Deryâ kenarında bir duvar vardı. Duvar yüksekçe olduğu için duvarı aşıp deryâya ulaşmak mümkün değildi. Duvarın üzerinde susuzluktan kavrulmuş dertli biri bulunuyordu. Onu sudan men eden, üzerinde olduğu yüksek duvardı. O kimse ise, duvarın üzerinde suya kavuşmak isteyen bir balık gibi çırpınıp duruyordu. Birden bire duvarın üzerinden bir tuğla parçasını söküp suyun içine attı. Tuğlanın düşmesi ile suyun sesi bir âb-ı hayat gibi geldi. O suyun sesinin ahengine mest oldu. Susuzluk mihneti çeken bu kimse, su sesinin verdiği safadan dolayı, duvardan tuğlaları koparıp koparıp suya atmaya başladı. Su ona: "- Ey derviş! Bana böyle tuğla atmaktaki telaşın neden?" diye seslendi. Susuzluktan yanan derviş cevap verdi ve dedi ki: "- Ey su! Bu atıştan bana iki fayda vardır. Onun için bu san'attan, yani tuğla atmaktan vazgeçmem. Birinci fayda: "Su sesini dinlemektir ki o, susamışlara mûsikî nağmeleri gibi gelir." "Yine o su sesi, ölüye, sesi ile tekrar diriliş imkanı veren İsrafil (a.s.)'ın sûru gibidir." "Yine o ses, bahar mevsiminde nisan ayının bereketli yağmurları gibidir. Bağlar ve bahçeler, o semanın gözyaşlarıyla hasret giderir; hayat bulur ve nakışlanır." "Yine o ses, yoklukta kıvranan muhtac ve garîbe zekat infak edilmeye bir davet sesidir." "Yine o ses, Yemen'den Allah Rasûlü (s.a.)'ne gelen nefes-i rahmanî gibidir." Rasûlullah (s.a.), Veysel Karanî için: "Ben Yemen'den gelen nefes-i rahmanî'yi duyuyorum." buyurmuştur. "Yine o ses, huzûr-i ilahîden mücrimlere gelen Allah Rasûlü (s.a.)'nün şefaat rayihasıdır." "Yine o ses, zayıflamış Ya'kûb'ün rûhuna gelen güzel ve latîf Yûsuf'un kokusudur." "Yine o ses, Medîne-i Münevvere'deki Kubbe-i Hadra'nın minarelerinden aşıklara akseden bad-ı saba gibidir." "Yine o ses, perişan, bîtab ve bîkes Mecnûn'a gelen Leyla'nın huzur meltemidir." "Yine o ses, muzdaribe ve yetime gönülde açılan sıcak bir kucaktır." İkinci fayda da şudur ki: Kopardığım her tuğla ile duvar alçalıyor. Ben de o nisbetle ey su, sana yaklaşmış oluyorum. MESNEVİ: "Ey şuurlu kimse! Yüksek bir duvardaki tuğlaların azalmasından şüphesiz duvar alçalır." "Duvarın alçalması, suya yakınlık hasıl eder. O tuğlaların duvardan ayrılması, vuslat dermanı olur." "Allah ( c.c.)'a secde etmek, o yapışık tuğlaları koparmakla olur ki, kurbiyyeti (AIlah'a yakınlığı) mûcib olur. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Secde et ve yaklaş!" Duyurulmuştur. " "Bu varlık duvarı yüksek bulundukça, bu başı eğmeye, yani secde etmeye manî olur!" "Bu toprak vücudun arzularından kurtulmadıkça, eğilip ab-ı hayat sahibine secde etmek ve o manevî deryâ suyundan doya doya içmek imkansız olur." "Duvarın üstünde kim daha ziyade susamış ise, duvarın taşını ve tuğlasını o daha çabuk koparır." "Suyun sesine her kim daha ziyade aşık ise, ona hicab ve mani olan varlık duvarından daha büyük parçalar kopartır." "O kimse suyun sesine mest olur. Suyun çıkardığı sesden başka ses işitmez." "Ne mutlu o kimseye ki, günlerini ganimet bilir de, borcunu, bir an evvel eda etmeye gayret eder." Şeyh Sadî insanı; "Bir kaç damla kan, bin bir türlü endişe..." diye ta'rif eder. Hikayede deryâya kavuşmaya set olan duvar, insanın nefsi arzuları ve hakîkate ermeye mani olan Dünyâya ait, bitmez, tükenmez, nihayeti olmayan arzular, hassaten "ben"liktir. Deryâ ise, ilahî muhabbet ve ma'rifet (Allah'ı bilmek) tir. Kalbi, ilahî muhabbete teşne insanlar, o deryâya varabilmenin ömür boyu iştiyak ve iştihası içindedirler. O muhabbet ve ma'rifet deryâsından gelen her ses ve nefes, onları sonsuz lezzetlere gark ederek yüksek bir Hakk yolculuğuna hazırlar. İlahî muhabbetlerle duygulanan insan için bu cihan, idrak ve şuura sunulan bir hikmet aynasıdır, İnsan, maddesi ile değil, mânâsı ile mükerrem olduğu için, kulluğun kemaline rûhunun derinliği kadar erişebilir. Kur'an-ı Kerîm'de tekrim edilen vasıf da budur. İlahî muhabbet ve uhrevî lezzetlerden mahrum, türlü eğlence ve çılgınlıklarla, hayvanî bir yaşayış ile geçen bir dünya günün hayırlı bir ölüm akşamı getirmeyeceği ma'lümdur. Bu karanlık gecenin mes'ud bir şafağı sökmeyeceği de tabîidir. İlahî ibret sahneleri ve hadiseleri karşısında alık ve abus kalmak, gayesiz erimek, ölümün mechul ızdırapları içinde kaybolmak, insan şeref ve haysiyeti adına ne acıdır!.. Nefsani Dünya hayatının pembelikleri, akıbet solgunluğu; kahkahaları ise, cehennem çatırtıları ile doludur. Hadis-i Şerifte- "Sakın ölüler ile oturmayınız!" buyurulur. Ashab sorar: "- Ey Allah'ın Rasûlü (s.a.), ölüler kimdir?" Allah Rasûlü (s.a.): "- Ölüler, Dünyaya dalanlardır..." buyurur. Bir kimse, ölülerden farkı olmayan gafillerle ihtilat ederse, onlardaki ölüm zehirini farkında olmadan içer. Bu te'sir ile onun kalbi de ölü kalplerden olur. Tek çare, manevî dirilerle beraber olmak.. Onlardan uzak kalındığında, inceliklerine dalarak, gönülle Kur'an-ı Kerîm okumak... Hadîs-i Şerifte: "Allah (c.c.)'la konuşmak isteyen Kur'an-ı Kerîm okusun!" buyuruluyor. Kur'an-ı Kerîm ile istikametlenen kimse, Kur'an ve Allah Rasûlü (s.a.)'nün ahlakı ile ahlaklanır. Kur'an-ı Kerîm'deki peygamber kıssaları ile arasında bir münasebet ve aşinalık husûle gelir. O rûhaniyetten gönlüne, feyz yağmurları in'ikas eder. Rivayette Hz. Cabir (r.a.) anlatıyor. "Allah Rasûlü (s.a.)'nün kapısına gittim. Kapıyı çaldım. "- Kim o?" buyurdular. "- Ben!" cevabını verdim. Allah Rasûlü (s.a.), "ben" lafzını kullanmama razı olmadılar. Çünkü, "ben"de kibir ve azamet vardır."Mevlana ( k.s.) bu kıssayı şu şekilde anlatır: "Kapıyı çaldım. "Benim!" deyince, yar: "- Git!, senin için içeriye girme zamanı değildir!. Böyle manevî ni'metler sahasında ham rûhlara yer yoktur!." dedi." " O zavallı kapıdan döndü. Ve bir sene seferde bulunup yarin firak ve iştiyak kıvılcımı ile tutuştu, yandı." "O yanık aşık pişkinleşti ve geri döndü. Tekrar yarin hanesi tarafına geldi." "Dudağından terbiyesizce bir söz fırlamasın diye binbir endişe, korku ve edeb ile kapının halkasına vurdu." "Yari: "- Kapıda olan kimdir?" diye seslenince; "- Ey gönlümü almış olan!.. Kapıdaki de "sen"sin..." cevabını verdi." "Yari de: "- Madem ki şimdi benim gibisin; Ey benden ibaret olan!.. İçeri gir!.. Ev içine iki "ben" sığmaz." dedi." Yine Mevlânâ (k.s.); "Her kim ki, Hakk kapısında "ben" ve "biz" diyecek olursa, o kimse "La!" (Yani red) vadisinde dönüp dolaşıyor demektir. Öyle olanlar, dost kapısından alınmaz." Nasıl, bir buğday tohumu, nihayetinde ekmek olup bir canlının bünyesine girer, girdiği canlının bir parçası olursa; Nasıl, bir sürme taşı, dövülüp toz edilerek göze çekilince, taşlığı ortadan kalkar, göze görüş verir, gözde kuvvet yerine geçerse; Nasıl, bir ırmak, deryâya kavuşunca onun ırmaklığı son bulur, deryânın bünyesine girer, deryânın bir cüz'ü olursa; Bir kimse de, bir veli kulun rûhaniyet, feyz ve nazarına nail olursa, onun rûhunda kemal ve irfan başlar. Kendi gönlü, hadisat, eşya ve mahlûkata karşı ölü iken dirilir. Hz. Mevlânâ (k.s.) buyuruyor: "Kendiliğinden (nefsi arzularından) kurtulup da bir zindenin (mürşid-i kamilin) gönlüne ülfet peyda eden kimse için ne mutlu!" İnsan vicdanı da, cismanî bir hayat üzerinde değil, makamını ebediyyette bulacak bir muhabbet ve aşk üzerinde bulunmasını ihtar eder. Kur'an-ı Kerîm muhabbeti, çorak gönlümüze bereketli nisan yağmurları gibi yağmadıkça, Muhammedi bir mevsimin zümrütlüğüne kavuşamayız. Gönül bahçeleri, yağmura aşık toprak gibi amel-i salih yağmurları bekler. Yaradandan ötürü, yaratılanlara şefkat, merhamet hizmet ve muhabbet filizleri yeşerir. İnsan, kainat kitabının hülasası, hilkatın nüsha-i kübrası haline gelir. Rabbın, gören gözü, işiten kulağı olur. Elinden, dilinden ve gönlünden ümmet istifade eder.
|
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.