Suriye gündemi ve Müslümanların tutumu

   Uluslararası alanda, hele ki emperyalist batıdan gelen hiçbir desteğin karşılıksız olmayacağı, desteği alanın destek verene bir şekilde gebe kalacağı şüphe götürmez bir gerçektir.

Zor durumdaki gruplar, verdikleri sözler ve tavizler neticesinde dış desteği hak ederler. Elbette bu desteğin karşılığında bir takım iddialarından vazgeçmek durumunda kalırlar.


ABD, şeriat, cihad ve ümmet gibi fikirleri savunan bir İslam devletinin dünya siyaset sahnesinde yer edinmesini asla kabul etmez. Bunun da ötesinde kendi emperyalist hedeflerinin gereği olarak şartsız desteklediği İsrail’e komşu olmasını ise hiç istemez. Bu nedenle bugüne kadar Müslümanların tırnaklarıyla kazıyarak biriktirdikleri kazanımların üstüne konma gayreti gösterecek, devrimi ve mücadeleyi kendi batıl fikirleri çerçevesinde teşekkül edecek bir devlete tahvil etmeye çalışacaktır.


Yirmi ayı aşkın bir süredir gerçekleşen olaylarda resmi rakamlara göre kırk bini aşkın insan hayatını yitirdi. Gelinen noktada Suriyeli Müslümanlar Allah’ın yardımı ile ülke genelinde kontrolü tamamıyla ele geçirmeye doğru emin adımlarla ilerliyor. Gerek Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gerekse diğer muhalif gruplar hemen her gün farklı bir başarıya imza atıyor. Rejimin kontrolü yitirdiği ve gidici olduğu artık Esed’in destekçileri tarafından dahi ifade ediliyor.
Ülke içindeki mücadele bu vasat üzere iken emperyalist batı tabiatı gereği kendi çıkarını önceleyen stratejiler izliyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), muhalefetin bir kısmını, Nusret cephesi ve destekçilerini, terörist gruplar listesine aldı. Buna paralel olarak Ulusal Koalisyon’u Suriye halkının meşru temsilcisi kabul ettiğini açıkladı. Bu tavrı ile ABD, muhalefetin zaferi ile neticelenmesi muhtemel bir İslam devletini tanımayacağını ima ediyor, kendi kapitalist dünya görüşünü benimsemiş ve sömürebileceği bir demokrasi kurulmasını istiyor. Bu anlamda meşruiyetini tanıdığı Ulusal Koalisyon üzerinde baskı uygulamaya, bu koalisyonun fikir babası olarak kendinde yetki görüyor. Bilindiği üzere ABD dışişleri bakanı Clinton Ulusal Konsey’in muhalefeti temsil etmediğini ifade etmiş ve çok kısa bir süre sonra Doha’da Ulusal Koalisyon kurulmuştu.
ABD önderliğindeki emperyalist batı ve NATO, Suriye’yi küresel çıkar mücadelesinde pastadan bir dilim olarak görüyor ve esasında Suriye insanının yaşadığı korkunç trajedi ile pek de ilgilenmiyor. Öyle ki batı, ülke içi ve dışında yardıma muhtaç Suriye halkı için bu güne kadar kılını dahi kıpırdatmadı. Yeri gelmişken ifade edelim ki bu durum Suriye halkının emperyalist batıdan gerçek “dost” olmayacağını ve müminlerin velisinin kim olduğunu tam olarak anlamalarıyla neticelenmiş durumda. Batı şimdi ise belki de sona yaklaşılırken, az bir paha ve zahmete karşılık, yeni şekillenecek otorite konusunda söz sahibi olmak istemektedir. Çökmekte olan rejim için Rusya’nın himayesini yavaş yavaş çekmesi sonrasında, meşruiyetini tanıdıkları Ulusal Koalisyon üzerinden ÖSO’yu destekleyecekleri ifade ediliyor.
Uluslararası alanda, hele ki emperyalist batıdan gelen hiçbir desteğin karşılıksız olmayacağı, desteği alanın destek verene bir şekilde gebe kalacağı şüphe götürmez bir gerçektir. Zor durumdaki gruplar, verdikleri sözler ve tavizler neticesinde dış desteği hak ederler. Elbette bu desteğin karşılığında bir takım iddialarından vazgeçmek durumunda kalırlar. ABD, şeriat, cihad ve ümmet gibi fikirleri savunan bir İslam devletinin dünya siyaset sahnesinde yer edinmesini asla kabul etmez. Bunun da ötesinde kendi emperyalist hedeflerinin gereği olarak şartsız desteklediği İsrail’e komşu olmasını ise hiç istemez. Bu nedenle bugüne kadar Müslümanların tırnaklarıyla kazıyarak biriktirdikleri kazanımların üstüne konma gayreti gösterecek, devrimi ve mücadeleyi kendi batıl fikirleri çerçevesinde teşekkül edecek bir devlete tahvil etmeye çalışacaktır. Nitekim ‘kimyasal’ uyarıları da bu amaca hizmet etmektedir. Aynı günlerde Suriye halkının güvenini ve gönlünü kazanmış Nusret cephesinin terörist gruplar listesine alınmış olması da dikkatlerden kaçmaması gereken bir hadisedir. ABD’nin niyeti, bu iki gelişmeden ve diğer resmi açıklamalardan okunduğu kadarıyla şu olmalıdır : “Irak’a girmek için kullandığımız kimyasal silah bahanesini Suriye için de kullanacağız, ister Esed bu silahları kullanmış olsun, ister teröristlerin eline bu silahlar geçmiş veya geçecek olsun. Üstelik Suriye’ye saldırırken sadece rejim birliklerine saldırmakla kalmayacak, terörist grupları da hedef tahtasına oturtacağız. Öyle ki yeni Suriye’nin şekillenmesinde radikal unsurların söz sahibi olmasına asla göz yummayacağız.”
Bilindiği gibi koalisyonun başındaki el-Hatip, ABD’den Nusret cephesi ile ilgili kararını tekrar değerlendirmesini istedi. Bundan daha izzetli duruşu ise Ulusal Konsey’in Hristiyan lideri George Sabra’dan geldi : “Suriye halkı, Nusret cephesini Suriye devriminin bir parçası olarak görmektedir. Batı’nın Nusret cephesini terör örgütü olarak kabul etmesi, ‘Suriye’de yaşanan doğal bir halk intifadası değil yabancı güçlerin saldırısıdır’ diyen Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in iddialarını güçlendirmektedir.” Bu noktada Suriye’nin “meşru temsilcileri” ABD’nin yaklaşımına sıcak bakmasa da değişen bir şey olmayacak çünkü Koalisyon aldığı/alacağı yardım ve meşru tanınmasına karşılık batıya borçlu kalacaktır. Bunun göstergesi ise Özgür Ordu Birleşik Komutanlığı yapılanması içinde Nusret cephesinin ifade edilmemiş olmasıdır. Her ne kadar Ulusal Konsey Başkanı George Sabra “biz yalnız silah istiyoruz, yeterince askerimiz var” demiş olsa da NATO insiyatifi muhaliflere bırakmak istemeyecektir. Bu sebeple Suriye’de etkin olma potansiyeline sahip İslami grupları zayıflatmak adına İslami muhalefete de saldıracaktır. Bu ise Suriye’de halkın acılarının bir süre daha dinmeyecek demektir. Ancak cihad okulunda iki senedir yetişen Suriye halkı, Allah’ın yardımı ile en sonunda NATO’yu da defetmeyi bilecektir. Umudumuz odur ki bugüne kadar uluslararası dengeler gereği Suriye’ye giremeyen emperyalizm bundan sonra da girmeye fırsat bulamaz ve Müslümanlar da Allah’ın hükmünün hâkim olacağı adil bir devlete kavuşurlar.
Batı, bu güne kadar Suriye halkının çilesine ortak olmamıştır, ancak daha önceki bir yazımızda ifade ettiğimiz gibi işin rengi Müslümanlar lehine döndüğünde kendi çıkarlarını korumak niyetiyle şimdi NATO vasıtasıyla devreye girmek istemektedir. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ise sürece üyesi olduğu NATO eksenli bakmakta ve maalesef Müslümanların kazanımlarını kayba dönüştürecek şekilde Suriye’deki demokratik oluşumları desteklemektedir.
İslam coğrafyasındaki Müslüman halklar artık totaliter rejimler istememektedir, ancak demokrasiye ikna edilebilirler. Açık olan şudur ki batının bölgedeki çıkarının devamı için Suriye’de bu sistem hâkim olmalıdır. Çünkü batı açısından bir devletin entegrasyona, uzlaşıya, yönlendirmeye ve sömürüye açık olabilmesi için onun demokratik bir devlet olması gerekir. Bu sayede kamuoyunu etkilemek için elitleri yönlendirebilir ve ülke kaynaklarını rahatlıkla sömürebilirler.
Gerek İslami gruplar içerisinde olsun, gerek ÖSO bünyesinde olsun çarpışan tüm Müslümanların neyi talep etmeleri gerektiği noktasında uyanık davranmaları gerekiyor. Zalim Esed rejimine nazaran demokrasi bir merhale olarak görülmemeli, hakkı talep etmek dururken ve ödenen bunca bedelden sonra hedeflenen siyasi yapı, batının da hararetle arzu ettiği demokrasi olmamalıdır. Akan bunca kan ve çekilen bunca çile ancak hâkimiyetin Allah’ın olduğu bir devlet ile taçlanırsa gerçekten anlamlı olacaktır. Aksi halde “hâkimiyet Esed’indir” cümlesinin yerini “hâkimiyet milletindir” veya “hâkimiyet seçkinlerindir” cümlesi alır, ancak temelde değişen bir şey olmaz ve kula kulluk devam eder.
Bu noktada Suriye muhalefeti içinde yerini alan Müslümanlara, Suriye halkına ve ümmetin geri kalanına düşen nedir konusuna gelmek istiyoruz.
Suriye halkı yalnız Allah’a güvenileceğini, emperyalist batı, Rusya, Türkiye ve İran’ın kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen taraflar olduğunu anlamıştır. Adaletin tesisi ve kendilerini Baas zulmünden kurtarmak için can veren tüm İslami muhalefete sahip çıkmalıdır.
Suriye dışındaki Müslümanlar, batının yardımlarıyla kendine gebe bırakmak ve güçlendirmek istediği demokrat muhalefete karşılık İslam haricinde bir çözümü kabul etmeyen muhalefeti desteklemek zorundadır. Bu hususta IHH’nın çabaları her türlü övgüyü hak etmektedir ancak bu destek her mümin için insani yardım kuruluşlarına havale edilemeyecek kadar hayatidir. Bu konu sürekli gündemleştirilmeli, her Müslüman “ben ne yapabilirim?” sorusuna kafa yormalıdır.
İslami muhalefet, Suriye halkının güvenini kazanmış ve halkla beraber büyük bedeller ödemiştir. Bu güvenin devamı İslami muhalefetin Esed sonrası Suriye’deki kamuoyu desteği için çok önemlidir. Kontrolleri altındaki bölgelerde kalkın ihtiyaçlarının karşılanması ile de ilgilenen mücahitler bu hizmetlerinde de başarılı olmak zorundadırlar. Bu güne kadar münferit menfi vakalar yaşanmış olabilir, ancak halkın tüm ihtiyaçlarıyla ilgilenmekte, yiyecek, güvenlik ve ısınma gibi bir anlamda belediye hizmeti vermeye çalışmaktalar. Tüm bu ihtiyaçların temini için mücahitlerin kontrolündeki bölgelerin desteklenmesi, insani yardım çalışmalarında bu bölgelerin öncelenmesi önem arz etmektedir. Ayrıca İslami muhalefetin Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olması için güç birliği yapmaları da zorunludur. Temel ilkeler üzerinde gerçekleştirilecek bir mutabakat çok önemli hatta zaruridir. Teferruatta boğulup ayrılmaları ve çekişmeleri “rüzgârlarının kesilmesine” neden olacaktır.
Suriye imtihanı ümmet için olanca çetrefilliğiyle devam etmektedir. Bu süreçte her Müslüman istikamet üzere olmanın bilincinde ve gayretinde olmalıdır.

Ömer Karataş
İslam ve Hayat



0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.