DOLUDİZGİN GİDİYOR... AMA NEREYE

DOLUDİZGİN GİDİYOR... AMA NEREYE...
 
Saadet Partisi’nin 26 Ekim 2008’de yaptığı genel kongresinde tek aday gösterilen Prof. Dr. Numan Kurtulmuş oybirliği ile Genel Başkanlığa getirildi. Recai Kutan’ın görevi bırakacağını kesin açıklaması üzerine teşkilatların Numan Kurtulmuş’un adaylığı üzerinde ittifakla ısrar etmelerine karşın Erbakan kongre öncesi son haftaya kadar sessiz direnişini sürdürdü.
 
Sözünün dinlenmediğini gören Erbakan yeni bir bölünmeye meydan vermemek için olacak kerhen onay verdi, bu tutumunu da her haliyle belli ettirip gösterdi. Ne yazık ki Saadet Partisi teşkilatının Erbakan’a karşı bu olumsuz yaklaşımı Millî Görüş partilerinde ilk kez yaşanan bir durum değildi. Saadet Partisi’nden önceki partilerde de kim bayrak açtı ise büyük çoğunluğu hep arkasında buldu, Erbakan daima yalnız ve desteksiz bırakıldı.
 
Millî Selamet Partisi’nin ilk kez girdiği 1973 seçiminden büyük bir başarı ile çıktıktan sonraki daha birinci kongresinde Genel Sekreter Gündüz Sevilgen karşı liste çıkardı ve kaybetti. Ama daha sonra 1977 seçimi öncesinde istifa edip gittiğinde 48 milletvekilinin 25’ini peşine takıp götürdü…
 
Millî Selamet Partisi’nin 1978’deki ikinci kongresinde bu kez Korkut Özal bayrak açıp ayrı bir liste ile çıktı ve çok az farkla o da kaybetti. Ancak 12 Eylül 1980 sonrasında ağabeyi Turgut Özal ile birlikte ANAP’ı kurduklarında Millî Selamet Partisi’nin kadrolarını da oylarını da silip süpürdüler. Millî Görüş 2.kez bölündü ve Refah Partisi ilk seçimde ancak % 3 oy alabildi.

1995 Genel Seçiminde birinci olan Refah Partisi 28 Şubat post modern darbe sürecinde kapatıldı. Yerine kurulan Fazilet Partisi Büyük Kongresinde Abdullah Gül liderliğinde çıkarılan karşı liste de az farkla kaybetti. Fazilet Partisi de kapatılınca Millî Görüş yine bölündü. Bu kez AKP Millî Görüş kadrolarını ve seçmen tabanını silip götürdü ve Saadet Partisi % 2,5’ta kaldı.

Erbakan 5 yıllık siyasi yasağı sona erince Saadet Partisi’nin başına geçti. Hile rejimi ve köle düzeni Erbakan için adeta yeminli kan davası güdüyordu. Kapatma davası sonuçlanıp ölüm cezası kesilmiş Refah Partisi’ne uyduruk bir de kayıp trilyon davası açılıp Erbakan artık ömür boyu siyasi yasaklı yapılınca Numan Kurtulmuş’un önü açılmış oldu.

Yıllardır Millî Görüş’ün başına getirilmek için bir kenarda tutulup malum çevrelerce sürekli parlatılan Numan Kurtulmuş’a arkasındaki güç odakları ve mensubu bulunduğu Sabetayist Toplum nedeniyle Erbakan hep soğuk baktı. Ancak tava getirilen Saadet Partisi teşkilatına söz dinletemediği için ister istemez kaçınılmaz hale gelen adaylığına onay vermek durumunda kaldı.

Erbakan’ın kurduğu Millî Görüş partileri bir yandan rejimin dışarıdan baskılarına maruz kalıp sürekli kapatılmak durumunda kalırken diğer yandan da içeriden fitne, fesat, tefrika ile boğuşmak durumunda bırakılarak dağılıp savruluyorlardı. Millî Görüş partilerinde isyancı, ayrılıkçı, ihanetçi işbirlikçi unsurlar hiç eksik olmadı. Bu yüzden her kapatmanın ardından bir de bölündüler.

Erbakan hiçbir zaman davasına bağlı, sadık, vefakâr, inançlı kadrolarla partilerini yönetme imkânı bulamadı; daima üstün siyasi aklı, herkesi çaresiz bırakan baş edilmez politik manevraları ve taktik yöntemlerle yönetti. Ancak bu kendi tercihi değildi, konjonktürün dayatması ve mevcut şartların zorlaması sonucu karşı karşıya bulunduğu kaçınılmaz bir durumdu.

İslam’ın irtica ile yaftalanıp devlet için en büyük tehdit ve potansiyel tehlike diye hedef haline getirildiği, Müslümanların öcü gibi gösterilip rejim düşmanı unsurlar olarak yönetimler tarafından resmen suçlandığı bir Türkiye’de Erbakan 1000 yıllık Selçuklu ve Osmanlı İslami geçmişi diriltme adına Yeniden Büyük Türkiye’yi kurmak için siyasete atıldı.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı düşmanlığı temelinde kurulmuştu ve Erbakan rejim karşıtı olarak açık-gizli, yasal-yasadışı her türlü sindirme ve imha hareketinin hedefi yapılıyordu. Erbakan diğer liderler gibi normal demokratik bir ortamda siyaset yapma imkânı hiç bir zaman bulamadı. Bu yüzden sadece siyasi rakipleri ile değil, onlarla birlikte despotik jakoben rejime karşı da mücadele etmek ve demokratik siyaset için Millî Görüş için alan açmak durumundaydı.

Haçlı Seferlerine karşı tarih boyunca İslam’ı koruyan ve üstlendiği Hilafet görevi sayesinde asırlarca İslam Âlemini yöneten milletimizin sahip olduğu Osmanlı cihan devleti işbirlikçiler eliyle yürütülen batılılaşma hareketi sonucu yıkıldığında sadece Türkiye’de değil tüm dünyada Müslümanlar sahipsiz kaldı, ülkeleri ve toplumları Haçlı batının işgaline uğradı.

Türkiye Cumhuriyeti ise işbirlikçi unsurların mücadeleleri sonucu Osmanlı Devleti’nin yönetimini eline geçiren İttihat ve Terakki zihniyeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’na sokulup nihayet Başkent İstanbul İngilizlere teslim edilerek onların destek ve himayesinde Ankara’da kuruldu.

İçerideki ihanet yüzünden Rusların Yeşilköy’e kadar gelip Osmanlı Devleti’ne çok ağır bir anlaşma imzalattıkları bir sırada tahta çıkıp 33 yıl boyunca büyük bir basiret ve dirayetle oldukça başarılı bir yönetim sergileyen Sultan II. Abdülhamit Hanın 1897 Basel Siyonist Kongresinde alınan kararların bir gereği tahttan indirilmesi sonun başlangıcı oldu.

Nihayet başkent İstanbul’u teslim ettikleri İngiliz işgal kuvvetlerinden aldıkları dolaylı destek ve himaye sayesinde Ankara’da yeni devleti kuran İttihat ve Terakkiciler ayakları yer sağlam basınca İslam’a düşmanlıkta, büyük Müslüman kitleye baskı ve zulüm yapmada Haçlıları aratmadılar.

Arabuluculuk rolü ile Lozan Anlaşmasının yapılmasını sağlayan Mısırlı Haham Haim Nahum planını uygulayan bu yeni jenerasyon İttihatçılar; Müslümanları devlet yönetiminden, siyasetten, ekonomiden, kültürel hayattan uzaklaştırıp dışlayarak kırsal alanda ve şehir varoşlarında adeta köle hayatına mahkûm ettiler. Böylece büyük Müslüman kitle fakir, kültürsüz, cahil bırakıldı, baskı altında sindirilerek dinlerinden uzaklaştırıldı; paganist eğitim sistemi ile de adamakıllı asimile edilip paryalaştırıldı.

İşte bu şuursuzlaştırılıp köleleştirilmiş Müslüman kitle adına siyasete atılan Erbakan bir seminerde yanık bir ses tonuyla durumu şöyle anlatıyordu: 

Osmanlı bir ceylan… Sultan II. Abdülhamit bu ceylanın kalbi… Ceylanı kalbinden vurdular. Sonra bir masaya yatırdılar, kesip parçalara ayırdılar.  En önemli parçası Türkiye’yi düdüklü tencereye koyup 500 derece basınç altında 50 yıl kaynattılar. Artık pelteleşince düdüklü tencerenin kapağını açıp ortaya döktüler. İşte biz bu pelteyi yeniden diriltip hayata döndürmeye çalışıyoruz. İşimiz bu yüzden çok zor!

Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te ilan edildi. Millî Görüş 2. Partisi Millî Selamet ile tam 50 yıl sonra ilk kez 14 Ekim 1973’te genel seçime girip 48 milletvekili, 4 senatör çıkartarak Meclis’te grup kurdu. Ardından 3 ayrı koalisyon hükümeti içinde yer alarak aralıksız 4 yıl boyunca iktidar ortağı oldu. Bu süreçte Kıbrıs zaferi kazanıldı, maddi ve manevi kalkınma seferberliği başlatıldı.

Milletimizin 1000 yıllık Selçuklu ve Osmanlı İslam Medeniyetini temsil eden Millî Görüş’ün ilk Partisi Millî Nizam şeriatçı diye Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldıktan sonra yerine kurulan Millî Selamet Partisi’nin girdiği ilk seçimde aldığı sonucu değerlendiren İsmet İnönü Erbakan’ın yukarıda yer verdiğimiz sözlerini doğrular mahiyette şöyle diyordu:
Bir bakıma iyi oldu; 50 yıl sonra kaç kişi kaldıklarını görmüş olduk!

Sonra 12 Eylül 1980 askeri harekâtı yapıldı. Bu süreçte Millî Görüş’ün 3. Partisi Refah 1994 Seçimini kazanıp yerel yönetimlerdeki iktidarında efsanevi Millî Görüş belediyeciliğini başlattı. Bir yıl sonraki 1995 Genel Seçiminde Refah Partisi birinci olunca Erbakan verdiği demeçte kimsenin pek bir anlam veremediği şu sözlere yer verdi: Milletimiz bugün taburcu olmuştur!

Erbakan bu ifade ile o sözünü ettiği peltenin diriltildiğini, hayata döndürüldüğünü, sağlığına kavuşturulup taburcu edildiğini anlatmak istiyordu.

Ne var ki henüz nekahet döneminde iken bu kez 28 Şubat 1997 post modern darbe süreci başlatılıp tarihin bu en büyük milleti yeniden yok edilmek istendi. Nitekim post modern darbe sürecinde Başbakan koltuğuna getirilip oturtulan İttihat ve Terakki zihniyetinin çağdaş uzantısı Bülent Ecevit Bunların partilerini kapatmak yetmez köklerinin kazınması lazım derken işte bu ikinci yok etme planını kastediyordu!

Bu yüzden İttihat ve Terakki kalıntıları, her zamanki gibi dışarıdan aldıkları destekle tezgâhladıkları komployu post modern darbe, Müslüman milletimizi temsil eden Millî Görüş’ü ise irtica diye niteleyip yeşil sermaye yaftasıyla kebapçılara varıncaya kadar herkesi fişleyerek rejim için potansiyel tehdit ve tehlike olarak imha etmeye kalkıştılar.

Diyeceksinizi ki bunları niçin anlatıyorsunuz? Konu Numan Kurtulmuş’un Saadet Partisi’ni Erbakan’ın kontrolünden ve Millî Görüş çizgisinden çıkartmak için başlattığı olağanüstü genel kongre süreci değil miydi; bunların ne alakası var?

Alakası Şu: Yukarıdan beri gözler önüne serilen gerçekler dikkate alınmadan Saadet Partisi olağan genel kongresine giden süreci sağlıklı değerlendirmek mümkün değildir.

Numan Kurtulmuş şu anda sessiz ve derinden giderek Saadet Partisi’ni olağanüstü genel kongreye götürmeye çalışıyor. Bunun için Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya ile tam bir dirsek teması içerisinde hareket ettiği anlaşılıyor. İttihat ve Terakki zihniyetinin hala önemli ölçüde gücünü koruduğu iki kurumdan biri TSK diğeri ise yüksek yargıdır.

Olay şudur: Saadet Partisi tüzüğünde yer alan Yüksek İstişare Kurulu Genel Başkan Numan Kurtulmuş’un yetkilerini biraz sınırladığı için Yargıtay Başsavcısı Bay Abdurrahman Yalçınkaya’nın dikkatini çekip süzgecine takılmış. Bu yüzden en geç önümüzdeki Mayıs ayına kadar tüzük değişikliği yapılmak üzere genel kongreye gidilmesini istemiş!

Numan Kurtulmuş, kendisi için adeta can simidi niteliğindeki Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın bu istemini sır gibi saklarken Takvim Gazetesi olayı haber yapıyor. Böylece Saadet Partisi’nin önümüzdeki Mayıs’a kadar olağanüstü genel kongreye gitmek durumunda olduğunu bu haber sayesinde Millî Görüş camiası da öğrenmiş oluyor.

Aslında Numan Kurtulmuş’un olağanüstü genel kongreye hem de doludizgin gittiği belliydi, El-Aziz Gazetesi olarak defalarca da dile getirdik. Çünkü Numan Kurtulmuş ilk önce işe İstanbul İl Başkanını -henüz yeni kongresini yapmış iken- görevden alıp olağanüstü kongre yaparak kendine yakın olduğu ifade edilen birini getirmekle başladı.

Arkasından Ankara İl Başkanını keza kongresini henüz yeni yapmasına rağmen görevden alıp kongreye gidiyor. Gaziantep’te, Kocaeli’nde arka arkaya il kongrelerini yaptı. Millî Gazete’deki ilana göre Samsun, Ordu, Denizli, Bilecik, Bolu, Şanlıurfa’da önümüzdeki haftalarda il kongreleri var. Diyarbakır ve Elazığ için de kongre sürecini başlatmak üzere talimat verilmiş durumda.
Yani Numan Kurtulmuş olağanüstü genel kongre için tam doludizgin koşturuyor…
 
Zaten perşembenin gelişi çarşambadan belliydi… Yani ağzını büzmesinden Ömer diyeceği belli olmuştu… Sabetayist Yahudilerin Saadet Partisi’ni Erbakan’ın etkisinden kurtarıp Millî Görüş çizgisinden çıkartarak Siyonizm’e hizmet edecek bir yönetime teslim etme planını uzun bir süreden beri tam da kendilerine yaraşan şekilde çok sinsice ve derinden yürüttükleri biliniyordu. Hiç şüphesiz ki bu planı en iyi bilmek ve gereken tedbiri de almak konumunda olan bizzat Erbakan’dır.

Numan Kurtulmuş Genel Başkan seçilir seçilmez Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarına muhalefet yapmak yerine Erbakan ve Millî Görüş ile farkını ortaya koyup iç muhalefete başladı. Fark var Saadet var derken AKP ile değil Millî Görüş ile farkını kanıtlayıp ortaya koymaya çalıştı. Harun gelip Karun olmayacağım derken Başbakan Erdoğan’ı değil Erbakan’ı kastetti.

Yeni bir yaklaşım, yeni bir anlayış, yeni bir söylem, yeni bir paradigma, yeni, yeni… Derken bu yenilikçi hareket tarzı dil ile de AKP’yi değil, açıkça Saadet Partisi’ni Millî Görüş çizgisinden çıkartıp uzaklaştırmayı kastediyordu.

Ben emanetçi olmam, vesayet kabul etmem, kimsenin gölgesine girmem, müdahaleye izin vermem derken de düpedüz Erbakan’a göndermede bulunuyordu.

Nitekim Erbakan’ın İran’a yaptığı geziyi şahsı adına yaptığını Saadet Partisi’ni bağlamadığını açıkça söyledi.

Öte yandan Erbakan’ın, siyasi yasaklarının mahkeme kararı ile kaldırılıp memnu haklarının iade edilmesi üzerine vaki davet üzerine Saadet Partisi Genel Merkezinde düzenlediği basın toplantısına katılmayarak koyduğu tavrın ne kadar gayri insani bir davranış olduğunu izaha gerek var mı?

Millî Görüş’ün en önemli etkinliklerinden olan İstanbul’un Fethi kutlamalarında konuşmasını yapıp Erbakan’ın konuşmasını beklemeden Stadyumu terk etmesinin ne kadar kaba ve hoyratça bir tavır koyma olduğunu uzun uzun anlatmak gerekir mi?

Millî Görüş’ün 40.yılını kutlama etkinlikleri çerçevesinde Anadolu Gençlik Derneği tarafından Ankara’da tertiplenen şölene Erbakan katılıyor diye boykot etmesinin makul bir açıklaması olabilir mi?

Yine en son 31 Aralık gecesi Anadolu Gençlik Derneğince Kocaeli’nde düzenlenen Mekke’nin Fethi’ni kutlama programına Erbakan telekonferans yoluyla hitap edeceği için Numan Kurtulmuş katılmadı. Bunun ne demek olduğunu anlatmak için dil dökmeye gerek var mı?

Bütün bunları gören ve yakından izleyen Erbakan’ın nihayet bu gidişata karşı tavır alıp atağa geçtiğini ve Numan Kurtulmuş’un tozlarını almaya başladığını görüyoruz. Zeki Müren’in askerlik yaparken attığı bombayı ayaklarının arasına düşürdüğüne atıf yaparak Numan Kurtulmuş’a yönelttiği kara mizah tahammül edilip içe sindirilecek gibi değil. Ve bu daha başlangıç, siz devamını izleyin, nelere şahit olacaksınız…

Evet, Erbakan’ın bu süreci bilip izlediğini ve yeterli tedbirleri de aldığını çok yakından takip edip görüyoruz. Bir kere en başta Erbakan Numan Kurtulmuş’un tek aday gösterilmesine kerhen de olsa onay vermesi, bayrak açıp siyasi bir mücadele vererek genel kongreye gitmesini engelledi.

Numan Kurtulmuş’un herhangi siyasi bir mücadele vermeden İttifakla aday gösterilip kongrede oy birliği ile genel başkan seçildikten sonra başlattığı Erbakan ve Millî Görüş karşıtı kampanya asla siyasi bir mücadele niteliği taşımaz. Çünkü artık bunun adı köprüden geçinceye kadar müdahanedir, komplodur, entrikadır, ihanettir, kalleşliktir, sütü bozukluktur. En hafif tabiri ile nankörlüktür, vefasızlıktır.

Denilebilir ki sonuçta değişen bir şey olmaz; Saadet Partisi’ni Erbakan’ın elinden alıp Millî Görüş çizgisinden çıkarırsa ne fark eder?
Hayır, henüz o çok, hem de gayet çok uzak bir ihtimal…

Bir kere bugüne kadar Erbakan’ın 40 yıllık Millî Görüş siyasetinde -şartlar ne olursa olsun- tek bir genel kongre kaybettiği dahi vaki değildir. Geçmişte Erbakan’ın kazandığı genel kongreler ile kıyaslandığında Saadet Partisi’nin bu gideceği kongre çantada keklik sayılır. Erbakan asla genel kongre kaybetmez, bunu da kesin olarak bir şekilde kazanacaktır.

Üstelik Erbakan bu kez hayatının en önemli, en yaşamsal kongresine gidiyor. Bunu -ne pahasına olursa olsun- kaybetmesi söz konusu olamaz. Mutlaka kazanmak zorundadır. Yoksa 40 yıllık efsane Millî Görüş mücadelesini bütünüyle kaybetmiş, deryayı geçip derede boğulmuş olur.

Şimdi düşünün Millî Nizam Partisini kurarken ismini doğru bir sıra ile saydığı 4 partisinin kapatılacağını duyurduktan sonra Saadet’e kavuşanlara selam olsun demiş ve aynen de gerçekleşmiş. Bu işin manevi ve ilahi takdire ait yanı…

Erbakan, 12 Mart’a, 12 Eylül’e, 28 Şubat’a boyun eğdirip amacına hizmet ettirmiş bir eşsiz siyasi dâhidir; bu gerçekliği Numan Kurtulmuş’a oynayan ağababaları çok iyi bilirler.

Erbakan, kendi ifadesi ile Millî Görüş şu anda Türkiye’de fiilen iktidardadır, 40.yıl kutlamaları sürecinde bu fiili durum hukukileştirilecektir diyen kişi olarak Numan Kurtulmuş’a asla pabuç bırakmaz. Yani elindeki devlet imkânlarına bile kalsa -ki asla ona gerek kalmaz- buna izin vermez.

Millî Görüş Türkiye’de fiilen iktidar olduğu için tüm dünyada yeni süper güç olarak anılıyor. İran, Türkiye’nin Erbakan’dan sorulduğunu bildiği içindir ki en üst düzey yetkilileri ülkelerine davet ettiler ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan toplamından çok daha fazla üst düzey temaslar yapmasına imkân sağladılar.

Bunca güç ve kudret sahibi bir Erbakan’ın Saadet Partisi’ni, Zeki Müren benzetmesi yapıp tiye aldığı Numan Kurtulmuş karşısında yenilgiye uğramasını beklemek hiçbir akıl ve mantığın kabul edemeyeceği bir ihtimal dışı sıfır olasılıktır.

Erbakan büyük bir basiret ve yüksek bir ferasetle Numan Kurtulmuş ve şürekâsına öyle bir düzen hazırladı ki belki 5 bin küsur yıllık Yahudi tarihinde bir benzeri yoktur. Çünkü Numan Kurtulmuş bu kongreyi kaybettiğinde ta Millî Selamet Partisi kurulurken ABD Yahudi Cemaati Temsilcisi Musa Saffet Bayramaşık tarafından Millî Görüş içerisinde konuşlandırılan mutemet/demirbaş Sabetayist unsurların hepsi tek kalemden temizlenmiş olacaktır.

Ne bilelim yani belki fazla steril bir parti çok sağlıklı olmaz diye numunelik birkaç Sabetayist’e listede yine yer verilebilir, yoksa onların alayı ceketini alıp gidecek…

Numan Kurtulmuş’un aklı varsa istifa eder, çekip gider; yoksa genel kongrede eşekten düşen karpuza döneceğini şimdiden kesin bir dille ifade edebiliriz. Erbakan bugüne kadar en zayıf göründüğü kongrelerin bile istisnasız hepsini kazanmıştır. Bu kongre Erbakan için bir içim sudur evvel Allah!

MESUD AKGÜL

 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.