Kuzey Irak’ı Nasıl Verdik?

Kuzey Irak'ı Nasıl Verdik?
Sedat Laçiner


26 / 10 / 2007

Bazıları 'haysiyetli dış politika' dendiğinde ya da 'bağımsızlık'tan bahsedildiğinde sadece bağırıp çağırmayı, tüm dünyaya meydan okumayı anlıyor. Bu nedenle ses tonu düşük konuşan Türkiye'nin dış politikasını beğenmeyenlerin sayısı oldukça fazladır. Üstelik bu durum en son hükümet dönemi ile ilgili değildir. Sol, sağ, koalisyon neredeyse tüm hükümetler döneminde Türkiye'nin tam bağımsız bir dış politika izleyemedi, hatta 'ABD'nin uşağı' gibi davrandığı vs. yollu eleştiriler sıkça yapılmıştır. Bu eleştirileri yapanların en çok dayandıkları nokta ise Atatürk'ün 'tam bağımsız bağımsız ve haysiyetli dış politikası'dır. Oysa ne Atatürk sonrasındaki hükümetler suçlandığı gibi haysiyetsiz bir dış politika izlemişlerdir, ne de Atatürk'ün dış politikası tüm dünyaya meydan okur bir dış politikadır. her şeyden önce tam bağımsız bir dış politika diye bir kavram yoktur. Çünkü dışarı ile ilişki kurmak diğer ülkelere az ya da çok bağımlı olmaya işaret eder. Dış politika da bu bağımlılığı sizin ülkeniz lehine yönlendirme çabasıdır. Gücünüzün ötesinde çıkarlarınızı koruma çabanızdır. Musul'u (ve Kuzey Irak'ın tamamını) kaybedişimiz, daha doğrusu verişimiz bu konuda iyi bir örnek oluşturuyor. 'Verişimiz' diyorum, çünkü bu bölgeyi Türkiye bir savaşta kaybetmemiş, resmen bir antlaşma ile Irak'a (yani İngiltere'ye vermiştir). Dahası bu ifade bana değil, o dönemin Dışişleri Bakanı'na aittir:

Bazı tartışmalarda ifade edilişinin aksine Türkiye Kuzey Irak bölgesini Lozan Antlaşması ile kaybetmemiştir. Lozan'da bu mesele çözülemeyen konulardan biri olarak kalmıştır. İngilizler 15 Kasım 1918'de işgal ettikleri bu bölgeyi ellerinde tutabilmek için özel bir gayret göstermişlerdir. Çünkü o zaman da Musul ve çevresinin çok zengin petrol yatakları içerdiği biliniyordu. Ateşkes ilan edildiğinde İngilizler Musul'un 30 km. kadar dışında idiler. Başka bir deyişle bu bölge İngilizlerce bir antlaşma ile elde edilmiş değildi. Sevr Antlaşması da bölge, İngilizlere vermiş değildir. Sevr'e göre bölge büyük bir Kürdistan'ın parçası olabilecekti. Ancak Türk milliyetçi direnişi bölgenin Osmanlı'dan çıkmasını asla kabul etmemiş ve bölgenin Türk olduğu ve diğer etnik grupların (Kürt ve Arap) Osmanlı'yı tercih edeceğinden çok emin bir şekilde en son Osmanlı Meclisi'nde (Meclisi Mebusan) bölgeyi Misak-i Milli içinde saymışlardır. Mustafa Kemal önderliğindeki Ankara Hükümeti hareketi de bölgeyi kurtarılacak bölgeler arasında değerlendirerek sonuna kadar Musul ve çevresinin Türklüğü tezini işlemişlerdir. Mustafa Kemal ve arkadaşları diğer Arap vilayetler konusunda ısrarcı olmadıkları halde Musul ve çevresinin Türkiye'de kalması gerektiğini ısrarla savunmuşlardır. Atatürk'e göre Musul 2 açıdan önemlidir: 1. Petrol ve onun nispeten zayıf genç Türkiye'ye sağlayacağı "sınırsız zenginlik", 2. İngilizlerin burada bir Kürt devleti kurmak istemesi. Eğer Kürtlere bir devlet kurulur ise bunun Türkiye sınırlarının içini de rahatsız edebileceğini düşünüyordu.[1] Atatürk'e göre bu nedenlerle sınır daha güneyden çizilmeliydi. Türklere göre Musul ve çevresindeki Kürt sayısı 263.000, Türk ise 146.000 idi. Ancak Ankara Kürtlerin ve Arapların da yapılacak bir referandumda Türkiye'yi tercih edeceklerinden çok emindi.[2]



Lozan görüşmeleri esnasında bölge hala İngiliz işgali altındaydı ve anlaşmaya burada da varılamadı. İstanbul konferansı 5 Haziran 1924'de başarısız olunca görüşmeler Milletler Cemiyeti'nde devam etti. O dönemin Birleşmiş Milletleri sayılan Milletler Cemiyeti'nde İngiltere en güçlü üye iken, Türkiye üye bile değildi. Görüşmeler sürer iken Türk ve İngiliz askerler arasında bazı küçük çatışmalar yaşanınca İngilizler Türkleri savaş ile tehdit etti. Ankara İngilizler'in Kuzey Irak için savaşa gidebileceğini görüyorlardı. Özellikle içeride patlak veren Şeyh Sait İsyanı'Nda İngiliz paröağı olduğu düşüncesi İngilizlerin Musl ve çevresi için içeride daha büyük tehlikelere yol açabileceği de anlaşıldı. Başka bir deyişle Türkiye güçsüzdü, İngiltere ise güçlüydü. Bunun da sonucu olarak taraflar arasında 5 Haziran 1926'da Ankara'da Sınırlar ve İyi Komşuluk Antlaşması imzalandı ve Milletler Cemiyeti de bu antlaşmayı tanıdı. Antlaşma Türkiye'ye bölge petrollerinden % 10'luk bir pay veya karşılığı olarak 500.000 sterlin veriyordu. [3] Bölge ise İngilizlere terk ediliyordu. Lord Kinross Musul'un Irak'a verilişini "Atatürk'ün dış politikada yaptığı tek hata" olarak kabul eder.[4] Ancak Musul'un verilmesi Atatürkçü dış politikada bir hata değildir ve Atatürk'ün dış politika anlayışını özetleyen mükemmel bir örnektir. Mustafa Kemal dış politikada aşırı dikkatlidir ve gücünün ötesinde ısrarlarda bulunmamıştır. Onu dönemin İslamcılarından ve Osmanlıcılarından ayıran en önemli özellikle de bu olmuştur. Onun dış politika anlayışı toprak merkezli değildir. Olabildiğince büyük bir ülkeden çok korunabilir daha küçük toprakları tercih etmiştir. Lozan'ı imparatorluk anlayışına sahip olanlar 'hezimet' sayarken onun bir zafer olarak nitelendirmesinin nedeni de budur. Lozan'da öncelik toprağa değil tam bağımsızlık, tanınma ve homojen bir ülkeye verilmiştir. Toprak konusunda tavizler verilmiş ama bu üç hususta asla taviz verilmemiştir. Nitekim dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) Musul'un barış için feda edildiğini çok net bir şekilde ifade etmiştir.[5] Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey'in 7 Haziran 1926 günü (İçtima: 115, Celse: 2) TBMM'de yaptığı konuşma ise Türkiye'nin sadece Musul ve çevresini değil, sınırın en hayati yerlerini de Irak'a terk ettiğini acı bir şekilde göstermektedir:

"Şurasını da derhal arz etmeye mecburum ki hudut üzerinde bile bin kilometre murabbaı (kare) miktarında lehimize tashihat ilavesini teklif ettiler, esas davamızın böyle bin veyahut iki bin kilometrekarelik arazi davası olmadığını söyleyerek bu tekşif olunan araziden de sarfı nazarla bütün Musul Vilayetinden müstakil Irak Devleti lehine feragati prensiplerimize daha uygun bulduk".

Başka bir deyişle Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey sadece Musul vilayetinin değil, kendilerine bir tür jest olarak bırakılan 1.000 km2'lik toprağı da istemediklerini söylüyor. Yani "biz de onlara jest yaparak bu 1.000 km2'yi onlara bıraktık" diyor. Bahsi geçen 1.000 km2 sınırda şu günlerde bizi en çok zor durumda bırakan yerlerdir. Bugün sınır ne kadar güneye kaysa o kadar rahatlayacağız ve bilindiği üzere Türkiye son yıllarda sınırı nasıl yapar da biraz daha aşağı kaydırırım diye düşünüyor. Bu açıdan bakıldığında dönemin Dışişleri Bakanı'nın jestinin Türkiye'ye ne kadar ağır bir fatura çıkardığı ortada. Sayın Bakan antlaşma neleri hedeflediklerini şöyle özetliyor:

"…. Cihanın ve şarkı karibin sulh ve huzuru ve Irakın istiklali ve saadeti namına ve Büyük Britanya İmparatorluğu'yla münasebetimizi normal bir hale getirmek için yeğane muallak kalan bu arazi meselesinde fedakarlıklara katlandık." (İçtima: 115, Celse: 2, 7 Haziran 1926

Bizzat Bakan'ın ifadesi "fedakârlıklara katlandık" şeklinde. Bakan başka bir yerde de antlaşmanın en önemli yararı olarak Türkiye-Irak sınırları sorununun çözülmüş olmasını gösteriyor. Meclis'te ise konu ile ilgili çok da hararetli konuşmalar gerçekleş(e)miyor ve antlaşma onaylanıyor. Türkiye barış ve istikrara için Musul'u Irak'a (İngilizlere) terk ediyor.

Bugün savaş çığlıkları atanlar, Musul ve Kerkük'e plaka numaraları vererek tüm Kuzey Irak'ı isteyenler ve isteklerine Atatürk'ü dayanak yapanlar Atatürk'ün bir maceracı olmadığını anlamak zorundadırlar. Atatürk adına savundukları aslında o dönemdeki Atatürk muhaliflerinin ideolojisi ve dış politika anlayışıdır. Türkiye 1926'da Musul'u vermek zorunda kalmıştır ve bunun karşılığında İngiltere'nin 'dostluğu'nu kazanmaya ve sınırlarının tartışmasız belirlenmesine çaba göstermiştir. Çünkü o dönemler 'İngiltere'nin dostluğu' Türkiye'nin güvenliği açısından hayati bir önem taşıyordu.

Bugüne gelecek olur isek Iraklı Kürtler bilindiği üzere Musul ve Kerkük'e sahip değiller. Yani petrol bölgeleri KDP ve KYP'nin bölgelerinde değil. Her ne kadar tartışmalarda tüm Kuzey Irak bu iki Kürt liderin kontrolünde sanılsa da bu doğru değil. Bu nedenle de ikisi de Kerkük ve Musul'u alabilmenin derdinde. Yani Barzani ve Talabani ile savaşma noktasına varacak bir Türkiye petrol bölgelerini alamayacak. Bunu yapmak ister ise ABD güçleri ile çatışmak zorunda kalır. Çünkü dünkü İngiltere Musul için nasıl çatışmayı göze aldıysa, bugünkü ABD hayli hayli çatışmayı göze alır. Hiç kimse dünyanın en kaliteli petrollerini tek başına Türkiye'ye yedirmez. Tabii Türkiye de bu petrolleri tek başına Kürtlere bırakacak değildir. Tüm bölgeyi işgal gücü yoksa da bölgenin şekillenmesinde en önemli güç olmaya muktedirdir.

Bu noktada Atatürk'ün dış politikası iyi anlaşılmalıdır. Atatürk'ün milliyetçiliği ve bağımsızlık anlayışı şoven ve tepkici değildir. Gücünün farkında olan ve bu sınırlar dâhilinde amaçlarına aşama aşama ulaşmaya çalışan bir güçtür. Askeri güç değil, diplomasi merkezli bir dış politikadır. Kurtuluş Savaşı esnasında dahi tüm ülkeler ile diplomatik ilişki kurma çabası bunun göstergesidir. Savaştan özenle kaçınmıştır. Olabildiğince büyük bir ülkeden çok homojen, bağımsız ve kendisini koruyabilen bir ülke için çaba sarfetmiştir. Kurtuluş savaşı'ndan sonra da askerlerini hiçbir cephede savaşa sokmamıştır. Bugünlerde Türkiye'yi Erbil'e sokmaya çalışanlar, ABD-Türkiye ilişkilerini önemsiz sayanlar Atatürk'ün adını sıkça ansalar da onu hiç anlamamışlardır. Eğer onu anlamış olsalardı Türkiye'nin bölgede askeri gücünden çok daha önemli güçlerinin olduğunu ve bölgeyi Türkiye'ye eklemlemenin önündeki en önemli engelin kontrolsüz ve hatalı askeri güç kullanımı olduğunu anlarlardı.

27 Ekim 2007

USAK Stratejik GÜNDEM
Bir USAK Yayınıdır




[1]

Atatürk, quoted in Andrew Mango, 'Reflections on the Atatürkist Origins of Turkish Foreign Policy and Domestic Linkages', in Alan Makovsky and Sabri Sayari (eds.), Turkey's New World, Changing Dynamics in Turkish Foreign Policy, (Washington: The Washington Institute for Near East Policy), 2000), p. 12.



[2]

Kemal Melek, 'Türk İngiliz İlişkileri (1890-1926) ve Musul Petrolleri' ( The Musul Oil in Turkish-British Relations, 1890-1926), in Toktamis Ates and others, Türk Dış Politikasında Sorunlar, (The Problems in Turkish Foreign Policy), (İstanbul: Der Yayınları, 1989), pp. 38-39.



[3]

Stephen F. Evans, The Slow Rapprochement, Britain and Turkey in the Age of Kemal Atatürk, 1919-1938 , (University of Hull, 1982), s 96.

Sedat laçiner

http://www.usakgundem.com/\"mailto:slaciner@gmail.com\"
Tel: 0 312 2122886-87
Fax: 0 312 2122584



--
Blog Adresim
http://sivilinisiyatif.blogspot.com/
-------------------------------------------------------------------------
İster Mermi Kullansın, İster Oy Pusulası,
İnsan iyi nişan almalı, kuklayı değil kuklacıyı vurmalı...
-------------------------------------------------------------------------

MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA (Son Günleri/Suikast):
http://www.youtube.com/watch?v=Vf8_oZf7nRo#GU5U2spHI_4

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.