Ulusalcı ve Ulusolcu Parellellik

Devlet geleneğimizin parçası haline gelen-getirilen darbe ve darbe denemelerine ayrı bir parantez açmamız gerekmekte. Durum itibariyle 1876 yılında Sultan Abdülaziz’e yapılan darbe ile 1913'te Bab-ı Ali’de gerçekleşen baskın(darbe),Cumhuriyet dönemindeki darbe geleneğinin de başlangıcı olarak kabul edilir.Yeni Osmanlı olarak teşkilatlandırılan İngiliz destekli Cunta, Sultan Abdülhamid Han döneminde pasif  halde gözükse de onu tahttan indirecek oyunlardan, denemelerden uzak kalmamışlardır.Osmanlı yı bilek gücü ile bertaraf edemeyeceğini anlayan küresel güçler “Mitomani”sarmalında, mitomanik kişilikler belirleyip, istenilen algıyı toplumun bilinç altına empoze etmeyi başardılar. Tıpkı “kızıl sultan” algısının yerine “diktatör” kavramının alındığı gibi! Ve o günkü tezgah bugünün kopyası hükmündedir. Tarihi 31 Mart vakası tezgâhlandığında, oluşturulan bu algı ile günümüz arasındaki benzerlikler ilginç değil mi?

Sivil bürokrasi üzerinden merkezi hedef alarak geliştirilen bu hamle bir zamanlar övgülere mazhar olan yeniçeri teşkilatının kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu olayların ardından askeri güçlerin genlerine kadar işleyen “askerî darbe” geleneği çeşitli bünyeler içerisinde varlığını sürdürmeyi devam ettirmiştir. Peygamber Ocağı olma geleneğinin içinin boşaltılması da bünyeye yönelik tahribatın kati neticesidir. Algıyı deforme etmek ana esas!...Önce, ana omurgadan Osmanlı merkeziyetçiliğinden kopartılıp, laik ve modern(!) devlet anlayışı perspektifinde dizayn edilerek, Batı'ya uygun hale getirilmemiz gerekiyordu! İngiliz merkezli, masonik /Beyaz Türklerden oluşturulan, siyasi, bürokratik ve ekonomik yapılarda etkili derin devlet tarafından yönetilmek(!) kuşkusuz mükemmel bir projeydi! 24 Temmuz 1923’te, “Hilafet Pazarlığı”nın(!) ardından imzalanan Lozan Antlaşması ile, “zafer” olarak gösterilen resim, aslında tarihe geçen 100 yıllık bir “hezimet”in resmiydi!... 27 Mayıs,12 Mart,12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri kadar Ergenekon,Balyoz,Ayışığı,Yakamoz ve  son olarak Davos ile başlayan Ankara’nın tasfiye projeleri bu sistematiğin birer parçasıdır.

17-25 Aralık tezgahını,“altın vuruş” için hazırlanan en son darbe girişimleri silsilesinde ayrı bir kefede tutmak gerekiyor. Buradaki çalışma tabandan tavana doğru işleyişin içine “mistik” manivela konularak merkezi yok etmeyi hedefledi. Tıpkı Saddam’ı “ipe kadar götüren”  KEŞNİZANİ örgütünün çalışma şekliyle Paralel yapılanmanın yüklendiği misyon gibi!... Dışta görünerek içi muhasara altına almak darbe kültürünün farklı bir metodudur. Paralel yapılanma toplum mühendisliği için birebir örtüşen bütün oluşumlara sahiptir.Toplum dokusundan birer birer ayıklanmaları kuşkusuz kolay olmayacak. En son kale olarak görülen Ordu’daki intibak süreçleri de sonuçsuz kalacaktır elbet!..

Saddam’ı deviren Keşnizanlardır. Keşnizan Kürtçe bir kavram olarak “kimse bilmiyor” manasına eştir.17 Aralık’ta keşnizan’a tekabül eden bizdeki Paralel yapılanmanın da çalışma şekli “sessiz ve derinden ” kodlarla aktif hale getirilmiştir.Tüm devlet yapılanmalarının içine işleyerek sistemi felç edecek  hamlelere dair bilgi akışı Keşnizanlarda olduğu gibi CIA ve Mossad’a aktarıldığı görüldü!...Saddam’ı sırtından bıçaklayanlar Irak coğrafyasında her kademede bulunup sevilen sayılan kişiler, gruplardan müteşekkildiler.“Truva atı” olarak kullanıldılar. Bir müddet sonra aldatıldıklarını anladıklarında kendilerine IŞİD elbisesi giydirilmişti!.. Keşnizani cemaat yapılanması IŞİD’e dönüşmüştür! Bizdeki Paralel yapılanmanın hangi kılıfla karşımıza çıkacağını ise önümüzdeki süreç belirleyecek. Meselenin “inlerine girmek”değil dokunun ıslah edilmesiyle beraber; “baş isteyenin başının kesilmesi” kararlılığından ibaret olmalıdır!..100 yıllık anlaşmalar hükmünü yitirmek üzere. Bu tarihe iyi hazırlanan Büyük Türkiye güçlü ve söz sahibi olmak, Batı ise uyuyan bir Türkiye istiyor!.Dünya savaşlarının ardından Sovyetlerin yıkılışı ile yeniden şekillenen dünya dengelerinin son kullanma tarihleri artık geçti.İdeolojiler iflas etti. Sistemler çöktü. Süper devletlerin Paris, Londra’da çizdiği suni sınırlar değişmeye başladı. Egemen sınıf ve güçlerin iktidarları çöküş sendromunu yaşıyor. 2030 yılı için 4 farklı senaryo hazırlayan güçlerin aslında tüm planlarını yeniden gözden geçirmenin yansıması olan kontrol edilebilir savaşların içinden geçmemiz boşuna değil.

Türkiye, devlet ve toplum olarak, Osmanlı'nın mirasını taşıdığını dış dünyaya hissettirdi. Bu bilince uygun bir formatta yeniden yapılanma başladı. Söz konusu olan "milli strateji" şekillendi. Artık gerçeğe dönüşmesi yalnızca bir konjonktür meselesidir. İttihatçılarla başlayıp Kemalist gelenekle bugünlere kadar sirayet eden gerçek, sistemin kendi içinde ürettiği müzmin muhalif sınıflardır. Bu sınıflar ki; devleti darbe kültürü çizgisinde sabit tutmak, devleti devletten kurtarmak isteyenler ve İngiliz aklının en son ürettiği prototip gönüllü askerlerdir!...

Bu noktada, Abdülhamid’i anlamak dünden  sirayet eden Kemalist, jöntürkçü ve ulusalcı mutandları fark etmekten geçer!.Aşağıdan yukarıya doğru birlik şuurunu yakalamamızın önüne set çeken Keşnizani ya da Paralel yapılanmaları tasfiye etmekten geçer. Kuzu postuna bürünmüş “kızıl kurtları”n halkçılık tezgahı altında darbe desenli halı dokuduklarını görmekten geçer. Ve aslında; “Kızılelma”ya at süren, Osmanlı ruhunu mayasında hisseden, dirilen Yeni Türkiye’nin dinamik kodlarını okumaktan geçer. Birileri Aralık’tan bakarken birileri Büyük Türkiye için kapı aralayacak. Tam bağımsızlık için her bir ferdimizle elele omuz omuza olmak zorundayız.

Kalın sağlıcakla

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.