[anadoluhaber] KİMİN VESAYETİNE EVET?

Sayın  Adem Kayan Bey

Ordunun diktası bize o kadar pahalıya mal olmuştur ki hala faturasını her alanda olduğu gibi hukukun ortadan kaybolduğu yargıda da ödemekteyiz. Yargıda ödeyince de ülkede her kurum ve kurul da orduda dâhil kokuşma artık had safhaya ulaşmıştır. Yargının müspet baskısından azade kılınan ordu bu azadeliği yüzünden hem kontrol edilememiş ve pek çok yönden bağımlı olduğu batılıların baskısı altında kalmış ihtilallere zorlanmış hem de kendisine dokunmasın diye yapısını çarpıttığı yargı da asıl işi olan adaletin tevzii yerine ideolojik diktanın temsilcisi haline gelip, başlı başına milletin başının belası olmuştur.

Eğer bir ülkenin 12 binin üzerindeki yargıcını savcısını sadece oy oranı %20 civarında yani beş kişiden birisinin oy verdiği CHP’lilerden hem de onların huku asla umursamayan fanatik olanlarından oluşan beş kişilik kısmını 7 kişiden oluşan HSYK üyeliğine getirecek bir düzenek kurulmuşsa ve orduda % 20’nin diktasını % 80 üzerinde sürdürmekte kullanılıyorsa o ordu ile millet arasında kesin bir sorun oluşacaktır. Eğer o ordunun tabanı % 80 ile CHP ye karşı iken o ordunun tavanı %100 CHP’lilerden oluşuyorsa bu sorun eninde sonunda bir patlamaya ve çatışmaya yol açacaktır. Bu sorunu gereksiz olarak bastırılmayıp sürdürülen PKK gibi terörist örgütler ile daha fazla kamufle etmeninde imkanı yoktur. Bu yüzden Yüksek rütbeli askerler milletten kopacak ve hem marjinalleşip hem de radikalleşeceklerdir. Her ne kadar ihtilal yapıp yargıyı hukuku boş verip kendilerini kollayacak şekilde düzenlemiş olsalar da orduların görevi polisten ve savcılardan rol çalıp iç düşmanlar icat edip onlarla savaşmak değildir. Zaten bu konuda yoğunlaşan gırtlağına kadar siyasete bulaşmış kendi halkı ile sürekli savaş halinde olan bir ordudan dış savunmada başarı beklemekte abesle iştigaldir. Çünkü o ordu artık güvenliğin değil güvensizliğin odağına yerleşip güven sorun gidermek yerine sürekli sorun üreterek ve siyaseten çözüm üretilmesini de engelleyerek kendisi asıl sorun olmuş demektir ki işte asıl felaket de budur. Eğer söz konusu ordu uluslar arası bir ittifakın üyesi ise ve o ittifak ordunun halkını da, dini, kültürü, yaşam tarzı vs. den dolayı düşman tanımlamasına katıyor ise o zaman o ordunun durumu o ittifak adına kendi halkını masrafsız olarak işgal altında tutmaya dönüşmüş demektir. Bir ülke ve bir millet yada toplum için bundan daha kötü bir felaket yoktur. Çünkü doğrudan işgal altında kalan bir halkın bir istiklal savaşı imkânı vardır. Halbuki bu durumda artık dost olduklarından söz edilemeyecek anlaşmalı müttefiklerin bir parçası haline gelmiş o ordu doğrudan işgalciler gibi başka askerler ile gelmek yerine milletin evlatlarını devşirip kendi milletlerine karşı yapılan zorla kendi kimliğinden vazgeçirme savaşında kullanmakla düşman ordularından daha tehlikeli bir durum ortaya çıkarmış demektir.

Hukuk artık adalet değil yabancı egemenlerin yerli birliklerinin özel yetkilerini esas alan bir zulüm üretmeye başlar ve ülkemizde ta 1960 ihtilalinden beri böyle çalışmaktadır.  Ordudaki zabitan kadrosunun bir anda 2/3 ünü tasfiye eden bir ordu artık savaşı kayıp edip teslim alınmış bir ordu demektir. Bu durumu fark edemeyenlerde değişen ve gelişen dünya şartlarında artık her şeyi öğrenmekte ve bilmektedir. Bu işgal edilmişliğin bir tür müstemleke valiliği düzeni kurması da kaçınılmaz olduğundan anayasal kuruluşlar bu işe uygunların olanların işgali altında kalmıştır. Bunun artık böyle süremeyeceği müstemlekeciler tarafından dahi fark edilip bazı iyileştirmeler yolu açılmak istendiğinde, Sonsuz iktidar olmanı sarhoşu olan, işgalcilerin yerli devşirmeleri güçlü durumlarını kaybetmemek için eski patronlarını başka patron buluruz diye tehdit etmelerine kadar yol açmıştır. Halbuki eski patronları bu işlerde diğer patronlar ile de anlaşmış olduğundan eski patrona kafa tutanlar. O patronun büyükelçisi tarafından kakofoni yapmakla suçlanmışlar ve eski patrondaki sırlarının defterleri küçük parçalar halinde sabıka kaydı olarak polise ve yargıya usulüne uygun servis edilmiş o patronun ülkesindeki mafya düzeni gibi patrona kafa tutanlar  eski suçları ortaya dökülerek hapislere düşmüşlerdir. Benim tuhafıma giden ise bu durumda derhal millet ile bütünleşmek yerine eski egemenliklerini beyhude bir inatla sürdürüp köle başı lığı görevlerine devam etmeye çalışmalarıdır.  Günümüze geri dönüp yargı konusundaki tartışmalara gelince, eski  Anayasa Mahkemesi röportörü Osman Can'ın da dediği gibi mevcut anayasayı yaptırabilmek amacı ile devletin bazı birimlerinin ve bilhassa GK’ın bilgisi dahilinde terör başlatıldığında, başta Savcı Doğan öz öldürüldüğünde yüksek yargı, yargıçlar ve savcılar üzerinde baskı kurulup cinayet karartılmasaydı ve ilk üç beş cinayet çözülseydi 17 bin faili meçhul olmazdı.

Ordu yada ordu içindeki bir grup tüm faili meçhullerin ve daha sonrada PKK’nın gelişmesinin büyümesinin dış aktörleri ile birlikte ortak sorumlusudur. Çünkü cinayetler ve gayri meşru çeteler orduya dayandığında majestelerinin yargısı bir suca gariban bir suçlu bulup mahkûm etmekte, baş edememiş ve sonunda faili meçhul olarak bırakmaya karar vermiştir.

Yüksek yargıda sen ben bizim oğlan düzeni İhtilallerin ürünüdür. Hudson toplantısında ABD’lilerin PKK üst düzey sorumlularını derdest edip bize teslim etme teklifine toplantıya katılan iki sözde Türk generali aman sakın ha bu AKP ye yarar diyebilmiş olması akla zarardır. Sonrada koruyamadıkları ya da korumadıkları karakolların her baskını sonrası artık ordu içindeki gladio ya da ergenekon ne ise bir grubun PKK ile paslaşarak hükümeti düşürmek için çokça şehit cenazesi üretmek istedikleri düşüncesi inandırıcılık kazanarak beyinlerimize kazınmaya başlanmıştır.

Ayrıca Ordu vesayetinde vatandaş olarak bizler ne dolaplar döndüğünü öğrenme ve beğenmediğimiz general ve kadroları bir daha seçmeme imkânına sahip değiliz. Ama siyasi irade her an bizlerin denetimindedir. Her kesimden insan bir tür siyasi koalisyon şeklinde bir partiyi çoğunluk partisi yapıp iktidara getirir. Bu insanlardan bazıları desteğini çektiği anda bir düşer, küçülür ya da seçilemez. Bu yüzden siyasi vesayet kocaman bir yalandır. Ama askeri vesayet ve yargı diktası bir vakıadır. 411 oyla geçen ve hukuki olarak da gayet meşru olan bir anayasa maddesini sekizi tek başına CB. Sezer tarafından ve hepside HSYK üyeleri gibi askeri vesayetin düzenlediği kaynaklardan seçilen 11 kişilik heyetin 7 kişisi tarafından anayasadaki esastan inceleyemez hükmüne rağmen ben incelerim çünkü arkamda asker var suç da işlerim dokunamazsınız demeye getirerek ve anayasayı da açıkça çiğneyerek iptal edebilmiştir. Bu ülkede siyaset ordu tarafından kilitlendiği, güdümlü yargı tarafından da  çalışmasına izin verilmediği için nasılsa bir iş yapamadığından siyaset siyasiler açısından bir çaresizlik haline sebep olup cebini doldurup gitme mesleğine dönüştürülmüş ve tüm sorunlar halının altına süpürülüp biriktirilmiş sonrada yeni ihtilaller ve faili meçhul cinayetler ile çözülmeye çalışılmıştır. Öyle ki Koramiral Atila Kıyat Paşanın dediği gibi bu faili meçhuller devlet politikası olarak işlenmiştir. İşleyen üst subaylar o zamanlar üsteğmen yüzbaşı falandır. Şimdi Albay General olarak hesaba çekilmek istenmektedirler ve onlara emir veren üst komutanlar çıkıp bu devlet politikasıydı diyerek  altlarındaki üst subayları ve generalleri korumamaktadırlar mealinde şeyler söylemiştir.

Devlet politikası demek aslında siyasilerinde razı edildiği GK politikası demektir. Çünkü Devletin bilinen gizli patronu yakın zamana kadar GK dır.

Dolayısı ile hala da dünyayı ve değişen kamuoyunu anlamakta zorlanmaktadırlar. 

Askerlerin toplumdan tecrit edilerek yaşatılması da bunda önemli rol oynamıştır. Bu yüzden askere yaslanan siyasiler daima yan gelip yatmışlar ve çalışan siyasileri de sürekli köstekleyip başarılı olurlarsa biz biteriz diyerek ve askeri kullanarak astırmış harcatmışlardır. Askerin milleti terbiye etmek ve herkesi asker kafalı yapmak ve milleti emir alıp vermekten başka elinden hiçbir şey gelmeyen fanatik cahiller haline dönüştürmek ve beceriksiz siyasileri sürekli siyasette kalacakları düzenlemeler yapmak gibi bir vazifesi yoktur. Durumdan vazife çıkarma ama durumu da kendi yaratarak milleti dolandırmak kandırmak ve olmayan tehditler üretip sürekli iktidarda kalmak merakı yüzünden askerlik şerefi de ayağa düşme hakları ise asla yoktur. GKB düzeyinde askerler çalınan silahlarına çetecilerine hâkim olamayıp sonrada inkara yönelerek güvenilmez ve yalancı kişiler olarak görülmeye başlanmıştır. Her şeyi kendilerinin bileceği gibi bir saçmalığa mahkûm olan bazı askerimizin siyasetten sosyolojiye kadar her alana kâhyalığa kalkışması kendilerini con ahmedin devir daim makinası gibi bir erke dönergeci ile kullanılıp utanılacak durumlara düşürmekte kullanılarak alay konusu duruma düşürmüştür. Düşmanlarımızın ve yandaş siyasilerin dolduruş ve oyunlarına açık hale gelip, batı hesabına milletimizi ucuza mal olacak şekilde kontrol ve örtülü işgal altında tutmak da kullanılmalarına sebep olmuştur. Ordularımızın ittifaklara katkısının faturasını biz müttefiklere kesmemiz gerekirken, aldığımız ikinci el silahlara elimizdeki tüm varlığımızı ödeyip kalkınmada geri kalmışızdır. Bir silah geliştirme politikası geliştirememiş Üç günlük İsrail kadar olamamış ve olmak içinde gayret göstermediği gibi harcamalarını da kimse neyi kaça aldığını nereye harcadığını sorgulayamamış, sorgulamaya kalkışanlar vatana ihanet ile suçlanmışlardır. Lockheed skandalında dünyada rüşvet alanlar Türk ordusu dışında yargılanmış bizde ise üstü örtülüp namus kurtarılmıştır. Bu konuyu merek edenler için internetten bir alıntının kısa yolu. Dileyenler daha geniş araştırabilir.

http://benimcicidevletim.blogspot.com/2008/12/lockheed-skandal.html

ve

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=47577

Bu yüzden sivil vesayet sözü yalandır ve saçmalıktır. İç tehdit diye bir şey olamaz. Bir kalkışma olursa da hükümetler gerekirse askerlere emir ve görev verip bastırırlar. Başka yollar tükenmeden her olaydan kendine görev çıkaran bir ordu isyan etmiş bir ordudur. Siyaset yolu ile Hitler gibi İktidarı ele geçirip gitmemek ise imkansızdır.

Çünkü hür dünya artık buna zaten izin vermemektedir.

Avusturya da Nazi görüşlü Heider seçildiği halde hükümet kuramamıştır. Kurmasına iç dinamikler değil dış dinamikler tarafından izin verilmemiştir. Dünyanın pek çok despotluk dışında da yaptırım imkânları vardır. Dünya derhal ekonomik ve siyasi ablukaya almıştır. Kodumu oturtmak şeklindeki kaba askeri görüşler çok gerilerde kalmıştır. Paşaların mahkemelerde sürünmesinin pek de savunulacak tarafı yoktur. Çünkü onlarda pek masum değillerdir. Bunu onları savunanlarda dâhil hepimiz bilmekteyiz aslında eğer Dünya izin verse artık fazlası ile kan dökecek kadar gözlerinin döndüğü de bir sürü sahte olaylar düzenlemelerinden zaten sabıkalı iken bir sürüde  yeni ihtilal planları da ortaya çıkarılmıştır. Başarılı olamayışlarının nedeni de aslında Avusturya da seçimle gelen Heider’in durumu gibi dünyanın artık bu yola izin vermemesidir. Türkiye’nin Heider’leri de son şanslarını 28 şubatta yanlış şekilde harcamış ve ne Musa’ya nede İsa’ya tabirince ne dışarıya ne içeriye yaranamamışlar sadece bazı soyguncuların işine yaramışlardır. Bu sayede Amerika, Batı ve İsrail’in oyuncağı olmaktan hatta onların çıkarına ihtilaller yapıp vatanımıza ve milletimize ihanet eder durumlara düşmekten de kurtulamamışlardır. Koskoca Türk ordusu adeta sadece Ankara’daki bir tapınağı korumak için kurulmuş bir ordu gibi davranmaktadır. Tapınağa saldırı olmayınca da işsiz kalacaklarından korkup kendi yangınını çıkarıp sonrada söndürmeye koşan işsiz kalmış itfaiyeciler gibi ayrıca suç ve hatalar yapmaktadır.

Bu yüzden askeri vesayet ordunun gerek personelinin gerekse donanımının dünya ile yarışacak şekilde yetişmesini önlemekte ve dünyanın gerisinde kalmakta. Savaş araç ve gereçleri açısından da sürekli dışa bağımlı yaşamaktadır. Müttefiklerimiz ile karşıtlarımızın bazı anlaşmalara varmaları halinde birinci dünya savaşında Almanların yenilmesi ile barut! Kalmadığından bizlerinde yenik sayılmamız ve işgale kapıları açmak zorunda kalmamız gibi bir duruma düşmek ihtimali tehdit olarak kapımızda durmaktadır. Ordularımız uzun süreli savaşacak mühimmat bile bulamayacaktır. Bunu Kıbrıs çıkarmasında yaşadık. Eğer yedi Arap ülkesi Büyükelçileri Ankara da bir araya gelip arkamızda durmasalar Kıbrıs’a atacak bomba bile bulamayacak yeterli yakıt bile bulamayacaktık. Tüm imkansızlıklar içinde emir dinlemeyen  Savaş Muhrip’i komutanı Albay Güven Erkaya kendisine verilen koordinatların uzağında bir yere gidip en modern iki savaş muhribimizden birini kendi uçaklarımıza batırtıp elli civarı askerimizi de şehit etmiş ya da öldürtmüş sonrada neredn çıktı ise ortaya çıkıveren (ne tesadüf ama) bir İsrail savaş gemisi tarafından değerli savaş sırları taşıdığı çantası ile birlikte İsrailliler tarafından kurtarılmıştır.  İşin en tuhaf yanı nasıl bir ordumuz varsa bu durumuna rağmen sanki orduda başka subay yokmuş gibi Deniz Kuvvetleri komutanlığına kadar terfi ettirilmiş ve DKK olarak 28 şubat da sahte aczimendi uydurmaları ile aslında tamamen askerlerin kontrolündeki mizansenler ile sahte irtica yaratılıp hem PKK korunup birinci tehdit olmaktan çıkarılıp toparlanması için PKK ya destek sağlanırken olmayan irtica varmış gibi gösterilip bankalar soyulmuş Anadolu sermayesi yağmalanmış ve o güne kadar kurulmuş en batıya bağımsız ve ekonomik olarak da çok da başarılı olan hükümet sadece Müslüman oldukları için düşürülüp Türkiye adeta İsrail’in badigartı olmak üzere ABD tarafından yeni bir işe atanmıştır.

Söylenecek söz çoktur. Ama kısaca artık herkes kendi işini adam gibi doğru ve eksiksiz yapmalı,  Askerlerde Tapınak nöbetçiliğini oradaki bölüğe bırakıp askeri teknoloji mühimmat vs. araştırmalarını yerli sanayi içinde de aramalıdır. Eğer rejim aleyhtarı ararken harcadığı çaba, vakit ve masraf ile personelin zamanının onda birini Türkiye’deki küçük  ve büyük sanayi siteleri içindeki kabiliyetlere ayırmalıdır. Eğer aynı para vakit ve personeli bu arayışa yönlendirmiş olsa idi şimdi dünyadan ithal ettiğimizin on katı askeri malzeme satıyor milyarlarca doları sadece cep telefonuna harcamak yerine ASELSAN ve yerli rakiplerinin yerli telefonlarını kullanacak ve dışarı servet akıtmak yerine dışarıdan servet akıtabilecektik. İdeolojik saplantılar ve paranoyanın yerine özgür bırakılan milletimizin başarıda dünyanın muasır medeniyetinin önüne geçmesi de gayet kolay olacaktır. Askerlerin takıntılarının milletimizi geri bıraktığı ise bilhassa son otuz yılda artık iyice anlaşılmaktadır.  

Ordu sadece mali külfet olmayı bırakıp parada kazanabileceğimiz dallarda araştırmalara destek olmalı. Yüz bin şehit daha verip hemen Yunanistan’a girip Atina’ya kadar işgal ederiz diyen Kemal Alemdaroğlu gibi aşırı akıllı aklı eveleri  sırf iyi tapınakçıdır diye İstanbul üniversitesine rektör yaptıkları gibi tüm üniversiteleri de çapsız ve başarısız adamlar ile doldurup ülkeyi de geri bırakmazlardı.

Dünya değişiyor. Bizim komutanlarda değişmeye başlıyorlar ama bu hızla tavşan kaplumbağa yarışmasına dönüyor. Artık üstünden korkmadan çekinmeden elbette saygısını da koruyarak rahatça fikirlerini söyleyen ve bundan şimdi azar işiteceğim diye korkmayan ve bil hassa buna teşvik edilen astların içindeki bilhassa teknik personelin sanayi sitelerini gezip kendi konularında neler yapılabileceğini araştırıp getirmeleri tapınağa ne kadar ihlâsla bağlıdır kriterinden çıkarılıp bu kişi bu işte ne kadar başarılı olabilir kriterine bağlanmalıdır. Üniversitelere de herkesin işimize yarayacak araştırmalarına destek, teşvik ve yardımcı olarak kimliğine bakmadan faydalı olabilecek herkesi koruyup kollamalı. Şüpheli intiharlar ile gündeme gelen üç genç mühendis gibi kişiler gerekirse özel korumalı alanlarda çalışmaları sağlanacak imkânlara kavuşturulmadır. Sanayi siteleri ve personeli ile sürekli iletişim içinde olan personel bulundurulmalı ordunun ihtiyaçlarının öncelikle iç pazardan karşılanmasına çalışılarak yerli sanayi teşvik edilip dünya ile yarışabilir bir hale getirilmeye çalışılmalıdır. Tapınak bekçiliğinden muasır medeniyetin çağdaş normlarını önce kendileri öğrenip benimsemeye çalışmalıdırlar. Bu dünyada babası ölen çocuklar sadece onlardan ibaret değildir. Hiçbir şey olduğundan daha fazla abartılmayıp daima akılcı ve mantıklı olarak realist davranmalıdırlar.

Sayılarımla

A.D.Şimşek   

26 Ağustos 2010 11:48 tarihinde adem kayan <ademkayan@yahoo.com> yazdı:
KİMİN VESAYETİNE EVET?
 
Son zamanlarda medyada ve meydanlarda “evet-hayır” çekişmesi sürerken ortada en
çok tartışılan konu “vesayet sorunu” dur.
 
Bazı kesimler için bu vesayet “Ordunun Kontrolsüz Gücü” dür.  Onlara güre TSK
ülkenin her alanında siyasete müdahale etme gücünü elinde tutmakta ve el
altından yargıyı da kullanarak siyasal sonuçları belirlemektedir.
 
Ordunun kontrolsüz gücüne karşı durulması demokrasi ve hukuk için elzemdir. 
Tabii ki vatandaşın hakları sadece Anayasa veya yasa metinleri içinde kalmamalı,
olabildiğince eksiksiz ve eşitlik ilkesine uygun olarak yaşama geçirilmelidir.
Elbette her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de üstünlerin hukuku değil hukukun
üstünlüğü egemen olmalıdır.
 
Kişisel olarak benim de şikâyetlerim var…
 
Muvazzaf olduğum dönemlerde isimsiz ihbar mektupları ile askerlikten
soğutulduğum, hastalandığım bir gerçektir.  Yıllarca askeri mahkemelerdeki
savcıların oyuncağı olmak gururumu az zedelemedi.
 
Sonra…
 
Emekli bir subay olarak bazı askeri makamlara verdiğim dilekçelere yanıt
verilmemesi beni de yaralıyor.  Otuz yılı aşkın hizmet yaptığım kurumun bana
bile duyarsız olması, sözde Ergenekon kovuşturması kapsamında gözaltına
alınırken hiçbir silah arkadaşımın beni aramaması yüreğimi kanatıyor.
 
Artık Orduevi, Merkez Komutanlığı gibi her askerin uğradığı yerlere bile gitmek
içimden gelmiyor.
 
Bu işin bir tarafı…
 
İşin diğer tarafına bakınca farklı bir tablo var gibi görünse de yıllarca
devletin her türlü gizli kapaklı işlerine aşina olma fırsatım olduğu için pek de
farklı bir durum yok aslında…
 
Nasıl mı?
 
Önce soruyu “TSK – Ordu nasıl kontrolsüz güç olabildi?” şeklinde biçimlemek
gerekiyor.  Gözlerimle gördüğüm manzaralar şunu söylüyor…
 
“…  ABD, 1970’lerden itibaren küresel bir hegemonya yaratmıştır.  Doğrudan diğer
ülkelerin kurumları veya siyasal partilerine bilgi, istihbarat, finans ve
teknolojik müdahale ve yardımlar yaparak istediği kurumu ‘kontrolsüz güç’ haline
getirebiliyor…  Eski SSCB yıkılırken ‘generallere Karadeniz kıyısında birer
villa verin ve şu kadar askeri personeli altı aylık ücretli izin verin ve
ilişiklerini kesin’ emrini verebilen ABD’dir…  Alman, İspanyol, İtalyan ve hatta
İngiliz ordularındaki tasfiyelerde ABD merkezli istihbarat raporları ve tabiri
caizse direktifler yıllarca sessiz sedasız uygulanmıştır…”
 
ABD; 1 Mart teskeresinin TBMM’den geçirilememesinin suçunu Genelkurmay Başkanı
Özkök’ün beceriksizliğine bağlamış ve ABD’nin Türkiye bağlantılarını sivil
kanada kaydırmıştır.  AKP bu fırsatı çok iyi kullanmış ve sözde ABD’nin
stratejik ortağı olarak halen Türkiye’de kontrolsüz bir güç haline gelmenin
keyfini sürmektedir.  Dolmabahçe buluşması da bu devir – teslimin tarihini
belirlemiş ve Türkiye’de yeni bir devrin başladığını kanıtlamıştır.
 
Kısacası kontrolsüz güç kavramının kaynağını görmek istiyorsak bugün bu asla TSK
veya Ordu değildir.  Mensuplarının yaramaz çocuklar gibi kulaklarından tutularak
kodese sokulduğu, itilip kakıldığı bir kuruma “kontrolsüz güç” etiketi basmak
birilerinin işine gelebilir.  Ancak, TSK ve Ordu düşmanlığı hiçbir Türk
vatandaşına hiçbir kazanç sağlayamaz.
 
AKP’nin işi zordur.  Çünkü ABD’den gelen direktifleri çeşitli senaryolara
sokarak bütün kurumlardan “ulusal düşünce” yi silmek pek de kolay olmasa
gerektir.  Bunun için başının üzerinde demoklesin kılıcı gibi duran Yargıyı
tasfiye etmek gerekmektedir.  Aksi takdirde küresel dünyada çevre kuşak bir ülke
konumunda kalmayı kendine yediremeyecek bir milletin bölgesel dengelere çomak
sokması sözkonusudur. 

 
Nerden mi çıktı?
 
Çok basit…  Uydu anteninizi Hotbird’e ayarlayın ve Pentagon Channel’de State
Department Brifinglerinde sorulan sorulara ve yanıtlarına kulak kabartınız…
 
Sözcü şöyle ifade ediyor…
 
“…  Bugün İran’ın yanında saf tutan ülkeler çok yanlış yapmaktadırlar ve onların
da akibeti aynı olacaktır…  Bu konuda daha fazla bir şey söylemek istemiyorum…”
 
Doğru ya da yanlış…
 
ABD’nin vesayeti altındayız ve yakın gelecekte de olmaya devam edeceğiz…  Bu
vesayet AB şemsiyesi altına girsek bile devam edeceğe benziyor…
 
Ama…
 
Onurlu bir vatandaş olarak, totaliter bir rejim altında vesayete “hayır” deme
hakkımızı da kolayca devretmemeliyiz.  Bu çok ince ve hassas gerçeğe sırtımızı
dönersek ebediyen kölecesine yaşamaya veya vesayeti yeni bir sivil savaşla
yıkmaya hazır olmalıyız.
 

Adem KAYAN




--
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
 
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
 
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.