[anadoluhaber] YÜCE SEL'den KONUŞMA - 1

''KONUŞMA'' -1- 
  
06.08.2010 


Bugün 2 Ağustos 2010. Biliyorsunuz, 20 yıl önce, bugün, Irak Devleti, tarihi-coğrafi bakımdan Irak'ın bir parçası olan Kuveyt adlı İngiliz ileri karakolunu anavatan topraklarına katmıştı. Türkiye, iki Almanya'nın birleştiği, Sovyetler Birliği'nin aşağı yukarı bir yıl sonra resmiyete dökülüp sona erecek dağılma sürecinin hızlandığı bir zamanda gerçekleşen bu fetih hareketini takiben Irak'la birlikte hareket edebilseydi, Atlantik İttifakı'nın kaçınılmaz çöküşü hızlanır, bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olurduk.

Türkiye, fetih hareketini takiben meşru Irak Devletiyle hareket edebilseydi neler olurdu?

Askeri bir hakikat, Edirne'den Basra körfezine uzanan genişlikte bir cephenin altında kalacağı için, ABD, 17 Ocak 91 Saldırısına öyle kolay kolay teşebbüs edemezdi. AB-D hesabına faaliyet gösteren paravan-örgüt BM, Türkiye ve Irak'ın ikisine birden ambargo uygulaması başlatamaz, başlatsa bile sonuç alamazdı. Kuveyt'i bir parçası olarak elde tutacak Irak'la ittifakın Türkiye'ye sağlayacağı imkanlar bir yana, Türkiye-Irak ittifakının sömürgeci terörist saldırganlara karşı kazanacağı muhteşem zaferin tsunami etkisiyle, Atlantik İttifakının ayakta tutmaya çalıştığı liberal çapulcu statüko, hem merkez ülkelerde, hem de sömürgelerde temellerinden sarsılır, duvarında kolayca onaramayacağı devasa gedikler açılırdı.

Geçmişte gerçekleşmemiş bir zaferin gelecekteki muhtemel sonuçlarının neler olabileceğini yüzde yüz isabetle tek tek sayıp dökemeyiz ama şayet Türkiye-Irak İttifakı gerçekleşmiş olsaydı;

1-Atlantik İttifakı, bölgemize işgal harekatı düzenleyemez, hava saldırılarıyla yetinmek zorunda kalırdı.

2-Dolayısıyla meşru Irak yönetimi varlığını korur, Irak'ın kuzeyinde, vatanımızın güneyine gözünü dikmiş kukla bir idarecik ortaya çıkamazdı. Varlığını, yaşadığı evin kapısını düşmana açarak sürdüren peşmerge hareketi, Irak'ta oynadığı rolü Türk topraklarında oynayamaya kalkışamaz ve de yurdumuz topraklarındaki mevcut iç savaş, içinde bulunduğumuz aşamaya yükselmeden sona ermiş olurdu.

3-Sovyetler Birliği'nin dağılma süreci daha müspet seyreder, şimdilerde havası kaçıp pörsüyen Turuncu Şahmaran, bir zamanlar Bağımsız Devletler Topluluğu coğrafyasında, Yetsin'in başkanlığı da dahil, o derece ahtapotlaşamazdı.

Bu ihtimali, Almanya'nın dağıttığı Yugoslav birliği için de ileri sürebiliriz. Yeri gelmişken, Kosova'nın tarihi bakımdan Sırbistan'a ait olduğunu, Kosova'daki idareciğin Irak'ın kuzeyindeki yapılanmadan daha az kukla olmadığını belirteyim. Kosova, biliyorsunuz, Irak'ın kuzeyini Türk Milletinin zihninde meşrulaştırmak için kullanılıyor. Bu saçmasapan paralelliği, bir zamanlar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'yle de kurmuşlardı. Yüzlerinde kül yutmaz bir tebessüm ifadesi, "ABD Irak'ın kuzeyinde işgal kuvvetiyse, Türk Ordusu da Kıbrıs'ın kuzeyinde işgal kuvveti değil mi?" diye soruyorlardı.

Başka neler olurdu?

Türkiye-Irak İttifakı gerçekleşmiş olsaydı, "Amerikan Propaganda Makinesi"nin, kitlelerin moralini bozmak maksadıyla, "Millici, tam bağımsızlıkçı yönetimlerin, liderlerin sonu işte böyle olur!" mesajıyla yüklü propaganda faaliyeti yürütürken kullandığı malum görüntülerden yoksun kalacağı kesindi.

Uzun ambargo yılları boyunca her fırsatta kullanılan "Irak'tan yokluk manzaraları" görüntüleri... 2003 Saldırısı sırasında yayınlanan, hani şu çoğunun silah zoruyla çekildiği, bir kısmında da Irak askeri kılığına bürünmüş peşmergelerin figüranlık yaptığı sonradan anlaşılacak olan, güya "Amerikan askerini görür görmez, hemen önünde diz çöküp postalını yalamaya başlayan Irak askerleri" görüntüleri... Ve özellikle Irak Devlet Başkanı Şehit Saddam Hüseyin'in düşmana esir düştüğü günlerde her 15 dakikada bir yayına verilen -bir evde çarpışarak esir düştüğü halde, güya onu saklanırken yakaladıkları- toprağın altındaki sığınak-çukur görüntüsü falan.

İttifak gerçekleşmiş olsaydı, 40'lardan itibaren adım adım kurulan "Amerikancı Vesayet"i parçalayıp, bağımsızlığını kazanmış bir Türkiye'de yaşıyor olurduk diyeceğim ama Türkiye'nin Irak'la müttefik olabilmesi için, 2 Ağustos 1990 tarihindeki Türkiye'nin zaten "Vesayeti"i parçalayıp, bağımsızlığını kazanmış bir Türkiye olmuş olması gerekiyordu ki, öyle bir Türkiye, bugün ortada olmadığı gibi o tarihte de yoktu. Aksine, o tarihten 10 yıl evvel, 12 Eylülle önü açılan Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı olduğu bir Türkiye vardı. Arkadaşlar, "O Türkiye", her kesimden samimi vatanseverlerin bedeli ne olursa olsun er ya da geç doğacak olan derinlerdeki "Esas Türkiye"si olarak değil, her kesimden liberal çapulculuğun "Sahte Türkiye"si olarak vardı.

Açılımı "Talabani Cumhuriyeti" olan "T.C"nin programa bağlandığı o yıllardaki Türkiye'nin başında bulunan zevatın Irak'la güçbirliği yapması elbette mümkün değildi. Nitekim, fethin hemen ertesinde Türkiye'ye ziyarete gelen Irak Başbakan 1.Yardımcısı Şehit Taha Yasin Ramazan'ın ilettiği güçbirliği teklifini kabul etmediler.

Teklif neleri kapsıyordu, neydi?

Görüşmenin muhtevasını karartmak için uydurulan, "Özal'ın beli tabancalı diye Taha Yasin Ramazan'ı azarladığı, onun da çok korkup mosmor olduğu" türünden liberal çapulcu hurafeleri bir yana bırakacak olursak, Taha Yasin Ramazan'la Özal arasında o çok önemli görüşmenin bütün ayrıntıları, aradan 20 yıl geçmesine rağmen tam olarak itiraf olunmadı.

Güçbirliğinin niteliği, vaktin gazete haberlerine yansıdığı kadarıyla aslında bellidir.

"Muhtemel saldırı, sadece Irak'ı değil, bütün bölgeyi hedef alıyor. Türkiye'nin bütünlüğü de tehdit altında. Araplar ve Türkler olarak, bölgemizdeki üç büyük devlet geleneğinden ehli sünnet olan ikisini temsil ediyoruz. İç bölücülüğü de kullanan ortak stratejik düşmana karşı stratejik işbirliğine gidelim, Türkiye-Irak ittifakını kuralım; toprak ve devlet bütünlüğümüzü korumanın başka yolu yok"

Bu cümlelerle telaffuz edilmiş olsun olmasın, bizim İstiklâl savaşımızın başlangıç günlerinde ortak istiklâl mücadelesi teklif eden Arap vatanseverlerine, her iki millet tam bağımsızlığını kazandıktan sonra, ilerde -muhtemelen konfederasyon kurarak- güçbirliği yapma kapısını açık bıraktığımızı hatırlarsak; Irak Başbakan 1.Yardımcısının Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine "...İkili ilişkilerimizden rahatsız olan taraflar, Türkiye'ye uyguladıkları baskı politikasında başarısızlığa uğrarlarsa ki uğrayacaklardır, o zaman Türkiye-Irak-Kuveyt işbirliği çok ileri boyutlara gidecektir" sözleriyle ilettiği teklif, çok muhtemeldir ki "stratejik ortaklık" teklifiydi.

10 ekim 92 tarihli Cumhuriyet gazetesinde "Kürt devleti tehlike değil" başlığıyla yayınlanan haberden aktarıyorum:

"...Özal, Kuzey Irak'ta Kürt federe devleti ilanıyla sonuçlanan gelişmeleri, 'normal bir süreç' olarak niteledi. Kuzay Irak'ta, kararı alınan Kürt federe devletini, bir devlet olarak görmediğini, bölgede böyle bir devletin kalıcı bir biçimde kurulabileceğini inanmadığını da belirten Özal'ın, Türkiye'nin de, bölgede kalıcı bir Kürt devletini kabul etmesinin söz konusu olamayacağını vurguladığı kaydedildi. Bugün için Kuzey Irak'ta alınan federe devlet kararının, Türkiye açısından bir tehlike unsuru olamayacağını, bu devletin Türkiye'ye bir zararınını olamayacağını da savunan Özal'ın, 'Bunlar, öyle söylendiği gibi bir devlet kuramazlar, ama şimdiden hemen ortaya çıkıp, bunları peşinen düşman gibi görüp, düşman ilan edip, karşımıza almanın da bir yararı yok. Bunları düşman olarak görmemek lazım' dediği öğrenildi.

Yüksek yargıçlarla yaptığı görüşmelerde, Irak lideri Saddam Hüseyin'in mutlaka iktidardan uzaklaştırılması gerektiğini de vurgulayarak, ancak Saddam'ın iktidardan uzaklaştırılması halinde bölgede istikrarın olabileceğini savunan Özal'ın, Kuzey Irak'ta alınan devlet kararının, Saddam'ın iktidarına son verilmesi açısından yararının olabileceğini söylediği de kaydedildi.

...Saddam Hüseyin'in PKK'yı desteklediğini anımsatan Özal, PKK'yı Kuzey Irak'tan çıkarmak için çatışmaya giren Kuzey Iraklı Kürtlerin bugünkü mücadelesine de dikkat çekerek, bu gelişmenin de Türkiye'nin yararına olableceğini belirtti. Özal'ın, yüksek yargıçlarla yaptığı görüşmelerde, Türkiye'nin Irak gibi bölünüp parçalanmasının mümkün olamayacağını vurguladığı da kaydedildi. 'Türkiye, Irak gibi olamaz. Çünkü, bizdeki Kürtler, öyle tek bir bölgede yaşamıyor. Her bölgede yaşıyorlar' diyen Özal'ın, Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devletinin Türkiye'den herhangi bir biçimde toprak almasının mümkün olamayacağını da ifade ederek, 'Bizimkiler, onlarla birleşmez' dediği öğrenildi"

Bugün içinde bulunduğumuz şartların nasıl bir "vizyon"un mahsulü olduğunu, Irak'ın yaptığı "Tarihi Güçbirliği Teklifi"ne sırt çevirip, henüz ortada paravan-örgüt BM Güvenlik Konseyi kararı dahi yokken, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatarak, Irak'a ambargo uygulamasını başlatan Özal yönetiminin izlediği politikanın, 2 Ağustosun üzerinden 2 yıl bile geçmeden hangi gelişmelere yol açtığını, daha da açacağını görüyorsunuz değil mi?

Yine aynı haberden aktarıyorum.

"Türkiye'de bugün için, bu topraklarda yaşayan herkesi bir şemsiye altında toplayabilecek bir kavrama gereksinim olduğunu belirten Özal'ın, 'Eskiden bu topraklarda yaşayan herkes, Rum da, Ermeni de, 'Ben Osmanlıyım' dermiş. Şimdi de herkes çıkıp 'Ben Türküm' diyebilmeli. Bunun için de bazı şeylerin yapılması gerekir. Yani, isteyen çıkıp, 'Ben Türküm, ama Kürt asıllı Türküm' diyebilme imkanına sahip olabilmeli. Bunu söylemesinin de hiçbir zararı olmaz" dediği öğrenildi"

Peki 80'lerin ortalarından itibaren, bir yandan etnik yaltakçı medya, bir yandan bozguncu propaganda faaliyeti, onca yıldır maruz kaldığı beyin yıkama-peşmergeleştirme operasyonuna rağmen, bugün bile yüzde sekseni kendisini, "Türküm... Türküm ama boşnak asıllı Türküm" ya da "Türküm... Türküm ama laz asıllı Türküm haa!" diye değil, tam bir PAZARLIKSIZ SAMİMİYET ruhuyla, "ama"sız olarak, "Müslümanım, Türküm" diye ifade eden Türk Milleti, aktardığım sözlerin edildiği 92 Ekiminde, şusuyla, busuyla, hatta az da olsa bu millete bağlı kalan yabancı kökenden unsurlarıyla ortada yok muydu?

3 yıl sonra, Hürriyet'in 6 Ekim 95 tarihli nüshasında "Türkiye Hata Ediyor" başlığıyla yayınlanan bir başka haber.

"BATI KÜRT DEVLETİ İSTİYOR

Batılılar ne derse desin, Irak'ın kuzeyinde ve Türkiye'nin güneydoğusunda bağımsız bir Kürt devleti kurmak niyetinde oldukları açıkça belli olmuştur. Biz bu konuyla, yalnız devrimden beri değil, knallık zamanından beri meşgulüz. Dolayısıyla konuyu herkesten iyi biz biliriz. Irak'ın bağımsızlığını kazanmasından beri, İngilizler ve siyonizm, Irak'ı zayıflatmak için bu konuyu kurcalamaktan hiç geri kalmamışlardır. Bu çabalar, elbette yalnız oralardaki aşiret reislerini değil, halk yığınlarını da etkiliyor. Biz de tabi, kendi güvenliğimizi ve bütünlüğümüzü korumak için zaman zaman tepki gösteriyoruz. Çünkü Ortadoğu'da çeşitli etnik gruplara dayanarak yeni devletler kurmanın sonu yoktur. Bölge halklarını aşiret yapısından kurtarmak için gerekli çözümler, ırk ve mazhep ayrılıklarını aşan milli devletlerden geçer...

BÖLGE PETROLÜ TEHDİT ALTINDA

Önemli olan şudur. Ayrı bir Kürt devleti kurulduğu zaman, onun ekonomik bakımdan ayakta durabilmesi için önemli bir doğal kaynağa sahip olması gerekecektir. Bu kaynak, bölgemiz için petroldür. Kürtlerin yaşamakta oldukları topraklar altında petrol olmasa bile, yakındaki petrol bölgelerinin de bu devlete katılması istenecektir. Yalnız Kürtler değil, batılı devletler de aynı görüştedirler. Dolayısıyla bizim petrolümüz gibi İran'ın petrolü de tehdit altındadır.

İşin özü şudur: Bölgedeki devletlerin toprak bütünlüğü ve egemenliği üzerinde oynanan bir oyun var. Özellikle sizin ve bizim. Bu bakımdan sizinle açık konuşuyorum. Türkiye'nin Dublin'e katılması hata olmuştur. Gözlemci sıfatıyla katıldık da deseniz, verilen görüntü bir 'zımni muvafakat' görüntüsüdür.

PKK'YI ONLARLA ÇÖZEMEZSİNİZ

Bölgenin Kürt reislerini, yani Barzani ile Talabani'yi barıştırmak ve onların yardımıyla PKK sorununu çözmek düşüncesi yanlıştır. Biz onları çok iyi tanıyoruz. Bizimle uğraşan devletlerin politikalarına göre tutum değiştirirler. Örneğin geçmişte, bugünkü Mesut Barzani'nin babası Mustafa Barzani, Batılıların kışkırtmasıyla bize karşıyken, Celal Talabani bizden yanaydı. İran savaşı sırasında tutum değiştirdi. Onlarla ilişkili devletlerin bize karşı tutumları da petrol politikamıza göre değişir. Örneğin biz 1972 ve 1973 de petrolü millileştirmeden önce, Sovyetler Birliği Kuzeydeki Kürt isyanlarını teşvik etmekteydi. Millileştirmeden sonra vazgeçtiler ve Kürtlere 'Gidin, Bağdat'la görüşün' diye nasihatler vermeye başladılar. Kürt gruplarıyla 1970'de vardığımız özerklik anlaşmasını 1974'de uygulamaya koyacağımız zaman da Kissinger ile İran Şahı arasındaki anlaşma sonucunda ve Şahın Barzani üzerindeki baskısı üzerine bu adımı atamadık. 91 Saldırısından sonra ise, Barzani ve Talabani'yle vardığımız anlaşma Amerikalıların kışkırtması yüzünden uygulanmadı.

BİZİMLE İŞBİRLİĞİ YAPIN

Şimdi Türkiye, kendi güneydoğusundaki ve Irak'ın kuzeyindeki durumlarla ilgili olarak geçici çözümleri bir yana bırakmak ve konuyu bütün tarihsel boyutlarıyla düşünmek zorundadır. Aramızdaki tarihsel bağlar ve gerçekleştirebileceğimiz ekonomik ilişkiler bugünkü durumları aşmamızı ve bölge halkları için doğru olanı yapmamızı gerektiriyor. İçinde bulunduğumuz koşulların zor olduğunu biliyorum ama, politikacılar zor koşullarla başa çıkmak için vardır. Türkiye'nin Irak'a yapılan haksızlıklara karşı çıkması ilk ağızda bazı kayıplara uğramasına, örneğin kısa vadede kendisine yapılan yardımların kesilmesine yol açsa da politikacıların asıl ödevi uzun vadede ülkelerindeki halkların yararına olanı yapmaktır"

Bağdat'a güç bela bir resmi ziyarette bulunan zamanın Türk Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal'a, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, 95 yılı sonlarında durumu böyle izah ediyor.

"Güç bela ziyaret" diyorum, 25 yaşın altında olanlarınız pek hatırlamaz ama bozgunculuğun hem Türkiye, hem de Irak kollarıyla yıllardır açıkça ve adeta resmen görüşenler, Dışişler Bakanının meşru Irak devletine resmi bir ziyarette bulunmasını engellemek için yoğun bir psikolojik kampanya yürütmüşlerdi. Bacak kadar muhabirlerin, kameralar önünde, üzerine yürürcesine, "Siz Saddamcı mısınız!" diye hesap sormaya kalktığı Mümtaz Soysal, o görüşmeyi bütün ayrıntılarıyla Türk Milletine anlatabilir. Medya baskısı altında açıklayamadığı önemli ayrıntılar olabilir diye söylüyorum.

15 yıl sonra, rasgele bir haber sayfasını açıp, bakalım, ne alemdeler. Gerçek gündem adlı bir sayfa... "Dörtyol'da çıkan olaylar sırasında kuyumcu dükkanını kundaklayan 3 kişiden 2'si tutuklandı" diye başlayan küçük bir haber mesela... Haberin başlığı, "Milliyetçi duygularla soygun!"
Başlık böyle olduğuna göre, tutuklananların böyle bir açıklama yapmış olması lazım değil mi?... Ama yok. Tabii maksat "soygun" ve "milliyetçi" kelimelerini birlikte kullanarak "milliyetçi" sıfatını menfileştirmek. Tıpkı, "vatan...vatansever" kelimelerine yaptıkları gibi.

Bu da S.Akinan'ın yazısı... "Birbirini boğazlamaya hazırlanan sevgili Kürtler ve Türkler"e seslenmiş.

Nedense, tam da Türk Milleti bütünlüğünden yana seslerini yükseltmeleri gerektiği anda, o ana kadar görünüşte samimiler içindeki sallantılı unsurların birden kendilerini "tarafsız"... "millet dışı" bir konumda hissedecekleri tutar; bulundukları "bitaraf" kürsüden, "Birbirini boğazlamaya hazırlanan sevgili Türklerle, sevgili Kürtlere" nasihatte bulunurlar.

Sorunun "Kürt sorunu" değil fakat bir batı sorunu, daha da açılırsa, bölgemizde bir "Amerikan sorunu" olduğu anlaşılmazsa, mevcut çatışmayı "Türk-Kürt kavgası" olarak algılamak kaçınılmaz olur.

Mücadele, evin içindeki düşman ve ona kapıyı açan bozgunculukla, Türk Milleti arasında.

Böyle daldan dala atlayarak konuşurken, rahat olun, kendinizi de sıkmayın. Etrafla da ilgileniriz, haberlere de bakarız, lafımızı da söyleriz, lazımsa latifemizi de yaparız. Duyuyorum, evet, sanıyorum Türkiye'nin güneydoğusundan, güneydoğusunun da güneyinden bir yerlerden "İngilizcesini de söyleyelim, 'Demokratic otonomy'..." gibisinden şarkımsı mırıltılar geliyor. Bir koro olmalı. Gerçi ne denmek isteniyor, Gatenby İngilizcesiyle pek çıkaramadım. Tebessüm ettirdiğine göre, komik bir şeyler olmalı.

Neyse... İki tane "vizyon" sundum size. Biri şimdiki duruma yol açan ve halen terkedilmeyen Özal vizyonu, diğeri Türk Devletini idare edenlerin hakikati görmelerini 16 yıl bekleyen Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in ortaya koyduğu vizyon.

Üzerinde biraz daha duracağım, fakat bu kadarıyla bile, 1919 şartlarında, samimi Arap vatanseverleriyle yaptığımız bir bakıma "sözlü mutabakatı" dikkate alarak, niçin "Türkiye, Kuveyt'in fethini takiben Irak'la birlikte hareket edebilseydi, Atlantik İttifakı'nın kaçınılmaz çöküşü hızlanır, bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olurduk" dediğim anlaşılmıştır umarım.

Mademki Türkçe anlaşılmıyor, ara vermeden evvel, yüzümü güneydoğuya, güneydoğunun da güneyine dönüp, İngilizce söylüyorum:

Game is over!

The liberation of Motherland has begun!
Yüce SEL
 

--
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
 
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
 
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.