Cemil Çiçek:Anayasa'nın 138. maddesi ölmüştür.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, 2014 vizyonuna ilişkin gazetecilerle TBMM’de bir araya geldi. Türkiye'de yasama organı TBMM'nin Başkanı Cemil Çiçek,"Anayasa'nın 138. maddesi ölmüştür" dedi.TBMM Başkanı Cemil Çiçek, 2014 vizyonuna ilişkin gazetecilerle TBMM’de bir araya geldi. Türkiye'de yasama organı TBMM'nin Başkanı Cemil Çiçek, "Anayasa'nın 138. maddesi ölmüştür" dedi

Çiçek, 2014 vizyonuna ilişkin basın mensupları ile düzenlediği sohbet toplantısında, şu cümleyi kullandı; "Anayasa'nın 138. maddesi bu memlekette ölmüştür" Çiçek, "Hukuk, adaletin enstrümanıdır. Siyasetin enstrümanı değildir" diye konuştu.

İŞTE O MADDE:

Mahkemelerin bağımsızlığını düzenleyen Anayasa'nın 138. maddesi şöyle;

"MADDE 138- Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."


İşte Çiçek'in açıklamalarından satır başları:
 
"Cumhuriyet Senatosu varken kısmi senato seçimleri, ara seçimler de dahil Türkiye çok sayıda seçim yaptı. Memnuniyetle ifade etmeliyim ki 1950 yılından bu tarafa devlet olarak, millet olarak da en başarılı yaptığımız işlerin başında seçimler geliyor. Ufak tefek mahalli itirazlar dışında seçim sonuçlarıyla ilgili bir kısım ülkelerde gördüğümüz tartışmaları bizim milletimiz, toplumumuz yaşamadı. Onun için vatandaşımızın bu manada çok büyük bir olgunluğu var, demokrasiye inancı var, güvenci var, demokrasiyi benimsemiş bir toplum. İnanıyoruz ki bu seçimlerde de yine aynı olgunluğu bir defa daha gösterecek ve bu manada da hepimizin iftihar edeceği bir sonucu birlikte göreceğiz."
 
Cumhurbaşkanını ilk defa halkın seçeceğinin altını çizen Çiçek, daha önce cumhurbaşkanını, millet ve halk adına TBMM'nin seçtiğini anımsattı. Çiçek, Cumhurbaşkanı seçimlerinin Türkiye'de genel ve mahalli idare seçimlerine nazaran her zaman sancılı seçimler olduğunun altını çizerek, şunları kaydetti:
 
"Cumhurbaşkanlığı sürecine giderken, seçim sürecine giderken Türkiye'de bir kısım hareketler olmuştur. Bir demokratik ülkede olmaması gereken bir kısım çabalar, gayretler ve seçim sürecine müdahaleler olmuştur. En azından geriye dönük Cumhuriyetimiz kurulduğu günden bu tarafa, 11. Cumhurbaşkanımız, şu anki Cumhurbaşkanımız en azından 7'sinde, 8'inde Türkiye bu sıkıntıları, bu sancıları hep yaşamıştır. Bunların bir kısmına sizler, bizler şahidiz. Bu seçimleri takip ettik, içinde bulunduk. Bir kısmını da yazılanlardan, yaşayanlardan, dinlediklerimizden biliyoruz ki bu süreç her zaman sancılı. Öyle olduğu içindir ki TBMM daha evvel cumhurbaşkanlarını seçerken bir önceki seçimde yaşadığımız antidemokratik gelişmeler ve sürece müdahaleler sebebiyle bu süreçte müdahaleyi gerektirecek hiçbir durum da yoktu. Seçimler anayasanın öngördüğü usullere göre ve orada belirtilen niteliklere uygun adaylar arasında seçimi yapma imkanı varken, maalesef anayasa değişikliği yapmak suretiyle 12. cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi gibi bir sonuca bizi götürdü. Onun için ilk defadır ki vatandaşlarımız bu yıl cumhurbaşkanlarını doğrudan kendileri seçmiş olacak. Bunu not olarak bir tarafa yazmak gerekir. Sancısız, sıkıntısız bir seçim olmasını diliyorum."
 
"Birlikte bir çabaya, bir gayrete ihtiyaç var"
 
Çiçek, seçimlerin demokrasinin vazgeçemeyeceği, halkın iradesinin doğrudan siyasete yansımasına vesile olan en demokratik imkan olduğunu vurguladı. Türkiye'nin son yüzyıl içerisinde kendisine göre üç tane önemli kazanımı olduğunu ifade eden Çiçek, bunları, "bağımsızlık, cumhuriyet ve demokrasi" olarak sıraladı. Her üç kazanımın ülkeye, Türk insanına kazandırılmasında TBMM'nin çok önemli bir rolünün bulunduğunu dile getiren Çiçek, "Bunları bize kazandıran başta aziz Atatürk olmak üzere bütün silah arkadaşlarına, devlet ve siyaset adamlarımıza, ülkemize hizmet eden herkese bu bir vesilesiyle şehitlerimize, gazilerimize şükranlarımızı, rahmet dileklerimizi bir defa daha sunmak istiyorum" diye konuştu.
 
Yılbaşı ve bayram mesajlarında veya önemli günlerde dile getirilen çok önemli temennileri yapmaya devam ettiklerini belirten Çiçek, ancak esas olanın temenni edilenlerin temin edilmesi olduğuna dikkati çekti. Çiçek, bunun siyaset kurumunun en önemli görevi olduğunu düşündüğünü vurgulayarak, "Ülkemiz için barış diliyoruz, huzur diliyoruz, birlik diyoruz, beraberlik diyoruz, kalkınma diyoruz, istikrar diyoruz. Bunların hepsi Türkiye'nin her zaman ihtiyacı olan hususlardır, gelip geçici temenniler değil. Bu coğrafyada yaşadığımız sürece, millet olarak varlığımız sürdüğü sürece ki bu ebediyete kadar devam edecek, bunlar Türkiye'nin, insanımızın ihtiyacı olan hususlardır. O halde temenni ettiğimiz hususları temin etmek için birlikte bir çabaya, bir gayrete ihtiyaç var" ifadelerini kullandı.
 
"Hepimizin bir özeleştiri yapmaya ihtiyacı var"
 
Burada yapılması gereken birkaç husus bulunduğuna, bunların gereğinin yapılabilmesi halinde Türkiye'nin daha huzurlu, toplumun daha dinamik ve birbiriyle kucaklaşmış olacağına inandığını anlatan Çiçek, şöyle devam etti:
 
"Onlardan birtanesi bugüne kadar yeteri kadar yapmadığımız, belki içimizden yapsak bile kamuoyunun yaptığımız konusunda yeteri kadar bilgi ve inanç sahibi olmadığı bir husus, özeleştiridir. Evvela hepimizin bir özeleştiri yapmaya ihtiyacı var. Toplum olarak, özellikle siyaset kurumu olarak bunu çok yaptığımızı söyleyemem. Başkalarının yanlışını ortaya koymak için sarf ettiğimiz çabanın hiç olmazsa küçücük bir kısmını 'biz nerede hata yaptık ya da yapıyoruz' noktasına ayırıversek, emin olun bugün yaşadığımız sıkıntıların bir kısmı yaşanmayacaktır.
 
Elbette siyasetin tabiatında, özünde başkalarının yanlışı göstermek vardır. Bu yanlışları göstermek üzere kurumsallaşmada yapılıyor. Siyasi partiler bunun için var, muhalefet bunun için var. Bunlar yapılmasın anlamında söylemiyorum. Ama bütün bunları yaparken iktidarıyla, muhalefetiyle siyaset yapan herkes ve toplumun her kesimi...Aslında biz özeleştiri yapmadığımız takdirde o zaman Türkiye'de siyaset adına da, başka türlü mücadeleler adına da bir kör dövüş yapmış oluyoruz. En doğru benimki, en isabetli benim kararım, onun dışında herkesin söylediği yanlış, herkesin yaptığı yanlış. Böyle bir söylem demokrasinin tabiatına da pek uygun düşmüyor. Elbette benim söylediklerim doğrudur. Şu anda kendimce doğruları söylemeye çalışıyorum. Ama ne kadar doğru söylersem söyleyeyim bu doğruların tamamı değildir. Söylediklerim içerisinde doğru olanlar vardır, eksik olanlar şüphesiz vardır. Size veya başkalarına göre yanlış olanlar da vardır. Bu üçünü birarada mütalaa ederek 2014 yılında işin başında herkes bir özeleştiri yaparsa inanıyorum ki 2013'te yaşadığımız, daha evvel ki yıllarda yaşadığımız sıkıntıların bir kısmını hiç olmazsa bu dönem yaşamayız diye düşünüyorum. Bunun için de bir özeleştiri için sağduyuya, sükunete, normalleşmeye, gerginliklerden uzak birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var.
 
Açıkça ifade etmek isterim ki bir barış ve kardeşlik diline ihtiyacımız var. Bu dil çok önemli maalesef siyaset adına dilimiz çok dikenli, birçok şeyi bu dilimizle tahrip ediyoruz. Bir taraftan mesajlarımızda diyoruz ki 'ülkenin birliğine, bütünlüğüne ihtiyaç var.' Birlik, birlik sonucunu doğurur. Birlik varsa, dirlik var. Birliğimiz bozulursa, dirliğimiz de bozulur. Birliğimizin ve dirliğimizin bozulması noktasında elbette genel bir söylem genel bir yaklaşım olarak 'dış güçler, iç güçler' benzeri kavramları kullandınız. Bunun doğru yanları vardır. Uzun bir tarihe sahip. Millet olarak bunun ne anlama geldiğini biliriz. Bunun acı tecrübelerini yaşadık. Ama kabul etmemiz gerekir ki birliğimiz ve dirliğimizin bozulmasında üslubumuz ve kullandığımız dilin kardeşliğimizi zedeleyici, birbirimizi ötekileştirici, biraraya gelip konuşmamızı, anlaşmamızı zorlaştıracak bir şekilde kullanıldığını da görmemiz gerekiyor. Onun için hiç olmazsa 2014 yılında yaşanan acı tecrübeler ve sıkıntılardan sonra bir kardeşlik ve barış diline ihtiyacımız var."

"HERKES KENDİ İŞİNE BAKACAK"

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Türkiye'nin en çok yetki çatışmasının yaşandığı ülkelerden birisi olduğunu belirterek, "Herkes kendi işine bakmalıdır. Yasama yasama görevini yapacak, yürütme yürütme görevini yapacak, yargı da kendi görevini yapacak, birbirinin alanına müdahale etmeyecek" dedi.
 
Çiçek, 2014 Vizyon Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, Türkiye'de iki hukuktan bahsedildiğini ve bunlardan bir tanesinin pozitif hukuk olduğunu söyledi.
 
Bir de kardeşlik hukuku olduğunu vurgulayan Çiçek, kullanılan dilin, evvela bu kardeşlik hukukuna uygun olması gerektiğini kaydetti. Kardeşlik hukukuna uygun bir dil kullanılmadığı taktirde, insanların birbirini anlamasının mümkün olmadığına işaret eden Çiçek, "Birbirimizi anlayamazsak, konuşamazsak anlaşamayız. Halbuki toplum olarak anlaşmamız gereken bir çok sorunumuzun, sıkıntımızın, ülkemizi bekleyen risklerin olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor" dedi.
 
Çiçek, yaralayıcı ve kaba olmayan bir dille sorunların konuşulması durumunda, çok daha fazla sıkıntıya girmeden sorunların üstesinden gelinebileceğini söyledi. Demokrasinin özgür tartışma ortamları olduğunu ifade eden Çiçek, kurallar ortaya konularak tartışmanın yapılması gerektiğini, kurallar ortaya konulmadan, yürürlükte olan bir kısım değerler gözardı edilerek tartışma ortamına girilmesi durumunda, bunun hem insan onurunu zedelediğini hem de merkantilist bir anlayışı topluma ve siyasete egemen kılmaya çalıştığını bildirdi. Cemil Çiçek, "Demokrasi uzlaşı rejimi ise uzlaşabilmek için merkantilist bir anlayıştan ziyade, kuralları da dikkate alarak bir tartışmayı yapabilirsek birbirimizi anlamamız kolay olacaktır" diye konuştu.
 
"Temel bir yanlışlık var"
 
TBMM Başkanı Çiçek, çok partili hayata geçildiği 1950 yılından bu tarafa 63 sene geçtiğini anımsatarak, şöyle konuştu:
 
"Uzlaşı adına her sene bir örneği ortaya koyabilseydik, bugün insanımıza, geleceğe 63 tane pozitif güzel örnek koyabilirdik. Uzlaşı adına örnekler verildiğinde hala batıdan örnekler veriyoruz. 63 yıllık süre içerisinde biz hangi konularda anlaştık da güzel örnekler ortaya koyabildik. Burada bir temel yanlışımız var. Uzlaşmayı biz zaafiyet olarak ve ideolojik sapma olarak görüyoruz. Eğer söylediğimiz fikirlerden bir adım geri çıkabilsek, ileri gidebilsek bunu bir sapma olarak değil birlikte yaşamanın ön şartı olarak kabul etmek lazım. Bunu yapabildiğimiz sürece Türkiye daha huzurlu olacaktır. Türkiye'nin uzlaşmaya en az oksijen kadar ihtiyacı var. Ama kullandığımız dil ve üslup, bir uzlaşma dili midir dersek, bana kalırsa kenarından bile geçmiyor."
 
"Herkes kendi işine bakmalı"
 
Çiçek, Türkiye'nin çok sayıda yetki çatışmasının yaşandığı ülkelerin başında geldiğini söyledi.
 
Türkiye'nin Anayasa'sı ve yasaları olduğunu, ama en çok yetki çatışmasının yaşandığı ülkelerden birisinin Türkiye olduğunu belirten Çiçek, şunları kaydetti:
 
"Herkes kendi işine bakmalıdır. Yasama yasama görevini yapacak, yürütme yürütme görevini yapacak, yargı da kendi görevini yapacak, başkaca kuruluşlar da kendi görevini yapacak. Herkes kendi işini en iyi şekilde yapacak, birbirinin alanına müdahale etmeyecek. 63 yıllık çok partili hayatta, bu yetki çatışmaları ile ilgili çok sayıda örnekler görürsünüz. Erklerden birinin diğerinin alanına müdahale ettiği için Türkiye'nin ne sıkıntılar yaşadığına yakın tarihimiz canlı şahittir.
 
2014 yılı madem bir çok bakımdan Türkiye için önemli. Bunun huzur ve barış içerisinde başarılı bir yıl olması için, herkesin kendi yetki alanı içerisinde kalmasına bağlıdır. Bu olmadığı taktirde Türkiye'de pek çok sıkıntıyı beraberinde getirir. Bu yetki çatışmaları sebebiyledir ki bir çok konuyu, sorunu şeklen karara bağlamış olsak bile, kalıcı bir çözümü üretemiyoruz. Bulduğumuz çözümlerin ömrü bazen bir sene bazen 6 ay sürüyor. Bazen 1-2 sene içerisinde sorunu çözmüş gibi gözüksek bile, üstünden örtü kalktığında, normalleştiğimiz de sorunun çözülmediğini, tam tersine daha da derinleştiğini, mikrop kaptığını görüyoruz."
 
TBMM Başkanı Çiçek, demokrasilerde en belirgin ve belirleyici kuralın kuvvetler ayrılığı olduğunu söyledi.
 
Kuvvetler ayrılığının; kuvvetlerin birbirine sırt dönmesi, hasım olması, husumet içerisinde olması anlamına gelmediğine işaret eden Çiçek, tam tersi birbiriyle dayanışma içinde, ama kendi hudutları içerisinde görev yapması anlamına geldiğini kaydetti. Çiçek, 3 kuvveti, 63 yıllık çok partili hayatta çokça dostça ilişkiler içerisinde olduğunu, yanyana olduğunun her zaman görülemeyeceğini belirterek, "Demokrasinin nekahat dönemlerinde birinin diğerinin yerine geçerek, birinin yetkilerini gasp ederek, bu alana müdahale etmiş olmasından dolayı bu toplum çok sıkıntılar çekmiştir" dedi.
 
"Merdiven boşluğu, merdiven altı siyaset"
 
Çiçek, kuvvetler ayrılığının bir çok modeli olduğunu, Türkiye'deki kuvvetler ayrılığının nasıl bir model olduğunun Anayasa'da belli olduğunu bildirdi. Cemil Çiçek, sözlerini şöyle sürdürdü:
 
"Uzlaşarak, anlaşarak bir Anayasa yapamadığımız için, Anayasalarda kurulan modeller çoğu zaman tepki esasına dayalıdır. Bazen yürütmenin öne çıktığı, bazen yasamanın öne çıktığı, 1982 Anayasası'nda olduğu gibi siyaset kurumunun temsil edildiği Parlamento'nun ise yürütme ve yargı tarafından, faaliyet alanının önemli ölçüde daraltıldığı, GDO'su bozuk bir model. Böylesine bir modelden dolayı Türkiye her gün yeni Anayasa sorunları ile karşı karşıyadır. Biz de yeni bir Anayasa yapamadık, sadece 60 madde de uzlaşabildik. Yeni bir Anayasa yapılıncaya kadar ona uymak demokrasinin gereğidir. Kuvvetler ayrılığı sözkonusu olduğunda, hiç kimse ve hiç bir kurum, kaynağını Anayasa'dan almayan bir yetki kullanamaz. Bu ülkede kaynağını Anayasa'dan almayan, bazen tüzükten, bazen yönetmeliklerden, bazen kanun maddesinden alarak yetkiler kullanılmıştır, siyaset alanına müdahaleler olmuştur, siyaset alanı daraltılmış, adeta merdiven boşluğunda, merdiven altında siyaset yapar hale geldiği dönemler olmuştur.
 
1982 Anayasası'nın üzerinden geçen 31 yılda bir çok olumsuz örnekleri yaşadık, yetki gasplarına şahit olduk, en fazla yetkisi gasp edilen kurum ise TBMM'dir. Zaman olmuştur, yürütme organı yasama alanına müdahale etmiştir. Bu Anayasa sebebiyledir ki Meclis'in gündemi yürütme organı tarafından belirlenir. Hangi kanunun ne zaman çıkacağına yürütme organı karar verir. Adeta yürütme organından gelen kararların veya başka türlü yerlerden alınan kararların Meclis'te meşrulaştırılması gibi çok dar bir alana hapsedilmiş bir yetkisi ve konumu var. Bu durum, bu Anayasa'dan kaynaklanıyor. Çünkü bu Anayasa'nın felsefesinde, siyaset yapanlara fazla imkan vermemek ve alan açmamak lazım. Çünkü siyasetçi ne yaparsa kötü yapar, ne yaparsa eline yüzüne bulaştırır, onun için buna bir vasi tayin etmek lazım. Bu, yeri geldiğinde yürütme organı, yeri geldiğinde de yargı organı olmuştur. Nekahat dönemlerinde yargının da büyük ölçüde yasamanın yetkilerini gasp ettiğini, siyaset kurumunun alanını daralttığını uygulamalardan biliyoruz."

Çiçek, soruşturmanın gizliliğinin, evrensel hukuk kuralı olduğunu kaydetti.
"Türk Ceza Kanunu 'adil yargılamayı etkileme', 288. maddesi nerede kaldı?" diyen Çiçek, "Niye konulmuş bunlar? Hakimler, dosyadaki delillere, hukuka ve kendi vicdani kanaatlerine göre karar versinler diye ama şimdi bu ortamda mı bu kararlar veriliyor?" diye konuştu.
 
İdari Yargılama Usul Kanunu'nun, idarenin savunması alınmadan karar verilmemesine ilişkin 27. maddesine ne kadar uyulduğunu soran Çiçek, "Daha yeni değiştirdik. İhtiyaç olduğu için değiştirdik ama kimse buna ihtiyaç duymuyor" dedi.
 
"Sıkça vurgu yaptığımız ama o lafı söylerken tersi yönde davranış ortaya koyduğumuz bir husus var: Masumiyet karinesi" ifadesini kullanan Çiçek, "Halbuki şimdi kendi kafamızda, beynimizde hüküm verdiğimiz birçok olay var. Daha ilk derece mahkemesi bile bitmemiş, bitmiş olanlar Yargıtay'da bitmemiş, orada bitmiş olsa bile olağan ve olağanüstü kanun yolları bitmemiş ama biz çoktan kişileri kendi vicdanımızda mahkum etmişiz ama 'masumiyet karinesi' diye vurgu yapmaya çalışıyoruz. Onun için hiçbir konuda sonuca varamıyoruz" diye konuştu.
 
Yolsuzluklar
 
Çiçek, sözlerini şöyle sürdürdü:
 
"Tüm bunlar, çok sansasyonel olayların ya da soruşturmaların sonucunda hatırladığımız konular. Bunların başında da yolsuzluklar konusu geliyor. Yolsuzluklar konusu, müzmin bir illet. Toplumsal değerleri tahrip eden, devleti çürüten, kuralları aşındıran, hak ve adalet duygusunu derinden yaralayan bir hastalıktır. Bunun üç ayağı var. Bir köşesinde siyaset, bir köşesinde bürokrasi ve öbür köşesinde iş dünyası. Bir şeytan üçgeni. Ne dönüyorsa bu üçünün arasında dönüyor. Kurala, hakka hukuka uygun görev yapan bu üç alanda da insanlarımız var ama az sayıda bu üç köşeden birinde konumlanmış adamlar yüzünden maalesef hepimiz zan altında kalıyoruz, vicdan azabı, sıkıntı çekiyoruz ve toplum karamsarlığa itiliyor. Bu üç köşede de bir paslanma var. Ancak yolsuzlukla mücadele bir toplumsal mücadeledir, hepimize düşen görevler var. Bu bir mevsimlik mücadele değil. Sadece yargının görevi değil. Yargının görevi suç işlendikten sonraki kısmı ortaya çıkarmak. Esas olan koruyucu hekimlik gibi bu ortamı ortadan kaldırmaktır. 'Ayıp' diye bir kavram vardı, bunu unuttuk. Suç işlemiş olan kişi hiç olmazsa belli yerlere gittiğinde tabi olacağı muameleden çekinir, kendisine çeki düzen verirdi.
 
Geriye dönük görev yaptığım makamlar itibariyle de söyleyeyim, özellikle bu banka olayları, vurgunları, soygunları sebebiyle kim neyi batırdıysa, ben hangi toplantıya gitsem en baş köşede bunları gördüm. Toplantının kapısından döndüğüm bir çok yer, zaman olmuştur. Bir toplumsal tavır konulması gerekiyor. Hadi bakalım üç tane savcı ne yapacak, bu işle görevli emniyet ne yapacak? Onlar görevini yapsın, sonuna kadar yapmalı, biz destek vermeliyiz. Kim olursa olsun. Sıfatı, yaptığı iş, kimin yakını, uzağı olursa olsun. İşin bu kısmında sonuna kadar gitmeliyiz ama bir toplumsal refleks olarak da en azından buna karşı bize de düşen görevlerin olduğunu bilmemiz lazım. Yolsuzlukla mücadele üç beş aylık belli davalara mahsus ondan sonra sonlanacak bir mücadele değildir. Yolsuzlukla mücadele devamlı bir uğraş alanıdır. Devletlerin devamlı gündemlerinde olması gereken bir alandır ve hepimize bu noktada sorumluluklar düşüyor.
 
Türkiye, bu konuda son yapılan açıklamalara göre 65. sıradan 53. sıraya yükselmiş. Bu önemlidir ama bu manada bizden bu konuda iyi olan 52 ülke daha var demektir. Gelin bir hedef koyalım. 2023 vizyonumuz var. 2023'e gelirken dürüstlük açısından, yolsuzlukla mücadele açısından ilk ona girecek bir ülke olalım. Bize yakışan budur. İnsanımıza yakışan budur, inancımız, kültürümüz bunu telkin eder, insan olmak da bunu gerektirir. Gelin bu noktada toplumsal mücadeleyi başlatalım."
 
Kayıt dışı siyaset
 
Demokrasinin, sadece belli kuralların yerine getirildiği bir sistem değil, olabildiğince her şeyin şeffaf ve kayıt altında olduğu bir sistem olduğunu belirten Çiçek, "Türkiye'de bazı işler niye oluyor, neden oluyor, niye bu kadar sıkıntılara maruz kalıyoruz? Demokrasimiz ilerledi, gelişti, epey mesafe aldık ama demokratik alana müdahalenin yol ve yöntemleri de epey gelişti. Postmodern, vesaire dedik, bunlar da epey mesafe aldı, teknolojideki gelişmeyi onlar da kullanır hale geldi. Demokrasinin daha kaliteli hale gelmesi, sadece bir kısım bazı şekli düzenlemelere tabi değil" dedi.
 
Türkiye'nin üç alanda ciddi kayıt dışılık yaşadığını belirten Çiçek, bunlardan birinin kayıt dışı ekonomi olduğunu ifade etti. Çiçek, "Bunca çabaya, gayrete rağmen, yasalara, kurumlara rağmen ekonomimizin halen önemli bir kısmı kayıt dışıdır. Bu haksızlığa ve hukuksuzluğa sebep veriyor. Adaleti de ortadan kaldırıyor, haksız rekabete yol açıyor. Kayıt dışı ekonomi halen ülkemizin en önde gelen sorunlarından birisi" diye konuştu.
 
"Ekonominin önemli bir kısmı kayıt dışıysa hiç tereddütsüz siyasetin bir kısmı da kayıt dışı olur" ifadesini kullanan Çiçek, sözlerini şöyle devam ettirdi:
 
"Türkiye'nin ikinci kayıt dışılığı siyasettir. Seçime girecek 25 siyasi parti kayıt içinde faaliyet gösteriyor. Yanlış yapan varsa, denetleniyor, hesabı kitabı denetleniyor, kamuoyuna açık, karar organları belli. En azından skalada, tabloda bunlar görülüyor ama siz inanıyor musunuz ki Türkiye'de yapılan siyasetin tamamını bu partiler ya da kayıt içindekiler yapıyor. Türkiye'de siyaset alanının önemli bir kısmında kayıt dışı unsurlar siyaset yaptı bugüne kadar. Zaman zaman görevi siyaset yapmak olmadığı halde bir kısım yasal, anayasal kuruşlar siyaset yapmıştır. Cumhurbaşkanlarını onun için kendi irademizle seçemedik. Parti kapatma davalarının hangi şartlar altında açıldığı belli. Neyin nasıl oluştuğu bu süreçte biliyoruz. Demek ki kayıt dışı siyasi unsurlardan bir tanesi, yetkisini aşarak siyasi alana müdahale eden anayasal kurumlar olmuştur. Halbuki o kurumlar kayıt içinde, yetkileri ve yetkilileri bellidir ama yapılmaması gereken işler yapılmıştır. Muhtıralar bunların açık örneğidir ve kayıt dışı siyasetin en somut örnekleridir.
 
Önemli sermaye grupları, geçmişte, envanterde gözükmüyor, kim kimdir bilemiyoruz. Biz sadece sonuçları itibariyle biliyoruz. Milletvekilleri transferleri bakımından havuz oluşturulduğunu bilmeyen yok. Buna kim para verdi, havuz nerede oluştu, bunun sorumlusu kim, neyin nesidir...? Ancak biliyoruz ki dün akşam falanca partinin genel başkan yardımcısı, hatta başka parti milletvekillerine 'Gel bizim partimize, bizim partimiz daha güzel' diyor, ertesi sabah bakıyorsunuz ki bu taraftan o tarafa gidivermiş. Bir gecede ne değişti, rakım mı düştü, tansiyon mu düştü, nabız düşüklüğü mü oldu, iklim mi değişti? Bir gecede ne değişti? Ne oldu da demokrasi adına bu tür garabetler bu ülkede işlendi. Sermaye grupları var. Siyasetin finansmanını halen netleştiremedik. Siyasetin finansmanı netleşmeyince, çıkar amaçlı grupların ya da sosyolojik grupların, siyaset alanını daralttığı, kuralı belli olmayan, kurumu yeteri kadar belli olmayan, yöntemleri ise hiç belli olmayan bir şekilde siyaset alanına müdahale ettiğini görüyoruz. Bunun mutlaka şeffaflaşması lazım. Şeffaflaştığı nispette kafamızda olan soruların önemli bir kısmını çözme imkanı buluruz. Bu böyle olmayınca bir çok şeyi izahatta zorlanıyoruz. Kayıt içi siyasetin dayanağı hukuktur, anayasadır ve yasalardır. Kayıt dışı siyasetin dayanağı ise bu unsurların çıkarları ve ideolojileridir, kural tanımaz.
 
Kayıt içindeki siyaset gayesine hukukun tanınmış ve kabul edilmiş yol ve yöntemleriyle ulaşır, kayıt dışı siyaset ise kendisini hukukla sınırlamaz. Gayeye ulaşmak için meşru vasıta değil uygun vasıta arayışı içindedir. Çoğu zaman şeffaf değildir. Denetlenebilir değildir, karışıktır ve karmaşıktır.
 
Elbette baskı gruplarının demokrasilerde önemli bir yeri var, kastettiğim o değildir. Kastettiğim kayıt içindeki siyasetle kayıt dışı siyasetin çarpık ilişkilerinden bahsediyorum. İtirazım onadır. Yoksa demokrasilerde baskı grupları olacak, onların talepleri olacak ama bu talepler hukuk çerçevesinde kabul edilecek veya reddedilecek. Kimin nerede durduğu da baştan belli olacak. Onun için şeffaflık lazım, finansmanından tutun ilişkilerine varıncaya kadar. Bu açıdan Türkiye çarpık ilişkiler yumağıdır.
 
Siyaset hukukunun yeni başkan düzenlenmesi gerekiyor. Partiler kanunu, seçim kanunu, toplantı gösteri yürüyüşleri kanununun, anayasayla ilgili hükümlerinin yeni baştan ele alınması lazım. Yanlış kurallar orada duruyor. Biz bu yanlış kuralların uygulanması olarak ortaya çıkan olumsuzlukları, kuralı değiştirmek yerine demeç vererek vicdanımızı rahatlatıyoruz, üzerimize düşen görevi yapmış oluyoruz." 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.