3 Ekim 2009

GLADIO ürünü "İslamcılık ve "Kürtçülüğün Yeniden İnşaasında Koza Olarak AKP

GLADIO ürünü "İslamcılık ve "Kürtçülüğün Yeniden İnşaasında Koza
Olarak AKP

Erdoğan'a 4. Yıl Hediyesi :

"Laiklik" Krizleri İslamcıları;
"Kürtçülük " Krizleri Kürtçüleri AKP İçinde Tutuyor.

RAPORUN ÖZETİ

Son günlerde başrolde Tayyip Erdoğan'ın; yardımcı rollerde ise çeşitli
bürokratlar ve Gladio uzantısı terör örgütlerinin (Bkz PKK) rol aldığı
bir "Kürt Sorunu" diyalektiğine şahit olmaktayız.

Türkiye'de aylardır evlere sessiz sedasız şehit cenazeleri gelirken
görmezden gelen;

PKK'nın bayrağı aylardır Kuzey Irak'ta asılıyken Millet'e bir satırla
bile duyurmayan;

Mustafa Kemal'in resmi altında demeç verip, "Devlet politikası" ilan
ettikleri AB yolunda terörle mücadele yetkileri kısıtlanırken gram
seslerini çıkarmayanlar;

birden sahne aldılar ve kamuoyu bir tarafta "Terörle Mücadele Sorunu";
diğer tarafta "Kürt Sorunu" ile karşı karşıya kaldı.

"Terörle Mücadele Sorunu"nu dile getirenlerin bir kaç ay önce "Terörle
Mücadelede Mükemmeliyet Merkezi" gibi ciddi Tercüme Sorunu kokan
merkezler açtıkları gibi hassas ayrıntılar medya ışığı altında körelen
gözlerden saklanırken;

iki yanına bir grup "aydın" süsü verilmiş entellektüel taşeronu biblo
gibi dizen;

AKP'nin karizma kiralayan lideri Tayyip Erdoğan;

bu sahnenin en can alıcı metinlerinden birini "Ulusa Sesleniş"
formatında kamuoyuna okuyuverdi.

Tabi ardından gelen Diyarbakır gezisi; tam bir imgesel şölen olarak,
anlayana mesajlarla doluydu.

Bütün bunlar "Kürt Sorunu" adına yapılmadı.

AKP'nin destekleyici rolünde kurgulanan Kuzey Irak sahnesinin artık
palazlanan ve Türkiye'de siyaset satın almaya başlayan güçleri
açısından;

geçici olarak AKP içine yerleştirilen Kürtçü dinamiğin parti dışına
çıkarılarak, yeni dönem için partileşmesi zamanı geliyordu.

Türkiye'yi ve İstanbul'u dönüştürme sürecinde hala AKP gibi bir
uluslararası koalisyon platformuna ihtiyaç duyanlar açısından ise;

AKP'nin üzerine kurulduğu üç temel direkten biri olan Kürtçülüğün bu
aşamada parti dışına çıkması erken bir doğum olacaktı.

Yaşanan süreç ile;

Tayyip Erdoğan ve ekibi; Kürtçü dinamiklere;

"Sizi Askere ve taleplerine karşı kararlılıkla ben koruyabilirim. Beni
desteklemezsiniz sizi asker amcalara veririm"

mesajını çok net bir şekilde verdiler.

Bu süreç;

"İslamcı" zannettikleri Başbakanlarının Anadolu'yu son gaz Hristiyan
ve Yahudi odaklara peşkeş çekmesi ile şaşkına uğrayan İslamcı tabanın
huzursuzlanmaya başlaması ile ardaarda sahnelenen ve Tayyip Erdoğan'ı
tabanı nezdinde yeniden meşrulaştıran "laiklik sorunu" ve "türban
sorunu" krizleri ile benzer niteliklere sahip bir süreçtir.

NATO'nun küresel güvenlik doktrinine senkron bürokratlar ile;

NATO'nun küresel İslam konseptine uygun siyasilerin son gölge boksu;

dördüncü kuruluş senesinde nitelikli destek sağlanan AKP'nin;

üstlendiği misyon çerçevesinde görevinin sürdüğünün ve bu misyona hala
ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir.

AKP'nin içine yerleştirilen "İslamcı" ve "Kürtçü" dinamiklerin rafine
hale getirilerek, federasyon projesi nezdinde ayrı ayrı partileşmesi
için daha zamana ihtiyacı vardır.

"Kürtçü" dinamikleri AKP dışına taşıma zamanı geldiğine inananlarla;

AKP'nin misyonunun hala tamamlanmadığına inananların çatışmasının;

TSK-AKP-STK(Aydınlar)-PKK dörtgeninde kurgulanan yeni gölge oyunları
ile pekişmesi muhtemeldir.

Ortada bir "Kürt Sorunu" değil;

Tabanları ve kadroları nezdinde duruşlarını meşrulaştırma sıkıntısı
yaşayan bürokratik ve siyasi kurumların Millet'i Salak Yerine Koyma
Sorunu mevcuttur.

Son yaşadığımız olaylar; farklı cephelerden farklı kaygılarla yükselen
sesler tarafından "Kürt Sorunu" ifadesi çerçevesinde yorumlanıyor.

Halbuki;

son dönemde "tırmandırılan" (Bkz : PKK'nın NATO-Gladio ekseninde
üstlendiği coğrafi rol) PKK teröründen;

"aydınlar" sıfatını üzerlerinde emanet olarak taşıyan bir grup isimle
buluşan Başbakan'a kadar bir çok unsur;

yaşadığımız sürecin adını doğru koymamızı şart koşuyor.

Vatansever cephe açısından iyi haber;

Ortada "Kürt Sorunu" üzerinden başlatılan uzun vadeli bir dinamik yok
bilesiniz. Bu da; bu ülkenin gündemine atılan bir çok "sansasyonel"
başlık gibi eriyip gidecek.

Kötü haber;

AKP isimli, parti görünümlü; "uluslararası mutabakat platformu"nu
yaşatma yönündeki kararlılık sürüyor.

Tek Parti Değil, Uluslararası Koalisyon İktidarı Olarak AKP

3 Kasım seçimleri sonrasında herkes "sonunda tek parti iktidarı
altında istikrar sağlanacak" yorumları yazarken, kaleme aldığımız
raporda AKP'nin içinde barındırdığı dinamiklerle Türkiye'nin gördüğü
en hassas koalisyonlardan bir olduğunun altını çizmiş ve şu yorumda
bulunmuştuk :
3 Kasim öncesinde, bir AKP iktidarini, hem patlama noktasina gelen
halk kitlelerinin öfkesini olaysiz sekilde atlatma, hem de sistemle
uzlasma geregini en fazla hisseden parti olmasi nedeni ile AKP
araciligi ile istedikleri politikalari dayatma firsati olarak gören
çevreler, AKP'nin alisma devresini atlatip daha bagimsiz hareket
etmeye baslamasi ile birlikte oynadiklari oyunu sertlestireceklerdir.

AKP'nin neden iktidara getirildiği ve bulunduğu noktada ne işe
yaradığı çok netti :

1) Uygulanan ekonomik politikalarla patlama noktasına getirilen
kitlelere; Tayyip Erdoğan isimli karizmasını kiralayan lider aracılığı
ile "bakın sizden biri iktidarda" görüntüsü sunuldu ve bu yolla
kitlelerin ağzına bir parmak bal çalındı.

Kitlelerin ağzına çalınan bu bir parmak bal; Türkiye'nin
Arjantinleşmemesi yolunda da kritik öneme haizdi. Neticede; kızı
türbanlı diye üniversiteye alınmadığı için devletinden soğumaya
başlayan kitlelerle, midesindeki gurultu dayanılmaz boyuta ulaşan
kitleler büyük oranda örtüşüyordu.

Tayyip Erdoğan önce mazlumlaştırılarak, sonra da liderleştirilerek;

karizmasını kiralayan lider olarak Türk siyasetinin başına oturtuldu.

Tayyip Erdoğan'ın mazlumlaştırılması sürecinde; stratejik miyopluktan
müzdarip kurumları çok önemli bir rol üstlendiler. (Bkz : TSK ile
AKP'nin gölge savaşlarına dikkat çeken yazılarımız)

İnşa edilen mazlumluk üzerine liderleştirme sadece bir kozmetik
operasyondu ve Türk medyası zaten bu günler için şekillendirilmişti.

Toplum önünden bir anda;

"Devlet düşmanı Tayyip" imgesi kaldırılıp, yerine "vizyon adamı
Tayyip" imgesi servis edildi.

2) Türkiye'de; 1950'lerden bu yana beslenip, radikalize unsur olarak
sisteme balans ayarı yapmak için kullanılan iki unsurun; karikatürize
isimleri ile "İslamcılık" ve "Kürtçülüğün", yeni dünya planı
çerçevesinde bu coğrafyada üstlenmeleri gereken rol artık çok daha
rafine olup, eski vulgarize halleri ile kalmalarına izin verilemezdi.

İslamcılığın "Erbakan" ; Kürtçülüğün "Öcalan" imgesinden temizlenmesi
gerekiyordu.

İşte bu noktada AKP;

"İslamcılık" ve "Kürtçülüğün" yeniden inşaası için bir koza olarak
örüldü.

Tayyip Erdoğan'a iktidar yürüyüşü de;

ABD-Almanya eksenindeki Atlantik kafalı "Kürtçülerle"

Kayseri-Üsküdar ekseninde konuşlanan liberal kafalı "İslamcıların"

eşliğinde açıldı.

3) Soğuk Savaş döneminde "Komunizm" öcüsüne inandırılıp, onlarca
evladının kanı üzerinden denge sağlayan devlet elitleri;

geçiş döneminde, PKK kod adlı bir operasyonla, bu ülkenin binlerce
evladının harcanmasına ve sanki bu evlatlar bir amaç uğruna can
vermemiş gibi, bu davanın marjinalize edilip, gündemden düşürülmesine
göz yumdular.

Bir zamanlar Kürt lafına bile tahammül edemeyen yapıların, bugün Kürt
sorununu telafuz eden ve Kürtçü danışmanlar üzerine kurulan bir
iktidarla şiir gibi olmaları ilk bakışta size garip gelebilir ama
aşağıdaki üç maddeli formül çerçevesinde incelediğinizde; Türk
Devleti'nin yakın siyasi tarihinde hep aynı dinamik üzerinden
yönlendirildiğini görürsünüz.

a) Önce "Sorun"(Kürtçülük veya İslamcılık) ve sorunun taşıyıcısı(PKK
veya radikal islami unsurlar) yaratılır

b) Devletin bazı birimleri bu sorunu yoketmek üzere sahaya salınırken;
diğer güçleri bu sorunu kullanarak, ülkenin uzun vadeli bekaasını
sağlama görevine inandırılır..

"Romantiklerle" , "Pragmatiklerin" aynı devlet yapısı içinde varlığı;
bu yapıyı kurgulayanların şeytani (Dia-bolik) zekasının da ürünüdür.

Birileri "dağda şehit olarak"; diğerleri "Öcalan ile gizli görüşmeler
yaparak" bu sorunu çözeceğine inanır.

Bu denge sayesindedir ki; Abdullah Öcalan isimli operatif ajan;
Türkiye sınırının bir kaç yüz kilometre ötesindeyken de;

Marmara'nın ortasında bir adada, üniformalılar tarafından servis
edildiği özel hücresinde dinlenirken de,

ÖLDÜRÜLMEZ.

Çünkü o bir GLADIO ürünüdür.

c) Sorunun ve taşıyıcının; küresel konjonktür adına işlevini
kaybettiği noktada; taşıyıcıyı düşman belleyen kadrolara sorunun aslı
gösterilir ve Yeni Oyun'a katılmaları istenir.

Kozmik dosyaların içini gören kadroların buna tepkisi farklı olur.

Bazıları; yıllardır uğruna mücadele ettikleri davanın bir makro
fabrikasyon olduğunu anladıklarında, hayalkırıklıkları ile birlikte
eskiden bağlı oldukları uluslararası doktrinel kimlikten sıyrılarak,
gerçek anlamı ile yerli/milli bir dinamiğe kavuşurlar.

Diğerleri ise; mevkiler, statüleri, banka hesapları adına, geçmişin
üzerine bir bardak su içip, önlerine konan yeni oyuna, aynen bir
önceki gibi "evet" derler.

Tayyip Erdoğan'ın; aslında "Batı Bey'in Can Polat"'ı olduğu

(Bkz:
Batı Bey'in Can Polat'ı Erdoğan İçin Seçim Anı - Siyasi İslamı
Dönüştürme Operasyonunun Türkiye'yi Dönüştürme Operasyonu Olduğu
Anlaşılınca başlıklı yazımız)

ve

Öcalan Kürtçülük hareketi için neyse;

Tayyip Bey'in de İslamcılık hareketi için aynı güçler tarafından
kurgulandığı ortaya çıkınca;

bu kozmik ifşaat karşısında eski kadroların iki farklı tepkisi olur :

Bazıları;

Yeni Oyun'u hiç bir şey olmamış gibi aynen kontrol edip; Musevi
lobilerin koordinasyonunda eski düşmanlarının danışmanlığına
soyunurken;

Bazıları;

Hayalkırıklıkları ve zamanında vermedikleri mücadeleyi şimdi verebilme
kaygısı ile kitaplar yazmaya soyunurlar.

Kurumların; NATO merkezli küresel güvenlik doktrinasyonları ile Milli
tezler arasında ayrışmasının,

Tayyip Erdoğan'ın zamanına denk gelmesi;

Tayyip Bey'in değil;

onu İslamcılık görüntüsü altında bu günler için yaratanların
kararlılığının eseridir.

Yukarıda üç madde altında sergilemeye çalıştığımız bu klasik oyunun
bugünkü ismi "federasyon projesidir"

Bu proje için küresel güçlerin;

nitelikli "İslamcılığa" ve nitelikli "Kürtçülüğe" ihtiyacı vardır
fakat bunun zamanlaması tartışma meselesidir.

Birileri;

Bu devletin kadrolarını federalizm projesine ikna etmeye
çalışmaktadır.

İkna olmakta zorlananların önüne;

Milli damarları hoş tutulsun diye "Yeni Osmanlı" projesi konulup, bu
yolda devletin özel birimleri Özbekistan'dan, Afganistan'a
başkalarının oyunlarına jandarmalık etmek adına göreve gönderilirken;

çoktan ikna olanlar ise;

ABD-Almanya eksenindeki NATO konseptine uygun Kürtçüler, Liberaller ve
İslamcılar'la ortak ticari ve toplumsal mühendislik projelerine imza
atmaktadır.

Hangi kanatta olurlarsa olsunlar; bu kadrolar artık Türkiye'nin
bekaasını;

YENİ OYUN'A ADAPTE OLMAKTA görmektedirler.

Teslimiyetçilerle, "Onurlu Sızlanışçılar" arasındaki fark sadece
önlerine konulan dosyaların başlığındaki farktır.

Dosyaların uzun vadeli içeriği aynıdır.

AKP; işte bu geçiş dönemi için; İslamcılıkla, Kürtçülüğün kozası
olarak kurgulanmış bir platformdur ve son gelişmeler bu kozaya olan
ihtiyacın sürdüğünü göstermektedir.

Bu ihtiyacın sürdüğü; son dönemde yaşanan olaylar arasındaki kurgusal
paralellikte gizlidir.

AKP ile TSK'nın Gölge Boksları Kime Yaradı?

AKP'nin iktidar oluşu ile birlikte aynı paralelde yapılan iki yorumu
hatırlayın :

"Refah Partisi eridi"

"DEHAP eridi"

Halbuki bu iki ekolün erimesi sözkonusu değil, sadece AKP içine monte
edilmesi sözkonusu idi.

Bir de bunu ANAP ekolünü ekleyip, başına karizmasını kiralayan lideri
oturttuğunuzda tablo tamamlanıyordu.

AKP tablosundaki uyumun İslamcı kanadı ile ilgili sorunların yaşandığı
noktalarda Türkiye'de hep laiklik krizleri kurgulandı.

Stratejik miyop kurumların başrolu üstlendiği bu sanal krizler (Bkz :
Hüsrev Kutlu Krizi : Milli Olma Sancısı Çeken İki Yapının - TSK ve AKP
- Sanal Kavgaları başlıklı yazımız
)
en çok AKP ve lider kadroya yaradı.

"İslam" etiketi ile iktidara gelen bir lider kadrosunun iktidara gelir
gelmez;

Anadolu topraklarını Hristiyanlığın ve Yahudiliğin çıkarlarına açma
yolundaki istekleri taban nezdinde sorunlar yaşatmaya başladıkça;

medyada "laiklik" krizleri peşi sıra geldi.

Bu krizler sayesindedir ki;

AKP'nin tabanındaki cemaatler, camialarına,

"bakın bizim çocuk doğru yolda ilerliyor. Askere kafa tutuyor"

propagandasını diri tutabildiler.

AKP içinden Refah'ın kopuşu;

TSK-AKP ekseninde kurgulanan sanal kavgalarla önlendi.

Dolayısı ile iktidara geldiği günden beri "Türban Sorunu" 'nu ÇÖZMEYEN
AKP ile

bu sorunu kronikleştirerek, AKP'nin ekmeğine yağ süren kurumlar;

nihai tahlilde;

Türkiye'yi dönüştürmek için AKP tarzı bir platforma ihtiyaç duyanların
amaçlarına hizmet ettiler ve platformun dağılmadan, bir arada
tutulmasına yardımcı oldular.

Erdoğan'ın Kitlelere Mesajı :

"Bana Oy Vermezseniz Sizi Asker Amcalara Veririm"

TRT'de yayınlanan ve şehit aileleri ile karşılaştığı için
rahatsızlıklarını açıkça dile getiren Ali Bayramoğlu gibi "aydın"
görüntülülerin katıldığı "Ne Yapmalı" programında;

AB fonlarından yararlandıkça giydiği kravatların ve ceketlerin
kalitesi yükselen Oral Çalışlar;

Diyarbakır'daki geziye dair bir anektodu anlattı.

Çalışlar bölgedeki bir AKP'li yetkilinin,

ilk defa Erdoğan'ın bu gezisinde AKP rozetini taktığını kendisine
söylediğini ve kendisini ilk defa AKP'li hissettiğini belirttiğini
açıkladı.

Aslında bu tespitte; AKP'yi tehdit eden ikinci unsur gizli.

Bu da AKP içinden DEHAP'ın yeniden doğma riskidir.

İşte "Kürt Sorunu krizi" bu noktada Tayyip Erdoğan'a;

"bakın bana oy vermezseniz, sizi asker amcalara veririm"

kozunu sunmaktadır.

"Tavşan"la "Tazı" Aynı Anda Üretildi; Medyaya Sadece "Tut" Deme Kaldı

Irak'ın kuzeyinde; silah-para-uyuşturucu ticareti ile belirli bir
olgunluğa erişerek, Türkiye'de siyaset satın almaya başlayan emperyal
maşası aşiret sermayesi; Türkiye'de etnik tabanlı siyasetin de bir
numaralı oyuncusu olmaya soyunmaktadır.

Irak'taki siyasi yapının oyuncuların uyuşturucu parası üzerinden
Türkiye'deki "Kürtçülüğe" de talip olmaları an meselesidir. Savaş
öncesinde Meclis'te milletvekilleri olduğunu söyleyen aşiretler, artık
"Meclis'te partimiz var" noktasına gelmişlerdir.

İşte bu noktada; AKP açısından, içine aldığı "Kürtçü" ekolün;

yeni patronlarının yeni dinamikleri adına bünye dışına çıkarak,
partileşmesi ciddi bir tehdit olarak başgöstermiştir.

AKP'nin "İslamcı" ekolünün ayrışmasını "sanal laiklik krizleri" ile
erteleyenler açısından;

"Kürt Sorunu" işte bu noktada;

medya ile eşgüdümlü bir operasyonla en çok AKP'nin bütünlüğünü koruma
açısından bir anlam taşımaktadır.

Aslında PKK terörünün tırmanışı ve evlere şehitlerin gelişi aylar
öncesinden başlamasına rağmen; medya bu olaylara son dönemde ışık
tutmaya başlamıştır...

Keza;

Manşetini bugüne kadar çok farklı odaklara kiralamakta bir beis
görmeyen medya;

Kuzey Irak'taki PKK bayrağını nedense yeni görmüş ve "O Bayrak Oradan
İnecek" tarzı,

AB standartları ile hayli uyumsuz başlıklar atmaya başlamıştır.

Bu dramatizasyonlarla eşgüdümlü bir şekilde ise;

NATO ile senkron kadrolar;

sanki bir kaç ay önce, "devlet politikası" ilan ettikleri AB yolunda
devletin terörle mücadele yetkileri kısıtlanırken seslerini
çıkarmayıp, Çankaya yolunda demokrasi puanları kazanan kendileri
değilmiş gibi; "yetkilerinin kısıtlandığından" şikayet etmeye
başlamışlardır.

Kısacası;

Kamuoyu önünde "tavşan" ve "tazı" aynı anda inşa edilmiştir. Medyaya
sadece "tut" demek kalmıştır.

Diyarbakır'a Başbakan'ın sanki yabancı bir ülkeyi ziyaret eder gibi
gerçekleştirdiği ziyaret bu çelişkiler bütünü ardından
gerçekleşmiştir.

************************AÇIK İSTİHBARAT olarak
TEZİMiZ********************************

AKP; dördüncü yılına girerken, bazısı medyaya yansıyan ciddi iç
sorunlarla boğuşmaktadır.

Üstlendiği taşeronluk rolü; kadrolar arasındaki dokuları ve kadro ile
taban arasındaki köprüleri zorlamaya başlamıştır.

Yaşanan "satış" ve "hortumlama" sürecinin, bütün medya perdelemesine
rağmen gizlenemeyen boyutu, Abdullatif Şener gibi isimlerin karşı
çıkışlarında kendini göstermektedir.

İslami referanslar üzerinden iktidara gelen bir liderin;

Türban sorununu çözemediği gibi, sözkonusu kitlelerin aş ve iş
sorununa da ciddi çözümler üretememesi üzerine,

bir de "ABD askerlerinin başarısı için dua eden" ve Yahudi bankerlerle
hemhal olup, İstanbul'u Bizans hayallerine servis eden bir küresel
bürokrata dönüşmesi ise;

taban nezdinde ciddi rahatsızlıklar yaratmaktadır.

ANAP ekolünün emanet edildiği Cemil Çiçek gibi isimler kendi sazını
çalarken;

Partinin "Kürtçü" kanadında da, "artık ayrı bir parti kurmanın vakti
geldi mi?" şüpheleri su yüzüne çıkmaya başlamıştır.

AKP'nin alet olduğu "Kuzey Irak" sürecinin yarattığı uyuşturucu-silah
ticareti rantının Türkiye'deki yansımalarının bu şüpheleri beslemedeki
rolü ortadadır.

APO kod adlı operatif ajanın PKK içindeki rolü törpülenirken;

Leyla Zana üzerinden terörün dişileştirilmesi

Türkiye'de "Kürtçülüğün" siyasallaşması sürecinde;

sermaye şartının yerine geldiğinin, sıranın liderleşme aşamasında
olduğunu göstermektedir.

Son günlerde yaşanan olaylar;

bu dinamiği gören ve küresel operasyonları çerçevesinde, bölgeyi ve
Türkiye'yi dönüştürmede hala AKP gibi bir platforma ihtiyaç
duyanların;

AKP içinde Kürtçü dinamiği parti içinde tutmak adına çok yönlü bir
dinamik kurguladıklarını göstermektedir.

Bu yolda herkes üzerine düşeni başarı ile yürütmektedir.

PKK;

bombalama eylemleri ve tırmandırdığı terör ile;

Kürtçülerin üzerine devletin güvenlik güçlerini salmak için gerekli
psikolojik meşruiyet zeminini sağlamakta;

Terörle mücadele için ellerinden yetki alınırken AKP ile şiir gibi
olanlar;

şimdi aynı AKP'yi yetkilerini kısıtlamakla suçlayarak; dolaylı olarak,
Kürtçülere "sizi bizden koruyacak siyasi sığınak AKP"'dir mesajı
yollamakta;

Kuzey Irak'taki PKK bayrağını aylardır görmezden gelen medya;

yeni bir şey keşfetmişcesine "bayrağı indirin oradan" manşetleri
attıktan hemen sonra;

Tayyip Erdoğan'ın "Kürt Sorunu" söylemine verdikleri destek ile;

PKK ile Kürtçülüğü ayıran fakat adresi AKP olarak gösteren tabloya
nitelikli bir destek atmakta;

Bir bildirinin altına imza atmaktan başka bir şey yapmamış olan
"aydın" süsü verilmiş entellektüel taşeronlar ise,

Erdoğan'ın yanına biblo gibi dizilerek,

"Kürtçü entellektüellere" , düşünsel kıblelerini işaret etmekte bir
sakınca görmemektedirler.

Yukarıda saydığımız unsurların şu ya da bu şekilde ancak

AB-D ve NATO merkezli dinamiklerin türevleri olarak varolduğunu
gözönünde bulundurursanız;

son günlerde yaşadığımız "Kürt Sorunu" polemiğinin aslında bir "Kürt
Sorunu" değil

"AKP sorunu" olarak karşımızda durduğunu daha net bir şekilde görürüz.

Ortada;

Kürtçülüğün siyasi dinamiğini AKP dışına taşımak isteyenlerle;

bunu engellemek için;

PKK'dan , TSK'ya;

Medyadan, "entellektüel taşeronlara" kadar geniş bir yelpazeyi devreye
sokanların çatışması ile karşı karşıyayız.

AKP'nin "Dördüncü Senesi" öncesinde bu sahneyi çatarak;

Tayyip Erdoğan'a nitelikli destek atanların,

bu desteklerinin ödüllerini nasıl aldıklarını İstanbul ve Türkiye'deki
dönüşümü izleyerek seyredebilirsiniz.

Tabi Tayyip Erdoğan'ın nasıl ödüllendirildiğini görebilmeniz için ise
Kanada'daki iş adamlarını ve bankacılık sistemini bilmeniz gerekir ama
o başka bir yazının konusu.

Ara sıra görüntüyü kurtarmak için;

"Onurlu Sızlanış" gösterenlerin varlığı da;

"Tek Bayrak, Tek Vatan" sloganının hemen ertesinde,

CIA El Kitabı gibi, Türkiye'deki bütün etnik unsurları sıralayan bir
Başbakan'ın varlığı da sizi yanıltmasın.

Ortada bir "Kürt Sorunu" yoktur;

Sorunumuz;

"Kürt Sorunu"nu;

kendi tabanları ve kadroları nezdinde pozisyonlarını güçlendirmek için
kullananların Millet'i salak yerine koyma sorunudur.

TSK-AKP-PKK-STK("Aydınlar")

dörtgeninde kurgulanan bu sanal kavgalar adına uyanık olup,
mücadelenin gerçek zemininde sağlam bir duruşa sahip olmak her
vatanseverin görevidir.

Saygılar

Açık İstihbarat-2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.