[anadoluhaber:37229] Öksüz ve Yurdundan Zorla Göç Ettirilen Bir Dede İle Babaannenin Torunu Olmak yazan: Mersinden Burak CANLI

ÖKSÜZ VE YURDUNDAN ZORLA GÖÇ ETTİRİLEN BİR DEDE İLE BABAANNENİN TORUNU OLMAK yazan: MERSİNDEN BURAK CANLI

 

Detaylara fazla girmeden başlıkta ki durumu aktarmaya çalışa cam. Babamın babası olan zat yani dedem küçük yaşlar da Rusya Sınırları içerisinde ki basiretsiz uygulamalar yüzünden öksüz kalmıştır. Bu dram ve bu acı üzerine çokça akrabalar yitirilmiş ve Türkiye Devletine zorunlu göçe maruz bırakılmışlardır. Dedemin annesi İnguşya Devletinden olup babası ise Çeçenistanlıydı. Ailelerin adına anlayabildiğim kadarıyla Galgay sülalesi deniyor idi. Ki bu isim kendi çapında bir boy olmaktadır.

 

Babamın annesi ise Girit Adasında doğmuş ve gene zorunlu göçe maruz bırakılıp Türkiye Devletine kendi akrabaları ile gelmiştir. İşin komik yanı Babaannemin de küçük yaşta babasını kaybetmiş olmasındaydı. Babaannemin bilebildiği kadarıyla babası Atina topraklarında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Gel zaman git zaman içerisinde bu iki zat bin bir mucizenin ortasında birbirlerini bulmuşlar ve evliliğe kadar işi götürmüşlerdir.

 

İki öksüz insan! İki ayrı yerden zorunlu göçe maruz kalmış insan. Hakları, malları tecavüze uğramış iki ayrı memleketin öksüz çocukları. Girit’te yaşadığı ve doğduğu için babaannem Türkçe konuşmasını bilmemekteymiş. Olayı hakkın rahmetine kavuşmadan önce bana aynen şöyle özetlemiştir. “ Dil bilmiyorduk. Hak, hukuk anlamazdık. Ellerimizde ki birkaç parça değerli eşya Türkiye de yaşayan kötü niyetli kişiler tarafından elimizden zorla alındı. Dilimizi konuşmak yasaklanmıştı. Ayağımızda bırak ayakkabıyı terlik dahi bulunmamaktaydı. Yemek ihtiyacımızı oradan buradan karşılamaya çalışıyorduk. Zor günlerdi. Zor günler. Ama Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı. Bizi oralarda öldürürlerdi. Allah razı olsun ki bizi oradan gemilerle Mustafa Kemal Atatürk kurtardı. Gemilerde yaşlı, hasta, küçükler telef oldu. Bizden ölülerimizi istediler. Saklamaya çalışıyorduk onların ölülerini. Toprağa varınca gömmek istiyorduk. Yakaladıkları ölüleri hastalık bulaşmasın düşüncesiyle denize atıyorlardı. Ölecektik ama ölmedik. Buralara kadar gelmeyi başardık. Ama kimimiz bir yere kimimiz öteki yere bırakıldı.”

 

Sevgili Babaannem ruhum şat olsun. Sen o zor günlerden geçtin. Ne diyeyim. Rusya Topraklarında ise dedemin ve ailesinin akıbeti de çok daha iyi değilmiş. Tahmin edeceğiniz gibi insanlar bu meşakkatli yollardan tarihte belki de hiç benzeri olmayan şekiller de geçmişlerdir. Dedemin Nogayca dili konuşması da yasaklanmış ve babaannem gibi dedem de Türkçeyi öğrenmeye zorlanmıştır. Babaannemin dedesi Girit adasında Müftüymüş ki devrinin çok kültürlü, bilgili eli kalem tutan zatlarından imiş.

 

Ben dedemi hiç görmedim. Ben doğmadan evvel ölmüş olan dedem. Sanırsam Fakirlik ve cahilliğin kurbanı oluvermiş. Babaannem ise 2007 yıllarının ortalarında hayata gözünü yumdu. Babaannemin annesi ise 1997 senesinde hayata gözlerini yumdu. Babaannemin annesi olan Fatma nenem ki biz ona bastonlu nene de derdik, Girit adasında yaşayan bir takım art niyetli kişiler tarafından kendisine tecavüz edilmeye çalışıldığı sırada buna kalkışan bir kişiyi vurduğunu kendisinden işitmiştim. Bastonlu Fatma nenemin eşine ise zorla veya isteyerek Yunan üniforması giydirilmiş ve Subay yapılmıştır. Fatma nenemin eşi şehit olmuştur. Tüm bu yaşananlara rağmen benim babaannem tam bir Türkiye sevdalısıydı. Atatürk’ü kendi gözleriyle görmüş birisiydi. Onun annesi Atatürk’e çorba pişirmiş olduğu ve ona hizmet ettiği için övünmekteydi. Bizleri Girit Adasında ki olası ölümlerden Atatürk kurtardı derlerdi.

 

Amma doğru amma yanlış derlerdi. Ama bunları söylerken yaşlarına rağmen gözleri pırıl, pırıl oluverirdi. Gel zaman git zaman içerisinde Bastonlu Nenem Türkiye de ikinci kez Arap ve Alevi olan bir başka zat ile evlenmiş. Ondan olan iki çocuk da Kürk kızlarıyla izdivaçlarını yapmışlardı. Biz küçükler hiçbir zaman üvey öz bilmeden babaannemin Arap ve Alevi üvey kardeşlerine her zaman dayı dedik. Onların Kürt olan eşlerine de Kürt mürt bilmeden yenge dedik. Onların torunları dahi oldu. Ve bizler de tüm bu ırka dâhil hususların önemi ve değeri bulunmadan akrabalar olarak yaşamaya devam etmekteyiz. Diğer gençlerimizin nerelerden ve kimlerden evlendiğini sizlere bilmem anlatmaya artık gerek varmıdır!

 

Benim bildiğim bir şey vardır. Ben geçmiş zamanlarda yaşanan savaşların, kavgaların hiçbir kimse için hayırlı olduğunu düşünmemekteyim. Zira en azından Mersin İlinden Girit adasına göçe zorlanan Hıristiyan kardeşlerimizin de bildiğim ve duyduğum kadarıyla hiçbir zaman Yunanistan Devletinde birinci sınıf vatandaş muamelesi görmemektedirler. Çünkü onlar Türkçe bilmektedirler. Bizler de Girit’çe bilmekteyiz. Ama Bu Ülke de şu ana kadar eksik ve hatalarına rağmen diğer gruplar gibi birinci sınıf vatandaşız. Bizler Bu koca Ülke de ikinci sınıf vatandaş görmedik. Çingenelerimiz dâhil hepimiz kaynaşmışız.

 

Eskilerde şimdiler de olduğu gibi insanlar gereksiz yapılan kavgalar yüzünden mağdur olmaktadır. İstediğim şey, geçmiş ve bugünler de yaşanan acıların gelecekte yaşanmamasıdır. Bu belki zordur. Belki de bunun için çokça fedakârlıklarda bulunmamız gerekecektir. Ama bunu başarmak bizlerin elindedir. Geçenler de DTP’nin eski il başkanı ile karşılaştım. Ona nedir ağabey bu olaylar diye sordum. Bana birkaç iç açıcı konuşmadan sonra Burak’ım benim eşimde Türk ve Konya İlinin Ereğli İlçesinden dedi.

 

Her bireyin bir siyasi inanışı bulunmaktadır. Her birey inanışlarında hürdür. Özgürdür. Fakat inanışlar bizleri uçurumlara götürmemelidir. Neden götürmemelidir? Bizler bunları en iyi bilenlerdeniz. Çünkü bizlerin temel hedefi insandır. Ve Ülkemiz de ki tüm inanışlar insan üzerine ceyran etmektedir. Geçmişimiz diğer insanların geleceklerini olumsuz olarak etkilemeyecek şekil de bizler için önemlidir. Rusya Topraklarında yaşayan sivil halktan tutunda Yunan topraklarında yaşayan sivil halka kadar hepimiz güleriz. Hepimiz seviniriz. Ve bizlerin olduğu kadar o halklarında hakları bulunmaktadır. Aynı onlar da bizler gibi insandır. Ve tarihin bize vermiş olduğu bir miras bulunmaktadır. Mirasın adı Türkiye’dir. Bu mirasa iyi bakarsak bize iyi meyveler verir. Bakmayı beceremesek o zaman da kâbusumuz olur. Gelin hep birlikte bu mirası geliştirelim. Ona iyi bakalım. Onun olumsuzluklarını bertaraf edelim. Yoksa sonumuz bastonlu nenemin parasızlıktan, açlıktan, olanaksızlıktan küçük yaştaki babamı yaşayabilmek uğruna, mal pazarında satmak zorunda kalışı gibi olacaktır.

 

                                                                                                   MERSİNDEN BURAK CANLI

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.