğiyle suçlandı. SHP'nin 1990 yılında hazırladığı rapor ise DGM'lik oldu.

1990 ve 1993 yıllarında SHP, 1993, 1998, 2000 ve 2002 yıllarında da CHP, toplam 7 kez rapor hazırlayarak kamuoyunun dikkatini bu soruna çekmeye çalıştı. Kürt sorununun çözümüne yönelik çalışma yürüten başta Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmak üzere Sakıp Sabancı, Andan Kahveci gibi isimler hayata gözlerini yumdu.
RAPORLARDA ÖNE ÇIKAN İSTEKLER

Hazırlanan Kürt raporlarında birçok talebin ortak olması dikkat çekiyor.

Geçmişten günümüze kamuoyuna yansıyan raporlardan öne çıkan talepler şöyle:

"Anadil yasağı ilkel bir politika, kaldırılmalı, tek parti döneminde bile uygulanmadı. Anadil öğrenimi güvence altına alınacak. Resmi dil Türkçe. Koruculuk sistemi kaldırılmalı, bölge kalkınma planı hazırlanmalı, bölgedeki toprak dağılım adaletsizilği giderilmeli, değişik kültür ve diller için araştırma birimleri ve enstitüler kurulmalı, terör ve demokrasi sorunlarına çözüm getirilmemiş olması Türkiye'yi krize taşıdı, Kürt sorunu etnik duyarlılıklara demokratik çözüm ile çözülür, devletin ırkı olmaz' anlayışı temelinde tüm yurttaşlar 'TC yurttaşlığı' üst kimliğinde buluşmalı, Köye Dönüş Projesi başlatılmalı, anti terör eğitimi görmüş polis ve jandarma sayısı en az PKK'nin iki katına çıkarılmalı, PKK için özel tip cezaevleri inşa edilmeli, terörle mücadelede halka zarar verilmemeli, teröre destek veren ülkelere caydırıcı önlemler alınmalı, Kürt kökenli vatandaşların kendilerini doğrudan ifade edecekleri düzenlemelere gidilmeli, bölge halkının Türkiye'nin bölünmesi yönünde bir arzusu yok, insan hakları iyileştirilsin, AB reformları hızlandırılsın, işkenceyi önlemek için yasal iyileştirmeler yapılsın, seçim sistemi yenilenmeli; siyasi partilerin seçim ittifakına olanak verilmeli, baraj makul bir seviyeye indirilmeli, Ulusal Program'da kültürel hakların iki önemli konusu olan anadilde eğitim ve televizyon-radyo yayını konusunda açıklık yok."


"Türkler ve Kürtleri ayrı ayrı okutmakta yarar yoktur"

İLK raporu İsmet İnönü hazırladı. 1935 yılında Atatürk'ün emriyle Doğu ve Güneydoğu illerini, ilçelerini adım adım dolaşan dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün hazırladığı 'çok gizli' rapor, tartışılacak cinsten. "Ağrı'da Kürtlerin medenileşip, sükûnet bulmaları bile kardır." denilen raporda, Karaköse'nin hükümete bağlı bir Kürt şehri olduğu belirtilirken, Erzincan'ın Kürt merkezi olması halinde Kürdistan'ın kurulmasından korkulacağı ifade ediliyor. Rapor, "Diyarbakır, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz bir olgunluktadır.' Türkler ve Kürtleri ayrı ayrı okutmakta yarar yoktur.



Kaynak: Yeni Asya Gazetesi

Kamusal Alan Kimin?

Posted: 25 Aug 2009 09:19 AM PDT

Hele şükür, bir yuvarlak masanın etrafında buluşturduk sizleri. Birbirinizin yüzüne bakın, bakmaya yüzünüz varsa! Dökün, eteğinizdeki taşları!
Eğri oturun, ama doğru konuşun, izm'lerinizin aşkına. Alanlara sığmazdınız. O meydan senin, bu meydan benim; koşturup dururdunuz. Özel alan, tüzel alan, kamusal alan…
Şimdi dökülsün sözler. Kalmasın hiçbir şey, gizli kapaklı. Niyetiniz çıksın ortaya. Bilsin, cümle halk. Kim, neyin hizmetinde? Kim, kimle? Kim, kime karşı?
……………………………..
"Sizinle başlayalım, ibretlik sözlere. Masanın sol'undasınız. En eskisi sizsiniz, politikanın. 'Tecrübe, insanın hayatta yediği kazıkların bileşkesidir' demezseniz, tecrübelisiniz üstelik.
Söz büyüğün, sofra küçüğün. Ne olacak, bu kamusal alanın hali?"
"Biziz devleti kuran zihniyet. Keriman Halis'i Belçikalarda yarıştıran, Avrupa güzeli seçtiren biziz, yıl Otuz İki'de.
Gerçi, jüri başkanı ağır laflar etti. Osmanlını namusunu burada yıkmışlar, işte çağdaş Türk kızı(!)…
Olsun, sineye çektik o sözleri. Kanka olduk başkanla. Yeter ki sıyrılsın Anadolu, başındaki örtüden!
Yetmiş yedi sene sonra yine Brüksel'de duyuldu namımız. Ünümüz sınırlar aştı. Yine bir Türk kızı çıktı sahneye. Bu sefer Belçika'yı temsil edecek.
Aydınlanmacı (!) devrimimiz, yoluna tam gaz devam! Muhalefette olsak da, kadrolarımız iktidarda. Baktık başımız darda, iki satır dilekçe, gideriz mahkemeye.
Bize rağmen zor. Özgürlük, kanunların çizdiği kadar. Kanla yoğurduk ülkeyi, bir baştan bir başa! Tesettür yüreklerden silinene kadardır, varlık sebebimiz."
………………………..
"Sağ kulvarın duayenisiz. Liberal görüşlerinizle tanınıyorsunuz, bu ülkede. Sizin kamusal alan tarifiniz?"
"Liberallikten anladığımız sınırsız ithalat. Kazan, üretemediğini satın al. Korkma, borçlanmaktan. Entegre ol, Nato'yla.
Kör olmalıyız kimi zaman. Yoksa, hürriyetleri genişleteceğiz diye, aşınır anayasal nizam. O vakit batarız, bu gemide. İzni devlet verir, o da zamanı gelince.
Şu ekonomik durgunlukta bir de bunla uğraştırma. Bulan iyi bulmuş, kamusal alanı. Dokunma. Kolayını söyleyeyim mi! Aç kapa artema!
Bakma sen, meydanlarda gürlediğimize. Oylar patlayana kadar, sandıklar tulum çıkana dek muhafazakarlığımız.
Seçmen sorgulamıyor nasılsa, neyi muhafaza ettiğimizi.
Sol izin verse, biz karşı çıkarız. Verilmiş sözümüz var, lionslara. Sarı kız yıprandı mı, acemi oğlanı süreriz piyasaya."
…………………………..
"En sağdasınız, sizin açılımız var mı?"
"Bizi bilen bilir. Devletin kutsallığına kutsallık kattı, beş bin gencimiz. Mamak'ta tabutluklara atıldılar, ama olsun. Rejimin hayatiyeti daha önemli.
Kavakçı yanlış yaptı. Mebus maaşını ayağının altına aldı. Vermedi taviz, örtüsünden. Ama biz ne yaptık?
İknacı vekillerimiz, çözdüler sorunu. Hem de kökten. Or'lar, kor'lar, nasıl alkışladılar ordan.
Fena mı oldu? Hem iktidarı paylaştık, kıyısından köşesinden. Hem de, yasakları baş tacı yaptık, gönülden.
On beşine gelmeden elif be'ye gidemez oldu sayemizde.
Hem, tesettür Arap adeti. Adından kaçarız, Arap'ın, Acem'in.
Çeşitlilik olsun diyedir, üst kurula aldığımız bir kaçı. Saygılı görünürüz, ezana minbere. Yoksa barajın altına ineriz, tepetaklak aşağı."
…………………………
"Sol'unda sol'undasın! Ya sen!"
"Otuz yıldır dağlarda süründüğümüz bunun için. Din afyondur, buyurmuş(!) büyüğümüz.
Şehirden, köyden kaldırdığımız kızları önce örtüden soyutlarız. 'Kız, güzelliğin çıktı meydana! Artık böylesin!' diye de takılırız.
Dedesi Tillo'da molla, kendi dağda gerilla. İşte laik projemiz. Gerçek savaşımız bunlarla.
Ne güzel buluştuk sizinle, ortak paydada. Ölen ölsün, bundan sonra da. Bizi düşman bellesinler siyasi kulvarda.
Vuralım bunlara, siz sağdan, biz soldan. Siz ovadan, biz dağdan. Oyun tuttu, şimdiye dek."
……………………….
"Dördünüzü dinledik, keyiften dört köşesiniz. Sun'i didişme sizinki. Asıl kavganız Vahiy'le.
Yaradan'ın: 'Biz sizi, karanlıklardan aydınlığa çıkardık!' sırrı buymuş meğer. Karanlıklar… Sağ, sol ve ara yönler…

Aydınlık tek. Ana yön.

Sal'larla, sel'lerle boğuşurken Anadolu, kıyamet üstü bir gerçek var:

Bütün alanlar Allah'ın!"


Tarık Sezai KARATEPE

DATÜB HEYETİ AZERBAYCAN'DA

Posted: 25 Aug 2009 09:15 AM PDT



Dünya Ahıska Türkleri Birliği (DATÜB) Genel Başkanı Ziyatdin İsmihanoglu Kassanov ve Başkan Vekili Ayfer Aksu, kuruculardan Fuad Pepinov (Rusya Federasyonu), Sadır Eybov (Kazakistan), Roza Osmanova (Kazakistan) ve Abbas Hamza (Türkiye) Azerbaycan'a bir ziyaret gerçekleştirdi.

Azerbaycan'daki kurucularımızdan Namık Muradov'un da katılımıyla bu ülkedeki Ahıska Türklerinden bir grup ile istişare toplantısı yapıldı. Genel Başkan Kassanov, bu toplantıda DATÜB'ün kuruluş süreci ve bu süreçte gerçekleştirilen faaliyetler konusunda katılımcıları bilgilendirdi. Ahıska Türklerinin vatana dönüşü ve karşılaştıkları sorunları değerlendiren Ziyatdin Kassanov, vatana dönüş sürecinde en büyük desteğin Türkiye ve Azerbaycan'dan beklendiğini anlatırken, ''Türkiye ile Azerbaycan gibi Türk dünyası arkamızda olduktan sonra, biz isteklerimize ulaşacağız inşallah'' diye konuştu.
DATÜB'ün öncelikli amacının Ahıska Türklerinin haklarını kazanmak ve vatanları Gürcistan'a dönüşlerini sağlamak için çalışmak olduğunu belirten Kassanov, ba amaçla il olarak Gürcistan'ın Ahıska Bölgesi'nde bir ofis açtıklarını söyledi. Ahıska Türklerinin dönüşü ve bölgenin statüsüyle ilgili konularda çözümün zaman alacağını ifade eden Kassanov, halen Gürcistan'da bulunan yaklaşık 3 bin 500 Ahıska Türkü'nün durumunun iyi olmadığını ve her şeyden önce onlara yardım edilmesi gerektiğini kaydetti.
DATÜB olarak 24-25 Haziran'da da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'ni (AKPM) ziyaret ettiklerini ve burada Ahıska Türklerinin vatanlarına dönüşleri için tanınan sürenin uzatılmasını ve dönmek isteyenlere maddi destek verilmesini istediklerini anlatan Kassanov, bu girişimlerinin boşa çıkmadığını ve Gürcistan'ın kendilerine 31 Aralık 2010 tarihine kadar 6 ay ek süre tanıdığını söyledi.
Kassanov, bu süre içinde oldukça çok başvurunun yapılmasını sağlamayı planladıklarını, bugüne kadar 3 bin ailenin evraklarının resmileştirildiğini, bu ailelerden sadece 2 bin 300'ünün Azerbaycan'dan başvurduğunu hatırlattı. 11 bin ailenin evrakının hazır olduğunu, ancak maddi sıkıntılardan dolayı bu evrakların henüz işleme konulamadığını ifade eden Kassanov, söz konusu evrakın resmileştirilmesi için gereken masrafları Azerbaycan devletinin üstlendiğini söyledi.

Diğer bölgelerden de başvuruların toplandığını açıklayan DATÜB Genel Başkanı Ziyatdin Kassanov, gerek Türkiye gerekse diğer ülkeler ile kuruluşlardan başvurular için yardım beklediklerini söyledi.

Sadece bir başvuru dosyasının hazırlanabilmesi için 120-150 ABD Doları'na gerek duyulduğunu belirten Kassanov, aynı zamanda DATÜB'ün kurucuları arasında yer alan Moskova ve Gürcistan Vatan Cemiyetleri ile Kırgızistan Ahıska Türkleri Derneği tarafından projeler hazırlanarak 3 ay önce ilgili yerlere sunulduğunu, ancak şimdiye kadar bir sonuç alamadıklarını söyledi.

Gürcistan'ın, vatana dönüş için tanıdığı ek altı aylık sürenin iki ayının dolduğunu da hatırlatan Ziyatdin Kassanov, başvuruların hızlı ve yoğun olabilmesi için maddi desteğe ihtiyaç duyulduğunu anlattı. Ziyatdin Kassanov, bu maddi desteğin sağlanamaması halinde kalan dört ayın da boşa gideceği uyarısında bulundu.

Amaçlarının daha çok sayıda Ahıska Türkünün Gürcistan'a dönmesini sağlamak olduğunu bildiren Kassanov, bu nedenle DATÜB olarak gereken çabayı göstermeye devam edeceklerini söyledi. Kassanov, bu noktada özellikle Rusya Federasyonu'nun başta Krasnodar olmak üzere çeşitli bölgelerine dağılmış halde yaşayan Ahıskalılar üzerine yoğunlaşmak gerektiğini belirtti.

uz'' dedi.
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresinin (TİKA) bu konularda çok büyük tecrübeleri olduğunu dile getiren Kassanov, bölgedeki hayat şartlarının iyileştirilmesi için devamlı TİKA ile görüştüklerini bildirdi.
''Bizim umudumuz, Türkiye devletinin desteğiyle oradaki alt yapıyı sağlamak, okullar, yollar, kasabalar oluşturmak. Bir devletin desteği olmadan, biz millet olarak kendi başımıza büyük işler yapamayız'' dedi.
Ahıska Türklerine haklarının iade edilmesinden sonra vatandaş oldukları ülkenin haklarından vazgeçmelerini öngören kanunu da değerlendiren Kassanov, uluslararası standartlara uygun olmadığını belirttiği söz konusu kanunu ''anormal'' olarak nitelendirdi. Kassanov, ''Biz de biliyoruz ki Gürcistan'ın kendi içinde çok sorunlar var ve onlardan yeni kanunlar çıkarmalarını ve var olan kanunlara ilaveler yapmalarını beklemek veya istemek mümkün değil. Dolayısıyla ne varsa onu kabul etmemiz ve elimizdekileri değerlendirmemiz gerekiyor'' diye konuştu.
Ziyatdin Kassanov, temasları kapsamında Türkiye'nin Bakü Büyükelçisi Hulusi Kılıç ve Azeri yetkililerle yaptığı görüşmelerden sonra Bakü'den ayrıldı.

ABD Akbank'a ortak oldu

Posted: 25 Aug 2009 08:57 AM PDT

BDDK, Akbank'ın beşte birine sahip olan Citibank'ın Türkiye'deki varlığını ABD Hazinesi'nin devralmasına izin verdi. Bankacılık sisteminde böylece, sadece yabancı şirketlerin dışında bir yabancı devlet daha dahil oldu.

Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK), ABD Hazinesi'nin Citibank'ın Türkiye'deki varlıklarının yüzde 33,6'lık kısmını devralmasına izin verdi. Citibank'ın Türkiye'de Akbank'ın yüzde 20'sine sahip olması nedeniyle, söz konusu devir işleminden banka da etkilendi ve ABD resmen Akbank'ın ortağı konumuna geldi.

Citibank, 2006 yılında Akbank'ın yüzde 20'lik hissesini satın alarak Türkiye'deki faaliyetlerinde dev bir adım atmıştı. Citibank'a ABD Hazinesi'nin ortak olmasından sonra, ABD Hazinesi şirketin Türkiye'deki varlıklarının yüzde 33,6'sını devralmak için BDDK'ya başvurmuştu. BDDK'nın başvuruya olur vermesinden sonra, Citibank'ın Türkiye'deki varlıkları arasında yer alan Akbank hisseleri de ABD Hazinesi'ne geçmiş oldu.

ABD Hazinesi sahip olduğu hisseler nedeniyle, Akbank yönetim kurulunda bir üyeyi belirleme inisiyatifine de sahip oldu.

Citibank'ı ABD Hazinesi kurtarmıştı
Citibank, kriz öncesinde 2,3 trilyon dolarlık aktif büyüklüğü ile dünyanın en büyük bankası idi. Citibank'ın iflas sinyalleri vermesinin ardından ABD Hazinesi, finans tekeline 45 milyar dolarlık kaynak aktararak bankaya ortak oldu. Böylece, ABD Hazinesi Citibank'ın ana hissedarı konumuna geldi.

Haber Kaynağı: (soL.org)

AK Parti ve TSK'ya büyük tepki

Posted: 25 Aug 2009 08:10 AM PDT


DTP, Kürt açılımı noktasında hükümetin tutumunu kaygı verici bulduklarını belirterek "Hükümetin açılım dediği resmi söylemin allanıp pullanmasından ibaret kalmaya adaydır" dedi.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Kürt açılımına yönelik açıklamalarının ardından DTP'den de bir açıklama geldi. DTP Grup Başkanvekilleri Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş, yaptıkları yazılı açıklamayla "Kürt açılımı" konusunda hükümete eleştirilerde bulundu. Açıklamada, bir süreden bu yana devam eden ''Kürt açılımı'' çerçevesinde, AK Parti hükümetinin gelinen noktadaki tutumunun ''umut verici olmaktan öte, kaygı duyulacak bir yaklaşım halini aldığını'' ileri sürdüler.

'PROVOKATİF VE SAYGISIZ TUTUMA ORTAK'
''Demokratik açılım'' adı altında yürütülen çalışmalarda üslup ve yöntem konusundaki hassasiyetleri öne çıkararak işe başlayan ve bu vesileyle yöntem konusunda DTP'den destek alan Hükümetin, gelinen aşamada ''üslubu bir kenara bırakmakla kalmayarak, çözümü zorlaştıracak girişimlere de imza atmaya başladığı'' ileri sürülen açıklamada, ''Açılım sürecinin başından bu yana yapıcı ve sorumlu bir politika izlemeyi esas alan partimize yönelik tutuklama ve gözaltı furyası devam ederken, diğer yandan Kürt halkının değerlerine yönelik saygı sınırlarını aşan saldırılara karşı, AKP de aynı üslupla cevap vererek bu provokatif ve saygısızca tutuma ortak olmaktadır'' denildi.

Açıklamada şu görüşlere yer verildi:

''Kürt halkının dilinin, kültürünün, demokratik haklarının CHP ve MHP tarafından bölücü talepler olarak değerlendirilmesi karşısında AKP Hükümeti bu taleplerin bölücü olmadığını tam tersine 80 yıldır inkar edilen Kürtlerin demokratik hakları olduğunu savunmak yerine, ürkek ve korkak bir yaklaşımla 'zaten biz de sizin gibi düşünüyoruz' diyerek, muhalefetin haksız tutumuna ortak olmakta ve çanak tutmaktadır.

'RESMİ SÖYLEMİN ALLANIP PULLANMASI'
Askeri operasyonları durdurarak kalıcı barış sürecine destek sunması beklenen Hükümetin, tam aksine bir yandan operasyonları sürdürüp, diğer yandan Kürt halkının değerlerine dil uzatarak Kürtlerin sorununu çözmeye çalışması trajik bir yaklaşımdır. Son MGK bildirisinden ve Genelkurmay'ın açıklamasından da anlaşılacağı üzere AKP'nin açılım dediği şey aslında bilinen resmi söylemin allanıp pullanmasından ibaret kalmaya adaydır.

'CESARETİNİZ YOKSA HALKI BOŞUNA UMUTLANDIRMAYIN'
Gelinen aşamada, AKP'yi sürece daha ciddi daha sorumlu, daha cesur sahip çıkmaya çağırıyoruz. Demokrasiden, hak ve özgürlük anlayışından uzak, çatışmacı, kışkırtıcı yaklaşımlar karşısında geri adım atan ve demokratikleşme söylemini bir kenara bırakıp terör söylemine sarılan bir anlayış, daha işin başında tökezlerse halkın umutlarının kırılması an meselesi olur.
Bu çerçevede, AKP Hükümeti'ne bir kez daha hatırlatıyoruz ki, demokrasi mücadelesi ilkesel ve vicdani bir duruşu ve elbette ki bedel ödemeyi göze almayı gerektirir. Eğer, bu cesareti ortaya koymaktan kaçacaksanız halkı boş yere umutlandırmaktan vazgeçin, aksi takdirde en çok kaybeden siz olursunuz.''

Kavkaz Emirliği Şeriat Yüksek Mahkemesi Ahmet Zakaev'i İdam Cezasına Mahkum etti

Posted: 25 Aug 2009 07:46 AM PDT


Shamilonline nin İmarat Kavkaz Haber kaynaklarından edindiği bilgilere göre; İmarat Kavkaz Emirliği Şeriat Yüksek Mahkemesi, Rus kuklası Ramzan Kadirovsky nin Çeçen yönetimiyle yürüttüğü müzakerelerden ötürü Ahmed Zakayev'i. idam cezasına mahkum etti.

Çeçen-İçkerya Parlamentosu Başkanı Jaloudi Saralyapov'un Zakayev'i Çeçen-İçkerya başbakanlığı görevinden aldıktan sonra gerçekleşen bu karara göre, İmarat Kavkaz Emirliği, Emir Dokka Abu Usman Umarov , Çeçen İçkerya Cumhuriyeti eski Dışişleri Bakanı Akhmed Zakayev hakkında İmarat Kavkaz Emirliği Şeriat Yüksek Mahkemesinden bir fetva istedi, bunun neticesinde, Yüksek Şeriat Mahkemesi Danıştay Başkanı, Anzor Astemirov (Emir Seyfullah ) fetva kararında söyle dedi:

Zakayev'in "Mürtedlerin ve Rus kukla larının yönetiminin meşruluğunu tanıyarak imansızlaştığı, İslam dinine karşı ayakalanarak zındık olup İslam'dan çıktığını', hükümler gereği , zındıkların öldürülmesi müslümanlık görevidir" dendi ve Zakaev in hüküm gereği idam cezasına mahkum edildiğini onayladı.

Allah Kur'an da derki:

"Eğer verdikleri ahitten sonra yeminlerini bozar, dininize saldırırlarsa, o zaman küfrün elebaşlarını öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur. Böyle yaparsanız hal ve gidişlerine son verebilirler." (al tovbe 9:12 )

" İmarata Kavkazya Emirliği, Yüksek Şeriat Mahkemesi ,kadı Anzor bin Eldar Astemirov "imzasıyla Kavkaz Emirliği Vilayet Kabardey-Balkar ve Karaçay Sektörü İslamdin web sitesinde bugün yayımlanan kararda, "Açıklamaları İslam'dan çıktığını gösteriyor. Mahkeme bu mürtedin öldürülmesinin bütün Müslümanlara bir görev olduğuna hükmetmiştir" denildi. Kararda fetvanın İmarat Kavkaz Emirliği, Emir Dokka Abu Usman Umarov e-posta yoluyla yaptığı talep üzerine verildiği belirtildi.

Shamilonline

***

--Haberin Orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

--Fetvanın Bilimsel araştırma ve Arapça versiyonunu .doc dosyası olarak indirebilirsiniz

[anadoluhaber:35060] İŞ İLANI // BELKİ BU KRİZ ORTAMINDA BAZI GRUP UYELERIMIZIN ISINE YARAR..

Posted: 25 Aug 2009 07:24 AM PDT

Şirketimizin ;

Tele Marketing ve saha satış ekibinde çalışmak üzere bayan satış temsilcileri aranmaktadır.

Adayların konularında tecrübeli olmaları tercih sebebidir.

İlgilenenlerin özgeçmişlerini  info@iyidigital.com  adresine e-mail olarak

veya

0216 410 41 40 nolu faksa göndermeleri rica olunur..


[anadoluhaber:35061] "Kürt açılımı" videosu. Açılımın ABD projesi olduğunu ispatlayan video kaydı.

Posted: 25 Aug 2009 03:07 AM PDT



 
Video kaydını seyretmek için aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız:



Windows Live™ Photos ile fotoğraflarınızı kolayca paylaşımı. Sürükle bırak
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35063] alemin nuru

Posted: 25 Aug 2009 03:01 AM PDT

 
 
http://www.youtube.com/watch?v=T-7TFSdVZoQ&NR=1
:)
 
 
http://www.camfrogturkiye.com/videokonferans/taner/ 
 
 

Hergün iftardan sonra ''sahura kadar'' sesli sohbetler yapılmaktadır.

 
 
 
 
 
 
 


Anılarınızı istediğiniz herkesle çevrimiçi paylaşın.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.