Ermeni İddiaları ve Terör

Ermeni İddiaları ve Terör

Dr. Sedat LAÇİNER

'Türkü, Kürdü, nerede ve hangi şartlarda görürsen öldür. Gericileri, sözünden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al." Taşnaklar'ın Osmanlı Döneminde Sloganlarından

Önbilgiler

Bu kısımda Ermeni kaynaklı terör ve nedenleri üzerinde durulacaktır. Çalışmanın temelinde 'Ermenilerden kaynaklanan terör olaylarında 100 yılı aşan bir süreklik vardır' varsayımı olduğundan, kavramlar ve olgular tarihsel evrimleri içinde ele alınacaktır. Ancak konunun sanılandan daha girift ve kapsamlı olması nedeniyle elinizdeki çalışmanın sınırları da göz önünde bulundurulduğunda birçok detaya değinilememiştir. Bu bağlamda kitabın bölümün sonunda verilen kaynaklar çalışmanın eksik bıraktığı noktaları tamamlayacak niteliktedir.

Çalışmaya geçmeden önce bir noktanın altını çizmekte yarar vardır: Çalışmada tüm kaçınma çabalarına karşın sık sık 'Ermeni terörü' kavramı kullanılmıştır. Bu ifade terörün Ermenilerle özdeşleştiği, ya da terör eylemlerini sadece Ermeni grupların yaptığı anlamına gelmez. Bu konudaki temel ilke terörün milleti, dini ya da mezhebinin olamayacağı gerçeğidir. Bu 'hata'ya her toplum belli bir dönemde düşebilir. Bu bağlamda nasıl ki 'İrlanda terörü', 'Protestan terörü' ya da 'İslam terörü' denilerek geniş kitleler ve adı geçen din, mezhep ya da millet suçlanmıyorsa, 'Ermeni terörü' dendiğinde de sadece terörü bir yöntem olarak gören Ermeniler kastedilmekte, bir millet terörist olmakla suçlanmamakta, aksine o milletin bir dönem yaptığı hatalar ifade edilmektedir. Bu noktadaki temel talihsizlik ise Ermeni ulusal hareketinin hayalci liderler ve gruplar peşinde koşması ve başarısız oldukça teröre bir çare olarak sarılmasıdır. Ermenilerin bugüne kadar çektikleri acıların en büyük nedeni belki de budur, yani Mustafa Kemal Atatürk gibi gerçekçi ve sağduyulu bir lidere sahip olamamak. Sonuç olarak 'Ermeni' ve 'terör' kelimelerinin yan yana sıkça gelmesi ırkçı ya da toptancı bir yaklaşımdan değil, geçtiğimiz yüzyıl içinde Ermeniler ve terör olaylarının sıkça yan yana gelmesinden kaynaklanmıştır. Okuyucunun bu noktayı göz önünde bulundurması önemlidir. Ayrıca 'Ermeni terörü' (Armenian terrorism) kavramı sadece Türk kaynaklarınca değil, Ermeni kaynaklarınca ve Ermenilerce kabul gören Batılı kaynaklarca da sıkça kullanılmıştır. [1] Hatta Türk kaynaklarının olayları 'Ermeni terörü' olarak nitelendirmesi yabancı kaynaklardan tercüme ile yoğunlaşmıştır.

I. Terör ve Ermeniler: Genel Değerlendirme

Ermeni Terörü: Devamlılık

Ermeni terörü Türkiye'nin karşılaştığı en eski ve devamlılık gösteren terör hareketlerinden biridir. Bu çerçevede Türkiye'ye en büyük zararı veren terör eylemlerindendir. Ancak gözden kaçan önemli bir nokta Ermeni terörünün dünyanın karşılaştığı, terör tanımına en çok uyan akımlardan olmasıdır. Daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermeniler terörü seslerini duyurmak ve kamuoyunu yönlendirmek için etkili bir silah olarak kullanmışlardır. Osmanlı Bankası Baskını, 2. Abdülhamit'e suikast girişimi, İstanbul gibi Büyükşehirlerde ayaklanmalar ve neredeyse sayısız ayaklanma girişimi bunun tipik kanıtlarıdır. Ermeni teröristler tıpkı bugünkü modern terör örgütleri gibi haraç toplamışlar, yasadışı kaçakçılık yapmışlar, banka basmışlar, suikastlar düzenlemişler, toplumun ileri gelenlerini, toplumun geri kalanını terörize edebilmek için öldürmüşler, basını dehşet ve mesaj dolu eylemleriyle manipüle etmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan Ermeni kaynaklı terör hareketleri şekil ve kısmen içerik değiştirse de, birçok açılardan dikkate değer bir devamlılık da göstermişlerdir. [2] Bu çalışmada söz konusu devamlılığın nedenleri de sorgulanacaktır. Çalışmanın son bölümünde ise 11 Eylül Olayları sonrasında ortaya çıkan dengelerin Ermeni kaynaklı terör hareketlerine olası etkileri ele alınacak ve geleceğe dönük öngörülerde bulunulmaya çalışılacaktır.

Ermeni terörünün en önemli özellikleri arasında 'devamlılık' da sayıldığından terörün Osmanlı'daki kökleri ile başlamak belki de en doğru yöntem olacaktır. Çünkü sonrasında gözlenen terör olayları taktiksel ve ideolojik olarak Osmanlı dönemindeki eylemlere fazlasıyla benzemektedir.

II.1. Osmanlı Dönemi'nde Ermeniler ve Terör

Osmanlı Devleti'nde Ermeni terörünün iki temel özelliği vardır:

A. Ayrılıkçılık,

B. Dışa bağımlılık.

İlk olarak Osmanlı'nın son yüzyılında gelişen Ermeni hareketi her şeyden önce ayrılıkçıdır ve bağımsız bir devlet hedefi vardır. Ancak bu hedefleri ile orantılı imkânlara sahip değildir. Örneğin Ermeniler Osmanlı topraklarındaki hiçbir bölgede çoğunluk oluşturamamaktadır. Ayrıca Osmanlı Ermenilerinde, en azından ilk dönemlerde, bağımsız bir devlet kurmaya ve ayrılıkçı bir örgüt oluşturmaya yetecek derecede ayrı bir ulus olma bilincinin bulunduğunu söyleyebilmek de zordur.

Zaten radikal Ermeni militanlarını terör ve provokasyona başvurmaya yönelten nedenlerin başında hiçbir yerde çoğunlukta olmamaları ve Osmanlı Ermenilerinin yeterince 'davaları'na sahip çıkmamaları bulunmaktadır. Başlatılan terör eylemleri sayesinde Müslüman ahali 'Ermeni' bölgelerinden uzaklaştırılacak, aynı terör eylemleri Ermeniler üzerinde ulusçuluğu arttırıcı bir etki yapacaktır. Devlet ile Ermeni vatandaşları arasındaki bağlar bu eylemler ile sarsılacak, vatandaşların mağduriyeti arttırılacak ve en sonunda devletlerine karşı ayaklanmaları sağlanacaktır. Yine silahlı eylemler Osmanlı Ermenileri ile diğer etnik gruplar arasında çatışmalara neden olacaktı. Toprak kavgaları, çekememezlikler, dini ön yargılar Hınçak ve Taşnak gibi silahlı gruplar için çok iyi birer istismar konusuydu. Özellikle Doğu'da Kürt aşiretleri ve dağlıları ile Ermeni yerleşikleri arasında gerginlik oluşturmaya uygun bir zemin zaten vardı ve bunu Ermeni terör grupları ihmal etmeden kullandılar. Benzeri bir yöntemin 1980'lerin başında PKK tarafından Kürt kimliğinin oluşturulması için uygulanması dikkat çekicidir.

Osmanlı'da Ermeni terörünün ikinci temel özelliği olan dışa bağımlılık özelliği yine ilk özellik ile yakından ilişkilidir. Ermeni militan gruplar zayıflıklarını anladıkça dışa bağımlılıkları da artmıştır. Her şeyden önce kendi imkânları ile Osmanlı devleti ile baş edemeyeceklerini anlamışlardır. İlk yıllarda Osmanlı Ermenilerinden de destek alamamaları dışa bağımlılıklarını daha da arttırmıştır. Bir de bu konuda önlerinde örnekler vardır. Osmanlı Devleti'nden ayrılan neredeyse hiçbir etnik grup sadece kendi imkânlarına güvenmemişlerdir. Yunanlılar, Bulgarlar vs. ya Rus, ya İngiliz veya başka bir Avrupa devletinin yardımlarıyla bağımsız olmuşlardır. Ayrıca bağımsız olmayı başaran devletlerin hemen hepsi Hıristiyan'dır ve büyük devletlerin tamamına yakını Osmanlı topraklarındaki Hıristiyanlar ile yakından ilgilenmekte, onların ayrı bir devlet kurmaları konusuna önem vermektedir. Büyük devletlerin Osmanlı'yı zayıflatma stratejileri (Doğu Sorunu) da bu ilişkiyi kolaylaştırmıştır. En önemli iki Ermeni örgütünün (Hınçaklar ve Taşnaklar) Osmanlı toprakları dışında kurulmuş olması da dışa bağımlılığın temel göstergeleridir.

Dışa bağımlılık sadece maddi konularda da olmamıştır. Kendilerine 'devrimci' diyen ilk dönem Ermenileri ideolojik olarak Batı Avrupa'dan fazlasıyla etkilenmişlerdir ve sol-milliyetçi karışımı bir ideolojiye sahip olmuşlardır.

Ayrılıkçılık ve dışa bağımlılık özelliklerine ek olarak belirtilmesi gereken bir diğer noktada Osmanlı Devleti'nin zayıflığıdır. Ermenilerin teröre yönelmesinin en önemli nedeni İstanbul Yönetimi'nin Ermeni vatandaşlarını güçlü bir baskı altında tutması, onlara zulmetmesi değildir. Aksine Osmanlı Devleti'nin en zayıf olduğu dönemlerde başlayan terör olayları güçsüz bir devletin var olmasından yararlanmıştır. Dışarıda başlayan terör örgütleri çok kısa bir zaman diliminde Osmanlı topraklarına yerleşmiş, devlet ise buna müdahale dahi edememiştir. Oysaki Rusya, ayrılıkçı Ermenilere verdiği tüm desteğe rağmen bu grupların kendisine karşı herhangi bir faaliyetin de çok acımasız olabiliyordu. Dahası Kafkaslardaki Ermenilerin önemli bir kısmını Ruslaştırma operasyonundan da geçirmiştir. Örneğin 1885'de Kafkasya'daki Ermeni okulları Çar III. Alexander tarafından kapatılmıştır. [3]

II.1.a. Hınçaklar

'Hınçak' kelime olarak Ermenicede 'çan sesi, çıngırak' anlamına gelir. 1887'de İsviçre'nin Cenevre şehrinde kurulmuştur. Bir süre sonra İngiltere'nin de desteğiyle merkezi Londra'ya taşındı. [4] Kurucuları Avedis Nazarbek(g)ian, Maro Markarian, Kapriel Gafian, Roupen Khanazad, Kevork Gharajian ve Kristapor Ohanian ve bir grup öğrencidir. [5] Kurucularından hiç biri Osmanlı vatandaşı olmadığı gibi, daha önce Osmanlı topraklarına ayak basmış kişiler de değillerdir. Önemli bir kısmı Kafkas Ermeni sidir. Bu durum ideolojisindeki idealizmi ve aşırılığı açıklayıcı önemli bir öğedir. Bölge gerçeklerinden habersiz bir grup genç, bağımsız ve hayallerindeki Ermenistan'ı kurmak için yola çıkmışlardır. Sol ideolojik bağlantıları aşırılığı ve hayalperestliği daha da arttırmış, aynı zamanda dış bağlantıları kolaylaştırmıştır. Kurucularının fikirlerinde Rus ve Alman devrimciliğinin izleri açıkça görülebilir. Marksist ideolojiyi Rus ve Alman geleneği ile yorumlamışlardır. [6] Merkeziyetçi bir anlayışı vardır. Marksizmi yorumlamada Taşnaklar'dan daha katı görülürler. Kapitalizm ile mücadele etmek ve 'Büyük Ermenistan'da kapitalist sistemi yıkma hedefleri olmakla birlikte, bundan daha öncelikli hedef olarak 'Büyük Ermenistan'ı özgürleştirmek ve devlet haline getirmek vardır. Bu nedenle ulusçuluk ile Marksizm karşımı bir ideoloji ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.

Üye ve idarecileri daha çok Rusyalı Ermenilerdir. İdeolojik görüş olarak Marksist'tirler.

Amaçları Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan kurmak ve bunu "Rus ve İran Ermenistanları" ile birleştirmektir. Zaman içinde bağımsız Ermenistan fikri, Sovyetler Birliği'nin de kurulmasıyla birlikte diğer sosyalist ülkeler ile birlikte hareket etmeye dönüşmüştür.

İlk dönem faaliyetleri arasında şunlar dikkat çeker: 1887'de Ermenice Hınçak gazetesini çıkarmışlardır. Viyana'dan Mekhitarist Manastırı'ndan temin edilen matbaa ile basılan gazete Avrupa'da dağıtılmıştır. Her gün basılan gazete Osmanlı İmparatorluğu'na da gönderilmiştir. [7] Partinin programı 1888 yılında basılmıştır.

Parti yayınlarına göre faaliyet alanları şu şekilde özetlenebilir:

- Propaganda

- Ayaklanma hazırlıkları

- Silah temini ve transferi

- Anadolu Ermenilerinin silahlandırılması

- Diğer Ermeni teşkilatları ile temas ve işbirliği sağlanması

- Silahlı eğitim

- Osmanlı Devleti'ne Ermeniler lehine zarar verebilmek.

Osmanlı topraklarındaki teşkilatlanmasının 1890'da başladığı söylenebilir. Parti kısa sürede İstanbul, İzmir, Halep gibi önemli şehirlerde şubeler açmış, ayrıca Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir ve Trabzon'da da teşkilatlanmıştır. İstanbul'daki temsilciliğini Cenevre'den Tiflisli Şimavon, İran'dan S. Danelyan, Trabzon'dan Rus uyruklu Rupen Hanazad kurmuşlardır. Teşkilatlanma konusundaki öncelikleri özellikle Ermenilerin bulunduğu illerde güçlenmek şeklinde olmuştur. Teşkilattan beklenen görevler arasında silahlı ve eğitilmiş militan grupları kurmak ve bunları her an kullanılabilecek şekilde hazır tutmak ve mücadeleye maddi destekte bulunmak da vardır. Özellikle maddi destek için belli aralarla kampanyalar düzenlenmiş ve bağış yolu sıklıkla kullanılmıştır.

Terör eylemleri arasında en çok dikkat çekenleri şu şekilde sayılabilir: Kumkapı gösterisi, Sasun İsyanı, Babıâli gösterisi ve Zeytun İsyanı'na katılmışlardır. Birçok cinayeti vardır. Bunlar içinde Osmanlı Bankası baskını amaç ve eylemin türü itibariyle diğerlerinden ayrılır. Bu eylemde amaç yabancı devletleri Ermeni sorununa daha çok çekebilmektir. Bu sayede Osmanlı devleti ile Batılı ülkeleri karşı karşıya getirmek isteyen Ermeni komitecileri güçlerinin ötesinde hedeflere ulaşabilmek için dolaylı yolları kullanmak istemişlerdir.

Hınçak terörü sadece Müslüman ahaliyi ve devleti hedef almakla kalmamış, aynı zamanda Hınçaklara para vermeyen ve destek olmayan Ermenilere de yönelmiştir. Bu bağlamda öldürülen birçok Ermeni tüccarının bulunduğu belirtilmelidir. Hatta bazı dönemler Hınçakların öldürdüğü Ermeni sayısı Türk sayısını geçer. Hınçak manifestosuna göre 'hareket'e destek vermeyenler haindir. Yine devlete çalışan Ermeniler de bu grupta değerlendirilmiştir ve öldürülmeleri gerekir.

1902'de örgüt içi ciddi bir çatışma yaşanmış ve örgüt mensupları İngiltere, Rusya, Mısır, Bulgaristan, Kafkasya ve İran'da birbirlerini öldürmüşlerdir. Bu çatışmalar örgütü zayıflattıysa da bu tür iç çatışmaların büyük ülkelerce kontrol edildiği anlaşılmaktadır.

1909'da İttihat ve Terakki zamanında cemiyet olarak tüzüğünü İstanbul Valiliği'ne vermiştir. Gizli karar defterlerine göre (1910, 1911, 1912, 1913) şu hedefleri öngörmüştür: Silah, cephane sağlanması, silah talimi yapılması, Taşnaklar ve devletle ilişki sağlanması. 1. Dünya Savaşı'nda Türkiye karşısında yer alan ve Ruslara savaşta büyük destek veren Hınçaklar siyasi bir örgüt olmanın ötesinde bir terör örgütüdür. Ancak daha sonraki dönemlerde ve söz konusu dönemde çıkarmış oldukları isyanları sivil halkın ayaklanmaları olarak göstermeye çalışmışlar ve bu konuda Batılı ülkelerden ciddi destek de almışlardır. Bilindiği üzere uluslar arası hukuka göre silahlı isyancılar ve terör örgütleriyle mücadele etmek bir devletin en doğal hakkıdır. Buna karşın sivil talepler karşısında devletin tutumu daha yumuşak olmak zorundadır. Bu farkın bilincinde olan Hınçak da silahlı saldırı ve eylemlerini halk ayaklanması olarak göstermiş, hatta bazı olaylarda "Osmanlı Devleti'nin tek taraflı saldırısı" olarak lanse etmiştir.

Hınçakların propaganda ve terör eylemleri için ayrı grupları vardır. Hatta Avrupa'dan gelen bazı ekipler Osmanlı topraklarında seminerler vererek Hınçak ideolojisini yaymaya çalışmışlardır. Diğer faaliyetleri arasında Ermeni köylerinin silahlandırılması, bunun için silahların nakledilmesi ve belli merkezlerde depolanması, Ermeni ahalinin silah konusunda yetiştirilmesi, ideolojik propaganda vb. de vardır.

Hınçaklar 1. Dünya Savaşı'na geldiğinde iç çatışmalar ve ideolojik nedenlerden dolayı iyice zayıflamışlardır. Bunda ideolojisinin Ermenilere yabancılığı ve merkeziyetçi-katı tutumunun etkisi büyüktür.

II.1.b. Taşnaklar (Daşnaklar) – Daşnaksutyun

Taşnaklar (Ermeni Devrimci Federasyonu / Hay Heghapokhakan Dashnaktsutiun) için kısaca milliyetçi Ermeniler denebilir. Sosyalizm, Taşnakların ideolojisinde önemli bir yer tutsa da, Hınçaklardan farklı olarak, sadece Marksist bir söyleme sahip değildirler. Fakat aralarındaki fark abartılmamalıdır. Her ikisi de büyük ve bağımsız bir Ermenistan kurmak için yola çıkmıştır. SSCB döneminde fark açılır gibi olmuşsa da, daha çok yöntemde ayrıldıkları söylenebilir.

1890 yazında Tiflis'te (bugünkü Gürcistan) doğmuştur. Tiflis Kongresi'nin sonucunda ilan edilen 'Ermeni Devrimcileri Federasyonu' fikrinin merkezinde yer alan isim Kristapor Mikayelian olmuştur. Kongre'nin hemen ardından propagandacılar ve teşkilatlanmayı sağlayacak kişiler Osmanlı topraklarına (özellikle İstanbul ve Trabzon'a), Kuzey Kafkasya'ya, Bakü'ye ve İran topraklarına gönderilmiş ve teşkilatlanma girişimleri hızla başlatılmıştır. 'Parti'nin yayınladığı ilk manifestosunda tüm dünya Ermenileri ayırım gözetmeksizin Osmanlı topraklarındaki Ermenilere "siyasi ve ekonomik bağımsızlıkları için" yardım etmeye çağrılmışlardır. Dikkat edilirse tıpkı Hınçak örneğinde olduğu gibi yine Osmanlı Ermenilerinin bir girişiminden çok, onları 'kurtarmak isteyen' diğer ülkelerdeki Ermenilerin bir çabası söz konusudur.

Kuruluşunun hemen ardından Tiflis'te bir 'Kentron' adında (Merkez) bir idari merkez oluşturmuştur. Merkez yönetiminde şu isimler yer almıştır: Kristapor Mikayelian, Simon Zavarian, Apraham Tasdagian, Hovhannes Loris-Melikian ve Levon Sarkisyan. [8] Alınan kararlara göre 'Kentron'un en önemli görevi Osmanlı Devleti topraklarındaki ve dışındaki 'direniş'i organize etmek ve tek bir merkezde birleştirebilmekti. Bir anlamda dağınık duran Ermeni muhalefetine İstanbul'a karşı güç birliği yaptırmaktı. Bunun için Cenevre'deki Hınçaklar'ın da kendilerinin bir kolu olmasını kabul etmişlerdir.

Kentron'un etkisi 1891'de önemli iki üyesi Trabzon ve Tiflis'te tutuklanınca azaldı. Bunun üzerine 1891 Mayıs'ında Hınçaklar 'Federasyon'dan ayrıldıklarını açıkladılar. Hınçakların dışında bazı diğer önemli isimler de (Gonsdantin Khadisian gibi) desteğini çekti. Kentron'un başarısızlığının en önemli nedeni merkeziliğe fazla önem vermesiydi. O dönem için geri teknoloji ve ulaşım imkânları, son derece geniş bir alanda (üç imparatorlukta ve Avrupa'da) faaliyet göstermek isteyen örgütü zora sokuyordu ve başarısızlığı hazırlayan en önemli etken oldu.

Bu dağılmadan memnun olmayan gruplar 1892'de yeni bir kongre topladılar. 'Birinci Genel Kongre', ya da 'Birinci Dünya Kongresi' denebilecek bu kongrede yeni ve birleşik bir parti oluşturulması kararı çıktı: 'Ermeni Devrimci Federasyonu' (EDF).

'Parti'nin programı ve kuralları 1894 yılında Droshak'ın 10 ve 11. sayılarında yayınlandı. [9] Program'da şu ifadelere yer veriliyordu:

"EDF Taşnak'ın hedefi silahlı mücadele yöntemiyle Türk Ermenistan'ında siyasal ve ekonomik özgürlüktür."

EDF öylesine bağımsız bir devlet fikrine kilitlenmişti ki başarılı olunmasının ardından kurulacak 'devlet'in özellikleri dahi belirlenmişti: Yeni 'Ermenistan'da demokratik bir rejim olacaktı, herkes özgür ve kanunlar önünde eşit olacaktı, işgücünün karşılıksız ve kötü şartlar altında çalışması yasaklanacak, zorunlu eğitim gelecekti, toprak dağılımı adaletli olarak tekrar yapılacaktı ve zorunlu eğitim sistemi oluşturulacaktı.

EDF Programı yukarıda belirtilen hedefler için uygulayacağı yöntemleri açıkça de sıralamıştı:

Her şeyden önce halk 'devrimci bir eğitim'den geçirilecekti. Propaganda en önemli araç olacaktı. Halk 'kendisini savunması için' silahlandırılacaktı. Sabotajlar düzenlenecekti. "Bozulmuş" yöneticiler, tüm istismarcılar, Ermeni ihbarcılar ve "tüm hainler" öldürülecekti.

Dikkat edilirse EDF'nin programı günümüzdeki herhangi bir terör örgütünün manifestosundan pek de farklı değildir. EDF somut bir zulümden, hak ihlalinden yola çıkmıyordu. Daha çok genel ve muğlâk ifadeler ile bağımsız bir Ermenistan için gerekçeler üretiyordu. Osmanlı Devleti mükemmel bir devlet olsa, Ermeniler mevcut haklarına ilaveten başka haklara sahip olsalardı da bağımsızlık hedefi değişmezdi. her şeyden önce hedef haksızlıkları gidermek değil, bağımsız ve büyük bir Ermenistan devleti kurmaktı. Buna rağmen Taşnak hareketine tipik bir bağımsızlık hareketi de diyemeyiz. Ermeni kanadında Taşnak Ermeni ayrılıkçı hareketini Türk bağımsızlık mücadelesi ile karıştıranlar da bulunmaktadır. Ermeniler sık sık "her ulusun kendi kaderini tayin hakkı vardır. Ermenilerin ayrı bir devlet kurmak istemesi masum ve haklı bir istektir" demektedirler. Ancak Taşnak ve Hınçak hareketleri meşru ve kabul edilebilir bir bağımsızlık hareketinden şu yönleriyle ayrılmaktadırlar:

· Meşruiyetlerini halkın temsilcilerinden değil, ideolojilerinden almaktadırlar. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi 'hain' ilan etmektedirler. Oysaki Türk Kurtuluş Savaşı tüm olumsuzluklara rağmen seçilmiş temsilcilere ve bir Millet Meclisi'ne sahipti.

· Düzenli bir ordu kurmamışlardır. Vur kaç, sabotaj, kundaklama, zayıf ve sivil hedefleri vurma dışında 'düşman' ile karşılaşma cesaretini dahi gösterememişlerdir. Yani hedeflerini bir an için meşru saysanız bile yöntemleri hedefler ile meşrulaştırılamayacak kadar kabul edilemezdir. Oysa Türk Kurtuluş Savaşı'nda salt terör oluşturmak için sabotaj, kundaklama vs. olayı görülmez. Düşman askerleri dahi yakalandıklarında belli bir yasal düzen içinde cezalandırılırlar. Türk ulusal kurtuluş mücadelesi kısa sürede kendi ordusunu oluşturmuştur. Bir cinayet şebekesi değildir. Hepsinden önemlisi bir yazılı kurallar ve hukuk hareketidir. Bu nedenle bugün dahi Mustafa Kemal Atatürk ve çevresindeki en ufak şüphe uyandıracak eylemler dahi canlı bir tartışmanın konusudur. Kim neden ve nasıl bir göreve gelmiştir, hangi kaynakları nasıl, ne miktarda ve ne zaman kullanmıştır? En ufak detaylarına kadar yazılıdır, Meclis tarafından hesabı sorulmuştur. Oysa Taşnak ve Hınçak 'cemiyetlerini' bazı dönemlerde sıradan bir cinayet şebekesinden dahi ayırmak zordur.

· Türk kurtuluş mücadelesi halkın içinden doğmuştur. Bazı önderleri olmakla birlikte Anadolu'nun dört bir tarafında Mustafa Kemal'den önce de direniş hareketleri mevcuttu. Güneydoğu'da, Doğu Anadolu'da, Ege'de ve diğer bölgelerde halk kendi içinden silahlı direniş grupları oluşturmuşlardı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının liderliği daha çok bu düzensiz direnişi merkezileştirmek, düzenlemek ve tek bir hedefe yöneltmek olmuştur. Oysaki Ermeni milliyetçi hareketi Osmanlı Ermenilerinin içinden çıkmamış, halk ve tüccarın, toplumun ileri gelenlerinin desteğini ise özellikle ilk dönemlerde alamamıştır. Terör ve yıldırma yöntemleri ile bu destek sağlanmaya çalışılmıştır. Ortada 'silahlı direniş grupları' yoktur. Aksine Ermeni milliyetçileri ilk etapta kendi toplumlarından direniş görmüşlerdir.

· Sadece Mustafa Kemal değil, Türk ulusal mücadelesinin neredeyse tüm kadroları belli ölçülerde faydacı ve gerçekçidir. Bunun en önemli nedeni ise büyük bir imparatorluğun vatandaşı olmalarıdır. Onlar ideolojik saplantılar ile bir toplumun başarılı olamayacağını bilmektedirler. Enver Paşa gibi hayalci bazı istisnalar olsa da TBMM'ye hâkim olan gerçekçiliktir. Oysa ne Hınçak, ne de Taşnak hareketinde böyle bir sağduyu mevcut değildir. Onlar ideolojinin körleştirici etkisini sonuna kadar yaşamaktadırlar. Bağımsız ve genişlemiş bir Ermenistan hayalleri vardır ve buna ulaşmak onları mutlu edecektir. Fakat onlar böyle bir Ermenistan için mücadele etmekten, yani Ermeni davasını savunmaktan da haz almaktadırlar. Diğer bir ifade ile hedefleri için mi savaşmaktadırlar, yoksa savaşmaktan haz duydukları için mi savaşmaktadırlar, bu tam anlamıyla ayırtına varılmış bir husus değildir. Oysaki Mustafa Kemal Atatürk'ün "savaş zaruri olmadığı sürece bir cinayettir" sözleri Türk milli mücadelesini Ermeni milliyetçi hareketinden uçurumlar ile ayırmaktadır. Ermeni milliyetçilerin 'bahtsızlığı' Mustafa Kemal ve benzeri bir lidere sahip olmayışlarıdır. Onlar romantik bir ortamda, ideolojinin sonu gelmez hedeflerine doğru yol almaktadırlar. Gerçekçi değillerdir. Hedefleri net değildir. Hedeflerini sınırlandırmayı bilmemektedirler. Daha önce bir devlete sahip olmadıklarından, bir devlet geleneğinden gelmediklerinden bağımsızlığın bir denge ile mümkün olacağını da bilmemektedirler. Karadeniz'den Akdeniz'e, Hazar'dan Orta Anadolu'ya kadar bir devletten çok bir imparatorluk hayali ile yanıp tutuşmaktadırlar. İmparatorlukların battığı bir dönemde onlar neredeyse hiç bir bölgesinde çoğunluk oluşturamadıkları geniş bir arazide Ermeni İmparatorluğu kurmak istemektedirler. Cumhuriyetçi Türkler ise Osmanlı İmparatorluğu'nun bir benzeri kurmanın anlamsızlığını kavramışlar, onun yerine savunabilecekleri, küçültülmüş ama homojen bir Türk devleti istemektedirler. Bu nedenle Osmanlı topraklarının sadece Türklerin yoğunlukta olduğu bölgelerini, bunlar içinde de koruyabilecekleri alanları talep etmişlerdir. Aynı şekilde sadece Mustafa Kemal değil, ona muhalefet edenler dahi Ermeniler ile kıyaslanamayacak bir olgunluğa ve gerçekçiliğe sahiptirler. Türkler intikam istememektedirler, geleceği kurmanın peşindedirler. Radikal Ermeni milliyetçileri ise intikam ve yok etme üzerine kurdukları ideolojilerini başarısız oldukça ve şiddete bulaştıkça daha da keskinleştirmişlerdir. Bu sürecin sonunda hedef çoğu zaman unutulmuş, bağımsız bir Ermenistan ülküsünün yerini Türklerden intikam almak hedefi almıştır.

· Kurtuluş hareketleri bazı dönemler teröre bir yöntem olarak başvurabilirler. Daha çok imkânsızlıklar ve karşı tarafın yöntemleri bunu belirler. Fakat hiçbir bağımsızlık hareketi sürekli bir terör hareketi olarak varlığını sürdüremez. Ancak Ermeni ayrılıkçı hareketi hem kendi içinde, hem de dışa karşı terörü en önemli araç olarak kullanmıştır. Uzunca bir süre daha çok Osmanlı Ermeni vatandaşlarını öldüren, haraca bağlayan ve tehdit eden bu hareket sivil Müslüman halktan da binlerce insanı öldürmüş, haraca bağlamış, ya da yaralamıştır. Devlet ile mücadelesinde de banka bombalama ve basma, kalabalık alanlarda bomba patlatma, kundaklama, ses getirmek için herhangi bir üst düzey memuru öldürme vs. yöntemleri sıkça kullanılmıştır. Bu kadar terörizm ile iç içe olan bir hareketin terörden kurtulması mümkün olamaz.

Birinci Dünya Kongresi'nin daha önceki girişime göre önemli bir farkı da örgütlenmede ortaya çıkıyordu. Hatırlanacağı üzere ilkinde Kentron tüm hareketin merkezindeydi ve yetkileri elinde bulunduruyordu. Yeni kongre ise tam tersi bir anlayışı, âdemimerkeziyetçiliği kabul etti. Yani yeni örgütlenmede kararlar ve uygulamalar mümkün olduğunca yerel seviyede alınacak, merkezde sadece genel ilke ve kararlar alınacaktı. Böylece daha esnek ve dinamik bir ağ oluşturulmuş olacaktı. [10] Taşnakların karar alma mekanizmasında bundan sonra en önemli rolü dünya kongreleri oynamıştır. Bundan sonra 1924 yılına kadar EDF tam 10 kongre gerçekleştirmiştir. Bu kongrelerde yeni kararlar ve stratejiler belirlenmiş, eski kararlar gözden geçirilmiştir. Bu kongrelerden sadece biri bugünkü Ermenistan'da, Erivan'da toplanmıştır. Oluşturulan Büro ve çevresindeki yapılanma alınan kararları uygulamakla yükümlü olmuştur. Ayrıca zaman zaman bölgesel kongrelerde oluşturulmuştur ve bunlar da stratejik kararlar dahi alabilmişlerdir, tıpkı Kafkasya bölgesinde gözlendiği gibi. Ancak bu kongreler seçimle gelen kongreler değildir. Temsilcilerin geldikleri halkı ne kadar temsil ettiği tartışmalıdır. Çünkü örgütlenme demokratik ve faydacı olmaktan çok ideolojiktir. Kadro daha çok genç ve ateşli isimlerden oluşmaktadır. Mücadelede farklı fikirler dinlenmediği gibi, 'hain' suçlaması oldukça kolay yapılabilmektedir.

Tiflis'teki Büro operasyonal anlamda merkez olmaya devam etmişse de İkinci Dünya Kongresi'nden (1898) sonra Cenevre'de de bir Batı Bürosu oluşturulmuştur. Böylece Tiflis'teki Büro da Doğu Bürosu halini almıştır. [11]

Amaçları Genç Ermenistan (Tiflis), Armenekan (Van) ve Hınçakları birleştirmektir. Diğer bir deyişle tüm Ermeniler, amaç ve görüş farkı gözetmeksizin birleşsin, Ermeni toprağı saydıkları tüm bölgeler de tek bir bağımsız Ermenistan olarak devletleşsin istemişlerdir. Bu hedefleri gerçekleştirebilmek için Osmanlı Devleti'ne çete sokmak, Osmanlı Ermenilerine silahlı eğitim vermek de araçsal hedefleri arasındadır. İsyanların çıkması konusunda en aktif grup olduğu söylenebilir. 1919 Kongresi Taşnakların hedeflerini açıkça ortaya koymuştur. Kongre'de şu ifadelere yer verilmiştir:

"Türk ve Rus Ermenistanlarını birleştirilerek ayrı ve bağımsız bir Ermenistan Cumhuriyeti kurulmalıdır."

Taşnakların Osmanlı dönemindeki parolası "Türkü, Kürdü, nerede ve hangi şartlarda görürsen öldür. Gericileri, sözünden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al" şeklindedir. Bu dönemde özellikle doğu bölgelerinde Kürt aşiretleri ve çeteleriyle yoğun bir çatışmaya giren Taşnaklar ile bölge halkı arasındaki çatışmanın sloganlaşması aradaki sorunların derinliğine de işaret eder. [12]

Taşnaklar günümüzde de Ermeni dünyasında oldukça etkilidir. Ermenistan'ın ilk Devlet Başkanı Levon ter-Petrosyan bir dönem Taşnaklar'ı yasaklamışsa da, yeni başkan Koçeryan Yönetimi asıl gücünü Taşnaklar'dan almaktadır. Ermeni Diasporası'nda da önemli bir etkisi olan Taşnaklar, Türkler ilke ilişki konusunda en uzlaşmaz grup olarak tanımlanabilir. 'Türkiye'nin doğu illerinde bir Ermeni vatanı' idealini hala muhafaza etmekte ve hedefleri arasında saymaktadır. 2005 yılı itibariyle Taşnakların internet sitelerinde belirttikleri hedeflerden biri de şudur:

"Özgür, Bağımsız ve Birleşik bir Ermenistan'ın oluşturulması. Birleşik Ermenistan'ın sınırları Sevr Antlaşması'nda belirtilen toprakların yanı sıra Artsakh, Cevahiti ve Nahçivan'ı da kapsayacaktır". [13]

II.1.c. Armenekan Komitesi

Ermeni faaliyetleri içinde en önemli bir diğer siyasi-terör örgütü de Armenekan Komitesi'dir. 1885'de Van'da, Portakalyan'ın yetiştirdiği 9 kişi tarafından kurulmuştur. Portakalyan aslında İstanbullu bir Ermeni öğretmendir. Bağımsız Ermenistan idealine inanan ve bu uğurda silahlı mücadeleyi meşru gören Portakalyan bunun için Doğu illerini uygun bir mekân olarak seçmiştir. Van'da militan yetiştiren bir okul kuran bu kişi olaylara karşınca Fransa'ya gitmiştir. "Kan dökmeden hürriyet olmaz" önemli sloganlarındandır. Bu hareketin çıkarmış olduğu ayrılıkçı "Armenia" gazetesinin girişi Osmanlı Devleti (1885) ve Rusya'ya (1896) girişi yasaklanmıştır.

Hareketin terör olayları arasında 1892'de polis memuru Nuri Efendi' cinayeti dikkat çekenler arasındadır. Ayrıca 1896'da Hınçaklarla birlikte Van İsyanı'na da katılmışlardır. İsyan esnasında çok sayıda sivilin öldürülmesinden sorumlu olan Komite saldırılarında Ruslarla işbirliği de yapmıştır. Bu çatışmalarda Armenekan Komitesi militanlarından bir kısmı ölmüştür. Geriye kalanlar ise ya Hınçaklara ya da Taşnaklara katılmışlardır. Az sayıda bir kesim ise Ramgavar'a katılmıştır.

Temelde bağımsızlık çabasında olan hareket daha önce de belirtildiği üzere yoğun bir şekilde terör eylemlerini amacına katılmak için meşru görmüştür. Diğer Ermeni terör grupları gibi dış bağlantı bir diğer karakteristik özelliğidir.

Osmanlı Döneminde Terör Eylemlerinin Genel Özellikleri

Yukarıdaki üç örnek bağlamında ele alındığında, Osmanlı döneminde Ermeni gruplarının ilk özelliğinin yeni keşfettikleri milliyetçilik akımının etkisinde bağımsız bir Ermenistan kurma hedefi olduğu söylenebilir. Ancak milliyetçilik kavramı Osmanlı Ermenilerinde diğer Ermenilere oranla daha geç gelişmiştir. Bu nedenle ilk örgütler ya Avrupa'da, ya da Kafkasya'da ortaya çıkmıştır. Bunun bir diğer nedeni de diğer devletlerin Osmanlı politikalarında Hıristiyan azınlıkları bir araç olarak kullanma çabalarıdır. Bu bağlamda tüm Osmanlı Ermenilerini amaçları doğrultusunda harekete geçirmeye çalışan örgütler terörü en etkili metot olarak görmüşlerdir. Bu nedenle Ermeni teröründen sadece Müslüman Osmanlı vatandaşları değil, Osmanlı Ermenileri de çok çekmişlerdir. Dr. Heath Lowry'nin de belirttiği üzere 1904–1906 döneminde her bir "yabancıya" karşı üç Ermeni kurban edilmiştir. [14]

Osmanlı Devleti döneminde Ermeni terörü bağımsızlık hareketi halini almaya çalışmış, ancak bunda başarılı olamamıştır. Meşru bir hareket olamayınca da provakatif özellikleri ve şiddet yönü artmıştır. Bunda bir diğer neden de gerçekçi hedeflerin konulamamış olmasıdır. Çok geniş bir alanda çok az bir nüfusla, üstelik tüm Ermenilerin onayı alınmadan, sınırlı güçler abartılarak ve yabancı unsurlara aşırı bağımlı bir bağımsızlık hareketinin olamayacağı, olsa da hüsranla sonuçlanacağı açıktır. Nitekim sonuç hüsran olmuş ve olaylarda Türk ve Ermeni çok sayıda kişi hayatını yitirmiştir.

II.2. 1915 ve Nemesis: Dönüm Noktası

Belirtildiği üzere Osmanlı Devleti'nin son döneminde ayrılıkçı ve silahlı Ermeni milliyetçileri ayaklanmışlar, ancak başarısızlığa uğramışlardır. Bu ayaklanmada terör yöntemleri de sıklıkla kullanılmıştır. Ancak asıl terör, ayaklanmadan sonra ortaya çıkmıştır. Başarısızlığı hazmedemeyen ve tatmin edilmemiş duygular ile hareket eden bu gruplar intikam hedefini ortaya koymuşlardır. Bu çerçevede Ermeni terör grupları, tehciri bahane ederek büyük bir operasyon başlatmıştır. NEMESİS adı verilen ve Taşnaklar'ın içinde yer alan bu harekât, 'tehcirin' (onlara göre büyük katliamın) intikamını alacaktır. Bilindiği üzere Nemesis eski Yunan efsanelerinde adalet ve intikam tanrısı olarak geçer. Bu harekâtı başlatan kişiler bu yolla kendilerine büyük bir katliam yapıldığını, kendilerinin de bu olayların intikamını almak istedikleri mesajını vermek istemişlerdir. Hedefte olaylardan sorumlu tutulan dönemin üst düzey eski Osmanlı yöneticileri vardır. Savaş ve diğer nedenlerden dolayı büyük bir kısmı yurt dışında yaşayan bu yöneticiler Taşnak suikastçıları için kolay birer hedef olacaklardır.

Belirtildiği üzere Osmanlı Devleti'nin son döneminde ayrılıkçı ve silahlı Ermeni milliyetçileri ayaklanmışlar, ancak başarısızlığa uğramışlardır. Bu ayaklanmada terör yöntemleri de sıklıkla kullanılmıştır. Ancak asıl terör, ayaklanmadan sonra ortaya çıkmıştır. Başarısızlığı hazmedemeyen ve tatmin edilmemiş duygular ile hareket eden bu gruplar intikam hedefini ortaya koymuşlardır. Bu çerçevede Ermeni terör grupları, tehciri bahane ederek büyük bir operasyon başlatmıştır. NEMESİS adı verilen ve Taşnaklar'ın içinde yer alan bu harekât, 'tehcirin' (onlara göre büyük katliamın) intikamını alacaktır. Bilindiği üzere Nemesis eski Yunan efsanelerinde adalet ve intikam tanrısı olarak geçer. Bu harekâtı başlatan kişiler bu yolla kendilerine büyük bir katliam yapıldığını, kendilerinin de bu olayların intikamını almak istedikleri mesajını vermek istemişlerdir. Hedefte olaylardan sorumlu tutulan dönemin üst düzey eski Osmanlı yöneticileri vardır. Savaş ve diğer nedenlerden dolayı büyük bir kısmı yurt dışında yaşayan bu yöneticiler Taşnak suikastçıları için kolay birer hedef olacaklardır.

Nemesis'in çalışmaları 1919 yılında İstanbul ve Erivan'da başlatılmıştır. Erivan'da toplanan Batı Ermenistan II. Kongresi'nde Talat Paşa, Cemal Paşa, Said Halim Paşa, Dr. Nazım, Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Bey gibi Osmanlı yöneticileri sözde Ermeni katliamından [15] sorumlu tutularak, burada gıyaben 'idamlarına' karar verilmiştir. Karara ek olarak vurucu militan timlerin oluşturulması ve bu kişilerin bulundukları yerlerde vurulması da istenmiştir. 'Operasyon'u oluşturmakla da Amerikalı bir Ermeni olan Şahan Natali (aslı adı Hagop Der Hagopyan) görevlendirilmiştir. [16]

Bu dönemde Avrupa'da Ermeni terör gruplarına ek olara da başta Yunan istihbaratı olmak üzere, İttihat ve Terakki'nin ileri gelenlerinin ölümünden haz duyacak başka ülke birimleri ve grupları da mevcuttur. Bu da Ermeni terörünün ve Nemesis'in işini kolaylaştırıcı bir ortam sağlamıştır. Hedefler arasında Mustafa Kemal Atatürk de vardır. Hedef kişilerin hemen hemen hepsi öldürülmüştür. Atatürk istisnadır. Atatürk'e karşı da suikast girişimi olmuş, ancak bu girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunlardan ilki 5 Mayıs 1925'de gerçekleşmiştir. Ermeni komitelerinden Manok Manokyan, Nisan ayında Selanik'ten İstanbul'a gelmişler ve iki işbirlikçinin de İskenderun ve Adana yoluyla Ankara'ya gelmeleri planlanmıştır. Ancak Manokyan'ın yakalanmasıyla suikast planları bozulmuş ve Manokyan yakalanarak cezası infaz edilmiştir. İkinci suikast girişimi ise 14 Eylül 1927'de olmuştur. Bu kez Mercan Altunyan adlı bir terörist ve çok sayıda arkadaşı Dolmabahçe'ye saldırmışlardır. Çatışmada iki terörist ve iki polis ölürken olayın Rusya bağlantısı olduğu iddia edilmiştir. Bu arada Atatürk'ün 1. Dünya Savaşı sonrasında yurt dışına hiç çıkmadığı da unutulmamalıdır. Bu duruma tek neden olarak Ermeni sorununu göstermek güçse de nedenlerden biri de suikast girişimleri ve Ermenileri kullanmak isteyen diğer ülkelerin planları olabilir.

15 Mart 1921 tarihinde İçişleri Eski Bakanı Talat Paşa Berlin'de, bir caddede yürürken vurulmuştur. Olayın sorumlusu genç bir Ermeni teröristi olan Soghomon Tehliryan'dır. Tehliryan kurbanını haftalarca izlemiş ve uygun bulduğu anda arkadan vurmuştur. Cinayet silahı, işleniş şekli ve işleyen kişi açık olmasına karşın olayın mahkemesi Türklerin suçlandığı siyasi bir arenaya dönüştürülmüş, katil ise 'masum'Alman mahkemesi tarafından 'masum' ilan edilmiştir. Davada Türklerin Ermenilerin toptan yok etmek istediklerini iddia eden Ermeni tarafı bu olayların baş sorumlusunun Talat Paşa olduğunu ve cinayette ağır tahrikin bulunduğunu iddia etmiştir. Böylece katil 'Ermeni ulusal kahramanı' ilan edilirken, Batı basınının Türkleri suçlar tavrı Ermeni terörünün bugüne kadar yaşamasına ve Ermeni sorununun sonuçsuz kalmasına katkıda bulunmuştur. Bu dava Alman adaletinin ne kadar adil ve tarafsız olduğunu da gözler önüne sermiştir. Bu 'kara leke' Alman adaletinin üzerinde bugüne kadar kalmıştır ve tarih önünde kolay silinebilecek bir leke değildir. En kötüsü Alman mahkemesinin almış olduğu karar takip eden Ermeni cinayetlerine de zemin hazırlamıştır. 1970 ve 1980'li yıllarda Türk diplomatlarına karşı gerçekleştirilen suikastlardan sonra Ermeniler sık sık 'Talat Paşa Davası'na atıfta bulunmuşlar ve Alman mahkemesinin kararını bir tür meşrulaştırıcı olarak kullanmışlardır. [17] Diğer bir deyişle mahkeme adaletten çok teröre hizmet eden bir yer olmuştur.

Daha önce de belirtildiği üzere Tehliryan bir kişiyi sokak ortasında, arkasından savunmasız olduğu halde vurmuştur. Bu kişi Ermeni ulusunun ileri gelenleri ve aydınları tarafından 'kahraman ve örnek Ermeni' ilan edilmiştir. Nitekim Tehliryan'ın oğlu olduğunu iddia eden bir kişi daha sonra National Geographic'e vermiş olduğu demeçte "Babamla gurur duyuyorum" diyebilmiştir. Kahramanları katillerden ve teröristlerden oluşan bir ulusun ve bir gençliğin kendisini terörden ve şiddetten kolayca kurtaramayacağı açıktır. Birkaç kişi, nedeni ne olursa olsun bu tür metotlara başvurabilir. Ancak bir ulusun terör ve cinayet gibi yöntemleri kınamaması, aksine kendi içinden hata yapan kişilere arka çıkması sorunların çözümsüz kalmasına ve geleceğe taşınmasına neden olur. Bu yaklaşım ayrıca sorunda psikolojik bir boyutun açılmasına da neden olmuştur:

Teröre başvuran Ermeniler olmasına karşın, terör Ermeni davasının en önemli aracı olarak sunulmuş ve gelecek nesiller nezdinde bu yöntem meşrulaştırılmıştır. Sonuçta 1970 ve 80'li yıllarda terörist olan Ermeni gençlerini anlamak daha kolay olacaktır. Talat Paşa cinayeti Ermenilerce bugüne kadar kullanılmak istenmiş, hatta bugün dahi tartışmaların bir parçası olmuştur. Ermeniler yaptıkları bir filmle Talat Paşa'nın katilini hâlâ bir kahraman olarak lanse etmektedirler.

Cinayetler Talat Paşa olayıyla sınırlı kalmamış ve seri halde devam etmiştir. 5 Aralık 1921'de Dışişleri Eski Bakanı Sait Halim Paşa Roma'da, Arshavir Shirakian tarafından katledilmiş, 17 Nisan 1922'de ise Bahattin Şakir Bey ve Cemal Azmi Bey, Berlin'de vurularak öldürülmüştür. Failler Arshavir Shirakian ve Aram Yerganian'dır. 25 Temmuz 1922 günü bu kez hedefteki isim Cemal Paşa ve yaverleri Binbaşı Nusret ve Teğmen Süreyya Bey'dir. Cinayetler iki Ermeni tarafından Tiflis'te (Gürcistan) işlenir.

Sonuç olarak tüm cinayet, terör ve katliamlarına rağmen radikal ve silahlı Ermeni grupları hedeflerine ulaşamadılar. Örgütlerini Osmanlı sınırları dışında kurdular ve planlarına bazen zorla, bazen isteyerek Osmanlı Ermenilerini de dâhil ettiler. Bu "macera" büyük kayıplar ile sona ererken Osmanlı Ermenileri yüzlerce yıldır yaşadıkları toprakları kaybettiler, Osmanlı ise büyük bir imparatorluğu. Türkler yaptıkları hataları gerçekçi ve sağduyulu bir yönetim kadrosu sayesinde telafi ettiler. Buna karşın Ermeni milliyetçiliği başarısızlığa uğradı, fakat süreç burada sona ermedi. Bu bir hınca, nefrete ve ezikliğe yol açtı. Ermeni milliyetçiliği doyuma ulaşamadı ve hep 'arızalı' olarak kaldı. Bu noktada denebilir ki Ermenilerin en önemli sorunu tüm yaşananların ardından Atatürk benzeri bir lidere sahip olamamaları olmuştur. Lider sorununu tarih boyunca yaşayan Ermeni halkı gerçekçi ve pragmatist bir liderden yoksun olmanın karşılığını ağır maddi ve manevi kayıplar ile ödedi. Daha da kötüsü bu olaylar nedeniyle gelecek nesillerini psikolojik açıdan sıkıntılı bir halde bıraktı.

III. CUMHURİYET DÖNEMİNDE ERMENİLER VE TERÖR

III.1. 1920–1973 Dönemi: Terörü Hazırlayan Ortam

1920–1973 yılları arasında ciddi bir terör olayı yaşanmamasına karşın Ermeni terörü açısından belki de en önemli süreçlerden biri yaşandı: Ermeni terörünün zemini hazırlandı ve güçlendirildi. Biraz önce de belirtildiği üzere 1915 olayları ve sonrasında yaşanan başarısızlık Ermeni milliyetçilerini yeni hedefler belirlemeye zorlamıştır. Bir diğer sorun ise savaş sonrasında dört bir yana dağılan Ermenileri bir arada tek bir kimlik etrafında toparlayabilmektir. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından özellikle Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Ortadoğu ülkelerindeki milliyetçi hareketler Ermenilerin yeni bir göç dalgası yaşamasına neden olmuştur. Başta Lübnan, Suriye, Kıbrıs gibi ülkeler olmak üzere çok farklı ülkelerden binlerce Ermeni bu kez de Batı Avrupa ülkelerine ve Kuzey Amerika'ya göç etmeye başladılar. Bu ortamda asimilasyon (erime) tehlikesi daha bir aciliyet kazanıyordu. Ermeniler gibi birleştirici unsurları nispeten az olan bir halkın çok kısa bir zamanda bu kadar geniş bir coğrafyada birçok kez göç etmesi asimilasyonu kaçınılmaz kılmaktaydı. Bu ortamda Kilise ve siyasi partiler bu nedenle ilk hedef olarak Ermenilik bilincini yeniden inşa etmeyi seçtiler (Ermeni sorununda kimlik sorunu). [18] Fakat Ermeniler dağınık bir coğrafyada yaşamaktaydılar: Kıbrıs'tan Kuzey Afrika'ya, Kafkaslardan Moskova'ya, Türkiye'den Hindistan'a kadar dağılmış ve hemen hemen hiçbir ülkede çoğunluk oluşturamamış bu insanlar birbirinden farklı dilleri (Türkçe, Arapça, Rusça, Ermenice lehçeleri, İngilizce, Rumca, Fransızca vs.) konuşuyor, farklı ekonomik ve kültürel yapılarda yaşıyorlardı: Kimi sosyalist bir toplumsal yapıdan gelirken bir diğeri geleneksel bir başkası ise kapitalist bir ekonomik düzenden geliyordu. [19] Hal böyle olunca etnik kimlik inşası daha zor olmuş ve birleştirici unsurların abartılarak kullanılmasına, eğer birleştirici unsur yoksa bunların yeniden "yaratılmasına" neden olmuştur. Türkler istemeyerek de olsa bu süreçte çok önemli bir rol oynamıştır.

Yaşanılan tüm sorunlar için gerekçe olarak sunulan Türkler, 1915 olayları nedeniyle de ağır bir şekilde suçlanmışlardır. Böylece çok küçük yaşlardan itibaren Ermenilerin etnik kimliklerini Türk karşıtlığı üzerine oturttukları söylenebilir. Bu süreçte kilise özel bir rol oynamış, kilise okulları Türkleri ve Türkiye'yi görmemiş genç nesilleri adeta siyasi amaçları doğrultusunda şekillendirmiştir. Bu arada kilise sadece "eğitim" vermekle kalmamış, Ermeni kimliğinin temel taşını da oluşturmuştur. Öyle ki kilise seküler alanda dahi aktif bir aktör olarak yerini almıştır. Kiliseye göre, Ermeniler 1915 olaylarında yok edilmek istenmişler, ancak bu olaydan kurtulmuşlardır. Kilise bu durumu Ermenilerin en önemli efsanelerinden sayılan Nuh Tufanı'yla özdeşleştirmektedir. Kendilerini Nuh'un torunu olan "Hayk'ın çocukları" olarak tanımlayan Kilise Ermenilerine göre, Ermeniler nasıl tufanda yok olmamış ve ardından tüm dünyaya yayılarak anavatanlarına geri dönem gücünü bulmuşlarsa, 1915 olaylarından sonra da hayatta kalmayı başarmışlardır. Söz konusu yaklaşıma göre anavatana yani Anadolu'ya ileride dönmek de mümkün olacaktır.

Kilise'nin yaklaşımın Türklerin bir doğal afetin gördüğü işlevi görmesi dikkat çekicidir. , ancak bu yaklaşım yeni de değildir. Orta Çağ'da da Avrupalı hükümdarlar Türkleri "Tanrı'nın, işlemiş oldukları günahlarına karşı cezası" (Tanrı'nın Kırbacı - Scorge of God) olduğunu sıkça tekrarlamışlardır. Her iki yaklaşımın ortak noktası Türklerin bir insan topluluğu olmaktan çok bir tür "yaratık" olarak algılanmasıdır. [20] Böylesi bir yaklaşımın sonucunda Türkler her türlü "kötülüğü yapabilecek bir yaratık" olarak sunulabilmektedir. Bu çerçevede başta Kilise olmak üzere aşırı Ermeni örgütleri Türkleri konuşulamaz, iletişim kurulamaz yaratıklar olarak sunmuş ve Ermeni kimliğinin inşasını böylesine negatif bir yolla oluşturma yoluna gitmişlerdir. Bu süreçten geçen her Ermeninin en önemli görevleri bu olayları unutmamak, unutturmamak ve günün birinde "vatanına" dönerek o günlerin intikamını almaktır.

Biraz önce detaylandırmış olduğumuz ve "Ermeniler arasında Türklere karşı nefret duygularını yeşertme operasyonu" diyebileceğimiz bu kampanya asimilasyon tehlikesi arttıkça hız kazanmıştır. Bilindiği üzere Ermenilerin Doğudan Batıya olan göçleri günümüze kadar hiçbir dönemde hız kesmemiştir. 2002 yılı itibariyle de Ermenistan en çok göç veren ülkeler arasında başı çekmektedir. Bu da Türk düşmanlığını ve terörü besleyici zemini desteklemektedir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin yaşadıkları olaylar ve sonrasında yaşadıkları soykırım neticesinde büyük avantajlar elde ederek kendi devletlerini kurmaları yukarıdaki sürece yeni bir boyut eklemiştir. Buna göre Ermeniler de tıpkı Yahudiler gibi soykırıma uğramışlardır. Dolayısıyla onlara da "hakları" iade edilmelidir.

Sözü geçen fikirler ile yetişen gençler çok küçük yaşlardan itibaren Türkleri nihai düşman olarak öğrenmişler, dünyanın kendilerine yardım etmesini beklemişler, Türklerin de atalarının yaptıkları bu büyük "hatayı" neden hâlâ kabul etmediklerini anlayamamışlardır. Böylece terör için en önemli şart, yani şiddeti meşrulaştırıcı haksızlığa uğramışlık hissi gerçekleşmiştir. Ermeni gençleri haksızlığa uğradıklarını, ancak kimsenin kendilerini anlamadığını düşünmüşlerdir. Böyle bir ortamda "Türklere haddini bildirmek" gerekmektedir. Bu da aşırı örgütlere göre ancak şiddetle olacaktır.

Ermeni toplumunun içinde "kendiliğinden gelişen" bu sürece ek olarak güç politikaları da terörün zeminin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Özellikle Sovyetler Birliği'nin bu konudaki etkisi büyüktür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Ermenileri ve Gürcüleri kullanarak Türkiye'den toprak talep eden Stalin'in bu politikası bir süre açıktan devam etmiştir. Stalin sonrasında ise Sovyetler Birliği bu kez gizliden gizliye Ermeni terör örgütlerini, özellikle Hınçakları desteklemiştir. ASALA'nın bu destek sonunda ortaya çıktığı söylenebilir.

Terör ortamının oluşmasında bir diğer etkenin de iletişim noksanlığı olduğu söylenebilir. Soğuk Savaş ortamında iletişim kanalları oluşturamayan Türkler ve Ermeniler iletişim kurmadan birbirlerine karşı politikalar geliştirmişlerdir denebilir.

IV. 1970'lerde Ermeni Terörü

Yukarıda özetlenen tablo kısa zamanda ürünlerini vermeye başlamış ve nefret şiddete ve teröre dönüşmüştür. 1973–1994 arasında 33 Türk diplomatı öldürülürken, 34 diğer ülke vatandaşı da terör eylemleri sonucu ölmüştür. 200'den fazla eylemde toplam ölü sayısı 80'i aşmaktadır. Yaralı sayısı ise 500 kişiyi yaklaşmıştır. Bu anlamda söz konusu dönemdeki Ermeni terörünün dünyanın en şiddetli terör olaylarından biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.

IV.1. Nedenleri

Bu dönemde Ermeni terörünün nedenleri iç ve dış olmak üzere iki temel grupta ele alınabilir. Ayrıca bunlara ek olarak Türkiye ile ilgili nedenler de vardır ki, bu da üçüncü bir kategoriyi oluşturur.

İç Nedenler

İç nedenler arasında ilk neden daha önce kısaca değinilen diaspora olmanın etkisidir. Büyük çoğunluğu başka ülkelerde yaşayan Ermeniler, asimilasyona karşı en önemli unsur olarak geçmiş olayları görmüş ve böylece 'soykırım' olduğuna inandıkları davayı savunmak diasporayı birleştirici en önemli unsur haline gelmiştir. Bir tür varlık nedeni, Ermeni olmanın gereği olarak gösterilen 1915 olayları ve Türk düşmanlığının kan davasına dönüşmesi ve şiddetle buluşması kaçınılmaz bir gelişmeydi.

İkinci iç neden olarak aşırıların kendilerini gösterme çabaları belirtilebilir. Bu dönemde, özellikle sol ve sağ olarak iki ayrı gruba ayrılan Ermeni siyasi yaşamında sol gruplar komünist Sovyetler Birliği ile birlikteliği savunurken sağcı Taşnaklar tam bağımsız bir Ermenistan istemişlerdir. Aşırıların bu rekabeti teröre hizmet etmiş ve taraflar Ermeni davasına en çok kendilerinin katkıda bulunduklarını kanıtlayabilmek için Türkiye'ye en çok zarar veren grup olarak görünmek istemişlerdir. Bu anlayışa göre en iyi Ermeni Türklere ve Türkiye'ye en çok zararı verebilen ermenidir. Diğer bir deyişle Türkiye'nin zararları Ermenilerin karı olarak algılanmıştır. ASALA terörünün başlamasının ardından diğer örgütlerin de terör olaylarına katılması ve ASALA'nın diğerlerini kendilerini taklit etmekle suçlaması dikkat çekicidir.

Üçüncü bir neden olarak da daha önce kısmen değindiğimiz ideolojik nedenler gösterilebilir. Bilindiği üzere 1970'li yıllar sadece Ermeniler açısından değil, tüm dünya açısından terör yıllarıdır. İrlanda'dan Türkiye'ye, Latin Amerika'dan Asya'ya kadar tüm dünyada sol ve sağ gruplar terörü bir araç olarak benimsemişlerdir. Karşı düşünceyi 'insanlığa ya da milletlerine ihanet' olarak algılayan ideolojik gruplar her türlü mücadele yöntemini kullanmışlardır. Bu konuda Marksist örgütlerin öne çıkması ve Ermeni terörünün de sol kanattan daha güçlü bir şekilde canlanması önemlidir. Sovyet deneyimi de sol Ermeni grupların teröre daha yatkın olmasına ve Ermeni sorununa ek olarak 'mücadeleleri'ne ideolojik bir boyut katmalarına neden olmuştur. ASALA terörünün son dönemlerinde 'kapitalizme karşı savaş' argümanını kullanarak birçok Batılı ülke hedefine de saldırması sorunun ideolojik yönünü göstermektedir.

İç nedenler arasında sayılabilecek bir diğer neden de Ortadoğu bölgesinde yaşayan Ermeni cemaatinin terör olaylarına çok yakın yaşıyor olmasıdır. Özellikle Lübnan'da Ermeniler terör ile iç içe yaşamakta ve ülkede yaşanan terör olaylarından fazlasıyla etkilenmektedirler. Zaman içinde diğer gruplarca aktif bir şekilde kullanılan terör aracı Ermenilere de örnek teşkil etmiştir.

Dış Nedenler

Ermeni terörünün dış nedenlerine bakılacak olursa bu nedenlerin başında Soğuk Savaş ortamının geldiği görülür. Taraflar arasında hassas bir tampon bölgede yer alan Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle doğrudan ya da dolaylı saldırılara maruz kalmıştır. Dolaylı saldırıların başında da terör olayları gelmiştir. Ermeni terörü bu halkanın bir parçası olarak değerlendirilebilir. Sovyet ve Amerikan blokları arasındaki rekabette Türkiye doğal hedef tahtalarından biri haline gelmiştir. Moskova diğer NATO üyelerine olduğu gibi, Türkiye'ye vereceği her türlü zarar ile karşı bloğu zayıflatacağını düşünmüştür. Türkiye'de özellikle azınlıklar kullanılarak çıkabilecek bir karışıklık yönetim değişikliğine, bu da kutuplar arasındaki dengelere Sovyetler Birliği lehine yansıyabilirdi. Sovyet blokuna geçecek veya en azından Batı bloğundan çıkacak bir Türkiye Balkanlar ve Ortadoğu'da Sovyet politikalarına çok ciddi bir katkı olabilirdi. Ayrıca Türkiye'nin birçok Amerikan üssüne ev sahipliği yaptığı düşünülecek olur ise Sovyet savunma hattı da Batı'ya doğru bir adım daha ilerlemiş olacaktı.

İkinci dış neden ise 'kötü' komşuluk ilişkileridir. Ermeni terörü, Türkiye'nin Yunanistan, Suriye, Rusya, Bulgaristan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile olan ilişkilerinden doğrudan etkilenmiştir. Bu ülkelerden komünist blokta olan ya da yakın bulunanları Sovyetler Birliği politikalarının bir parçası olarak hareket etmişler, bu bağlamda Ermeni terörüne lojistik destek sağlamışlardır. Hatta Suriye'nin doğrudan destek olduğu yönünde ipuçları olduğu bilinmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs faktörleri ise en az Sovyetler Birliği kadar önemlidir. Ermeni terörünün Kıbrıs çıkartmasını takip eden dönemlerde hız kazandığı dikkate alınırsa, Yunan faktörünün önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Yunanistan, Türkiye ile olan ikili sorunlarını birebir çözmeyeceğini anladıktan sonra 'dolaylı dış politika araçlarına' daha çok başvurmaya başlamıştır. Bu araçlar içinde terör de vardır. Bu nedenle 1970'li yıllarda Türkiye'de ve dışında Türkiye'ye karşı faaliyet gösteren her türlü terör örgütü ile Atina arasında bir bağın bulunması şaşırtıcı olmamıştır. Kıbrıs'ın ise tüm bunlara ek olarak Ermeni sorunu ile bir diğer bağlantısı bu adadaki Ermenilerdir. Türkiye'ye karşı her türlü örgütü destekleyen Kıbrıs Rumları, adadaki Ermeni azınlığı bu konudaki önemli bir kart olarak görmüşlerdir. Bu nedenle adada Ermeni örgütlerinin gelişmesine izin veren Kıbrıs Rum Yönetimi'nin bu politikası hâlâ devam etmektedir.

Son olarak Ermeni terörünü hazırlayan ve kolaylaştıran bir diğer etkenin de Türkiye ile Batı dünyası ilişkilerinin bozulması olduğu söylenebilir. ABD ile haşhaş ekimi ve Kıbrıs nedeniyle patlak veren kriz, silah ambargosu uygulanmasına kadar varmıştır. Bu dönemde ABD yönetimi Türkiye'yi 'terbiye etmek' maksadıyla birçok konuda yalnız bırakmıştır. Benzeri bir durum Avrupa Ekonomi Topluluğu'yla da (AET) ortaya çıkmıştır. Kıbrıs konusunda Türkiye'yi suçlayan AET ülkeleri insan hakları, demokratikleşme vs. konularda da Türkiye'yi 'yetersiz' bulmuşlardır. Bu da Türkiye'de Batı dünyasına duyulan güveni azaltırken, Türkiye Sovyetler Birliği'nin 'zararlı faaliyetlerine' daha açık bir hâle gelmiştir. Diğer bir deyişle Ermeni terörünün kısmen hoş görülmesi'ni sağlayan uluslararası ortamda Türkiye'nin hemen hemen her blokla sorunlu ilişkilerinin büyük bir etkisi olmuştur denebilir.

Ermeni terörünün iç ve dış nedenlerini ele aldıktan sonra Türkiye ile ilgili nedenlere bakıldığında ilk nedenin Türkiye'nin ekonomik zayıflığı olduğu söylenebilir. Çünkü zayıf ekonomi hem ülkeleri teröre daha açık bir hâle getirir, hem de terörle mücadele için gerekli kaynakların bulunamaması sorunun derinleşerek büyümesine neden olur. Bu dönem ele alındığında Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşamaktadır. Ekonomisi bozulmuş ve iç dengeleri hassas bir hal almıştır. İç çekişmeler sonucunda istihbarat ve güvenlik birimleri zaafa uğramıştır. Bu dönemde istihbarat daha çok içe dönüktür. Önemli projeleri finanse edecek ekonomik güç mevcut değildir. Ayrıca müttefikler ile ilişkiler de oldukça bozuktur. Dünya ekonomisinde yaşanan petrol krizleri Türkiye'nin ekonomik bunalımdan çıkmasını daha da zorlaştırmıştır. Bu da sadece Ermeni terörüne değil her türlü teröre karşı zayıf bir Türkiye oluşmasına neden olmuştur.

IV.2. İlk Eylemler

Belirtildiği üzere Ermeniler arasındaki nefret öyle bir boyuttadır ki ve zemin öylesine uygundur ki terörün olması değil, olmaması şaşırtıcı olurdu.

1972 yılında Fransız Ermenisi bir ressamın oğlu olan Jean-Marie Cazoni Marsilya'da Türkiye'ye karşı eylem çağrısında bulunmuştur. Ancak bu çağrı ilk etapta karşılık bulmamıştır.

Şu anki bilgilerimize göre ilk eylem bireysel bir eylemdir. 78 yaşında bir Kaliforniya Ermenisi olan Geourgen Yanikian Anadolu'da kaybetmiş olduğu ailesi nedeniyle Türkiye'yi sorumlu görmektedir. "İntikamını" almak için bir plan yapan Yanikian, Türkiye'ye tarihi eserler hediye etmek bahanesiyle Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar'ı ve yardımcısı Bahadır Demir'le buluşmuştur. Toplantıya bahsettiği eserleri de getirmiştir. Bu toplantıda Yanikian her iki Türk diplomatını da vurmuştur (27 Ocak 1973). Katil yakalanmış ve yargı süreci başlamıştır. Bireysel bir eylem görünmekle birlikte Los Angeles cinayetleri Ermeni terör gruplarına Türklere karşı nasıl etkili bir eylem yapılacağını da göstermiştir. Çünkü ilk cinayete basın geniş bir yer ayırmış, cinayet olayında katilden çok öldürülen kişilerin mensup olduğu millet suçlanmıştır. Böylece ASALA (Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) ve JCAG (Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları) terörü için uygun eylem türü de bulunmuştur.

İlk eylem bireysel olsa da kendiliğinden gelişmiş de değildir. Olaydan önce bazı radikal gruplar Ermeniler arasında Türkiye ve Türkler aleyhine propagandalar yapmakta, ortamı germekteydiler. Hatta Los Angeles'daki diplomatik temsilciliğimizde düzenlenen bazı programlar Ermeni tehditleri nedeniyle ertelenmiş, bazıları iptal edilmiştir. Bir toplantıya da Ermenilerin bombalı saldırı yapacaklarını bildirmeleri dikkat çekicidir. Bu da göstermektedir ki 1973 yılına gelindiğinde bölgedeki Ermeniler "fitili çekilmeye hazır birer bomba" haline gelmişlerdir.

İlk organize eylem ise birazdan görüleceği üzere 1975'de başlamıştır denebilir. [21]

IV.3. Terör Grupları Ve Terörün Çeşitleri

IV.3.a. Sol Terör

ASALA

ASALA'nın 20 Ocak 1975'de Lübnan'da kurulduğu tahmin edilmektedir. Ancak kesin bilgi olduğunu söyleyebilmek zordur. Lideri Agop Agopyan'dır. Ancak lideri hakkında da çeşitli spekülasyonlar vardır. Bu onun gerçek ismi midir, bu bile belli değildir.

Sol görüşlü bir örgüttür. SSCB tarafından kurdurulduğu da iddia edilmektedir. Bu görüşe göre örgütü kurmak ve eğitmek için Filistinli sol fraksiyonlar kullanılmıştır. Bazı militanlarının SSCB'nin Kırım bölgesinde Askeri bir akademide eğitim aldığı da bilinmektedir. Şu ana kadarki veriler SSCB'de verilen teknik eğitimin ardından Filistinli militanlarca terör teknikleri ve arazi eğitimi verildiğini göstermektedir. Rus İstihbaratı KGB ve Rus Askeri İstihbaratı GRU teorik ve ideolojik eğitim sağlamıştır. SSCB'ye göre ASALA ulusal kurtuluş mücadelesi vermektedir ve bu anlamda FKÖ ile benzerlikler de göstermektedir. Filistin desteğinde Hıristiyan militan Dr. George Habbaş liderliğindeki PFLP'nin (Filistin'in Kurtuluşu İçin Halkçı Cephe) bu süreç içindeki rolü ön plana çıkmaktadır. Bu dönemde hemen hemen tüm sol terör örgütlerinin işbirliği içinde olması dikkat çekicidir. Tüm dünyada bu çapta bir işbirliği için ideolojik yakınlığın yetmeyeceği, koordine görevini görecek bir devlete ihtiyaç olacağı açıktır. SSCB'nin bu rolü yerine getirdiği söylenebilir.

ASALA'nın temel hedeflerine bakacak olursak ilk hedefin Doğu Anadolu Bölgesi'ni kopararak SSCB Ermenistan'ına katmak olduğu söylenebilir. Tüm Ermenileri SSCB öndeliğinde toplamak da bir diğer hedef sayılabilir. Bunun dışında sol bir örgüt olması nedeniyle dünya düzenini ilgilendiren siyasi hedefleri de mevcuttur. Bu bağlamda kapitalist düzene ve ülkelere karşıdır. Taşnaklardan ayrılan en önemli yönü ise SSCB'yi "doğal müttefiki" saymasıdır. Taşnaklar ise tamamen bağımsız bir Ermenistan'dan yanadır.

ASALA'nın Temel Özellikleri

· Mükemmel eğitim almışlardır. Hem teorik, hem de teknik açılardan,

· Nokta saldırıları yapmıştır. Geniş kalabalıklardan çok siyasi ve daha önemli hedefleri seçmiştir.

· Yugoslavya dışında olay yerinde çok az sağ yakalanan ASALA militanı vardır. Genel olarak da 128'i bulan suikastlarda sadece altı şüphelinin yakalanması diğer terör ve suç olayları ile karşılaştırıldığında şaşırtıcıdır. Bu durum büyük bir organizasyon ve yeteneğe işaret ettiği gibi sadece bu unsurular ile açıklanamaz. Geniş bir 'koruma ve sempati ağı' olmaksızın bu kadar gizli kalmak ve yakalanmamak mümkün değildir,

· İstihbarat desteği çok güçlüdür. İstihbarat desteği yalnızca olay sonrasında kaçmakta değil, hedef belirlemede de kullanmıştır. Terör ve istihbarat uzmanları böylesine profesyonel eylemlerin uzman desteği olmadan gerçekleştirilebilmesinin mümkün olmadığını söylemişlerdir,

· Hemen hemen tüm dünyayı 'operasyon sahası' olarak görmüş ve bunda başarılı da olmuştur. Böyle bir kapasite birçok devletin istihbarat biriminde dahi yoktur,

· Gerçekleştirmiş olduğu eylem sayısı açısından IRA'den sonra ikinci örgüt olmuştur. IRA'in sokak çatışmaları yaptığı hatırlanacak olursa, eylemlerinin türü açısından birinci olduğu dahi söylenebilir,

· Çok gizli olmaya çalışmıştır. Lübnan dışında hücreler şeklinde çalışmıştır. Lider ve bazı yöneticilerinin gerçek isimleri bugün dahi meçhuldür. Hücreler sadece gerektiğinde-bil stratejisi ile çalışmalarını yürütmüşlerdir. Önemli bir kısmının bibirlerindne haberleri dahi yoktur. Bu durum kısmi bir başarı sağlarken, kitlesel olmayı engellemiştir,

· Çok sayıda takma ad kullanmıştır. Bunların bir nedeni mesaj verebilmektir. Bir diğer neden de gizliliği muhafaza edebilmektir. Değişik ülkelerdeki hücreler de bazen farklı takma adlar kullanabilirler. Bu da farklı ve çok sayıda örgüt olduğu izlenimini verme gayretini gösterir.

· En çok ve güvenli eylemlerini Fransa ve Yunanistan'da gerçekleştirmiştir,

· Sadece Türk hedeflerine saldırmamıştır. Batılı hedeflere de işbirlikçi ve 'kapitalist' olmaları gerekçesiyle saldırmıştır. Ancak bu saldırılar daha çok son dönemlerde gelmiştir. Örgütün sona ermesinde saldırıların diğer ülkelere kaymasının büyük bir rolü olmuştur denebilir.

· Vurucu eylemcileri çoğunlukla 20'sinde gençlerden oluşur. Birkaç istisna dışında orta yaşlı veya yaşlı suikastçı kullanmamıştır. Diğer bir deyişle eylemcilerin neredeyse hiç biri 1915 olaylarını, küçük bir çocuk olarak dahi yaşamamıştır. Hatta önemli bir kısmı üçüncü kuşaktır.

· ASALA'nın terörist olarak görevlendirdiği gençlerin önemli bir kısmı yaşadıkları ülkede doğmamışlardır. Bulundukları diasporaya yeni gelmiş ve çoğunlukla uyum sorunu yaşayan kişilerdir. Radikal milliyetçilikte bu sorunlarını atan gençler terör için de en uygun hedefler olmuşlardır.

· Terörist olmayı seçen gençlerin büyük bir kısmı Lübnan gibi şiddetin sıradanlaştığı bölgelerden gelmektedirler. 1970'li yılların Lübnan'da iç savaş yılları olduğu hatırlanacak olur ise Lübnan'ın Ermeni terörü ve radikalizminde merkez haline gelmesi kolayca anlaşılabilir.

Örgüt ilk terör eylemini 22 Ekim 1975'te Viyana'da Türkiye'nin Avustralya Büyükelçisi Daniş Tunagil'in öldürerek başlatmıştır. Bu saldırılar 1979'a kadar sadece Türk hedeflerine dönük olmuştur. 1979 Kasımında başlayan süreçte ise Batılı ülkeler de saldırıya uğramışlardır. 1982'de ASALA, militanlarını tutuklayan tüm ülkelere karşı bir tehditte bulunmuştur. Son dönemde diğer devletlerin de hedefler arasına girmesi öylesine belirgindir ki. Örneğin 1981'deki 49 ASALA saldırısından pay alanlar şunlardır: Fransız (21); İsviçre (18); Türk (8); İtalyan (1); Amerikan (1). 1982'deki ASALA saldırılarında pay alan devletler ise şu şekilde sıralanır: Fransız (8); Türk (7); İsviçre (4); Kanada (3); Suudi Arabistan (1).

ASALA'nın teşkilatlanması şu şekilde özetlenebilir:

· MERKEZİ KOMİTE

· Komuta Grupları

· Siyasi Merkezler (Askeri kanatla ilgisi yok)

· Askeri Merkezler

· Komuta Grupları (Hücreler Şeklinde) İki ya da dört kişilik

· Ülke / Bölge Sorumluları

(3 Ekim, Orly, 9 Haziran, Ermenistan Gizli Ordusu, Yeni Ermeni Direniş, Fransa Eylül Örgütü, 15 İsviçre Grubu, Kızıl Ermeni Ordusu, Dünya Cezalandırma Teşkilatı, 28 Mayıs, Ermeni Milli Komitesi, Ermeni Halk İhtilal Harekâtı – Kıbrıs Ermenilerini mücadeleye çağırıyor-, Kıbrıs Ermeni Rum Teşkilatı)

IV.3.b. Sağ Ermeni Terörü

JCAG

"Adalet Komandoları" olarak bilinen JCAG'ın 1976 yılında kurulduğu sanılmaktadır. Kurucuları Nemesis üyeleridir ve Taşnaktırlar. Yani sağ ve Ermeni milliyetçisidirler. Üyelerinin önemli bir kısmı ırkçıdır. Anti-komünisttir. ASALA'nın tersine Batılı hedeflere saldırı düzenlemediği gibi SSCB güdümünde bir Ermenistan da istememektedir.

JCAG'nin kurulması ve teröre başvurması ASALA'nın terör yoluyla sağladığı başarıya bir tür cevap sayılabilir. ASALA terör eylemleri yoluyla sesini duyurdukça Taşnaklar Ermeniler arasındaki etkilerini kaybetme korkusuna kapılmışlar ve bir tür rekabet sonucunda onlar da terörü bir yol olarak seçmişlerdir. Bu nedenle ASALA tarafından taklitçilikle de suçlanmıştır. Bu da ASALA ile arasında ideolojik yaklaşım dışında bir fark olmadığını göstermektedir. İlginç olan nokta Türkiye'deki terör örgütleri ideolojileri nedeniyle farklı hedefler seçerken Ermeniler sağ olsun sol olsun Türkiye hedefinde birleşmişlerdir. Hangi gerekçeyle olursa olsun Ermeni terörünün temel hedefi Türkiye'yi vurmaktır. ASALA ile arasındaki temel fark ideolojiktir.

IV.3.c. Diğer Örgütler

ARA (Ermeni İhtilal Ordusu): ASALA'dan ayrıldığı tahmin edilmektedir. JCAG'a yakın görüşleri vardır. 14 Temmuz 1983 tarihinde Brüksel'de (Belçika) bir Türk diplomatını öldürmüştür. 27 Temmuz 1983'te ise Lizbon'da Türk Konsolosluğu'nu işgal girişiminde bulunmuştur. 20 Haziran 1984'de Viyana'da bir Türk diplomatını öldürmüş, 19 Kasım 1984'de Viyana'da bir Türk diplomatını öldürme teşebbüsünde bulunmuştur.

NAR (Yeni Ermeni Direnişi): İsmini ilk kez 1977'de duyurmuştur. 1980'e kadar 7 saldırının sorumluluğunu üstlenmiştir.

Diğerleri: NUPA, AHHRMG, VEDO (Fransız kökenli), GEGE (Beyrut Kökenli), Ermeni Yeraltı Ordusu, Yeni Ermeni Uyanışı...

V. Terörün Kullandığı Yöntemler ve Temel Özellikleri

1979'a kadar hedef yalnızca Türk hedefleridir. Havayolu şirketleri, seyahat acenteleri, elçilikler en çok saldırıya uğrayan hedeflerdi. Bunlar en önemli özelliği nispeten kolay hedefler olmalarıdır. 1979 Kasım'ında ASALA, Siyonizm ve kapitalizmi de hedef listesine eklemiştir. Ayrıca Türkiye ile işbirliği yapan tüm ülkeler 'saldırıda bulunulacak ülkeler listesi'ndedir. Bu kararın alınmasının nedenlerinden biri bazı Ermeni teröristlerinin Batılı ülkelerce tutuklanmasıdır. Batılı hedefler arasında İsviçre ve Fransa ön plana çıkmaktadır. İngiltere de saldırıya uğrayan ülkeler arasındadır.

Dikkat çekici bir diğer nokta ise ASALA'nın ulaştığı eylem gücüdür: IRA'dan Sonra en çok eylem yapan terör örgütü ASALA'dır. Tüm dünya 'operasyon sahası'dır. Dört ayrı kıtada (Kuzey Amerika, Asya, Avustralya ve Avrupa) eylemlerde bulunulmuştur. Toplam olay sayısı 200'ü aşmaktadır.

Bu rakam farklı kıstaslara göre 500'e kadar ulaşmaktadır.

Eylemlerin ülkelere göre dağılımı şu şekildedir:

· Fransa (37),

· İsviçre (25),

· İtalya (20),

· Lübnan (17),

· ABD (15),

· Türkiye (13),

· İspanya (11),

· İran (7),

· Belçika (6),

· İngiltere (5),

· Danimarka (4),

· Kanada (4),

· Yunanistan (4),

· Batı Almanya (4),

· Hollanda (2),

· Portekiz (2),

· Avusturya (1),

· Avustralya (1),

· Irak (1),

· SSCB (1),

· Bulgaristan (1),

· Yugoslavya (1).

Ermeni terörünün bir diğer özelliği de kayıp vermemesidir. Olayların neredeyse hiçbirinde yakalanan olmamıştır.

Meşruiyet kaynakları oldukça güçlüdür. Basını ve diğer medyayı oldukça profesyonel bir şekilde kullanmakta, Ermeni ve Batı toplumunda etkili kurumlarla yapılan işbirliği sonucunda cinayetler "haklı birer öç alma eylemi" olarak gösterilebilmektedir. Saldırılarda yer alanlar kahraman olarak sunulduğundan, özellikle genç Ermenilerden geniş bir destek alınabilmektedir.

Biraz önce de belirtildiği üzere medya ile ilişkileri iyidir. Bunda tek taraflı bilgilendirmenin de büyük rolü olmuştur. Ermeni görüşleri ciddi bir alternatifle karşılaşmadığından medyada adeta bir tekel oluşturmuşlardır.

Dışa bağımlıdır. Dışa bağımlılık gücünü arttırırken hareket alanını da daraltabilmektedir. Dışa bağımlılığın en önemli dezavantajı ise diğer güçlerin çıkarlarına göre eylemlerin şekillenmesidir. SSCB ve SSCB uydusu ülkeler ile sıkı işbirliği dikkat çekmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin aktif desteği zaman içinde artmıştır. Bu bağlantının günümüzde de devam ettiği gözlenmektedir. Suriye'nin Ermeni terörü biterken PKK'ya verdiği desteği arttırması Ermeni terörünü sadece bir araç olarak gördüğünü göstermektedir. Amaç Türkiye'yi zayıflatmak ve terörü bir dış politika aracı olarak görmektir. Ayrıca Suriye uzunca bir süre SSCB politikalarının bölgedeki uygulayıcısı konumunda olduğundan Ermeni terörü ile bağlantısı şaşırtıcı değildir.

Kürtçü gruplar ile yakın bir işbirliği içinde olmuşlardır. Hatta içlerinden bazı gruplar terörü PKK'ya devretmek görüşünü savunmuşlardır. PKK ile aktif işbirliğinin günümüze dek sürdüğü tahmin edilmektedir.

Türkiye'de faaliyet gösteren sol gruplar ile Türkiye'ye dönük eylemler konusunda teorik ve pratik işbirliği gözlenmiştir.

VI. Terörün Sona Erişi

Bilindiği üzere Ermeni terörü 1980lerin ortasında sona ermiş, daha doğrusu etkisi kırılmıştır. Kimi kaynaklara göre bu durum Türkiye'nin başarısıdır. Bu görüşe göre "Türkiye terör örgütleri ile tüm dünyada aktif bir mücadeleye girmiş ve militanları ortadan kaldırmıştır". Her şeyden önce hiçbir terör olayı sadece fiziksel mücadele ile sona ermez. Dolayısıyla Ermeni teröründeki gerilemeyi sadece Türkiye'nin politikaları ile açıklamak mümkün değildir. Ermeni terörünün yavaşlaması ve gerilemesinde iç ve dış olmak üzere çok sayıda faktör rol oynamıştır. Her şeyden önce terörün Batılı ülkeleri de vurmaya başlaması Batılı ülkelerde alınan önlemleri arttırmıştır. Ayrıca Batı'dan Ermeni terör gruplarına giden destek de sınırlandırılmıştır. Buna ek olarak PKK'nın Ermeni teröründen çok daha etkin bir unsur olarak ortaya çıkışı Ermeni terörünün azalmasında psikolojik bir etki yapmıştır. Tüm bunlara ek olarak Türkiye'nin Ermeni sorunu konusunda daha aktif bir tutum takınması ve mücadeleyi arttırmasının da rolü yadsınamaz.

Bilindiği üzere Ermeni terörü 1980lerin ortasında sona ermiş, daha doğrusu etkisi kırılmıştır. Kimi kaynaklara göre bu durum Türkiye'nin başarısıdır. Bu görüşe göre "Türkiye terör örgütleri ile tüm dünyada aktif bir mücadeleye girmiş ve militanları ortadan kaldırmıştır". Her şeyden önce hiçbir terör olayı sadece fiziksel mücadele ile sona ermez. Dolayısıyla Ermeni teröründeki gerilemeyi sadece Türkiye'nin politikaları ile açıklamak mümkün değildir. Ermeni terörünün yavaşlaması ve gerilemesinde iç ve dış olmak üzere çok sayıda faktör rol oynamıştır. Her şeyden önce terörün Batılı ülkeleri de vurmaya başlaması Batılı ülkelerde alınan önlemleri arttırmıştır. Ayrıca Batı'dan Ermeni terör gruplarına giden destek de sınırlandırılmıştır. Buna ek olarak PKK'nın Ermeni teröründen çok daha etkin bir unsur olarak ortaya çıkışı Ermeni terörünün azalmasında psikolojik bir etki yapmıştır. Tüm bunlara ek olarak Türkiye'nin Ermeni sorunu konusunda daha aktif bir tutum takınması ve mücadeleyi arttırmasının da rolü yadsınamaz.

Bilindiği üzere Ermeni terörü 1980lerin ortasında sona ermiş, daha doğrusu etkisi kırılmıştır. Kimi kaynaklara göre bu durum Türkiye'nin başarısıdır. Bu görüşe göre "Türkiye terör örgütleri ile tüm dünyada aktif bir mücadeleye girmiş ve militanları ortadan kaldırmıştır". Her şeyden önce hiçbir terör olayı sadece fiziksel mücadele ile sona ermez. Dolayısıyla Ermeni teröründeki gerilemeyi sadece Türkiye'nin politikaları ile açıklamak mümkün değildir. Ermeni terörünün yavaşlaması ve gerilemesinde iç ve dış olmak üzere çok sayıda faktör rol oynamıştır. Her şeyden önce terörün Batılı ülkeleri de vurmaya başlaması Batılı ülkelerde alınan önlemleri arttırmıştır. Ayrıca Batı'dan Ermeni terör gruplarına giden destek de sınırlandırılmıştır. Buna ek olarak PKK'nın Ermeni teröründen çok daha etkin bir unsur olarak ortaya çıkışı Ermeni terörünün azalmasında psikolojik bir etki yapmıştır. Tüm bunlara ek olarak Türkiye'nin Ermeni sorunu konusunda daha aktif bir tutum takınması ve mücadeleyi arttırmasının da rolü yadsınamaz.

Bilindiği üzere Ermeni terörü 1980lerin ortasında sona ermiş, daha doğrusu etkisi kırılmıştır. Kimi kaynaklara göre bu durum Türkiye'nin başarısıdır. Bu görüşe göre "Türkiye terör örgütleri ile tüm dünyada aktif bir mücadeleye girmiş ve militanları ortadan kaldırmıştır". Her şeyden önce hiçbir terör olayı sadece fiziksel mücadele ile sona ermez. Dolayısıyla Ermeni teröründeki gerilemeyi sadece Türkiye'nin politikaları ile açıklamak mümkün değildir. Ermeni terörünün yavaşlaması ve gerilemesinde iç ve dış olmak üzere çok sayıda faktör rol oynamıştır. Her şeyden önce terörün Batılı ülkeleri de vurmaya başlaması Batılı ülkelerde alınan önlemleri arttırmıştır. Ayrıca Batı'dan Ermeni terör gruplarına giden destek de sınırlandırılmıştır. Buna ek olarak PKK'nın Ermeni teröründen çok daha etkin bir unsur olarak ortaya çıkışı Ermeni terörünün azalmasında psikolojik bir etki yapmıştır. Tüm bunlara ek olarak Türkiye'nin Ermeni sorunu konusunda daha aktif bir tutum takınması ve mücadeleyi arttırmasının da rolü yadsınamaz.

VII. Azerbaycan'a Karşı Ermeni Kaynaklı Terör

Daha önce de belirtildiği üzere terör Ermeni hedeflerine ulaşmak için kullanılabilir araçlar arasında sayılmıştır ve bu durum bir asrı aşan bir süre boyunca devam etmiştir. Diğer bir deyişle 100 yıldan fazla bir süre boyunca Ermeni terör grupları eylemlerde bulunmuşlardır ve eylemleri geniş kitlelerce kabul görmüştür. Böyle bir durumda terör olaylarının sadece belli bir ülke ile olan ilişkileri etkileyeceğini düşünmek zordur. Terör başta onu kullanan olmak üzere, terörü kullanan ülke ile ilişkiye giren tüm ülke ve grupları etkileyebilir. Nitekim terörden en çok zarar görenlerin başında Ermeniler ve komşuları gelmektedir. Ermeni terörünün yoğun bir şekilde hedef aldığı bir diğer grup ise Azerbaycan Türkleridir. Osmanlı ve sonrasında Türkiye ile olan sorunları ve diğer nedenlerden dolayı Azerbaycan'ı da suçlayan Ermeni grupları benzeri eylemlere bu ülkede de girişmişlerdir. Azerbaycan topraklarının önemli bir kısmını 'tarihi Ermeni vatanı' olarak tanımlayan ve bu yerleri 'kaybedilmiş topraklar' olarak adlandıran silahlı Ermeni grupları çok sayıda Azerbaycan köyüne baskınlar düzenlemiş ve terör eylemlerinde bulunmuştur. Ermeni saldırılarının en somut örnekleri ise 1990'lı yıllarda Karabağ çatışmaları esnasında yaşanmıştır.

Daha Ermenistan bağımsızlığına kavuşmadan önce Azerbaycan toprakları arasında yer alan Karabağ ile Ermenistan'ı birleştirme çabaları başlamıştı. Ermeniler arasında yaşanan milliyetçi uyanışa karşın Azerbaycan'da ciddi iç çekişmeler yaşanmış, bu çekişmeler ise cephede ciddi kayıpların verilmeye başlanmasına neden olmuştur. 1989'da Karadağ'daki Ermeni saldırıları zirve noktasına ulaşmıştır ve zaman zaman Azerbaycan'ın Karabağ Özerk Bölgesi dışına da sarkmaya başlamıştır. Kısa sürede başlayan katliamlar ise ne Azerbaycan güçlerince, ne de Moskova tarafından durdurulmuştur ya da durdurulabilmiştir. Olaylar 1990'lı yıllarda yaşanan Bosna olaylarını andırır bir hal almıştır. Özellikle Hocalı Katliamı (eğer soykırım değil ise) Ermeni terörünün kaynakları ve özellikleri hakkında ciddi ipuçları verir:

Hocalı katliamında Azerbaycan'ın Hocalı yerleşim birimine saldıran Ermenilerin eylemleri Batılı ve diğer basın yayın organlarınca bir 'intikam ve nefret saldırısı' olarak yansıtılmıştır. Hocalıdaki Ermeni eylemleri normal savaş koşullarıyla anlatılamaz. Burada Ermeni milisleri savunmasız kadın, çocuk ve yaşlılara dahi işkence uygulamışlar ve bu işkenceler Batılı medya kuruluşlarınca açık bir şekilde belgelenmiştir. Örneğin haftalık The Economist dergisi Hocalı katliamını (veya soykırımını) şu şekilde tasvir etmiştir:

"Helikopter'den bakıldığında bazı Azeri mültecilerin kaçmak istedikleri, ancak buna rağmen yakalanarak öldürüldükleri açıkça görülebiliyor. Kasaba Ermenilerce 25 Şubat'ta ele geçirilmişti. Bir hafta sonra erkek, kadın ve çocukların cesetleri Nagorno Karabağ'ın karlı yamaçlarına saçılmış bir vaziyette. Şurası açık ki birçoğu keskin nişancılar tarafından öldürülmüşler. Hayatta kalanlardan bir tanesi Ermenilerin yerde yatanları dahi nasıl öldürdüğünü anlattı. İki adamın derileri yüzülmüş, bir kadının ise parmakları kesilmiş." [22]

Bir diğer Batılı gazeteci ise manzarayı "parçalanmış vücutlar, bir kısmının derisi yüzülmüş, diğer bir kısmı ise yakılmış" sözleriyle anlatıyor. [23] Batılı kaynakların verdiği bilgilere göre, Hocalı'da bu şekilde katledilen Azerbaycanlı sayısı 1000'i geçmiştir. [24] Bu tablo açıkça gösteriyor ki Ermeni güçlerinin asıl amacı sadece bir toprağı işgal etmek değil, bir halka, sırf Türk oldukları için işkence yapmak, acı çektirmektir. Ermeniler bu katliamda adeta 'intikam aldıklarını' düşünmektedirler. Bu, Ermeniler arasında 100 yılı aşkın bir süredir derin bir kinin yaşadığını göstermesinin yanında derin bir korkunun kök salmış olduğunu da gösterir. Çünkü insan korkmadığı bir kişiye karşı böylesine büyük bir vahşet sergileyemez. Bu da göstermektedir ki terörün ve savaşların en önemli kaynağı olan kin ve nefret Ermeni toplumunda tüm canlılığıyla varlığını devam ettirmektedir. Ayrıca Osmanlı döneminde Ermeni terör gruplarınca Doğu Anadolu Bölgesi'nde yapılan katliamlarının benzerlerinin Ermenilerce Hocalıda tekrar edilmesi geçmişe dönük şüpheleri de giderici niteliktedir. Nefretin hala taze olması ise ilişkilerin geleceği açısından endişe verici bir işarettir.

VIII. Günümüzde Ermeniler ve Terör: 11 Eylül ve Ermeni Kaynaklı Teröre Etkileri

Ermeni terörü son 10 yıllık dönemde, Karabağ sorunu bir yana bırakılacak olursa, hızını kesmiştir denebilir. Bazı kişiler Ermeni terörünün tamamen sona erdiğini de iddia etmişlerdir. Ancak ideolojisi, destekçileri ve militanları ortadan kalkmamış bir terör hareketinin birden bire ortadan kalktığını iddia etmek kolay değildir. Nitekim Ermeni militanlarından bazılarının (Murad Topalyan gibi) son dönemde çok sayıda patlayıcı ile yakalanması da Ermeni terörünün tamamen sona ermediğini, uygun bir ortamda yeniden ortaya çıkacağını göstermektedir. Ermeni terörünün canlanması konusunda en önemli tehlike ise Türkiye sınırlarında yaşanmaktadır. Karabağ sorunu nedeniyle çok sayıda Ermeni genci Türklere karşı ideolojik nefretle yüklenmiş ve Ermenistan'ın yaşadığı sıkıntılardan dolayı Türkleri suçlamışlardır. Silahlı çatışma tecrübesi de bulunan bu grupların Ermenistan hükümetince kolay bir şekilde kontrol edilemeyeceği de anlaşılmaktadır. Özellikle diaspora( Kopuntu) bağlantılı örgütler silahlı örgütlenmeyi teşvik etmektedirler.

Ermenistan bağlantılı bir diğer tehdit ise Ermenilerin uzun bir dönemden sonra bir devlete sahip olmalarıdır. Yeryüzünde bir Ermeni devletinin varlığı aslında birçok avantajlar da sunmaktadır: Bu sayede diyalog için bir iletişim aracı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca devletlerin örgütlere göre sorumlulukları da vardır. Dolayısıyla Türkiye uzun bir zamandan sonra Ermeni sorununu eşit şartlarda görüşebileceği bir muhatap bulmuştur. Ancak, tüm yararlarına karşın Ermenistan ile Türkiye arasında 10 yılı aşan bir süredir diplomatik ilişkinin dahi kurulamamış olması Ermenistan'ı Türkiye'ye rakip ülkeler ile işbirliğine itmiştir. Bu da terörün kullanabileceği bir ortam oluşturmaktadır. Örneğin PKK ile Ermenistan arasında süren "flört" bu konudaki endişeleri haklı çıkartmaktadır.

Ermeni terörü ile ilgili bir diğer önemli gelişme ise 11 Eylül saldırılarıdır. Bu olay Türkiye'de genel olarak olumlu etkileriyle anılmışsa da Ermeni terörü konusunda bazı riskleri de beraberinde getirdiği açıktır. Bir yandan tüm dünyada terör konusundaki hassasiyet artmış, en önemlisi neredeyse tek süper güç haline dönüşen ABD terör gruplarını en önemli, tehdit olarak algılamaya başlamıştır. Diğer taraftan Türkiye'nin 11 Eylül benzeri saldırılara karşı ne kadar hazırlıksız olduğu anlaşılmıştır. Ermeni terör gruplarının "yeni terörizm"in gerektirdiği teknolojik bilgiye sahip olduğu hatırlanacak olursa PKK ya da bir diğer örgütle Ermeni teröristlerin yapacağı teknoloji yoğun bir terör saldırısında Türkiye'nin zor durumda kalacağı kolayca anlaşılacaktır. [25]

Ermenilerin Ermeni Kaynaklı Teröre Bakışı

Son olarak, Ermeni kaynaklı terörün anlaşılması ve anlatılmasında önemli bir nokta da genel olarak Ermenilerin bu konuya yaklaşımıdır. Şu ana kadarki deneyimlerimiz göstermiştir ki Türkiye'de yapılan araştırmalar diğer tarafın görüşlerini ve eylemlerindeki güdüleri anlamaya

odaklanmamıştır. Bu yaklaşımın ciddi sorunlara ve eksikliklere yol açacağı aşikârdır.

İlk olarak Türkiye Ermenileri terör olaylarına karşı çıkmışlar ve destek vermemişlerdir. Hatta bazı Türkiye Ermenileri tepkilerini protesto noktasına kadar taşımışlardır. Örneğin Ermeni asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Artin Penik ASALA'yı protesto etmek için kendisini İstanbul'da üstüne benzin dökerek yakmıştır. Penik gelinen noktayı şu sözlerle ifade etmiştir:

"ASALA canileri, sizlere sesleniyorum... Emperyalist devletlerin oyununu oynuyorsunuz. Size tahrif edilmiş tarihî bilgiler veriliyor. Geçmişte emperyalistlerin (Ruslar, İngilizler, Fransızlar) oyunları binlerce masum insanın canına kastetti. Kendinize gelin, sizi aldatıyorlar... Tuttuğunuz bu yolda başarıya ulaşamazsınız. Türklerle Ermeniler, dün olduğu gibi bugün de yan yana, kardeşçe yaşamaya devam edeceklerdir." [26]

Benzeri açıklamalar birçok Türkiye Ermeni'sinden de gelmiştir. Nitekim çok sayıda Ermeni'nin hiçbir sorun yaşamaksızın Türkiye'de hayatlarını diğer Türk vatandaşları gibi devam ettirebiliyor olması anlamlıdır. Genel eğilimin tersine böylesine hoşgörülü ve barışçıl bir tablonun nedenlerinin anlaşılması sadece terör konusunda değil toplumlararası anlaşmazlıkların giderilmesinde de önemli ipuçları sunabilir. Buna karşın taraflar Türkiye Ermenileri konusunda sessiz kalmayı yeğlemişler, böylece son derece değerli bir tecrübe belki de değerlendirilememiştir. Denebilir ki, bundan sonra gerek Türkiye Ermenilerinin gerekse Türklerin bu konuda daha çok çalışması ve bin yıllık birikimin değerlendirilmesi en önemli öncelikler arasında yer almalıdır.

Diaspora, yani Kuzey Amerika ve Avrupa Ermenilerinin büyük çoğunluğu ise terör olaylarına aktif destek vermemiş, olaylarda yer almamayı tercih etmiştir. Ancak bu geniş kitle terör karşısında sesini yükseltmemiştir de. Hatta bu kitle içinde azımsanmayacak bir grup terörün yararlarından dahi bahsedebilmiştir. Bunlara göre Ermeni terörü sayesinde Ermeni sorunu tekrar gündeme gelebilmiştir.

En çok sesi çıkan Taşnaklar, Hınçaklar gibi aşırı gruplar ve sempatizanları ise terörü hem desteklemişler, hem bizzat içinde yer almışlar, hem de terörün gerekliliğini ve meşruluğunu ispat etmeye çalışmışlardır. Bu gruplara göre Ermeni teröristleri bu eylemleri iki amaç için yapmaktadırlar: 1) Geçmişin intikamını almak, 2) Ermenilerin sesini dünyaya duyurmak ve bu yolla Türkiye'nin Ermeni isteklerini kabul etmesini sağlamak. Daha önce bu yaklaşım detaylı bir şekilde ele alındığından bu aşamada daha fazla ayrıntı verilmeyecektir.

VIII. Sonuç: Önemli Noktalar

Yukarıdaki bilgilerin ışığında Ermeniler ve terör konusunda belirtilmesi gereken önemli noktalar şu şekilde sıralanabilir:

· Ermeni terörü Türk tarafının Ermeni sorununda kendisini kolayca anlatabileceği en önemli alandır. Tehcir, isyanlar gibi alanlarda kavramlar tartışmalıdır. Taraflar kendi görüşlerini kanıtlayabilmek için belgeleri ve kavramları farklı yorumlayabilmektedir. Oysaki terör konusunda daha somut veriler ile karşı karşıyayız. Ermeni terör grupları yaptıkları saldırıları kabul etmekte, bu saldırıları meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Hatta Ermeni toplumunun ve kurumlarının önemli bir çoğunluğu da yapılanın "terör" olduğunu kabul etmekte, sadece bu saldırıların meşru nedenleri, ya da "kabul edilebilir nedenleri" olduğunu savunmaktadırlar. Dünyadaki genel gidişat ise terörün hiçbir şart altında meşru bir yöntem olarak kullanılamayacağı şeklindedir. Özellikle 1970 ve 1980'li yıllarda ASALA ve Taşnaklar tarafından yürütülen terör saldırıları çok yakın bir zaman diliminde gerçekleşmiştir ve olayların belgeleri Batılı basın yayın organlarınca da teyit edilmiştir. Gruplar saldırıları üstlenmiş, hatta savunmuşlardır. Bu nedenle tehcir ve isyanların aksine terör konusunda daha net bir görünüm olduğu söylenebilir.

· Radikal Ermeni gruplar Türklere karşı belirledikleri hedeflerini gerçekleştirebilmek için her yolu kabul edilebilir saymışlardır. Terör de bu yöntemlerden sadece bir tanesidir. Diğer bir deyişle bu gruplarda ciddi bir ahlak problemi ortaya çıkmaktadır. Ataları ve ulusları için "adalet" talebiyle yola çıkan bu gruplar isteklerini ahlaki değerler (moral values) üzerine kurmaktadırlar. Ancak yöntem aşamasına gelindiğinde her türlü yöntemi meşru görmektedirler. Yani eğer terör dışında daha kabul edilmesi güç bir araç ya da yöntem bulunsa bu da aşırı Ermeni gruplarca kullanılacaktır. Bu durum aşırı Ermeniler arasındaki "nefreti"n, yani terörü besleyen ana damarın ne kadar güçlü bir noktaya ulaştığını da ortaya koymaktadır.

· Ermeni terörü modern tarihte görülen en eski terör örneklerindendir. Özellikle NEMESİS hareketi ve Osmanlı döneminde yaşanan bazı yerel ayaklanmalar sadece 'bölücülük' (separatism) kavramıyla açıklanamaz. Bunların önemli bir kısmı kitlesel olmaktan çok terör yoluyla sonuca gitmeyi hedefleyen modern anlamda terör eylemleridir. Özellikle 19. yüzyılın son dönemlerinde ve 20. yüzyılın ilk başlarında Ermeni terör gruplarının şiddet eylemlerini andırır başka örnekler bulabilmek zordur.

· Ermeni terörü Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminden günümüze dek önemli bir süreklilik özelliği göstermektedir. Bu sürekliliği sağlayan temel unsurlar şunlardır denebilir:

a) Osmanlı'da ve sonrasında Türkiye karşıtı Ermeni harekâtı görece güçsüz kalmıştır. Geniş halk kitlelerinden destek alabilmesi uzun zaman almış, Osmanlı ordusu ve güvenlik güçlerini tam anlamıyla yenebilecek seviyeye ulaşamamıştır. Buna karşın ulaşılması zor hedefler belirlemiştir: Ermeniler hiçbir bölgede çoğunluk oluşturamadığı halde çok geniş bir coğrafyada bağımsız bir devlet kurmayı hedeflemiştir. Oysa Yunan örneğinde görüldüğü üzere aşama aşama büyümeyi tercih etmiş olsaydı hem daha az dışa bağımlı olurdu, hem de bağımsız bir devlet kurmak için şansı artabilirdi. Bu nedenle silahlı Ermeni hareketleri her türlü yardıma ve etkiye açık olmuşlardır.

b) Ermeni terörü dışa bağımlıdır. İlk Ermeni terör gruplarının (Hınçaklar ve Taşnaklar) hiç birisi Osmanlı topraklarında kurulmamıştır. Ayrıca bunların hiçbir üyesi de Osmanlı vatandaşı Ermenilerden oluşmamıştır.

c) Ermeni terörü, kendisini meşrulaştırabilmek için önce Ermeniler arasında şiddet kullanmış, ardından da şiddeti Türklere ve diğer etnik gruplara kaydırmıştır. Öyle ki bazı dönemlerde Ermeni teröristlerinin en büyük hedefi yine Ermeniler olmuştur. Örneğin 1904–1906 döneminde her bir 'yabancıya' karşı üç Ermeni, Ermeni terörünün kurbanı olmuştur. Bu da göstermektedir ki her terör olayı gibi Ermeni terörü de hedef gözetmeksizin şiddet kullanmaktadır.

· Her ne kadar Ermeniler Hınçak, Taşnak vb. 'partileri 'siyasi parti' olarak nitelendiriyorsa da bu gruplaşmaların söylemi, sembolleri ve eylemleri incelendiğinde birer terör örgütü oldukları kolayca anlaşılacaktır. Bu partilerin bayraklarının öğrencilere gösterilmesi ve Türklere karşı neler yapacaklarını içeren yeminlerinin sınıflarda bir kez okutulması oldukça yararlı olacaktır.

· NEMESİS, üzerinde geniş bir şekilde durmayı gerektirecek bir konudur. Bu cinayetlerin hedefleri, sonuçları ve dış bağlantıları detaylı bir şekilde anlatılmalıdır. Bilindiği üzere NEMESİS 'intikam tanrısı' anlamına gelir ve Ermeni bölücülerin Osmanlı'daki başarısızlıklarının ardından sorumlu gördükleri Türk devlet adamlarını tek teker öldürme kampanyalarının adıdır. Bu kampanyada çok sayıda Osmanlı devlet adamı Türkiye dışındaki ülkelerde Ermeni teröristlerce öldürülmüşlerdir. Bu olaylarda bazı Avrupa ülkeleri (Almanya gibi) üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiş ve suçlulara gerekli cezalar verilmemiştir. Bu tutum terörü beslediği gibi gelecek yıllarda ortaya çıkacak terör eylemlerine de zemin hazırlamıştır.

· 20. yüzyılda Ermeni terörünü hazırlayan psikolojik ve siyasi altyapı anlaşılmaya çalışılmalıdır. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika Ermenilerinin bu süreç içindeki rolleri irdelenmelidir. Bilindiği üzere diasporada(Kopuntu) asimilasyon sorunu ile karşı karşıya kalan Ermeni kurumları (özellikle Kilise ve 'partiler') tarihsel düşmanlıkları ve önyargıları beslemiş ve Türkiye karşıtlığını Ermeni kimliğinin temeline yerleştirmişlerdir. Dil, kültür gibi unsurların zayıf kaldığı bu ülkelerde Ermeniler 1915 olaylarının bir tür 'efsane' haline getirerek etnik kimliklerini muhafaza etmeye çalışmışlar, bu da Türklere karşı bir nefrete dönüşmüştür. Bu nefret 1970'li yıllarda terör olaylarına dönüşecektir.

· 1970'li yıllardaki Ermeni terörünü hazırlayan bir diğer etken de diğer devletlerin güç politikalarıdır. Özellikle Stalin döneminde SSCB ve sonrasında bazı Doğu Bloku ülkeleri, Yunanistan, Suriye, Lübnan ve tespit edilemeyen bazı ülkeler aşırı Ermeni gruplarını dış politikalarının bir gereği olarak desteklemişlerdir.

· Yukarıda sayılan etkenleri sonucu olarak 1970'li yıllarda Ermeni terörü yeniden canlanmıştır. Bu canlanmanın altında onlarca yıl süren bir hazırlık devresi bulunmaktadır. Belirtildiği üzere bu devrede iki önemli unsur ön plana çıkmaktadır: Diaspora Ermenilerinin kimlik bunalımı ve dış güçlerin yönlendirmeleri.

· Ermeni terör örgütlerinin eylemlerinin sona erişi terörün kaynakları konusunda da önemli ipuçları vermektedir. Terör olayları ne zaman Batılı hedeflere yöneldiyse bu tarihten itibaren Ermeni terör örgütlerine karşı alınan önlemler artmış ve saldırılarda hissedilir bir düşüş yaşanmıştır. Zaten saldırılar analiz edildiğinde bu tür girift ve uzmanlık isteyen silahlı operasyonların ASALA ya da başka bir Ermeni terör örgütünce yardım almadan gerçekleştirilemeyeceği açıktır.

· İlk Ermeni saldırılarına kadar Türkiye'nin araştırma ve önlem almada ciddi 'ihmalleri' olmuştur. Türkiye'nin bu konuyu önemsememesi halinde ne gibi sonuçlara yol açabileceği gerçeğini vurgulaması açısından bu dönemdeki hatalar ve eksikliklerin anlatılması önemlidir. Ermeni terörü uzun bir hazırlık devresinden geçmiştir ve bu hazırlıklar Türkiye tarafından ya önemsenmemiş, ya da gerektirdiği önlemler alınamamıştır. Gelecek dönemde böyle bir sonuçla tekrar karşılaşılmaması için benzeri hataların yapılmaması gerekmektedir. Bu konuda özellikle genç öğrencilere ve bilim adamlarına büyük sorumluluklar düşmektedir. Çünkü bir neslin ihmali diğer neslin felaketi anlamına gelebilmektedir.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..

Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.