Cemaain Masonik Yapısı Ortaya Çıktı...

Cemaain Masonik Yapısı Ortaya Çıktı...

Yeni Akit Gazetesinin Gazeteci Şükrü Sak ile yaptığı röportaj-Ne zamandır cezaevindesiniz?
-Yaklaşık 2 senedir.

-Yargıya sızmış bu malûm örgütün, hukuku Müslümanlara karşı silah olarak kullandığını iddia ediyorsunuz?
-Hukuku Müslüman gruplara karşı kullanma noktasında, bu “cemaatin” 28 Şubat darbecilerinden geri kalır yanı yok! Hatta fazlası var!
 
-Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?
-Gayet somut örneklere dayanarak söylüyorum; 2011’de bir “gece yarısı operasyonu” ile Yargıtayı ele geçiren bu örgüt Müslümanlara olan kin ve husumetini, peşpeşe “onayladığı” dava dosyaları ile gösterdi.

-Hangi dâvâlar?
-İBDA çizgisindeki Müslümanların dâvâları, Hizbullah ve Hizb-ut Tahrir çizgisindeki Müslümanların dosyaları. Benim bildiğim; 5 ayrı İBDA dosyasında, – çoğu 28 Şubat’tan kalma- yaklaşık 100 kişi, Hizb-ut Tahrir davasında 300 kişi, Hizbullah çizgisinde de, Mustazaf-Der’in kapatılması, Elazığ İhya-Der ve Adıyaman Vahdet-Der dâvâları… Bunların hepsi, bu malûm örgütün Yargıtay’ı ele geçirmesinin ardından 2012’nin Şubat ayında onayladığı dâvâlar…

-Bunlarda “hukuk” değil, kin ve düşmanlık mı var?..
-Kesinlikle. Bakın Ergenekon ve Balyoz dâvâlarındaki hukuksuzluklar, delil uydurmalar vesair, kamuoyunda konuşulduğu için herkes biliyor. Ama bu dâvâlardaki hukuksuzluklar, Ergenekon ve Balyoz dâvâlarından on kat daha fazla…

-Mesela?..
-Hizb-ut Tahrir. Adamlar, metod olarak silahlı mücadeleye karşı olmalarına rağmen, “silahlı örgüt kurmaktan” ceza aldılar. Üstelik eski Yargıtay başkanı Sami Selçuk’un, “Bunlar felsefe olarak silahlı mücadeleye karşı” diye bilirkişi olarak rapor vermesine rağmen. Şimdi onlarla cezaevinde beraber yatıyoruz.

-Başka?..
-Hepsi aynı tarihten sonra onaylanan; 35 İbda’cıya verilen isyan cezası, 33 İbda’cının ceza alığı Bandırma davası, 5 İbda’cıya “ağırlaştırılmış müebbet” verilen dava, 8 İbda’cıya 30’ar yıl verilen skandal dava ve benim de içine olduğum 6 İbda’cı gaeteciye verilen “örgüt üyeliği” cezası… Bunların çoğu 28 Şubat’tan kalma davalar. (Ve 2012’nin Şubat’ında, yargıya sızmış bu örgüt tarafından onaylanan davalar. Bu davalardaki hukuksuzluk ve adaletsizlikler, Ergenekon ve Balyoz davalarından on kat daha fazla. Fakat bunlar konuşulmuyor maalesef. Üstelik bu “cemaatin” yargıdaki “İmamları”nın İbda siyasî çizgisine olan düşmanlığı bilinmesine rağmen…

-Ne var bu dosyada suç olarak, suç unsuru olarak?..
-“Gerekçeli karar”dan aynen okuyorum, bakın: DGM önünde fotoğraf çekmek, örgütsel kitap okumak, (Yasal bir dergiyi) derginin yasal temsilcisine (Almanya temsilcisi M. Fişenkçi) göndermek, dergi kapağına mahkeme resmi koymak… DGM önünde slogan atmak…

-Bunlardan dolayı mı örgüt üyeliği cezası aldınız?..
-Evet, üstelik bunlar normal gazetecilik faaliyetleri… Burada çok daha ilginç bir ayrıntı var, ki bence burası çok önemli, hele “yargı çetesi-Yargıtay imamı” gibi hususların bugün artık iyice netleşmiş olması, bizim iki sene önce anlatmaya çalıştığımız meseleydi, o da şu; yerel mahkeme bize; “yardım ve yataklıktan” 3 yıl 9 ay ceza vermişti.

-Sonra dosya Yargıtay’a gitti?..
-Evet, Yargıtay dosyayı aleyhimize bozdu. Yani dedi ki; “Bunlara az ceza vermişsiniz. Bunlara 3 yıl 9 ay değil, öğüt üyeliğinden 7 yıl 6 ay ceza vereceksiniz” dedi. Yerel mahkeme de Yargıtay’ın bu kararına uydu.

-Herhangi bir eylem, yaralama, bombalama vesair?…
-Yok yok, işte gerekçeli karar ortada. Mütefekkir “Salih Mirzabeyoğlu’nun fotoğrafları ele geçirildi” diyor, “delil” olarak.

 -Yani?..
-“28 Şubat çetesi”nin dayatması ile açılan bu dava, 28 Şubat’ın 13. Yılında, malûm Yargıtay tarafından onaylandı.

-Ne zaman cezaevine girdiniz?…
-2012’nin 20 Nisan’ında. Orda da, tarihin bir ironisi vardı; 28 Şubat’ın baş aktörü Çevik Bir’in gözaltına alınıp tutuklandığı gün, biz de cezaevine girdik. Bugün itibariyle onlar tahliye oldu, biz cezaevindeyiz. Ve netice “darbecileri yargılıyoruz”un bir “algı operasyonu” olduğu anlaşılmıştır sanırım….

-Bu Yargıtay Süreci ile ilgili başka bir tuhaflık var mı?..
-Yerel mahkemenin bize verdiği 3 yıl 9 ayı az bulan ve bunlara 7 yıl 6 ay vereceksiniz diye, kararı aleyhimize bozan Yargıtay’ın o kadar “zorlamasına” rağmen –teknik bir hatadan savcının zamanında itiraz etmemesinden dolayı – biz örgüt üyeliğinden (7 yıl 6 ay) ceza aldık ama infazı (3 yıl 9 ay) oldu, bu bizim “mükteseb hakkımız” olmuş, savcının zamanında itiraz etmemesinden dolayı…

-Gariplik nerede?..
-Şurada; normal şartlarda 3 yıl 9 ay bizim “Mükteseb hakkımız” olduğu ve infazın da buna göre yapıldığı için, tabii olarak “zaman aşımına” giren bu cezada, zaman aşımını uygulamadılar!.. Evet, “mükteseb hak”kın ayrılmaz bir parçası olan zaman aşımını uygulamayıp, zaman aşımı süresini “örgüt üyeliği” (7 yıl 6 ay)ne göre başlattılar…
Tuhaf değil mi; ceza “örgüt üyeliğinden”; infazı “yardım ve yataklıktan”, zaman aşımı uygulaması, tekrar “üyelikten”… Çık işin içinden çıkabilirsen…
Fakat biz meseleyi anlamıştık, daha o zaman, bu “Yargıtay imamı-yargı çetesi” mevzuları ortada yokken, bu işin “F tipi yargı”nın siyasi bir kararı olduğunu söyledik. 2012 Ocak ve Şubat aylarında 80’e yakın İbda’cının cezası bu Yargıtay tarafından onaylandı, çoğu 28 Şubat darbe dönemi davaları üstelik. Meğer “Yargıtay imamı” dosyaları Pensilvanya’daki hocaya onaylatıyormuş…

-Bu dosyadan ceza alan başka kim var?
-Gazeteci Hayreddin Soykan, Burak Çileli, Sinami Orhan, Salih Sevim, Akıncı Yol Almanya temsilcimiz Mustafa Fişenkçi de bu dosyadan “örgüt üyeliği” cezası aldılar… Bunlardan Salih Sevim’in örgüt üyeliğine “delil”(!) olarak evinde bulunan bir tek Akademya dergisi… Başka hiçbir şey yok, ne eylem, ne şu ne bu… O’nun suçu da haftalık Taraf’ta çalışıyor olmak!..
 Bu “F tipi yargı”nın bugün deşifre olması sevindirici tabii… Bu dosya’da, bugün Hükümete darbe teşebbüsünde ulunan bu “gözü dönmüş örgütün” Müslümanlara karşı nasıl bir KİN ve nefret beslediğinin en somut örneklerinden biri…

-Bir yazınızda Başbakan’ın “tehlikenin büyüklüğünü gördüğünü” söylüyorsunuz?…
-Evet, Başbakan tehlikenin büyüklüğünü gördü ve kararlı tavrını sürdürüyor. Fakat aynı şeyi “etrafındakiler” açısından söylemek çok zor. Düşünsenize “Yargıtay İmamı”, “Emniyet İmamı”nın görevinin ordaki polislere namaz kıldırmak olduğunu düşünenler var. Üstelik bu “espri” değil, gerçek. Tehlikeyi geçiştirmek, hafifsetmek için yapılıyor bu.
 Geçenlerde sol tandanslı bir hukukçu, bu bizim taraftaki “siyasi şuur” zaafını işaretleyerek aynen şunu söylüyordu; -ki bence de bu çok önemli- “Hükümet taraftarlarının cemaatçilere olağanüstü bir güveni vardı ve bu güven 7 Şubat sonrası bile sarsılmadı. Daha bir ay öncesine kadar böyle bir çatışmanın olamayacağına yemin edebilirlerdi. Buna karşılık cemaatin bu saldırıya yıllardır hazırlandığı çok belli.” Bunu söylüyor. Düşünsenize, bir takım tedbirlerin “7 Şubat” sonrası alındığını, o zaman bu kadar ağır bir hasar vermezlerdi…

-Siz daha ortada dershaneler mevzuu bile yokken bu çatışmanın “çok şiddetli” yaşanacağını yazmıştınız?…
-Evet 9 ay önce, bu çatışma “sanılanın aksine ‘yumuşak’ da değil ÇOK ŞİDDETLİ yaşanacaktır” diye büyük harflerle vurgulayarak –yani bir nevi bağırarak- yazdık. Üstelik; “Cemaatin SİNSÎ karakterini bilmeyenlerin bunu anlaması biraz zor olabilir…” uyarısını da yaparak… Yine “17 Aralık darbe girişimi”nden beş ay önce, Mirzabeyoğlu davası ekseninde, doğrudan sn. Başbakan’a hitaben ve yine büyük harflerle; “Bu okyanus ötesi sizi de boğacak, boğmaya çalışacak” diye yazdık…
Bunları niye söylüyorum? Şu yukarıda bahsettiğim; “Hükümet taraftarlarının cemaatçilere olağanüstü bir güveni vardı ve bu güven 7 Şubat sonrası bile sarsılmadı” diyor ya adam, onun için…

-Bu “yargıyı” çok iyi tanıdığınızı söylüyorsunuz…
-Evet, fakat kendi adıma değil de mensub olduğum siyasi çizgi (İbda) adına, 25 yıldır Müslümanları bu “ajan yapılanma”ya karşı uyardığımızı… Ayrıca bu yapının da bizi çok iyi tanıdığını söylüyorum; bunlarla her türlü ortamda karşılaştık; siyasi şubenin işkencehanelerinde, mahkeme koridorlarında, Yargıtay dehlizlerinde, Adliyede Mülkiyede her yerde, yüz yüze karşı karşıyaydık… 90’lı yıllarda Gayrettepe işkencehanelerinde, gündüz oruç tutup –Ramazan ayıydı- iftardan sonra bize işkence yapan bu cemaatin polisleriydi; “F. Hocamıza niye sarıklı sapık diyorsunuz” diye…

-Bu hareketin “sinsî” karakterine ve “operasyonel gücüne” vurgu yapıyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?..
-Önce toptancı bir yaklaşım içinde olmadığımız, “masum taban, menhus tavan” ayrımını her zaman yaptığımızı ifade edelim. Dünyanın dört bir tarafındaki okullarda “öğretmenlik” yapan Anadolu çocukları değil kasdımız, bu “ajan yapılanmanın” yönetici kadrosu… Bunun da Masonik bir örgütlenme modeli olduğu bugün açığa çıkmıştır. (Özellikle bu konuda STV’nin haberlerine dikkat edin; sanki hükümetin, sn. Başbakan’ın hedefi ve kasdı, bu öğretmenler ve Türkçe şarkı türkü söyleyen bu zenci çocuklarmış gibi yapıyorlar.)

“Sinsi karakteri” izâh sadedinde, hem siyasi iktidara darbe girişiminde bulunup, hem de “28 Şubat’ta bile böyle zulüm görmedik” diye timsah gözyaşı döken, propaganda yapan başka bir “cemaat”(!) gösterebilir misiniz?..
 Düşünün ki, adamlar hükümete darbe teşebbüsünde bulunmuş, Başbakan’ın oğlunu almaya kalkışmış, devlet politikası çerçevesinde –MİT kontrolündeki- tırlara saldırmış, ekonomiyi allak bullak etmiş, Başbakan’a lanet yağdıran beddualar yapmış, sanki bütün bu gözü dönmüş saldırı –operasyon-darbe, her neyse yapan kendileri değilmiş gibi, “Hizmet hareketi zenci çocuklara şarkı türkü öğretmekten başka, n’apmışız ki” diye ağlamaya devam ediyorlar.. Bu kadar yalan, iftira, şantaj, fitneci bir hareketin “SİNSİ” karakterine çok dikkat etmek lazım… Biz Müslüman kamuoyunu bu konularda 25 senedir uyardık, hâlâ uyarıyoruz… Ve bunun bedelini de ödedik ve hâlen de ödemeye devam ediyoruz. Demin bahsettim –bugün artık, “Yargıtay’daki imamı”na varıncaya kadar deşifre olmuş- yargıdaki bu paralel yapı “hukuku” bize karşı silah olarak kullanmış ve hâlen de kullanmaya devam etmekte; en hukuksuz, en ağır cezaları bizlere (İbda’cılara) verdi. Hepsini ispatlarız… Bunun sebebini de söyledim; bu “ajan yapılanma”nın İbda siyasi çizgisine olan düşmanlığı. Çünkü biz onların maskesini indirdik. Dün bize karşı bu malûm cemaati savunanların, bugün ortaya çıkan gerçekler karşısında, en azından biraz mahcup olmaları lazım!..
 Bu “cemaatin” sinsî karakterini gösteren en somut örneği kamuoyu gördü; adam 22 Aralık’ta mektup yazıyor (sulhname)(!) diye, 25 Aralık’ta Başbakan’ın oğlunu gözaltına almaya kalkıyor… Bunu o bildiğiniz malûm düşman zihniyet bile yapmadı…

-17 Aralık’ta Hükümete darbe teşebbüsünde bulunan bu yapı, 7 Şubat saldırısında “başarılı” olsaydı?…
-Eğer “7 Şubat” saldırısı başarılı olsaydı, şu an bu iş bitmiş olurdu; kesinlikle. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Erdoğan şimdi bu saldırıyı bertaraf etmekle uğraşıyor olmayacak, Silivri’de görüş gününü bekliyor olacaktı. O yüzden tehlikeyi ilk gören Sn. Başbakan oldu. Hatırlarsanız, 7 Şubat saldırısı da, Başbakan hastahanede iken yapılmıştı… Yani bir iki gün gecikse, o saldırı da amacına ulaşmış olacaktı… İşte bugün bile Adana’da MİT personelini nasıl yere yatırıp kelepçelediklerini gördünüz…

-Tırlara yapılan bu saldırı da sanki “hukuk kaygısı” ile yapılıyormuş gibi anlatılıyor?..
-Aslında Adana’da Tırlara yapılan saldırı, “7 şubat”dan daha tehlikeli ve “paralel yapı”nın suçüstü yakayı ele verdiği bir olay… Dünyanın neresinde görülmüş, “devletin” savcısının, devlet politikası gereği, devletin en temel kurumu kontrolündeki araçlara bu şekilde “operasyon” yapması? Şimdi birde bunu güya “hukuki kaygılar”(!) ile yapılıyormuş gibi propaganda ediyorlar.
Şunun çok net görülmesi ve ona göre adımlar atılması lazım:
“Tır operasyonları” doğrudan devleti hedef alan, devletin en temel kurumuna yönelik, yeni bir “7 Şubat” saldırısıdır… Ve “savcı değiştirmekle” çözülecek gibi görünmüyor.

-Çözüm?…
-Nasıl ki “28 Şubat”ta tankları hukukun üzerinden geçirdiler “hukuku” bir “darbe aracı” olarak kullanıyorlar. Bu görülüyorsa, bu “aracı” onların elinden alıp, onları gerçek “hukuk ve adaletin” önüne çıkarmak… Bundan başka türlü kurtulmanın imkanı yok!…

-Bu “çatışma”dan cemaatin masum tabanı da zarar görmüyor mu?…
-Bunu ayırmak o kadar zor değil. Zaten kimsenin de bunları hedef aldığı filân yok, işte o öğretmenleri vesair. Ama “cemaatin” yayın organlarına bakın, bu “paralel yapıyı” perdelemek için kara propagandanın bin bir çeşidini yapıyorlar. Hükümet tarafında yer alan bazı gazeteci ve aydınlar bile maalesef bu tuzağa düşüyorlar; işte “cemaat, hizmet hareketi” vesair… Sanki “darbe girişiminde” bulunan paralel yapı değilmiş gibi, eğer ortada bir “cemaat” ve “hizmet hareketi” varsa, hiç abartmaya, bağırıp çağırmaya gerek yok. Ama, “hizmet ve cemaat” bu ajan yapılanmanın kılıfı, maskesiyse, STK türü faaliyetlerle perdelenen kirli ve karanlık bir takım ilişkiler ağı ortaya çıkmışsa, “hizmet” neyin nesi?…

-Bu cemaatin “Demokrasi” ve “Darbelere karşıyız” söylemi de bir “takiyye” o zaman?..
-Kesinlikle. Hangi “demokrat” bu tür darbelere girişir, “darbelere karşı” (!) ama kendileri darbeci… Bu söylemlerinin de palavra olduğu görüldü. Bakın aynı sinsî ve takiyyeci söylem devam ediyor; bir ayda ülkeyi allak bullak ettiler, hâlâ hiç üzerine alınmadan; “biz okul açmaktan başka n’apmışız ki?” diyen var da…

-Bir çok şey “psikolojik savaş ve kara propaganda”ya alet ediliyor adeta?…
-Doğru. Kirli ve kara propagandanın sisi gerçeklerin üzerine çöktüğünde işler zorlaşır. Asıl bu durumlarda gerçeklerden kopmamak ve sabit olan gerçeği (darbe teşebbüsü) sürekli gözönünde tutmak lazım… Boşluk buldukları yerden tekrar saldıracaklarını da!..

“NİYETİ VE MAKSADI BAŞTAN BELLİ”
Niyeti ve maksadı baştan belli bu darbe teşebbüsü ve operasyonların kirli propaganda ile örtülmesine izin vermemek gerekir. Bu malûm paralel yapı şu an siyasî iktidarın “yumuşak karın” bölgelerini yoklamaya devam ediyor ve dört koldan kara propagandayı sürdürüyor…
Biz de sübut bulmuş gerçekleri söylemeye devam edeceğiz:
 Ne dersen de, senin bu devletin ve cumhuriyetin savcısı olarak davranmadığın belli, ne kadar zorlarsan zorla bir aydın dürüstlüğü ve sorumluluğu ile konuşmadığın belli, ne kadar yargı, hukuk kılıfı kullanırsan kullan, hukuk hassasiyeti ve adalet için çalışmadığın belli… Bu “Yargı”nın hukuk ve adalet gösteren bir yargı olmadığını bilmelerine rağmen, kirli ve kara propagandaya devam edenlere söylenecek budur!…

-Önümüzdeki süreçle ilgili bir öngörünüz var mı?..
-Mart seçimleri şu veya bu şekilde atlatılsa bile Cumhurbaşkanı seçilip bitinceye kadar, herân her şey olabilir. Burada hedef sadece Başbakan Erdoğan değil, Müslüman Türk milleti. Arkasında, Amerika, İsrail ve Batı’nın olduğu çok organize bir saldırı ile karşı karşıyayız. Maksatları da çok açık; Türkiye’yi, Irak’a, Afganistan’a, Suriye’ye, Libya’ya çevirmek istiyorlar, bunu da bu “ajan yapılanma” ile yapmaya çalışıyorlar. Bu yapının üst kademesi, yönetici-karar alıcı merkezinin CIA ve MOSSAD ile çalıştığı artık bir sır değil.
 Burada şunun da altını özellikle çizmemiz lazım; Batı ve Amerika –İsrail dahil- Türkiye’ye “operasyon yapma gücünü” bu işbirlikçi ajan yapılardan almaktadır, kendilerinin çok güçlü olmasından değil. Dolayısıyla bu ajan yapılanma tasfiye edildiğinde, Türkiye gerçek “bağımsızlığın” gücüne kavuşacaktır!..

-“Muhterem Hocaefendinin” bedduasını izlediniz mi?
-Evet, o ellerini iki yana açıp havalara zıplayarak Müslümanlara kustuğu kin ve nefreti biz 25 senedir anlatamıyorduk… Bir “kaset” her şeyi anlatmaya yetti… Şimdi, cemaatin televizyon kanalları, bu “maskesiz hallerini” kapatma telaşında… Bunların yalanlarına, hilelerine, tuzaklarına kanmamak için, bütün Müslüman aydınların, yazarların, özellikle de Sn. Başbakan’ın her gün akşam yatmadan önce, bir kere mutlaka izlemesi lazım bu kaseti… Bu kadar yalan, hile ve takiyye ile Allah muhafaza, yeniden “ikna” edebilirler herkesi “hizmet” hareketi olduklarına… Sonra da hepimize geçmiş olsun!.. Tabii ki hareketin “tabanı” buna dahil değil…

-Son olarak eklemek istediğiniz bir şey?..
-Tarihi bir süreç yaşıyoruz. Burada Sn. Başbakan’ın; “Yargıya sızmış örgüt” diye tanımladığı paralel yapının, başta “Salih Mirzabeyoğlu Davası” olmak üzere, İbda çizgisindeki Müslümanlara karşı, hukuk ve adaleti gözeterek değil de, kin ve düşmanlık temelinde verdiği “yargı” karaları var. Ki bu çerçevede kamuoyunun bildiği meşhur iki davada var ve bu davalar için “Yeniden Yargılama” konusunda çalışma yapıldığı malûm…
Söz konusu davalar kamuoyunda konuşuluyor, tartışılıyor… Fakat bu davalardan belki on kat daha fazla hukuksuzluk, adaletsizlik, usulsüzlük olan bizim davalar, ne yazık ki bizim camianın ilgisizliği veya duyarsızlığı yüzünden gerektiği şekilde gündeme getirilmiyor…

-Salih Mirzabeyoğlu davası kamuoyunda dile getiriliyor. O’nun dışında hangi davalar?..
-Evet, dediğiniz doğru, fakat “Yeniden Yargılama” çalışmalarında bu davanın yer alıp almadığını bilmiyoruz.

-Adalet ölçüsü ile değil de kin ve husumet ile verilmiş kararlar dediğiniz hangi davalar?..
-Bunlar başlıklar hâlinde sıralayabilirim, tabii sadece benim bildiklerim bunlar; Birisi, başta da söylediğim, ben de dahil “Altı gazeteciye” verilen örgüt üyeliği davası, aralarında Baran Dergisi Yayın Kurulu üyesi Kazım Albayrak’ın da bulunduğu 33 kişiye verilen “Bandırma ve Noel Baba operasyonu” davası, -olmayan isyandan verilen isyan cezaları- 35 kişiye verilen “Metris, Noel Baba operasyonu” davası (ki şu an bunun infazı durduruldu), kamuoyunda “İhsan Güven davası” olarak bilinen, 80 yaşındaki felçli bir ihtiyarı öldürdükleri gerekçesiyle 5 kişiye birden “ağırlaştırılmış müebbet” cezası verilen dava, (-suç ve cezanın orantılılığı açısından TC hukuk tarihinde bir benzeri bulunmayan bir dava-) Konya’da 2004’te yapılan bir operasyon sonrası, Ali Ekşi ve Selman Ekşi’ye 30’ar sene verilen, hukuk rezaletleri ve skandalları ile dolu dava, yine Akıncı Yol Yazı işleri Müdürü Yahya Yıldırım’a verilen, “iki kere örgüt üyeliği davası” (Bu da TC hukuk tarihinde görülmemiş bir ceza; bir kere buradaki mantık garabeti; adam bir örgüte nasıl “2 kere üye” olabilir. Bir kere “üye” olduysa, 2. Defa niye üye olsun ve bu “cezayı” vermeyi başaran hukuk nasıl bir hukuktur!), 28 Şubat hukukunun kararlarıyla mahkûm edilen, Ethem Köylü, İsmail Uysal ve Cihat Özpolat davası…
Bakın bir çırpıda 7 tane dava saydım; bunlar benim bildiklerim ve bu davalarda adalet değil, “yargıya sızmış örgütün” İbda siyasî çizgisine olan alenî düşmanlığının çok net izleri var… Ve bu davalardaki hukuksuzluklar, malûm Ergenekon ve Balyoz davalarından belki de on kat daha fazladır, fakat ne bunları dillendiren, ne de “hukuksuzluk yapılmıştır, delil uydurulmuştur” diyen var… Ki bu davaların bazısın da “delil uydurmaya” bile gerek duymadan (delilsiz) bastılar cezayı!..

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.