5 Şubat 2008

'Kışla bekçiliği' ile rektörler arasındaki ontolojik akrabalık


'Kışla bekçiliği' ile rektörler arasındaki ontolojik akrabalık / Mazhar BağlıDün olağanüstü toplanan Üniversiteler Arası Kurul'un sonuç bildirisi yıllardır üniversitelerde ve akademisyenlerde bir değişmenin, bir gelişmenin olmadığının acı bir göstergesi. Akademiyi kurtarma adına yapılan bu toplantının 23 Nisan şenliklerinden tek farkı katılanların yaşının epey büyük olması ve CHP bayraklarını sallamayı unutmuş (!) olmalarıdır. Açılan pankartı, daha toplanmadan sonuç bildirisinin belli olması, katılım düzeyi ile ilgili handikapları, her cümlenin sonunda cılız bir biçimde gerçekleşen o meşhur "alkış ve sloganı" ile bu toplantı kelimenin tam anlamıyla trajedi ve komedi. Bir akademisyene yakışır bir cümle ve tavır gören oldu mu? Yıllardır fiili olarak uygulanan bir yasağın kaldırılması çalışmalarını sabote etmek için görevi olmadığı halde bu konuyu görüşmek üzere olağanüstü toplanan kurulun ev sahibi ODTÜ rektörü toplantı öncesi, yeni yasal düzenlemenin yeni gerginliklere neden olacağını ve bu gerginliğin sokağa taşınabileceğini belirterek yapılacak düzenlemeye son verilmesini, askerden ümidini kesince de ekonomik kriz tehdidi ile talep etti. Yasadaki görevi (1946/4936) sadece "üniversiteler arasında akademik yönden koordinasyonu sağlamak, üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacını karşılayacak tedbirler almak..." olan kurul, bu konularla değil daha çok "koruyup kollama" görevini üstlenmiştir. Vurgu, gerginliğin sokağa taşınma ihtimaline yapıldı. Koruma refleksinin doğal sonucu olarak da asıl konuşulan, gerginliğin sokağa taşınması riskiydi. Oysa sokağa taşınması beklenen gerginlik, hukuksuzluktur. Yasal olmayan uygulamalardır. Sayın YÖK başkanının da belirttiği gibi görevi olmadığı halde durumdan vazife çıkaranların, ÜAK'nın olağanüstü toplantısıdır. Bunca zamandır devam eden bu yasakçı zihniyetin neden olduğu gerginlik sokağa taşınabilirdi; ama toplum, eğitimli insanlardan daha sağduyulu davranıp yasal alanın dışına hiç çıkmadı. Türkiye'de üniversiteler kendi var oluş gerekçelerinden farklı olarak, ülkede uzun süreden beri var olagelen "merkez-çevre" çatışması sürecinde hep merkezden yana tavır aldılar. 1946'da çıkarılan 4936 sayılı 'Üniversiteler Kanunu'yla üniversitelere, belli bir özerklik verilmiş; ancak bu özerklik, hiçbir zaman 'erk'ini kendi 'öz'ünden alma anlamına gelmemiştir; daha çok, merkeze ait resmî söylemin sınırları dahilindeki bir özerklik olarak anlaşılmıştır. Demokrat Parti iktidarına da aynı söylemsel dil ile muhalefet edip, 1960 darbesini meşrulaştırarak askerî müdahale sonrasında kurulan olağanüstü mahkemede DP'lileri yargılayanlara destek vererek düzenin kurulmasında kendilerine "rejim bekçiliği" rolünü biçmişlerdi. 1980 sonrası askerî cuntanın çıkardığı anayasa ile de onların bu konumları (rejim/kışla bekçiliği) daha da belirgin bir hal almış ve üniversite, doğrudan bir "hükümet etme aracı" olarak kurumsallaşmıştır. 28 Şubat sürecinde de cuntacıların parlamento dışı oluşturduğu gayri meşru muhalefetin de baş aktörüydüler nitekim. "Yani, özerklik, genel olarak üniversite kavramının gerektirdiği işlevleri yerine getirebilmenin bir aracı olarak değil de, daha çok milli iradeye karşı duyulan güvensizliğin ifadesi olarak düşünülmüştür". Bu işlevlerini yerine getirme sürecinde karşılaştıkları her tür ayak bağını bazen kendi güçleri, çoğunlukla da başka güç odaklarına başvurarak bertaraf etmede azami gayret gösterdiler. Bu çabayı sekteye uğratabilecek hiçbir aktöre geçit verilmedi. Aksine en itibarlı olan akademisyenler, bilimsel çalışmaları ve yetenekleri olanlar değil, başka konularda yaptığı işlerle; birilerinin "muhalefet etme beceriks(izliğ)ine" destek olma yeteneğine sahip olanlar bilim yuvasının en itibarlı şahsiyetleridirler. Nice meczuplara profesörlük unvanının verildiğini her gün televizyonlardan görüyoruz. "Kışla bekçiliği" ifadesini bir akademisyenle birlikte düşünen bir zihin ne kadar bilimselliğe ve özgürlüğe açık olabilir? Neden akademi dışı konularla gündeme geliyorlar? Değişim ve ilerlemeyi temsil etmesi gereken akademi dünyası muhafazakâr olarak bilinen hükümetin değişim ve ilerleme talebine direnmeyi kendi varlığının önkoşulu olarak görüyor. Çünkü sahip olunan mantık ortaçağ skolastik düşüncesinden kurgu olarak farklı değildir. Sabık YÖK Başkanı Kemal Gürüz, Gazali'yi entelektüel gericiliğin ilk temsilcisi olarak tanımlarken "akıl" ile "vahiy" arasında bir tercihte bulunmamıza bizi zorlamasından bahisle konuya itiraz ettiğini söylemişti. Gazali'nin bizi icbar ettiği vahyin dogmatikliği ile metafizikleştirilmiş bir aklın dogmatikliği arasında nasıl bir fark vardır acaba?.. ÜAK ve özellikle de rektörlerin sahip oldukları yetkiler "bilimselliğe" ilişkin esaslara göre değil, "bekçilik" esaslarına göre belirlenmiştir ve bu da yönetim-organizasyonda derin krizlere ve sorunlara neden olmaktadır. Çünkü bekçilik arızi bir durumdur. Değişim talebinde bulunan siyasi iktidarın güdümünde olmaya karşı olanlar, "rejim/kışla bekçiliği"ni devam ettirmek isteyenlerdir. Her ne kadar "kışla" ile "iktidar" arasında zorunlu bir ontolojik bağ varsa da bekçilik "arızi" bir durumdur. Nöbeti biten bekçi, orayı terk etmek durumundadır. Nöbeti bitenler, belki bir daha bekçi bile olamayacaklardır. Yeni YÖK başkanının, göreve geldiği daha ilk günde akademisyenleri "bekçi" değil "akademisyen" olma çağrısına bir karşı duruş olarak ÜAK, bekçilikte ısrar ediyor. ÜAK ve rektörler fiili olarak devam eden kanun dışı bir uygulamanın bitirilmesine karşı çıkacaklarına AB ile uyum sürecinde Türkiye'nin de dahil olduğu ve amacının da "Avrupa'da yükseköğretimin kalitesini artırmak ve Avrupa boyutunu güçlendirmek..." olan "Erasmus" programını "Türk evlatlarının asimilasyonu projesi" olarak gören öğrencileri nasıl mezun ettiklerini düşünseler daha doğru bir iş yapmış olmazlar mı? Bugünkü YÖK'ten de önce kurumlaşmış olan bu kurul neden hep akademi dışı konularla gündeme gelmektedir? Bugüne kadar ÜAK üniversiteleri doğrudan ilgilendiren hangi konuyu görüşmek üzere olağanüstü toplandı? Bu konuyla ilgili yayınlanan kaç adet bildirisi vardır? Ama şunu biliyoruz ki ÜAK'nın (Üniversite senatolarını da unutmayalım) neredeyse her politik konuyla; Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu, katsayı uygulaması, YÖK başkanlarının görev süreleri bitimi dolayısıyla yapılan (güle güle aziz insan, seni unutmayacağız) törenleri gibi konularda epey toplantı ve bildirisi vardır. Son olarak ülkede uzunca bir süreden beri insanları kız çocuklarını okula göndermiyorlar diye aşağılayanlar, haydi kızlar okula kampanyası yürütenler, şimdi de kızları okullara almamak için çabalıyorlar. Eğer verdiğiniz eğitim bu kadar evrensel ve akademik vizyonlar içeriyorsa korkulacak bir durum yok, çünkü bu "yobazlar" okula adımını atar atmaz üniversitelerdeki o göz kamaştırıcı "bilimsel" çalışmaların büyüsüne kapılıp hemen "ikna" olacaklardır. İkinci bir husus da bugüne kadar başörtüsünü tüm itirazlara rağmen siyasi bir simge olarak görenler bugün onu dinî bir simge olarak gördüklerini buyurmaktadırlar. Hatta kimileri onu tarih öncesi toplumsal sınıflarla bile ilişkilendirerek çeşitli fanteziler üretebildiler. Yarın başka bir fantezinizin öznesi olmamasının tek garantörü onun serbest bırakılmasıdır. Artık geri dönüş yok, cin şişeden çıkmıştır bir kere. Bu satırların yazarının da altına imza koyduğu ve yüzlerce öğretim üyesi üniversitelerdeki özgürlükler konusunda kamuoyuna bir bildiri yayınladı. Bu bildirinin en dikkat çeken yanı ise imza atanların çoğunun "kendi alanlarında yürüttükleri çalışmalar ile" uluslararası üne sahip akademisyenlerin olmasıdır. Peki üniversitelerdeki özgürlüklere karşı çıkanların şöhretleri hangi meziyetleri dolayısıyladır? Sözgelimi Prof. Dr. Celal Şengör (ki Sayın Şengör kendi alanında şöhretli bir bilim adamıdır ama o bu konuyla değil, başka konularla gündeme gelmeyi tercih etmektedir.), Prof. Dr. Yalçın Küçük, Prof. Dr. Süheyl Batum, Prof. Dr. Emre Kongar ve diğerleri size neyi çağrıştırıyor acaba? Doç. Dr. Mazhar Bağlı / DİCLE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ




--
Blog Adresim
http://sivilinisiyatif.blogspot.com/
-------------------------------------------------------------------------
İster Mermi Kullansın, İster Oy Pusulası,
İnsan iyi nişan almalı, kuklayı değil kuklacıyı vurmalı...
-------------------------------------------------------------------------

MALCOLM X'İN AZİZ HATIRASINA (Son Günleri/Suikast):
http://www.youtube.com/watch?v=Vf8_oZf7nRo#GU5U2spHI_4


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..

Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.