Bu Toprakların Hikayesi
Suat Öztürk
"Bizden Belgrad'ı aldıkları zaman düşman delegeleri Niş kasabasını da istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak, "Ne hacet!" dedi; "bari İstanbul'u da size verelim." Babalarımız için Niş, İstanbul'a o kadar yakındı. Biz eğer Vardar'ı, Trablus'u Girid'i ve Medine'yi bırakırsak, Türk mileti yaşayamaz sanıyorduk." diyor Falih Rıfkı Atay. Tabi Atay bu sözleri ulus devleti kutsamak, imparatorluğun yükünden bahisle "başımızdan defettik, rahatladık" demek için anlatıyor ama atalarımızın vatan toprağına olan bakışını da yansıtmış oluyor. Mustafa İslamoğlu'nun bir yazısında okumuştum. Milletvekili olan dostu bir olay anlatmış.Körfez Savaşı sırasında, ABD ve İngiliz uçakları Bağdat'a bomba yağdırırken, dönemin bakanlarından biri şöyle söylemiş: "Benim 90 yaşına merdiven dayamış bir anam var. Televizyon sunucusunun "ABD Bağdat'a bomba yağdırdı" anonsunu duyunca, rengi attı, gözleri dolu dolu oldu, bana dönüp sordu: - "Oğlum, bu Bağdat bizim Bağdat mı?"- ….?- "Oğlum, bizim Bağdat'ı mı bombalıyorlar?""Ne diyeceğimi bilemedim, üzülmesini de istemedim, ama yalan da söyleyemedim."İmparatorluk yıkıldığında sadece vatan tasavvurumuz yıkılmadı; ulus devlet kurma sürecine bir kültür ve medeniyeti de kendi ellerimizle yıktık.D.Cündioğlu, Falih Rıfkı Atay'ın aktardığım sözlerinden de bahsettiği bir makalesinde "Neresi bu topraklar?" sorusunu soruyor."Amerikan uçakları Bağdat'ı bombaladığında sanki İstanbul bombalanmış gibi yüreğinde sızı hisseden kaç kişi kaldı aramızda? diyor ve ekliyor: "Niş'in haritadaki yerini kaçımız gösterebiliriz? Girid nerededir mesela? Tobruk, Derne ya da Belgrad?" Bern Büyükelçisi Taner Baytok'un aktardığına göre bir diplomatımız eşiyle birlikte Selanik'e giderken yolları bir köye düşer. Türk olduklarını farkeden birisi "hoşgeldiniz kızanlar" diye kendilerini selamlar ve evine davet eder. Niyetleri köyden ayrılıp bir otelde kalmaktır ama ihtiyar köylü ısrar eder ve onları evine götürür. Eve vardıklarında sesini yükseltir: "Kız Sultan! Bak sana kimleri getirdim. Dersaadetten misafirlerimiz var, hemen sofrayı hazırla!" Yemekler yenilir, sohbet edilir. Gece yarısına doğru kapı çalar. İhtiyar kapıya bakar, karşısında iki adamın Rumca birşeyler söylediğini duyunca kızına "Kız Sultan! Bu adamlar Rumca birşeyler söylüyorlar, anlamıyorum gel de bak bakalım ne istiyorlar" der. Gelenler diplomatları merak eden Rum yetkililerdir ve misafirleri götürmek isterler. İhtiyar misafirlere danışmadan "Hayır!" der adamları gönderir.İhtiyarın Rumca bilmeyişi diplomatımızın dikkatini çeker. Ve der ki "Sen Rumca bilmez misin?" İhtiyar sertçe "hayır!" der. Bizimki "Ama nasıl olur, seksen yıl…" diye sürdürürken ihtiyar sözünü keser ve şöyle der: - Evlat, işgalin bu kadar uzayacağını nereden bilebilirdim ki? Hep gelip bizi ve topraklarımızı kurtaracaksınız ümidiyle yaşadım. [1]Merhum Elmalılı Hamdi Yazır "mektebde coğrafya okuduğum zamanlar Arabistan'ı bizim diye belledim" demiş ama biz bunu okuyamamışız.Sebep?1935′de yayınlanan tefsirininin mukaddimesinden bu söz çıkarılmışta ondan.Bu hassasiyete sahip kaç kişi var şimdi?Bunun "vah vah getti topraklar" gibi bir hamasatle alakalı olmadığını açıklamaya gerek yok sanırım.Sözkonusu olan kaybedilen topraklar değil, mazi ile kesilen bağın dışbükey tezahürü olan "vatan tasavvuru"ndaki değişim ile içbükey tezahürü olan kültür travmasının felaketle neticelenmiş boyutları; yani kaybedilen medeniyet bilinci. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yugaslavyalı bir diplomata Süleymaniye Camiisini gezdiriken diplomat, Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesini de gezmek ister. Tanrıöver, türbelerin kapalı olduğunu bilir ama yine de türbedarı bulurum umuduyla diplomatı götürür. Tabi türbedarı bulamaz. Diplomat türbenin kapalı olduğunu görür ve "Tamirat mı var?" diye sorar. Tanrıöver bir müddet susar ve nihayet mahçup bir eda ile "hayır" der, "Bir müddet mazi ile alakamızı kesmek istedik."Diplomat şaşkın bir biçimde Tanrıöver'e bakar ve "ciddi mi söylüyorsunuz?" der. Tanrıöver "ciddi" der.Diplomat şu cevabı verir: "Böyle tarihi olmayan milletler, tarih huzurunda esatir, efsane uydururlar. Sizin ise büyük bir tarihiniz vardır. Bu tarihi yapanların türbeleri nasıl kapatıyorsunuz?" Kuşatılmış ve atalete uğramış bir medeniyetten kalanları da medeniyetin kendi evlatlarının bir kısmı yemiş.Bugünkü sorunlarımıza şöyle bir göz atın. Göreceksiniz ki hemen tamamının temelinde bu medeniyet tasavvurunun katledilmesi yatar. Geçmişi tukaka edilmiş, gardrop devrimleri ile bir kültür ikamesi yapılmak istenmiş, kendisini bir biçimde izole etmeyi ya da geçmişe tutunmayı başarmış kesim/ler haricinde toplum hemen tüm boyutlarıyla şizofrenik bir ruh haline itilmiştir. Şimdilerde bu izole kesimin de bir kısmı geriden de olsa aynı şizofreniye canhıraş biçimde koşuyor.Kendilerini sahibimiz sanan birileri bizi onyıllardır zorla güya ehlileştirmeye çalışıyor. Hem de çoktan 19 yy.da kalmış ilkel bir pozitivizmin rahle-i tedrisatından geçirerek.Örnek aldıkları, yüzünü döndükleri dünya çoktan başkalaşım geçirmiş, pek çok açıdan bugün ilkel pozitivizmi savunanlara poposuyla güler noktaya gelmiş ama; geriden giden efendilerimiz zamanı 19.yy.da donmuş sanarak biteviye aynı teraneleri dayatmaya devam ediyor. Olan oldu. Yapmamız gereken şey belli: Hiç olmazsa bundan sonrası için çırpınmak.Zaman zaman elimizde sağlam bir yol haritası bile olmadığını hissetsem de farklı çeşit ve renk bir boya ile kapatılan duvarların eski renklerini kustuğu gibi; medeniyetimiz, kendisini bunca kapatmaya rağmen alttan kusuyor; bunu görüyor ve seviniyorum. Bunları okuyor-yazıyor ve düşünüyor olabilmek bile bunun işaret değil mi?Bunların da ötesinde bu şizofreniden kurtulmayı başarabilmiş "müslüman aydın kitle" var artık. Ülkenin sorunlarını konuşan, çözümler üreten, çoğulcu, insan haklarını temel alan, demokratik ve özgürlükçü. Mustafa Erdoğan geçtiğimiz günlerde bir yazısında buna atıfla şöyle diyordu:Mesleği gereği Türkiye'nin entellektüel hayatını takip eden bir akademisyen olarak, ben zaten çoktandır şu kanaatteydim: Türkiye'de dini-muhafazakar kesim epey bir zamandır fikri derinlik ve zihin açıklığı yönünden çağdaşçı-Kemalistleri fersah fersah aşmış durumdadır. Türkan Saylan'la yapılan sadece mülakat bu kanaatimi pekiştirmeye yaradı. İronik olan şu ki, çağdaşçı-Kemalistler bu gerçeğin henüz farkına varabilmiş değil. Onlar hala 'cahil, geri kafalı dinciler' edebiyatı yapıyorlar! "Ba'de Harab'ül Basra" demeyeceğim.İbn Haldun Mukaddime'de "Olan bir kez daha olabilir" der.Gidişatı iyi takip edin, bu topraklarda düştük bu topraklarda kalkacağız; birileri istese de istemese de..
[1] Arasokakların Tarihi. D.Cündioğlu. ISBN: 975-8861-52-2 http://www.dusunceler.org/2007/05/26/bu-topraklarin-hikayesi/#comment-13792
--
Blog Adresim
http://sivilinisiyatif.blogspot.com
-------------------------------------------------------------------------
İster Mermi Kullansın, İster Oy Pusulası,
İnsan iyi nişan almalı, kuklayı değil kuklacıyı vurmalı...
-------------------------------------------------------------------------
MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA (Son Günleri/Suikast):
http://www.youtube.com/watch?v=Vf8_oZf7nRo#GU5U2spHI_4
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.