TOHUMCULUK YOK EDİLDİ

Nereye gidiyoruz yazı serisi .....
Sizlere kötü haberler vermek, bu kötü haberleri makale çerçevesinde değerlendirmek ve bilgilerinize sunmak aslında bana da gına getirdi. Gönül isterdi ki hepimizi sevindirecek, mutlu edecek konuları işleyelim de milletimiz bu mutluluğu yaşasın. Ama şunu da itiraf etmeliyim ki idarede “İşbirlikçilik” (gizli ve açık düşmanlarımızla işbirlikçiliği) sonuçta yapılan bütün işlerin aleyhimize dönmesi demek olmaktadır.
İç politika, dış politika, ekonomik politika, hukuki politikalar, sanayi politikası, tarım politikası gibi her sahada alınan kararlar ve atılan adımlar milletimizi daha zor şartların altına itmekte, gittikçe ülkemiz yaşanması zor bir ülke haline gelmektedir.
Biz de bu zorluklara işin başında işaret ederek bir yerde milletimizi ikaz görevini üstlenmiş olmaktayız. Tabii ki demokrasilerde sonun da söz milletindir.
İyi ama bilhassa ülkemizde demokrasi bazen kesintiye uğratılmakta, “millete rağmen millet kurtarılmaktadır” buna ne diyeceksiniz, diyebilirsiniz?
Olmaması lazım ama mademki oluyor, o halde olabilir, diyorum. Ancak sözümü iyi kavrarsanız size “zor oyunu bozar” cinsinden bir açıklama yapmak istiyorum.
Diyelim ki demokrasimiz kesintiye uğradı, beğenilen bir hükümet bazı güçler tarafından alaşağı edildi. Bunlar nasıl olsa birkaç yıl içerisinde tekrar seçime gidecekler. Milletin büyük ekseriyeti dağılıp gideceklerine beğendiği ve tasvip ettiği insanların arkasında dursalar, onlara büyük oranda tekrar oy verseler, bu nevzuhur (aniden ortaya çıkan) güçlerin bir daha demokrasiyi kesintiye uğratacak halleri kalır mı? Ama bizler çeşitli propagandaların tesirleri ile dağılır gidersek, elin oğlu bundan cesaret alır, bakarsınız ülkemiz düzlüğe çıkacakken yine bir oldubittiye getiriliverir ve yine “iki yakamızı bir araya getirmek” zorlaşır.
TOHUMLUKLARIMIZA NE OLUYOR
Tohumculuğumuz, 8.Ocak 2004 yılında başlayan bir sürecin (5042 sayılı kanunla) bizi getirdiği nokta ayağımızı yerden kesecek niteliktedir. 31.Ekim.2006 tarihinde kabul edilen 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu"nun 5. maddesinde; "Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir" denilmektedir.
Aynı yasanın 7. maddesinde ise, "Yurtiçinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir" hükmü ile kayıt altına alınmamış, ama çiftçinin yüzlerce yıldır ürettiği ve ticaretini yaptığı tohumların ticaretine kesin bir engel konulmaktadır.
Aynı yasanın geçici 1. maddesinde bu sınırlamaya ilişkin 5 yıllık bir geçiş süreci öngörülmüş bulunmaktadır. Bu duruma göre 31.10.2011 tarihinden itibaren, hemen her çiftçinin yüzyıllardır ürettiği ve kilerinde gelecek dönemi için sakladığı tohumluklar, şayet kayıt altına alınmamışsa ticarete konu olamayacaktır. Yani, elinde fazla tohumu olan çiftçi Hasan Ağa, kasketli Ahmet ağa bu tohumunu komşusuna veya pazarda ihtiyacı olan diğer çiftçilere satamayacak demektir.
Diyelim ki çiftçilerimizin bu yasadan haberleri yok veya yasaya uymadılar, o zaman aynı yasanın 12. maddesi devreye girmekte ilk etapta 10 bin TL (10 milyar TL) idare para cezasına çarptırılacaklar. Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilecek, tohumluklara Bakanlık tarafından el konulacaktır. Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha masrafları çiftçi tarafından ödenmek şartıyla Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek.
Zaten yokluklar içinde yaşamını sürdüren çiftçi, borcunu ödeyemezse haciz işlemi uygulanacak, yine ödememekte direnirse “akmıyor mahpushane çeşmesi…” şarkısını söyleyecekler demektir.
KAYIT ALTINA ALINMA ŞEKLİ
Okuyucularımın, “İyi de kardeşim ne var bunda. Çiftçi de gitsin tohumunu tescil ettirsin, ticaretini de yasalara uygun bir şekilde yapsın" dediklerini duyar gibiyim.
Tohumculuk Kanunu'nun altyapısını oluşturan bir başka kanun, adeta bu iş için özel olarak hazırlanmış (yazımın başında belirttiğim 8.1.2004 tarih 5042 sayılı kanun), tam bu noktada hemen o devreye giriveriyor.

Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90'ı uluslararası şirketlerdir. Dünya tohumculuğunu 6 büyük tekel elinde bulunduruyor. Bunlar Novartis, Monsanto, Cargill, Dupont, ADN ve Bayer. Bu firmaların Türkiye'deki tohumculuk firmalarıyla hisse bazında ya da bayilik yoluyla kurdukları ortaklıkları bulunuyor.

5042 sayılı yasaya göre bu firmalar Türk çiftçisinin tohumlarını alıp, patent ve fikri mülkiyet haklarına sahip olacaklar. Şirketlerin hakları ise yine bu yasayla güvence altına alınmış olacaktır.

Yani, önce Tohumculuk Yasası ile çiftçiye "Arkadaş sen bu tohumluğunu kullanamazsın" denecek, sonra da o tohumları tescil ettiren şirketlere "devlet eliyle" pazar yaratılacaktır.
Türkiye'nin bugün özellikle sebze tohumlarında yüzde 90 oranında yabancı şirketlere bağımlı olduğunu da hatırlarsak, buğdaygiller tohumlukları ile sebze tohumluklarının bilhassa DNA’sı ile oynanmış olanların başımıza büyük işler aşacağı ve hatta neslimize tesir edeceği teknik elemanların görüşleri olarak açıklanmaktadır.
2004 ve 2006 yıllarının AKP’nin mecliste büyük çoğunluğunun bulunduğu devreler olduğunu bilmem hatırlatmama gerek var mı?
Yazımın burasında, Milletvekillerimize bir serzenişte (sitemde) bulunmak istiyorum. “Allahınızı severseniz… Siz kanunları mecliste geçirirken hiç müzakere etmiyor, ilgili meslek odalarına veya dairelerin teknik elemanlarına hiç sormuyor musunuz? Bu kanunların uygulamada nelere müncer olacağını, bunun da sizleri nasıl bir vebal altına sokacağını bilemiyor musunuz?”

4 yorum:

  1. ALLAH İSLAH ETSİN AKİL FİKİR VERSİNDE ONUN ADİNİ KULLANARAK MEMLEKETİ TALAN ETMEK VE TALAN ETMEYE CALİSANLARLA İSBİRLİGİ YAPMAKTAN VAZ GECSİNLER...BU MİLLET BİRGUN UYANİR....

    YanıtlaSil
  2. “İş başına geçtiğinde yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli yok etmek için didinir. Allah da bozgunculuğu sevmez.”(Bakara:205)

    YanıtlaSil
  3. çok uğraştık çıkarmasınlar diye. Ama başaramadık.
    Sayın Vekillerim



    Başka Türkiye yok yaklaşımı ile Tohumculuk yasasına ilişkin,
    E mail adresime okuyucularım tarafından gönderilen iletileri bilgilerinize sunuyorum.

    Saygılarımla
    Necla ŞENER







    TBMM'de son iki oturumda ertelenen "Tohumculuk Kanunu Tasarısı" 28.09.2006
    Perşembe(yarın) günü görüşülecek.(Cuma gününe de kalabilir)

    Geçtiğimiz hafta konunun uzmanlarından Prof. Dr. Tayfun Özkaya (Ege Üni.
    Ziraat Fak.Tarım Ekonomisi Böl.Öğ. Üy.ve Tarım Ekonomisi Derneği Eski
    Başkanı) yazdığı "TOHUMCULUK KANUNU : GDO ve TOHUMCULUK DEVLERİNE AÇIK
    KAPI" makalesi ve ardından uzmanların görüşlerinden oluşan "TOHUMCULUK KANUN
    TASARISI HAKKINDA ÖNEMLİ GÖRÜŞLER" başlıklı yazıyı daha önce iletmiştim.

    Konunun uzmanları yasa tasarısını inceledikten sonra özetle;

    "Türkiye'nin, doğanın, çiftçilerin ve tüketicilerin aleyhinedir."

    "GDO'lu çeşitler artık, Türkiye'de yasak olmalarına rağmen
    yayılabilecekler."

    "3 bini endemik (Türkiye kökenli) 13 bin bitki çeşidine sahip Türkiye GDO'lu
    bitkilerce kirletilecek"

    "Onbinlerce yıldır ıslah yapan köylüler bu yasa ile tohumlukları üzerindeki,
    halen gerilemiş olan, bütün haklarını kaybedecekler."

    "Kamu üretim, sertifikalandırma, ticaret ve denetimi pratikte özel sektöre
    gerçekte ise büyük dünya tohum devlerine bırakabilecektir"

    "GDO'lu tohumlar için büyük tohumculuk devlerinin Türkiye'nin açıldığı,
    büyük bir pazarda daha rahatlıkla at oynatabileceklerdir"

    "5.Maddenin 1. ve 2. bendleri
    Milli Güvenliği ciddi anlamda tehdit etmektedir. Sadece kayıt altına alınan
    çeşitlerin üretimine izin verilmesi doğal türlerimizin yok olmasına neden
    olabileceği gibi, ülkemizde meydana gelebilecek olağanüstü durumlarda
    (savaş, uluslararası ekonomik, ticari vb ambargolar vs) ülke olarak çok
    ciddi sıkıntılara düşebiliriz."
    "3ncü bendi; Anayasamıza göre insan haklarının ihlali olmakla birlikte, aynı
    zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bir uygulamadır."

    "5. madde, bu nedenlerden dolayı kişilere ulusal ve uluslararası merciilere
    yargı yolunu açacak ve hem hükümet hem de Türkiye sıkıntıya düşecektir."

    "15.Madde;
    Bakanlığın gerekli gördügü hallerde, 5inci (tohumluk üretimi), 6ıncı
    (tohumluk sertifikasyonu), 7inci (tohumluk ticareti) ve 8inci (piyasa
    denetimi) maddelerde belirtilen yetkilerin, kısmen ya da tamamen, süreli
    veya süresiz olarak Türkiye Tohumcular Birliğine, kamu kurum ve
    kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilerine veya üniversitelere
    devredilebileceği ifade edilmiştir. Bu çok muğlak bir ifadedir. Ve ülke
    dinamiklerimiz değerlendirilerek net cümlelerle ifade edilmesi,milli
    güvenliğimiz göz önünde bulundurularak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir."

    "AB ülkeleri, ABD ve diğer ülkeler ekoloji, tarım, sağlık, çevre gibi birçok
    alanda biyoteknoloji teknikleri ile üretilmiş türlerden kaynaklanabilecek
    risk, tehlike ve tehditlere karşı önlem alan mekanizmalarını kurduktan
    sonra, belli kurallar çerçevesinde biyoteknolojik teknikler uygulanan
    tohumları yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmaları (GDO) kullanmaktadır.
    Ancak ülkemizde yapılan bu çalışmalar henüz tamamlanmadığı için bu Kanun
    Tasarısı bu haliyle yasalaşıp yürürlüğe girerse, gerçek anlamda ulusal bir
    felaketle sonuçlanacağı kesindir."

    "Bu kanun çalışmasına, biyoteknolojik tekniklerle elde edilen genetiği
    değiştirilmiş tohumların son ürün olarak insana ulaşmasından dolayı "ulusal
    sağlık güvenliğini" sağlamak amacıyla Sağlık Bakanlığı'nın da dahil edilmesi
    ve görüşlerinin alınması gerekmektedir. Ancak bu kanun tasarısında Sağlık
    Bakanlığı'nın konuyla ilgili görüşleri alınmadığı için ulusal sağlık
    güvenliği açısından ciddi sorunların ortaya çıkacağı tespit edilmektedir."

    "Bu Kanun Taslağında genetiği değiştirilmiş tohumların ürün/türevlerine
    dönüşünde insan ve hayvan sağlığı ile ilgili yapılacak herhangi bir hukuki
    düzenleme belirtilmemiştir."

    "Ulusal Biyogüvenlik Takas Mekanizması" ile ilgili çalışmalar henüz
    tamamlanmamış olup, bu sistem tamamlanmadan bu Kanun Tasarısının yasalaşıp
    yürürlüğe girmesi gerçek anlamda ulusal bir felaketle sonuçlanacaktır."

    Karar 81 ile Tohumculuk Kanun Tasarısında bunun yolunu açan maddelerin
    benzer olmasından dolayı, ülkemizi tarımda tamamen dışa bağımlı bir sona
    götüreceği gözümüzün önünde yaşanan(IRAK'da) bir örnekten dolayı da
    kaçınılmazdır.

    "Tohumculuk Kanun Tasarısı"nın ilgili kurum ve kuruluşlarca olgunlaştırılmak
    üzere tekrardan incelenmesinin Milli Güvenliğimiz, genetik çeşitliliğimiz,
    ulusal sağlık güvenliğimiz, ülke istikrarımız ve AB uyum çalışmalarımız
    açısından çok daha faydalı olacağı düşünülmektedir."

    demektedirler.

    Uzman görüşleri yasa tasarısının ne büyük tehlikeler içerdiğini çok açık
    ortaya koymaktadır.Umarım bizleri temsil etmek için TBMM'ne bulunan
    vekillerimiz bu uyarıları dikkate alırlar.

    Bu tasarının meclisden bu haliyle geçmemesi,komisyona tekrar gönderilmesi ve
    üzerinde tartışılması gerekiyor. Türkiye'nin,Türk Tarımının ve Türk
    Milletinin geleceği için ivedilikle konunun kamuoyunun anlatılması, bu
    tasarının yeniden ele alınması için kamuoyu baskısı yapılması gereklidir.
    Zaman çok kısıtlı konu çok önemlidir.Göstereceğiniz hassasiyet için şimdiden
    teşekkür ederiz. Saygılarımla…
    Meziyet Demirkaya
    Ulusal Bağımsızlık Hareketi
    Daha detaylı bilgi için iletişim adreslerim.

    meziyet_demirkaya@hotmail.com
    klastv@memleketim.tv
    Tel;0 242 742 39 10
    Cep;0 544 644 96 28
    Ab uyum yasasıyla geçirilmeye çalışılan tohumlar lütfen okuyun. tehlike çok büyük.
    GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLERİN ZARARLARI
    Genetik Mühendislik ürünleri teknolojisi, yaşayan organizmaların genetik ana yapısını değiştirmeyi ve elde edilen yeni ürünleri kar amaçlı olarak satmayı hedefleyen bir çalışma koludur.Bu teknoloji bazı milletler arası "yaşam bilimi" firmaları tarafından sürdürülmektedir.
    Bu firmalar çalışmalarının dünyadaki açlığı azaltacağını,hastalıkları tedavi edeceğini,insan sağlığını olumlu etkileyeceğini, tarımda sürekliliğin sağlanabileceğini iddia etmektedirler.Oysa , gerçekte yapılan çalışmalara bakıldığında esas amacın dünyadaki tohum, gıda, tıbbi ürünler, lifli besinler sektörlerini kontrol altına almak ve monopol oluşturmak olduğu görülmektedir.
    Genetik Mühendisliği devrim yapan yeni bir teknolojidir.
    Bu mühendislik dalı halen gelişme aşamasındadır. Söz konusu teknoloji o kadar güçlüdür ki sadece türler arasındaki değil insanlar, hayvanlar ve bitkiler arasındaki genetik koruma duvarlarını dahi yıkabilir. Çeşitli virüsler i, antibiyotiğe dirençli genleri, bakterileri vektör, işaretleyici ve promoter olarak kullanarak genetik kodları kalıcı olarak değiştirir ve daha sonra genleri değiştirilmiş organizmalar bu genetik değişimleri kendilerinden sonraki nesillere kalıtım yoluyla aktarırlar.
    Dünya üzerindeki bütün genetik mühendisleri genetik malzemeye ilaveler yapmak, yeniden düzenlemek, düzeltmek, programlamak gibi işlerler meşgul olmaktadırlar. Bitki, balık ve bazı hayvanların kromozomlarına hayvan genleri ve hatta insan genleri enjekte edilerek hayal edilemeyecek transgenic (farklı canlıların genleri arasında yapılan transferlerden) yaşam biçimleri elde etmektedirler.Tarihte boyunca ilk defa uluslararası bioteknoloji şirketleri yaşamın mimarları ve sahibi konumu durumuna gelmişlerdir.
    Kanuni kısıtlamalar ve kurallar, isimlendirme şartları veya bilimsel protokollar çok az olduğu için bio mühendisler yüzlerce yeni ''Franken foods'' (yapay, farklı türler arası birleştirilmiş genlerden oluşan besinler) ve tahıl türleri yetiştirmeye başladılar. Bunlar gerçekten insana ve çevreye zarar verici niteliktedir ve ayrıca dünyadaki milyarlarca çiftçi ve köylü içinde negatif sosyo ekonomik etkileri vardır.
    Gün geçtikçe artan sayıda bilim adamı kullanılan gen ayırma teknolojilerinin tam gelişmemiş, yanlış ve sonuçlarının öngörülemediğini söyleyerek ikazda bulunmaktadır. Ancak, ABD nin liderliğindeki bio teknoloji taraftarı hükümetler ve düzenleyici kurumlar tüm Genetik Mühendisliğ i ürünü yiyeceklerin geleneksel yiyeceklerle aynı olduğunu ve özel bir şekilde etiketlenmesine veya pazarlama öncesi bir zararı olup olmadığının anlaşılabilmesi için bir teste tabi tutulmalarına gerek olmadığını söylemektedir. Yeni cesur dünyanın üretip kabul ettiği bu yapay yiyecekleri korkutucudur.
    Şu anda ABD'de dört düzineden fazla genetiği değiştirilmiş besin ve tahıllar oldukça yaygın olarak satılmaktadır. 70 milyon acre (1acre=4046.9 m2) tarım alanı üzerinde genetiği değiştirilmiş ürünler alanı ekili durumdadır. Buna ilaveten bir firmanın ürettiği Bovine Büyüme Hormonu (rBGH) düzenli olarak 500.000 sü t ineğine enjekte edilmektedir.
    Süper marketlerde ki işlemden geçmiş besinlerin çoğunda genetik katkı maddeleri vardır ve testlerde bunu doğrulamaktadır. Buna ek olarak düzinelerle genetiği değişmiş tarım ürünü geliştirilmektedir ve bunlarda kısa bir zaman sonra piyasaya sürülmüş olacaklardır. Gelecek 5-10 yıl içinde ABD' deki besin ve lifli gıdaların tamamının genetiği değiştirilmiş olacaktır. Bunların arasında soya fasulye si, mısır, patates , canola yağı, pamuk tohumu yağı, papaya, domates ve süt ürünleri sayılabilir.
    Besin ve lifli ürünlere uygulanan genetik mühendisliğinin sonuçları belirsiz olduğu kadar hayvanlar, insanlar, çevre ve organik tarımın geleceği için tehlikelidir de. İngiliz moleküler bilimci Dr.Michael Antoniu'nun belirttiğine göre gen ayrıştırılması beklenmedik bir şekilde toksik maddelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Toksik maddeler özellikle genetik mühendisliğin uygulandığı bakteriler, mayalar, bitki ve hayvanlarda görülmektedir. Ancak, büyük bir sağlık sorunu ortaya çıkana kadar bu sorun pek dikkati çekmeyecektir.
    Bu besin maddelerinin zararları :
    Toksinler ve Zehirler
    Genetik mühendisliği uygulanmış ürünler potansiyel olarak toksik olup insan sağlığını tehdit edici bir konumdadır. 1989 yılında L-tryptophan isimli çok bilinen bir maddenin genetik mühendisliği uygulanmış bir türü 37 Amerikalı'nın ölümüne ve 5000 kişinin de sakatlanıp ölümcül ve ızdıraplı bir kan hastalığına yakalanmasına (eosinophilia myalgia syndrome ''EMS'') sebep olmuştur.
    Japonya'nın üçüncü büyük kimyasal şirketi olan Showa-Denko ilk defa 1988-89 yıllarında serbestçe satılan bileşimde genetik mühendisliği uygulanmış bakteriler kullanmıştır. Düşünülen odur ki DNA nakli işlemi sırasında bakteriler bir şekilde kirlenmiş ve de bu insanların hastalanmasına neden olmuştur. Bu yüzden Showa Denko şirketi ilaçdan zarar görüp EMS hastalığına yakalanan kişilere 2 milyar dolar tazminat ödem iştir.
    1999 yılında İngiliz basını Rowett Enstitüsün'den bilim adamı Dr.Arpad Pusztai'nin yaptığı detaylı araştırma genetiği değiştirilmiş patateslerin de zararlarını ortaya koymuştur.
    Laboratuar testlerinde snowdrop çiçeğinin (kar damlası çiçeği, Avrupa'da yetişir ve daha kar kalkmadan çiçek açar) DNA sı ile bilinen bir viral promoter olan Cauliflower Mosaic Virus (CaMv) kullanılarak genetik yapısı değiştirilmiş patateslerin memeliler için zehirli olduğu tespit edilmiştir. Kimyasal kompozisyonu normal patateslerden oldukça farklı olan bu patatesler farelerin hayati önemi olan organlarına ve bağışıklık sistemlerine zarar vermiştir. En tehlikelisi ise farelerin mide lerinin iç yüzeyinde son derece ciddi bir viral enfeksiyon ortaya çıkmıştır ki bunun da nedeninin CaMv denilen viral promoter olduğu kesindir ve de bu madde bütün genetik mühendisliğinin yarattığı ürünlerde kullanılmaktadır.
    Dünyada her geçen gün artan sayıda bilim adamı genetik manipülasyonun besinlerde doğal olarak bulunan bitki toksinlerinin seviyesini arttıracağını veya yeni toksinler yaratacağı konusunda ikazlarda bulunmaktadırlar.
    Bütün bunlara rağmen yeterli denetim olmadığı için tüketiciler kobay olarak kullanılmak durumundadırlar.
    Artan kanser riski
    1994 yılında FDA, bir firmanın Büyüme Hormonu satmasını ve süt veren ineklere bu hormonun enjekte edilmesini bilim adamlarının tüm itirazlarına rağmen onaylamıştır. Bu ineklerin sütünden elde edilen besinleri tüketen insanlarda göğüs, prostat ve kolon kanserine yakalanma riski oldukça fazladır.
    1998 yılında Kanada'da hükümetin görevlendirdiği bilim adamları farelerde yaptıkları deneylerde prostat kanseri ve tiroid kistleri olasılıklarına rastlamışlardır. Sonuç olarak 1999 yılı başlarında Kanada hükümeti süt veren ineklerde bu hormonun kullanılmasını yasaklamıştır.
    Yiyecek alerjileri
    Yiyecek alerjisi olan kişiler de (ki Amerikalı çocukların %8 inde bu sorun vardır) semptomlar hafif huzursuzluktan ani ölüme kadar değişkenlik gösterir. Dolayısıyla bu kişiler günlük besin maddelerine eklenen yabancı proteinlerden zarar görebilirler, çünkü söz konusu proteinler insanlar tarafından şimdiye kadar hiç tüketilmemişlerdir. Gelecekte olası bir kamu sağlığı felaketini önleyebilmek için pazarlama aşamasından önce hayvanlarda ve gönüllü insanlarda uzun dönemli testler yapılması gereklidir.
    Ayrıca, bu besin maddelerinin etiketlerine gerekli uyarıların yazılması da besin alerjisi olan kişileri korumak açısından şarttır.
    Ne yazık ki FDA veya dünyadaki diğer kontrol mekanizmaları pazarlama öncesi hayvan ve insanlarda testler yapılmasını rutin olarak talep etmemektedirler. İngiliz bilim adamı Dr.Mae-Wan Ho'nın belirttiği gibi genetiği değiştirilmiş besinlerin alerji yapma potansiyelini kestirebilmek mümkün değildir, çünkü alerjik reaksiyonlar kişinin allergenle temasından ancak bir müddet sonra ortaya çıkmaktadır.
    Besinlerin kalitesi ve beslenmeye verilen zarar
    1999 yılında Dr.Marc Lappe'nin Journal of Medicinal food dergisinde yayınlanan makalesinde genetiği değiştirilmiş soya fasulyesinde insanları kalp hastalıkları ve kansere karşı korumakta yararlı phytoestrogen bileşimlerinin geleneksel soya fasulyelerine göre daha az olduğu belirtilmiştir.
    Antibiyotik Direnci
    Gen mühendisleri bir bitki veya mikroba yabancı bir gen ilave ettikleri zaman onu başka bir gene bağlarlar ve bu da antibiyotik direnç simgesi (antibiotic resistance marker-ARM) olarak isimlendirilir. Bu sayede ilk verilen genin ev sahibi organizmada başarılı bir şekilde kalıp kalmadığı tesbit edilir.
    Bazı araştırmacılar bu ARM genlerinin beklenmedik bir şekilde hastalık yapan bakteriler veya mikroplarla birleşebileceği ikazını yapmakta ve geleneksel antibiyotiklerle tedavisi mümkün olamayacak hastalıkların ortaya çıkabileceğini belirtmektedirler. Örneğin salmonella'nın yeni tipleri,e-coli, kampilobakter bunlardan bazılarıdır. Avrupa Birliği yetkilileri bütün genetiği değişmiş ve ARM taşıyan besinlerin yasaklanmasını öngörmektedirler.
    TOPRAKTA VE ÜRÜNLERDE DAHA FAZLA TARIM İLACI KALINTISI
    Yapılan çalışmalarda genetiği değiştirilmiş ürünler yetiştiren Amerikalı çiftçilerin geleneksel tarım yapan çiftçilere göre daha fazla tarım ilacı kullandıkları tesbit edilmiştir, çünkü bu bitkiler tarım ilaçlarına karşıda dirençlidir.
    İlaca karşı dirençli olan bu bitkilerin özelliği tarım ilaçlarından zarar görmemeleridir. Dolayısıyla çiftçiler bitkilerdeki haşeratı öldürmek için tarım ilaçlarını fazla miktarlarda kullanabilmekte ve bitkide bundan zarar görmemektedir:
    Bio teknolojide lider olan şirketler aynı zamanda toksik tarım ilaçlarını da üretip satmaktadırlar, dolayısıyla bu şirketler bitkileri özellikle genetik olarak ilaca karşı dirençli olarak dizayn etmekte ve böylece çiftçilere daha fazla tarım ilacı satma imkanı bulmaktadırlar:
    GENETİK KİRLİLİK
    Genetiği değiştirilmiş ürünlerin ekili olduğu alanlardan genetiği değiştirilmiş polenler rüzgar, yağmur, kuşlar, arılar ve polen taşıyıcı böcekler tarafından hem organik hem de normal tarımın yapıldığı alanlara taşınmakta ve buradaki ekinlerin DNA'sını kirletmektedir.
    Organik tarımla uğraşan çifçiler genetik kirliliğin kontrol edilemeyeceğini savunmakta ve bunların yaşayan canlılar oldukları için çoğalabileceklerini, göç edebileceklerini, mutasyona uğrayabileceklerini belirtmektedirler.
    Faydalı Böceklerin ve Toprak verimliliğinin zarar görmesi
    Bu yılın başlarında Cornell Üniversitesinden bazı araştırmacılar şaşırtıcı bir keşifte bulundular. Genetik olarak değiştirilmiş mısırların polenleri Monarch kelebeklerini zehirlenmesine sebep olmaktaydı. Araştırmalar bu tür ürünlerin yararlı böceklere ve topraktaki yararlı mikroorganizmalara belki de kuşlara bile zarar verdiğini tespit etmiştir.
    Yeni virüs ve bakterilerin yaratılması
    Yıllar önce Michigan State Üniversitesinde yapılan deneyler bitkilerin genetiğini değiştirmenin ve onları virüslere karşı dirençli yapmanın söz konusu virüslerin mutasyonla daha etkin bir hale gelmesine yol açtığını belirlemiştir.
    Sosyo ekonomik Zararlar
    Genetiği değiştirilmiş yiyecekler ve bio teknoloji ürünü gıdaların kullanımı 12.000 yıldan beri devam edegelen geleneksel tarım üretimine sekte vurmakta, kullanılmakta olan Terminatör Teknolojisi gibi metodlar tohumların kısırlaşmasına sebep olmaktadır. Böylece dolaylı bir şekilde zorlanan çiftçiler çok daha pahalı olan genetik mühendisliği ürünü tohumları bir avuç glo bal monopolden almak zorunda kalmaktadırlar.
    2.11.2005 Ms.Cummins makalesinden özet
    Frankeştayn gıdalar
    Kolera bakterisi taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates, balık genli domates . Frankeştayn gıda olarak bilinen 'Genetiği Değiştirilmiş Organizmalardan yapılmış yiyecek ve ürünler market raflarını, pazar tezgahlarını istila etmiş durumda.
    • FATMA DURMUŞ
    Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) deniyor. Frankeştayn Gıda olarak da nitelendirilen GDO'lar, kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates , balık genli domates gibi gıdalar şeklinde karşımıza çıkıyor. Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Ali Haydar Süslü Türkiye'nin Frankeştayn gıda terörüne karşı en kısa zamanda önlem alması gerektiğini belirtti. Süslü bu konudaki verileri ve alınması gereken önlemleri şu şekilde anlattı:
    'Türkiye'nin ABD'den ve Arjantin'den soya ve mısır ı büyük oranlarda ithal ettiği düşünülürse ( soya ithalatının %90 ve mısır ithalatının %80'i), tükettiğimiz birçok gıda ürününün GDO'lu olma olasılığı yüksektir. Ayrıca soyanın besin değeri teknolojik olarak kullanım kolaylığı ve diğer birçok özelliğinden dolayı gıda sektöründe çok amaçlı birçok üründe kullanılmaktadır. Aynı şekilde mısırda hem yağ olarak hem de gıda ürünlerinde kullanılmaktadır. Dolayısıyla hangi gıda ürünlerinin GDO'lu olduğunun söylenebilmesi için çok iyi piyasa denetimi ve gözetimi ile ürün analizleri yapılmalı, ithaedilen ürünlerde GDO kontrolünde bulunulmalı ve AB normlarına uymayan ürünlere izin verilmemelidir. Bütün bu denetimler ve analiz sonuçları tek merkezde toplanarak değerlendirme yapılmalı ve gıda güvenliği adına izlenebilirlik sağlanmalıdır.'
    Daha laboratuvarımız yok
    GDO hakkında yapılacak bilimsel çalışmaların oldukça pahalı ve ciddi bütçe gerektirdiğini kaydeden Süslü 'Tarım Bakanlığı dahi bununla ilgili laboratuarlarını daha yeni kurmakta ve yaşam mevzuatı halen oluşturmuş değil' dedi. Süslü sözlerini şu şekilde sürdürdü: 'Şu gerçeği de vurgulamak gerekir ki denetim, uzman kişi, laboratuar altyapısı ve yaşam mevzuat eksikliğinden dolayı GDO'lu ürünler ülkemize girmekte ve rahatça satılmaktadır. Bizim gibi biyolojik çeşitliliği yüksek olan ülkelerde GDO'lar yabani türlerin değişimi ya da yok olması gibi ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu ürünlerin patenti çokuluslu tekellerin elinde olduğu için sürekli bir dışa bağımlılık olacak ve ciddi bir ekonomik kayıp söz konusu olacaktır.'
    İnsan sağlığında ciddi hasara neden olan GDO'ların ekonomik olarak getirdiği büyük bir sakıncanın ise bu ürünlerin patent hakkının tüm dünyada birkaç çok uluslu şirketin elinde olması olduğunu belirten Süslü konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Bu şirketler en büyük kazançlarını patent bedeli tahsis ederek sağlıyor. Çiftçi yok edici genlerle kısırlaştırılan tohumları her yönden almak zorunda kalıyor. Bu da çiftçiyi çok uluslu tohum üreticisi şirketlere bağımlı kılıyor. Çiftçilerin ürünlerin verdiği yeni tohumları tarlalarına ekme hakları yok. Üretici firmalar bu tohumların korsanlığını yapanların önüne geçmek için komşu ispiyonu gibi en basit yollardan dedektif tutmaya kadar her yola başvuruyor.'
    Nasıl ortaya çıktı ?
    Geçen yüzyılda, bitkisel üretimde verim artışı gerekçesiyle uygulanan suni gübreler ve kimyasallar, su ve hava kirliliğini de beraberinde getirdi. Yoğun tarımda kullanılan ilaç ve suni gübreler her geçen gün toprağı daha da verimsizleştirdi. Toprağın verimi düştükçe çiftçi her geçen yıl daha fazla ilaç ve gübre kullanmaya başladı. Gübreye alışan bitki daha çok gübre istedi. İlaca bağışıklık kazanan böcekleri öldürebilmek için daha kuvvetli zehirler gerekti. Kullanılan ilaç ve gübreler canlıların bağışıklık sistemini de etkileyen sağlık problemlerine yol açtı. Dıştan müdahale başarısız olunca canlıların genleriyle oynamaya başlandı. Çiftçi giderek bağımlı hale geldi ve doğadaki biyolojik çeşitlilik çok ciddi tehdit altına girdi. Genleriyle oynanmış bir buğday türünün bitki verimi yüksek, ancak aniden ortaya çıkabilecek bir hastalık ya da zararlı o türün yok olması ve dünyada artık başka tür buğday yetiştirilmediği için buğday ırkının tamamen ortadan kalkması gibi bir felakete de yol açabilir.
    BİYOLOJİK KIYAMET NASIL KOPAR?
    Gıda Mühendisleri tarafından hazırlanan GDO raporuna göre muhtemel felaket senaryoları : Genetik çeşitliliğin azalması ve gen kaynaklarının yok olma ihtimali. Değişikliğe uğratılmış mikroorganizmalar, asıve hayatî önemi haiz olan toprak bünyesindeki mikroorganizmaları menfi yönde etkileyerek mikro dengeyi bozabilir. GDO'lar gıda olarak tüketildiklerinde girmiş oldukları hayvan ve insanlara ait canlı organizmalarla birleşme ve neticesi belli olmayan tuhaf bir birleşik organizmanın meydana gelme ihtimali. Antibiyotiğe dayanıklı genin kullanılması neticesi insanlarda antibiyotiğe dayanıklılığın artması ve herhangi bir zorunlulukta kullanılması icap eden tedavi amaçlı antibiyotiğin etkisiz kalma ihtimali doğar. Böceklerin direnç kazanması. Virüs kaynaklı genlerin, diğer virüsler e gen transfer etme ihtimali. İnsan ve hayvanda alerjik ve zehir etkisi olan genlerin aktarılması ile en masum gıdalara taşınması neticesinde insanların her an bu zehirleyicilerle karşılaşabilme riski. Tabiatta var olan ve devam eden o kusursuz dengenin bozulması sonucu; nebatî ve hayvanî çeşitlilik azalması. Canavar nitelikli bir tabii paylaşımın olma ihtimali. 13.6.2005
    20/03/2006-http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181909
    AA - ANKARA - Genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO) ürünlerin yasaklanmasına yönelik geçen yıl yaklaşık 100 bin başvuru alan TBMM Dilekçe Komisyonu'nun başkanı Yahya Akman, halkı sağlığa zararlı olabilecek bu ürünlere karşı uyardı. Akman, GDO'lu ürünlerin üretildiğini bilen herkesi de ilgili kurumlara başvurmaya çağırdı. Aldıkları 100 bin başvuru üzerine bir toplantı düzenlediklerini, oluşturulan alt komisyonda ilgili kişileri dinlediklerini belirten Akman, edindiği bilgiler ışığında şunları söyledi:
    'Çarktan çıkılmıyor'
    "ABD, Kanada, Brezilya ve Arjantin'in ürettiği GDO'lu ürünler, dünya ve Türkiye için tehlikeli. Bu ürünler, dünyaya hibrit tohumlar vasıtasıyla yayılıyor. O tohumla ürün ektiğiniz toprağa, başka ürün ekemiyorsunuz. Şirket önce tohumu ucuz fiyattan satıp sizi bağımlı hale getiriyor, sonra fiyatı artırıyor. Çarktan çıkamıyorsunuz. İnsan sağlığı açısından zararlı ürünler ortaya çıkabiliyor. Organik tarıma önem verilmeli. Bilim adamları, ürünlerin üzerine 'Bu ürün GDO'ludur' ibaresi yazılmasını istedi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, yasa taslağı üzerindeki çalışmalarını sürdürüyor."
    Ankara - Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, ''genetiği değiştirilmiş organizmalı'' (GDO) ürünler için iç piyasada ve ithalat aşamasında özel bir kontrol yapılmadığını bildirdi.
    Eker, AK Parti Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez'in, GDO kullanılan ülkelerden yapılan ithalat ile Türkiye'de kullanılan GDO'lara ilişkin soru önergesini cevaplandırdı.
    ''GDO'lu ürünler için gerek iç piyasada, gerekse ithalat aşamasında özel bir kontrol yapılmamaktadır'' diyen Eker, bugüne kadar etiketlerinde ''genetik olarak değiştirilmiş organizma'' ibaresi bulunan ürünlerin ithalatına izin verilmediğini ifade etti.
    Ankara İl Kontrol Laboratuvar Müdürlüğünde GDO analizlerinin metot uygulama çalışmalarının tamamlandığını belirten Eker, GDO'lu ürünleri tanımlama, saptama ve miktar tayini gibi analizlerin yapılabildiğini bildirdi.
    Türkiye'de GDO'lu ürünlerin ekiminin yapılmadığını kaydeden Eker, ''GDO'lu ürünlerin gıda ve yem olarak kullanımı hususunda, ülkemizin taraf olduğu Cartegena Biyogüvenlik Protokolü dışında yasaklayıcı veya serbest kılıcı herhangi bir yasal düzenleme bulunmamakla birlikte, konuyla ilgili çalışmalar devam etmektedir. Tüketicinin bu konuda bilinçlenmesi, korunması ve tercih hakkına sahip olması için hazırlanan yasa taslağında etiketleme konusu özellikle ele alınmıştır'' dedi.
    Anadolu Ajansı - http://www.haberbiz.com/HaberDetay.asp?haber_id=5239#
    Mutfağımızdaki düşman- 21.02.2006
    Gelişmiş ülkeler tarafından Türkiye'ye dayatılan Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) bulunduğu bitkisel ürünler sağlığımızı tehdit ediyor. GDO'lu ürünlerin tüketiminin yaygın olmasında yurttaşın geçim sıkıntısının rolünün büyük olduğu belirtildi.
    Gelişmiş ülkelerden ülkemize giren GDO'lu bitkisel ürünler bağışıklık sistemimizi etkiliyor, hastalıklara davetiye çıkarıyor. Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Başkanı Prof. Dr. Ayhan Filazi , ''Bize kırmızı et ürünlerinden uzak durmamız dayatıldı. Ancak bizim ülkemizde tüketilen yıllık et miktarı 9 kg. iken, AB ülkelerinde bu rakam 40-50 kg. arası'' dedi.
    Prof. Dr. Filazi, biyoteknoloji kullanılarak elde edilen GDO'lu ürünlerin gelişmekte olan ülkelere pazarlandığına dikkat çekerek şunları söyledi: ''Gelişmekte olan ülkelere, kendi yurttaşlarının kullanmadığı sağlıksız ürünleri öneriyorlar. GDO'lu ürünlerin tüketiminin yaygın olmasında geçim sıkıntısının rolü de büyük.''
    800 ÜRÜN SOFRAMIZDA
    Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Gökhan Günaydın ise GDO'lu ürünlerin yurtiçine girişini yasaklamayı amaçlayan Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı'nın 5 yıldır Meclis gündeminde olduğunu ifade ederek, ''Yaklaşık 800 GDO'lu ürün soframıza giriyor. GDO'lu, soya fasulyesi yağı, mısırözü yağı, çocuk mamaları bunlardan birkaçı'' diye konuştu.
    Günaydın, GDO'lu üretimin toprağa tarım ilacından daha fazla zarar verdiğini belirterek ODTÜ tarafından yapılan araştırmada Türkiye'de yasal olmamasına karşın GDO'lu domates üretiminin yapıldığına da dikkat çekti.
    Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık da ''Türkiye, dünyada GDO'lu olarak en çok yetiştirilen soya ve mısırı üretebilecek kapasiteye sahip. Ancak bu ürünleri, en çok GDO'lu olarak yetiştiren ABD ve Arjantin'den almaktayız'' dedi.
    TÜKETİCİ ANLAYAMAZ
    Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Nilay Etiler , GDO'lu ürünler konusunda tüketicinin bilinçlenmesinin pratikte yarar sağlamayacağını, çünkü bu ürünlerin özel laboratuvarlarda tanınabileceğini kaydetti. Bu konuda çalışma yapan laboratuvarların sayısının da kısıtlı olduğuna dikkat çeken Dr. Etiler, şöyle devam etti:
    ''Gıdaların üzerinde GDO olduğunun belirtilmesi gerekiyor, ancak böyle bir uyarı yapma tercihi -piyasa ekonomisinin doğası gereği- üreticiye bırakılmamalı.''
    GDO'lu ürünlerin insandaki bağışıklık sistemini etkileyerek hastalıklara direncini ortadan kaldırdığını söyleyen Dr. Etiler sözlerini şöyle sürdürdü: ''Deli dana hastalığı da GDO'lu ürünlerle aynı mantığın ürünü olarak ortaya çıktı ve pek çok insanın ölümüne neden oldu.''
    CUMHURİYET - 21 ŞUBAT 2006 SALI

    OLAYLARIN İÇİNDEN / Tevfik Güngör- 08/09/2006- http://www2.dunyagazetesi.com.tr/news_display.asp?upsale_id=277626&dept_id=1035
    ABD'de ürünlerin genetiğinin değiştirilmesine ve genetiği değiştirilmiş (GD) ürün yetiştirilmesine, ticaretine ve tüketimine izin veriliyor.
    AB ülkeleri ve bazı Asya ülkeleri GD'ye karşı olduklarından bu konuda hassasiyet gösteriyor.
    Türkiye'de Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) konusunda henüz açıklığa kavuşmuş politikalar ve düzenlemeler mevcut değil.
    GDO'ya Hayır Platformu, son olarak Amerikan pirincinde GD tartışmaları ile ilgili olarak bir açıklama yaptı.
    ABD'de mısırın yüzde 61'i, pamuğun yüzde 83'ü, soyanın yüzde 89'u GDO'lu tohum ile üretiliyor.
    GDO'ya Hayır Platformu'ndan yapılan açıklamaya göre, Amerikan pirincinde de GDO'lu tohum kullanılmadığı bilinirken,
    31 Temmuz'da Alman biyoteknoloji şirketi Bayer Crop Science, deneme aşamasında olan ve henüz yasallaşmamış (illegal) GD uzun pirinçlerine ait genleri Missouri ve Arkansas eyaletlerindeki ticari pirinç silolarında tespit ettiklerini ABD Tarım Bakanlığı'na bildirdi.
    18 Ağustos tarihinde ABD Tarım Bakanlığı aşağıdaki açıklamayı yaptı: "Bayer Crop Science Şirketi, ABD Tarım Bakanlığı ve ABD Gıda İlaç Dairesi'ni (FDA) bilgilendirerek ticareti yapılan uzun pirinçlerden alınan numunelerde az miktarda genetiği değiştirilmiş (GD) pirince rastlandığını belirtmiştir. Her iki kurum da bilimsel verileri inceledikten sonra GD pirincin insan sağlığı, gıda güvenliği ve çevre konularında bir risk taşımadığı kanaatine varmışlardır."
    18 Ağustos tarihinde ABD hükümeti yetkililerinin ticari pirinçte GDO'lu pirincin karışmış olduğunu bildirmelerinden hemen sonra Japonya, ABD'den yaptığı uzun pirinç ithalatını durdurdu. Keza, Güney Kore, ABD yetkililerinin yoğun çabaları sonucunda ithalat yasaklamasına gitmedi ama ithal ettiği pirinçlerin GDO'suz olmasına dair ABD'den devlet garantisi istedi.
    ABD için en büyük Pazar olan Avrupa'dan da yasal olmayan GD pirincin ithaline karşı büyük bir tepki geldi. AB'nin 25 üyesinin yıllık olarak ithal ettikleri 300.000 ton pirincin yüzde 85'ini, mali değer olarak 70 milyon Euro'luk bölümünü uzun pirinç oluşturmaktadır. AB'de GDO'lu pirinç ithalatı halen yasaktır.
    ABD Tarım Bakanlığı, pirinç ithalatçılarının isteği üzerine Mart 2005'ten bu yana ihraç belgelerindeki "GDO içermemektedir" beyanını kaldırma kararı aldı. Çünkü bu son olay, ticari pirince GDO karışabileceğini ispat etmiştir ve bunu saptama imkanı olmadığı için, böyle bir beyanda bulunmanın da getireceği yasal yükümlülükler bulunmaktadır.
    ABD'de üretilen pirincin yüzde 50'si ihraç edilmekte olup bunun yüzde 80'i uzun pirinçtir.
    2006 yılı üretim tahminlerine göre 1.18 milyor dolar değerinde pirinç üreten ABD, bunun yüzde 50'sini ihraç etmeyi hedeflemişti.
    Bilindiği üzere ABD, dünya pirinç ticaretinin yüzde 12'sini elinde tutmaktadır. ABD'de üretilen pirincin yüzde 58'i iç piyasada direkt gıda olarak, yüzde 16'sı işlenmiş gıdalar ve bira yapımında, yüzde 10'u da hayvan yemi olarak tüketilmektedir.
    Hatırlanacağı üzere 1981 yılından itibaren kronikleşen pirinç ithalatı Türkiye'yi pirinç ithalatında korumacı tedbirler almaya sevk etmiş, bu tedbirler nedeniyle de ABD ile anlaşmazlığa düşülmüştü. Türkiye'nin pirinçte ithalat için getirdiği, yerli üreticiden alım yapma şartına itiraz eden ABD hükümeti, 2 Kasım 2005'te Türkiye'yi DTÖ'ye şikayet ederek 2003'ten beri Türkiye'ye pirinç ihracatının üçte iki oranında düşmesine neden olan ithalat lisans sistemine ilişkin şikayetlerinin incelenmesi için bir panel oluşturulmasını istemişti.
    ABD, Dünya Ticaret Örgütü nezdinde Türkiye'ye karşı pirinç ithalatında Türkiye'nin ithalat lisanslama sisteminin dünya ticaret yasaları ile çeliştiği pirinç ihracatında çok yüksek tarife ve engeller koyduğu iddiası ile açılan dava sonrası, müzakerelerde ABD davayı kazanırsa ve Türkiye yine de ithalat engellerini kaldıramazsa, ABD, Türkiye'den yaptığı ithal ürünlere misilleme niteliğinde ek vergi ve engel koyabileceğini ima etmişti. Bu konunun olumlu ya da olumsuz yönde hallolmasının DTÖ sistemine göre 1 yıl kadar sürebileceği belirtilmektedir.
    Çeltik üretim açığı kadar ürün ithalatını sağlamak üzere, pirinç ithalatında tarife kontenjanı sistemi uygulayan Türkiye bu sistemde, belli miktarda ürünün yurtiçinden alınması şartıyla, 300 bin tona kadar pirinç veya pirinç karşılığı çeltik ithalatına izin vermektedir. Bu sistem kapsamında yapılan ithalatta da 2 puanlık gümrük vergisi indirimi uygulanmaktadır. Uygulamaya ilişkin kararname, 13 Eylül'de Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Tarife kontenjanı kapsamında 1 Kasım 2005 - 31 Temmuz 2006 döneminde ithalat yapılabilmektedir.
    Türkiye'de GDO ve GO konularında üniversitelerimiz, kamu kuruluşlarımız, bakanlıklar gereken ilgiyi göstermemektedir.
    Bu bakımdan "GDO'ya Hayır Platformu"nun açıklamalarını değerlendirme ve tartışma şansı mevcut değildir.
    Bu konuda ABD'den pirinç ithalatı yapan grupların kamuoyuna bilgi vermelerinde büyük yarar vardır.
    Heryerde GDO var...



    Bilim, insanlığın Frankenstein'ini Yarattı: Her yerde GDO var...
    Ne zamandır sözü edilen bir hayalet dolaşıyor etrafımızda... Yediğimiz gıdada, soluduğumuz havada, yetiştirdiğimiz sebzede, kızarttığımız balıkta... Her yerde onun adı geçiyor. Ama onu ne gören var, ne duyan... Kuş gribini, Kırım-Kongo ateşini ondan bilenler, hayvan hastalıkları eskiden de olduğunu; ama insanlara bulaşıp öldürmesine "ondandır" diyenler var... Bu hayalet bazen havada uçan bir polen, bazen alımlı bir kırmızı domates şeklinde görünüyor. Toprakta sebze, sofrada peynir, rüzgar altında salınarak güneşi izleyen ayçiçeği; her biri bu hayaletin tehdidi altında... Doğanın ayrılmaz bir parçası olan insan da tabii... Bu hayaletin adı GDO... "Frankeştayn gıda" olarak da adlandırılan GDO, bugün kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates, balık genli domates gibi gıdalar şeklinde karşımıza çıkıyor.
    GDO, uluslararası literatürde kısaltılmış şekliyle "GM" veya "GMO" olarak geçen "Genetically Modified Organism"in Türkçe karşılığı; "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar"ın kısaltılmışı... Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi, ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar" deniyor.
    Peki, bu GDO nasıl oluyor da bu denli geniş bir alanda insanı, yaşadığı ekolojik ortamı etkiliyor? Bazı hastalıkların tetiklenmesine yol açıyor? Hayvan hastalıklarının insana bulaşacak ve insanı öldürecek özelliklere sahip olmasına neden oluyor? Nasıl oldu da insanlık, doğal çeşitliliğe zarar vererek yeni Frankeştayn'lar yaratmaya başladı?


    GDO, doğaya yayıldı...
    Hiçbir şey bir anda olmadı. Önce, 19. ve 20. yüzyılda, bitkisel üretimde verim artışı gerekçesiyle uygulanan suni gübreler ve kimyasallarla zararlı kontrolü toprak, su ve hava kirliliğini de beraberinde getirdi. Yoğun tarımda kullanılan ilaç ve suni gübreler her geçen yıl toprağı daha da verimsizleştirdi; toprağın verimi düştükçe çiftçi her geçen yıl daha da fazla ilaç ve gübre kullanmaya yöneldi. Gübreye alışan bitki daha çok gübre istedi, ilaca bağışıklık kazanan böcekleri öldürebilmek için daha kuvvetli zehirler gerekti... Böylelikle artan verimin bedeli sadece çevre kirliliği olmadı. Kullanılan ilaç ve gübreler canlıların bağışıklık sistemini de etkileyen sağlık problemlerine de yol açtı. Artık yeni çözümlere gereksinim vardı.
    Dıştan müdahale başarısız olunca, canlıların genleri ile oynamaya başlandı! Gen aktarımı yoluyla tarımda kullanılan yabani otlara, zararlı böcekler ve hastalıklara dayanıklı ürünler elde edildi... Ve böylece insan, genleriyle oynanmış gıdalarla tanıştı. Başlangıçta hastalık ve zararlılara dayanıklı olduğu için tek tip ürün yetiştirmeye ikna edilen çiftçi, her yıl kısır tohumlar almaya ve bu tohumların büyüyüp gelişmesi için gerekli ilaçları kullanmaya bağımlı oldu. Ancak, gerek tek tip ürün yetiştirmek, gerekse bu GDO'lu ürünlerin kontrol edilemeyen bir biçimde doğaya yayılması, biyolojik çeşitlilik açısından çok ciddi tehditlere yol açtı.


    Küresel imparatorluğun kölesi; çiftçiler...
    Dünyanın bu noktaya gelişini GDO araştırmacısı ve Yüksek Ziraat Mühendisi Arca Atay şöyle anlatıyor: "Daha az alandan daha çok verim elde etme, çiftçinin gelirinin katlanarak artması, bu sayede ülke ekonomisinin gelişmesi, refah düzeyinin artışı, tarımın endüstrileşmesi gibi hedefler gösterildi önce... Ülke çiftçisi ve onu bilinçlendirecek tarım teşkilatlarına bu yüce hedeflere, bu güzel yarınlara ulaşılması için toprağın sentetik kimyasal gübrelerle beslenmesi, zararlı otların, böceklerin, mikropların ilaçlarla yok edilmesi gerektiği bilinci yerleştirildi. Bu bilinç yerleştirildikten sonra ulusal ve uluslararası gübre fabrikaları, ecza endüstrisi dev büyümeler gösterdi, ilacı daha güzel püskürten, gübreyi daha iyi atan, toprağı daha kuvvetli ve hızlı işleyen makina teknolojileri geliştirildi. Gıda endüstrisi büyümeye başlamıştı, daha fazla ürün elde etmek için, standart çeşitlerin verimleri az bulunup hibrit tohumlar geliştirildi... Artık karşımızda gübreciler, ilaççılar, tohumcular imparatorluğu vardı. İmparatorluk, dünyanın dört bir yanına saldırdı, en bakir topraklara girdi. Toprağın efendisi olan çiftçi daha ne olduğunu anlayamadan küresel imparatorluğun kölesi haline gelmişti. Uluslararası devler, insanlık tarihinin en büyük buluşlarından olan atomu, nasıl insanların aleyhinde kullandılarsa, genetik biliminin keşiflerini de insanlığa hizmet etmek bahanesiyle kâr aracına dönüştürdüler... Ve bomba, bu sefer GDO adıyla, bir kez daha insanlığın tepesinde patladı..."
    Haberin Devamı
    Türkiye Polis Dergisi Eylül 2006 Sayısında

    Her şey vatan için.
    Necla ŞENER

    YanıtlaSil
  4. lanet olsun ne diyelim altından daha değerli israil tohumları kendi çiftçimiz tohum üretemiyor cezalar çok ağır yerli tohum ırkları yok edildi çocukluğumda enaz 50 çeşit kavun karpuz üretiyorduk şimdi 2kavun türü 1 karpuz türü kaldı domatestede aynı bizim erik domates dediğimiz küçük domatesler şimdi olmuş çeri domates hepsi aynı ebatta tarla domatesi dediğimiz tanesi yarım kiloyu geçen ve susuz yetişen domates türüde kalmadı.hayırlısı bu hükümetin çiftçiye yaptığı en büyük kötülük tohumculuk yasasıdır.ayrıca çiftçi değil devlet memuruyum.olayları gözlemliyorum.

    YanıtlaSil

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.