12 Eylülün Değiştirdiği Hayatlar(3)

12 Eylülün Değiştirdiği (3)


12 Eylül'ün değiştirdiği hayatlar

12 Eylül kadınları çok örseledi, ama onlar işkenceler, tacizler ve tecavüzler hakkında fazla konuşmadı. 19'unda işkenceyle tanışan Nimet Tanrıkulu, 26 yıl sonra yaşadıklarını ve gördüklerini anlattı

Bugün 12 Eylül'ün 26'ncı yılı. Askeri yönetim sağcı/solcu ayrımı yapmadan 650 bin kişiyi gözaltına aldı. 98 bin 404 kişi 'örgüt üyesi olmak'tan yargılandı. Onbinlerce insanın sorgusu çok ağır işkenceler altında yapıldı. 171 kişinin 'işkenceden öldüğü' belgelendi. 12 Eylül'de kadınlar da işkencenin her türünü yaşadılar. 19 yaşındayken gözaltına alınıp işkence gören Nimet Tanrıkulu'yla yaşadıklarını konuştuk:
12 Eylül'ü nerede karşıladınız?
Bakırköy'deki evimizdeydim. Sendikacı bir yakınım bir süre önce darbe olacağını söylemişti ama inanmak istememiştik. O dönem üniversiteye hazırlanıyordum. O sabah sokağa çıktığımızda her köşe başını asker tutmuştu. Eve dönüp radyoyu açtığımızda ürperdik. Hasan Mutlucan, kahramanlık türküleri söylüyor, anonslar yapılıyordu. Ailece çok tedirgindik. 68 kuşağından 12 Mart'ta çok ağır şeyler yaşamış yakınlarımız vardı. Denizlerin asılmasını, Mahirlerin öldürülmesini yaşamıştık. Dersimliyiz, toplumsal gelişmeyi izleyen, toplumsal sorunlara kayıtsız kalmayan, Karaoğlan sevdalısı bir aile...
Sizin siyasetle ilişkiniz ne boyuttaydı?
Bakırköy Ticaret Lisesi'ne başlarken sola sempati duyuyordum. Ama kimseyle ilişkim yoktu. Lise birinci sınıftayken faşistler benimle konuşmak istediler. Bense etrafımda devrimcileri arıyordum. Kısa bir süre sonra da solcularla ilişki kurdum. Bir süre sonra Marksist bir örgüte sempati duymaya başladım.
Ne zaman gözaltına alındınız?
1981'in 4 Mayıs'ı, sabaha karşı geldiler, çok kalabalıklardı. Babam kapıyı açtı, beni sordular. Babam 'Evde yok' dedi. 'O zaman sen bizimle geleceksin' dediler. Babam hızlı hızlı giyindi, bütün konuşmaları duyuyordum. O arada polislerden biri odama girerek 'Adın ne?' dedi. 'Nimet' deyince hepsi birden içeri daldılar. Bana hakaret etmeye başladılar, evin içinde bir telaş vardı. Annem ve kız kardeşlerim ağlıyordu. Tipleri ve davranışları çok ürkütücüydü. Beni beşinci kattan merdivenden ite kaka indirdiler. Sonra bir polis merkezine götürdüler. Buranın Gayrettepe olduğunu sorgu anında öğrendim. Üzerimdeki kemer, ayakkabı bağı gibi şeyleri çıkarmamı söyleyip beni aynalı bir odaya aldılar. Babacan görünen polis beni sorguya çekmeye başladı. Randevularımı soruyordu. "Sabah 9'da dershaneye gidecektim' cevabıma çok tepki gösterdiler, itip kakmaya başladılar... Sonra başka bir yere götürüp gözlerimi bağladılar. Gözlerimi bağlamadan önce oradaki kalasları, ipleri, manyetoyu gördüm. Beni askıya bağlayıp yukarıya doğru çektiler. Bu filistin askısıymış. Hiç ilgimin olmadığı şeyleri soruyorlardı. Askıdayken elektrik verdiler.
İşkencenin en korkuncu hangisiydi?
Bedenime dokunmaları bana çok korkunç geldi. Üstümü çıkarmaya çalıştılar. Epey bir itiş kakış oldu. İşkence sırasında benden bekledikleri tavrı göremiyorlardı. 'Tiyatrocu karı' diye bağırıyorlardı. Konuşmuyorum ya, rol yapıyorum sandılar. İşkencenin ne olduğunu yaşayınca daha iyi anlıyorsun. Sonra beni karanlık bir odaya koydular, orada benim gibi sorgudan geçmiş, işkenceden kafası gözü yarılmış, ayakları şiş insanlar vardı. Kafamı kaldırdığımda kolu kelepçeyle kaloriferin demirine bağlı, bir battaniyenin üzerinde oturan genç bir adam gördüm. Bu genç adam yakalanırken kurşun yarası almış. Bağırsakları bir poşetin içinde duruyordu. Hastanede olması gereken o kişi orada, işkencehaneydi ve o orada sürekli işkence çığlıkları dinliyordu. Orada içinizi ister istemez bir korku kaplıyor. Kimse 'Korkmadım' demesin. İşte böyle geçen 45 gün...
Kim bilir nelere tanıklık ettiniz.
İşkenceyi sadece fiziki işkence olarak görmemeli. Sorgu odalarında, hücrede kalmanız bile bir işkence. Saatlerce meydan dayağından geçtik. Beş saat sürekli dayak yediğimi hatırlıyorum, artık baygın yatıyorsunuz... Sorgu seansları dışında da her geçen tekme atıp sürüklüyor. Ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Ölümüne tanık olduğum insanlar oldu orada. Nurettin Yedigöl bunlardan biri. Sonradan öğrendiğime göre cesedini yok etmişler. Bugün adı 'kayıplar listesi'nde. Sorguda kafasına çivi çakılarak öldürüldü. Meşhur 'bambulu oda' dediğimiz bir oda vardı. Orada biri çırılçıplak vaziyette oturuyordu. Kendinde değildi... Onun o görüntüsü hâlâ belleğimde capcanlı durur. Sonra Metris Cezaevi'ne götürüldüm.
Metris'te neler yaşadınız?
Kaldığımız yerde siyasi davadan tutuklanmış çok sayıda kadın vardı. Herkes ağır işkencelerden geçmişti. Metris'te bazı tartaklamalar dışında fiziki şiddeti çok yaşamadık, ama komutanların ve gardiyanların hitapları, davranışlar kötüydü. Sağlıksız koşullarda kalıyorduk. Cezaevine gittiğimde ciddi sağlık sorunları yaşıyordum. Sorguda çenem çıkmış, sol kolumda kısmi bir güç kaybı vardı. Saçımın büyük bir kısmını kaybetmiştim. Daha sonra saçlarımın bir kısmı yerine gelmedi. Çenem ve kolum için doktor talebinde bulunduğumda beni askeri hastaneye götürdüler. Orada sadece bir ağrı kesici verdiler. İşkence kayıtlara geçmesin diye doktor raporu vermediler. 12 Eylül döneminde doktorların işkencelere bizzat katıldığı, işkence mağdurlarına rapor vermediği üzerinde hiç durulmadı. Gözaltında alındığım davadan beş yıl yargılandım, sonuçta beraat ettim. Eve gelince kendimi çok yalnız hissettim. 'Geride bıraktığım insanlar hâlâ işkence görüyorlar ve biz hiçbir şey yapamıyoruz' duygusunu çok ağır yaşadım. Bizi rejimi değiştirmek istemekle suçladılar. Oysa kendileri bir gece geldiler, terörü durduracağız bahanesiyle ülkeyi karanlığa boğdular. Rejimi kendileri değiştirdiler.
78'liler girişiminde gönüllü olarak çalışıyorsunuz. Amaçlarınız neler?
Bizim kuşak çok ağır bedeller ödedi. Bunun mutlaka konuşulması ve yüzleşmemiz gerekir. 78'liler Girişimi, 78'liler arasında dayanışmayı sağlamak amacıyla yola çıktı, dayanışmayı geliştirmenin tek yolu, 12 Eylül'ün toplumsal sonuçlarıyla mücadele etmek. Mücadelemiz ürünlerini veriyor. Yasal değişiklikle kuşağımızın önündeki yasaklar kaldırıldı. Şimdi ise darbecilere dokunulmazlık zırhı sağlayan 15. maddenin kaldırılması için mücadele yürütüyoruz. Darbeciler, adı geçici ama kendi kalıcı olan bir maddeyle hâlâ korunuyorlar. Darbeciler yargılanıp o dönemin gizli kalmış olayları, insan hakları ihlalleri açığa çıkarılmadan toplum olarak adalet duygusunu yaşayamayız. 12 Eylül mahkûm edilmeden gerçek anlamda demokrasinin yaşanması da mümkün değil. Dünyanın birçok ülkesinde darbeciler yargılandı. Türkiye'de ise bu yapılmadığı gibi üniversitelerde darbecilere nişanlar verildi.

'Şişeyle, copla tecavüz edildi'
12 Eylül'ün 26. yılında 78'liler Vakfı 10 gün süreyle siyasetten sanata kadar çok çeşitli alanlarda bir dizi 'tanıklıklar' etkinliği gerçekleştirecek. Bugün Bilgi Üniversitesi'nde darbe günlerinde ağır yaralar alan bir grup kadınla bir atölye çalışması gerçekleştirilecek. Tanrıkulu, bu çalışmanın düzenleyicisi...
Neden kadınlar 12 Eylül döneminde kendilerine uygulanan tacizler ve tecavüzler hakkında konuşmuyorlar?
Kadınlar konuşmuyor, çünkü toplumsal değerlerin baskısı bunu engelliyor.
İçinde yaşadıkları aile ve sosyal çevre tarafından dışlanma endişesi yaşıyorlar. Ayrıca bazıları çocuklarını koruma duygusuyla geçmişte yaşadıklarını dile getirmiyorlar. Ama belki bundan da önemlisi, üstünden uzun süre geçmiş olmasına rağmen 12 Eylül'le ve yaşanmışlıklarıyla yüzleşmeye hazır değiliz. 12 Eylül'ü kadınlar çok ağır yaşadı. Bugün toplumda kadına uygulanan şiddetten söz ederken dönüp 12 Eylül'e bakmak gerekiyor.
12 Eylül'le birlikte toplumda genel bir şiddet kültürü gelişti. Bu kültür kadınları çok daha fazla mağdur durumda bıraktı, diyebiliriz. Sorguda kadınlara yönelik korkunç taciz ve tecavüz olayları oldu. Bekâreti işkence kurbanına karşı kullandılar. Size dokunmaları korkunç bir şey, hiç atlatılamayacak bir travma... Şişeyle, copla yapılan tecavüz olayları yaşandı. Tanık olduğum çok olay var. Cinselliğinizle ilgili tehditte bulunuyorlar. Bir kadın arkadaşım anlatmıştı; eşine elektrik verdikleri manyeto kablosunun bir ucunu da onun bedenine bağlamışlardı. Böylesi korkunç şeyler yaşandı.

'İşkencecileri beraat ettirmem istendi'
Yargıtay 8. Ceza Dairesi Onursal Başkanı M. Naci Ünver, darbe günlerinde Mamak'ta 2. No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde hâkim olarak görev yaptı. Ünver, Mamak günlerini anlattı:
"12 Eylül sabahı darbe haberini televizyonda haberlerde öğrendim. Yargıtay'a gittim, bir yargı kuruluşunun etrafı askerlerce sarılmıştı. Hukuk devleti adına beni yaralayan bir durumdu bu. Böyle bir darbenin olacağı bekleniyordu, çünkü ülke tam bir kaos içine sürüklenmişti.
12 Eylül'ün gerekçesindeki haklılığı tartışılır, ama uygulaması çok farklı oldu. Totaliter bir rejimin acımasız uygulamalarını gördük.
Darbeden üç ay sonra 1981 Ocak ayında Mamak'ta görevlendirildim. Bu, istemediğim bir görevdi. Beni stresli günlerin beklediğini, bir gün darbecilerle aramın bozulacağını kesin biliyordum, çünkü ben hukukun üstünlüğüne inanan biriyim. Buna karşın her halükârda sıkıyönetim mahkemelerinin de bir hukuku olduğunu, mademki Türkiye'de yürürlükteki yasalar uygulanıyor, bunu olağanüstü bir olguya dönüştürmenin bir anlamı olmadığını hem dile getirdim, hem de uygulamalarımda savundum. Örneğin Sadun Aren'in mahkûmiyetine değil beraatına karar verdik.
Yönetimle aramı bozan işkenceci polislerin davaları oldu. Benim bu davalardaki ödünsüz tutumum askerleri kızdırdı. İşkence davalarında etraftan gelen ricacılar beraat ettirmemi istiyorlardı. Ben de kendilerine dosyadaki kanıtlar ne diyorsa ona göre karar vereceğimizi söylemiştim. Birçok polis şefinin ve DAL grubundan birçok kişinin davaları karar aşamasına geldiği sabah elime bir yazı tutuşturarak 'Yargıtay'daki görevinize iade edildiniz' dediler. İki yıl üç ay kaldım Mamak'ta. Benden sonraki yargıçlar işkenceci polislere beraat kararı verdiler, ama Askeri Yargıtay bu kararı mahkûmiyet yönünde bozdu. Beni en çok etkileyen şey gözaltından gelen, tutuklama istemiyle sevk edilen kişilerin işkence görmüş olmalarıydı. Emniyet'ten koltuk değneği ve bacağı alçıyla gelenler oldu, durumlarını tutanağa geçiriyordum.
Temel hak ve özgürlüklerin yanı sıra örgütlenme özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini aldı götürdü 12 Eylül Anayasası. 'Devlet her şeyi yapar, devlete karşı itirazı olan ezilir' anlayışını getirdi.

ŞULE ÇİZMECİ - Radikal



--
We are in the world as words are in a book. Each generation is like a line, a phrase...

Dünyada, bir kitabın içerisindeki sözcükler gibiyiz. Her nesil bir satır, bir cümle misali…
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..

Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.