Pakistan'da demokrasi oyunları oynayan ABD, Orta Doğu'da nükleer güce sahip ve önemli hedefleri bulunan bu ülkeyi kendisine düşman etme riski ile karşı karşıyadır. Pakistan'da 17 Mart tarihinde çoğunluğu muhaliflerden oluşan parlamento toplanacaktır. Generaller ABD'nin dostluğunu hatırlıyorlar. Ancak şayet yönetimde değişiklik düşünülürse onlar buna asla müsaade etmezler. Pakistan devlet başkanı uzun süre geri adım attı. Galiba onu iyice sıkıştırdılar. ABD'nin yeni büyük düşmana ihtiyacı bulunmaktadır.
Gözüken o ki Pakistan Meclisi, muhaliflerin eline geçiyor. Seçimlerden sonra sandıkların yüzde 70'i açıldı. Sonuçlara bakarsak parlamentoda esas yeri, yeni dünyasını değişmiş Benazir Butto'nun partisi Pakistan Halk Partisi (PHP) tutacaktır. Sonraki yeri ise diğer meşhur muhalif Navaz Şerif'in partisi Pakistan Müslümanlar Ligi (PML) kazandı. Yabancı gözlemciler mevcut devlet başkanı Pervez Müşerref'in partisinin seçimleri kaybetmesinin Pakistan'daki durumu setleştirebileceği ihtimalini göz ardı etmiyorlar.
Pakistan'daki meclis seçimlerinin geçen hafta Pazar günü gerçekleştiğini hatırlatalım. 2007 yılının 27 Aralığın'da Benazir Butto'ya yapılan terör saldırısından sonra, Butto hayatını kaybetti. Gelişen olaylardan endişe duyan Pakistan Merkezi Seçim Komisyon'u, seçim propagandasının başlama süresini 8 Ocak tarihinden 18 Şubat tarihine erteledi. Yalnız 17 Mart tarihinde meclis nihayet kurulmak zorundaydı.
Oy kullanma işlemleri 35 bin farklı mıntıkada gerçekleşti ve güvenlik maksadıyla bölgelerde 81 bin asker görev aldı. Ülke yönetiminde bulunanlar askerlerden oluşan güvenlik tedbirlerinin maksadının ülkede son zamanlar neredeyse âdet halinde gerçekleşen terör eylemlerine karşı alındığını iddia ediyorlardı.
Ancak muhalifler ise, askerlerin kendilerine karşı görev yapmak maksadıyla görevlendirildiklerini büyük bir içtenlikle söylüyorlardı. Seçim süresi boyunca yabancı gözlemciler defalarca Pakistan MSK'sının 'formal' ilişkilerinde muhaliflerin kusurlu gördüğü meseleleri ve şikâyetlerini göz önünde tutmadıklarına dair rahatsızlıklarını bildirdiler.
Gözüken o ki Pakistan siyasileri ülkenin yeni başbakanının adaylığı konusunda anlaşmaya varmışlardır. Perşembe günü hükümet başkanlığına terör eylemi neticesinde öldürülen Benazir Butto'nun eşi Asif Ali Zardarî'nin aday gösterileceği bekleniyor. Zardarî yakın zamanlara kadar rahmetli eşinin başkan olduğu Pakistan Halk Partisi'nin başkanlığını yapmaktadır. Şunu da hemen belirtelim ki Butto'nun bizzat kendisi, kocasının muhaliflerin liderliği koltuğunda kendisinden sonra vâris olarak oturması için aracılıkta bulunmuştu.
Pakistan'ın meşhur partisinin başkanının ölümünden sonra parti yöneticileri onun bir mektubunu halka açıkladılar ve bunun Butto'nun 'vasiyeti' olduğunu ilan ettiler. 16 Ekim 2007 tarihli bu belgede Butto kocasını 'on bir yıl altı ay hapiste geçirmesine rağmen davasından dönmeyen erkeklik ve dürüstlük' sembolü bir insan olarak tanıtıyordu. O, bizzat Zardarî'nin kendisine bir şey olduğu takdirde partiyi birleştirecek liderlik yeteneğine sahip olduğundan emindi. Ulusal seçimlerin sonuçlarına göre Pakistan Halk Patisi her kesten daha fazla milletvekiline sahip olacaktır. Bundan başka PHP Nevaz Şerif'in grubu tarafından da desteklenmektedir. Onun partisi MLP de seçimlerden ikinci parti olarak çıktı.
Binaenaleyh, siyasi uzmanlara göre yeni başbakanın onaylanması sadece teknik prosedür olabilir. Çünkü mevcut devlet başkanı Pervez Müşerref'in partisi her iki muhalefet partisinden de geride kalarak üçüncü oluyor.
Şimdiki sonuçlara göre Milli Assambley'de onun henüz 25 yeri, Pencab eyaletinde ise 45 yeri bulunmaktadır. Bununla beraber Müşerref'in Pakistan Müslümanlar Ligi Partisi'nin önemli simaları da artık seçimleri kaybettiler. Onların içinde partinin eski başkanı ve eski başbakan Çaudhi Şudjat Hüseyin Pencab eyaletinde Milli Parti'nin adayına kaybetti. Pencab belediye başkanı Çoudri Pervez Ellahi, eski Enformasyon ve Demiryolları Bakanı Şeyh Raşid Ahmed, eski Dışişleri Bakanı Hurşid Mahmud Kasurî ve eski Savunma Bakanı Rao Skandr İkbal da seçimleri kaybetmiş gözüküyorlar.
Bü günlerde ise seçimleri kazanan muhalif partiler hükümet koalisyonu kurmak hakkında anlaşmaya vardılar. Anlaşmaya göre cumhurbaşkanı Müşerref tarafından işlerinden atılan hakimler işlerinin başına geri döneceklerdir. Bunun sonucunda ise cumhurbaşkanı koltuğunu kaybedebilir.
Zardari ve Şerif yetkilerin paylaşılmasına dair de anlaşmaya vardılar. Her iki lider de cumhurbaşkanının iki önemli yetkisinin parlamentoda geçersiz sayma ve askeri birliklere komutan tayin etme yetkisinin elinden almak için her şeye yapacaklarını ilan ettiler. Pakistan'da çıkan siyasi krizi çözmek için yapılması gereken bu adım daha geçen senenin son baharında anlaşılmıştı.
Ancak iki partinin de anlaşa bilmesi için karşılıklı geri adım atmaları gerekti. Zardarî Şerif'in teklifini kabul etti ve hakimlerin işlerinin başlarına geri dönülmesi meselesini kabul etti. Şerif ise yeni hükümetin yemin etme töreninin cumhurbaşkanına yapması gerektiğini gönülsüz de olsa kabul etti. Çünkü daha önceleri PMLP'nin lideri, Müşerref istifa edinceye kadar hükümette yer almayacaklarını söylemişti.
Şerif 1999 yılından bu yana cumhurbaşkanını kişisel düşmanı saymaktadır. O zaman kara kuvvetleri komutanı general Müşerref kansız bir şekilde gerçekleşen darbe yapmış ve hükümet başkanlığı görevinde bulunan Şerif'i devirmişti.
Şimdilerde Pakistan meselesi ABD başkan adaylarının seçim konularının, ayrıca George Bush yönetiminin üst düzey yöneticilerinin ve bizzat kendisinin konuşmalarının önemli bir hissesini teşkil etmektedir. Henüz 2001 yılının baharında general Müşerref Pakistan'daki 'Taliban'a (yeni taliban) karşı savaş açtığını ilan ettikte onun uluslararası düzeyde sesi yeterince duyulmadı. Ancak 11 Eylül 2001 saldırıları durumu kökten değişti.
ABD, Sovyet askerleri 1989 yılında Afganistan'dan çekildikten sonra Pakistan'a olan gerçek ilgisi azaldı. Çünkü artık Pakistan savaş ülkesinin komşusu değildi. 90'lı yıllarda durmadan değişen Butto ve Şerif sivil hükümetleri ABD'nin Pakistan'a olan ilgisini artırmadı.
1999 yılının 14 Ekimin'de general Pervez Müşerref'in kansız gerçekleştirilen askeri darbeden sonra yönetime gelmesi, hükümetin gerçek seçilmiş başkanının yönetimden uzaklaştırılması ve ülkede olağanüstü hal ilan edilmesi önce Bill Clinton arkasından da George Bush hükümetini İslamabad'dan uzaklaştırdı.
George Bush, haçlı seferi 11 Eylül 2001 New-York'un ikiz kulelerine yapılan saldırıdan sonra başladı. O, bu olaydan sonra dış politikasının önceliği olarak uluslararası terörizme karşı savaş olduğunu ilan etti. ABD'nin dünya terörizminin bir parçası gibi Müslüman aşırı gruplara karşı açtığı savaş bir kaç istikamette yürütülüyordu. 2001'in son baharında Afganistan'a girdikten sonra 2003'ün baharında da Irak'a girildi. Pakistan'a bölgedeki – Taliban'a ve ülkenin Kuzey-Batı eyaletiyle Afganistan sınırlarında yerleşen el-Kaide savaşçılarına karşı yürütülen savaşta - en önemli müttefik ülke rolü verildi.
Sonralar ise İran'a yapılan 'nükleer baskı' politikası başarısızlığa uğradı ve gündeliğe Pakistan'ın 'nükleer sorunu' taşındı. ABD, hatta onun nükleer tesislerini muhafaza edilmesi için özel güvenlik planları da hazırladı. Şayet şimdiki siyasi kargaşa, atom bombası stoklarının aşırı gruplar tarafından ele geçirilirse o zaman bu plan yürürlüğe girecekti.
11 Eylül 2001 tarihinden sonra ABD, Pakistan topraklarında yerleşen askeri üsslerinden Afganistan'a karşı operasyonlar düzenlemek için kullandı.
Ancak bu üsslerin Pakistan'da bulunması uzun sürmedi. Amerikan askerleri Kabil'de Taliban rejimi devrildikten sonra PİC (Pakistan İslam Cumhuriyeti)'ni terk etti ve üssü Kabil'in kuzeyinde yerleşen Bahram'a taşıdı. O zamandan şimdiye kadar da Pakistan yönetimi Amerikan askeri birliklerinin ülkede yerleşmesini yasakladı.
Stratejik ortaklık Pakistan'a inanılmaz fırsatlar kazandırdı. 2001-2007 yılları arasında ABD, Pakistan'a farklı kanallardan 9.6 milyar dolar mali yardımda bulundu. Bunun 5.3 milyar doları Pentagon'dan temin edildi. Bu kaynağın önemli bir hissesi Müşerref yönetimine terörizme karşı savaşması için aktarıldı. 2003 yılında Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in ABD ziyareti gerçekleştiğinde, Washington ile İslamabad heyetleri arasında yapılan anlaşmaya göre Pakistan'a 3 milyar dolar değerinde ekonomik yardım yapıldı. Bu kaynağın Pakistan'a beş yıl süreyle verilmesi öngörülüyordu.
İmzalanan belgede ayrılan mali kaynağın nereye harcanacağı Amerikalılara has bir üslupla açık bir şekilde belirtiliyordu. Çünkü mali kaynağa göre ABD Kongresi ve bizzat Bush kendi vergi ödeyenlerine karşı sorumluluk taşımaktaydı. Belirtilen mali kaynak terörizme karşı savaş, nükleer silahın yayılmasının kontrol altında tutulması ve ülkenin demokratik yollarla gelişmesine harcana bilirdi.
Pakistan ise büyük finans desteğinin karşılığını fazlasıyla ödedi ve belirtilen yıllar içerisinde ABD silahlarının esas alıcısı oldu. 31 Aralık 2001 tarihinde son anlaşmalardan birisi imzalandı. Anlaşmaya göre Pentagon Lockheed Martin Corp şirketine 2010 yılının sonuna kadar İslamabad'a 18 adet F-16 savaş uçağının satmasına müsaade etti. Ayrıca anlaşma 12F-16C (tek taraflı) ve altı F-16D (iki taraflı) savaş uçağının hisselerinin bir araya getirilmesini de öngörüyor. Anlaşmanın değeri ise 498.2 milyar dolardır.
Ancak bugün ABD'nin Merkezi ve Batı Asya'daki siyasi ve askeri varlığının dominantlık ettiği bir zamanda şayet onları başarıya ulaştırmadıysa o zaman suçluyu dışarıda değil kendi içlerinde aramaları gerekiyor. Bundan başka MAGATE başkanı Muhammed el-Baradey'i de meseleyi daha da karmaşık hale getirdi. O, 8 Ocak 2008 tarihinde Beyrut'ta el-Hayat gazetesine şöyle bir demeç verdi: "İslamabad'taki nükleer başlık taşıyan silahlar, Pakistan veya Afganistan'daki aşırı grupların eline geçerse bu büyük tehlike arz etmektedir. Korkuyorum ki ülkede yaranmış kaotik durum 30-40 civarında nükleer başlıklı silahı teröristlerin eline geçirsin. Pervez Müşerref'in ülkede olağanüstü hal ettiği günden bu tarafa bütün dünya Pakistan'ın tehlikesizliğine göre endişe duymaktadır."
ABD'de yürütülen seçim propagandası süreci her şeyden başka bir özellik daha taşımaktadır. Hemen hemen bütün başkan adayları 'terörizme karşı savaş' nutukları içerisinde Pakistan'ın da ismini zikrediyor ve onun nükleer silahlarının kontrol edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Demokrat Parti adayı Hillary Clinton bu ülkeyi ziyareti sırasında şayet devlet başkanı olursa nükleer başlıkları kontrol etmek maksadıyla ABD-İngiltere'nin ortak hareket edeceğini ve güvenliği temin etmek için özel bir grubun oluşturulmasını teklif edeceğini bildirdi.
Pakistan ise NATO ülkelerinin, uluslararası teşkilatların, MAGATE'nin baskılarına rağmen yabancı gözlemcilerin nükleer başlıkların bulunduğu tesislere girişine müsaade etmiyor. Orta Doğu politikasındaki başarısızlığına rağmen ABD, hala bölgede dominantlık eden tek ülke olarak kalmakta ve bölgedeki gelişmelere direkt müdahil olmaktadır.
Irak'ta yürütülen askeri operasyonlardaki açık bir başarısızlık, İran nükleer silah meselesinde geri atılan adım ve s. meseleler ABD'yi kendisine yeni düşman aramak zorunda bırakacaktır. Bunu da 'demokrasi düşmanı veya bütün dünyayı tehdit' gibi göstereceklerdir.
Bu yeni düşman İslamabad olabilir.
Çeviren: İbrahim Ali
KAYNAK:DÜNYA BÜLTENİ
Gözüken o ki Pakistan Meclisi, muhaliflerin eline geçiyor. Seçimlerden sonra sandıkların yüzde 70'i açıldı. Sonuçlara bakarsak parlamentoda esas yeri, yeni dünyasını değişmiş Benazir Butto'nun partisi Pakistan Halk Partisi (PHP) tutacaktır. Sonraki yeri ise diğer meşhur muhalif Navaz Şerif'in partisi Pakistan Müslümanlar Ligi (PML) kazandı. Yabancı gözlemciler mevcut devlet başkanı Pervez Müşerref'in partisinin seçimleri kaybetmesinin Pakistan'daki durumu setleştirebileceği ihtimalini göz ardı etmiyorlar.
Pakistan'daki meclis seçimlerinin geçen hafta Pazar günü gerçekleştiğini hatırlatalım. 2007 yılının 27 Aralığın'da Benazir Butto'ya yapılan terör saldırısından sonra, Butto hayatını kaybetti. Gelişen olaylardan endişe duyan Pakistan Merkezi Seçim Komisyon'u, seçim propagandasının başlama süresini 8 Ocak tarihinden 18 Şubat tarihine erteledi. Yalnız 17 Mart tarihinde meclis nihayet kurulmak zorundaydı.
Oy kullanma işlemleri 35 bin farklı mıntıkada gerçekleşti ve güvenlik maksadıyla bölgelerde 81 bin asker görev aldı. Ülke yönetiminde bulunanlar askerlerden oluşan güvenlik tedbirlerinin maksadının ülkede son zamanlar neredeyse âdet halinde gerçekleşen terör eylemlerine karşı alındığını iddia ediyorlardı.
Ancak muhalifler ise, askerlerin kendilerine karşı görev yapmak maksadıyla görevlendirildiklerini büyük bir içtenlikle söylüyorlardı. Seçim süresi boyunca yabancı gözlemciler defalarca Pakistan MSK'sının 'formal' ilişkilerinde muhaliflerin kusurlu gördüğü meseleleri ve şikâyetlerini göz önünde tutmadıklarına dair rahatsızlıklarını bildirdiler.
Gözüken o ki Pakistan siyasileri ülkenin yeni başbakanının adaylığı konusunda anlaşmaya varmışlardır. Perşembe günü hükümet başkanlığına terör eylemi neticesinde öldürülen Benazir Butto'nun eşi Asif Ali Zardarî'nin aday gösterileceği bekleniyor. Zardarî yakın zamanlara kadar rahmetli eşinin başkan olduğu Pakistan Halk Partisi'nin başkanlığını yapmaktadır. Şunu da hemen belirtelim ki Butto'nun bizzat kendisi, kocasının muhaliflerin liderliği koltuğunda kendisinden sonra vâris olarak oturması için aracılıkta bulunmuştu.
Pakistan'ın meşhur partisinin başkanının ölümünden sonra parti yöneticileri onun bir mektubunu halka açıkladılar ve bunun Butto'nun 'vasiyeti' olduğunu ilan ettiler. 16 Ekim 2007 tarihli bu belgede Butto kocasını 'on bir yıl altı ay hapiste geçirmesine rağmen davasından dönmeyen erkeklik ve dürüstlük' sembolü bir insan olarak tanıtıyordu. O, bizzat Zardarî'nin kendisine bir şey olduğu takdirde partiyi birleştirecek liderlik yeteneğine sahip olduğundan emindi. Ulusal seçimlerin sonuçlarına göre Pakistan Halk Patisi her kesten daha fazla milletvekiline sahip olacaktır. Bundan başka PHP Nevaz Şerif'in grubu tarafından da desteklenmektedir. Onun partisi MLP de seçimlerden ikinci parti olarak çıktı.
Binaenaleyh, siyasi uzmanlara göre yeni başbakanın onaylanması sadece teknik prosedür olabilir. Çünkü mevcut devlet başkanı Pervez Müşerref'in partisi her iki muhalefet partisinden de geride kalarak üçüncü oluyor.
Şimdiki sonuçlara göre Milli Assambley'de onun henüz 25 yeri, Pencab eyaletinde ise 45 yeri bulunmaktadır. Bununla beraber Müşerref'in Pakistan Müslümanlar Ligi Partisi'nin önemli simaları da artık seçimleri kaybettiler. Onların içinde partinin eski başkanı ve eski başbakan Çaudhi Şudjat Hüseyin Pencab eyaletinde Milli Parti'nin adayına kaybetti. Pencab belediye başkanı Çoudri Pervez Ellahi, eski Enformasyon ve Demiryolları Bakanı Şeyh Raşid Ahmed, eski Dışişleri Bakanı Hurşid Mahmud Kasurî ve eski Savunma Bakanı Rao Skandr İkbal da seçimleri kaybetmiş gözüküyorlar.
Bü günlerde ise seçimleri kazanan muhalif partiler hükümet koalisyonu kurmak hakkında anlaşmaya vardılar. Anlaşmaya göre cumhurbaşkanı Müşerref tarafından işlerinden atılan hakimler işlerinin başına geri döneceklerdir. Bunun sonucunda ise cumhurbaşkanı koltuğunu kaybedebilir.
Zardari ve Şerif yetkilerin paylaşılmasına dair de anlaşmaya vardılar. Her iki lider de cumhurbaşkanının iki önemli yetkisinin parlamentoda geçersiz sayma ve askeri birliklere komutan tayin etme yetkisinin elinden almak için her şeye yapacaklarını ilan ettiler. Pakistan'da çıkan siyasi krizi çözmek için yapılması gereken bu adım daha geçen senenin son baharında anlaşılmıştı.
Ancak iki partinin de anlaşa bilmesi için karşılıklı geri adım atmaları gerekti. Zardarî Şerif'in teklifini kabul etti ve hakimlerin işlerinin başlarına geri dönülmesi meselesini kabul etti. Şerif ise yeni hükümetin yemin etme töreninin cumhurbaşkanına yapması gerektiğini gönülsüz de olsa kabul etti. Çünkü daha önceleri PMLP'nin lideri, Müşerref istifa edinceye kadar hükümette yer almayacaklarını söylemişti.
Şerif 1999 yılından bu yana cumhurbaşkanını kişisel düşmanı saymaktadır. O zaman kara kuvvetleri komutanı general Müşerref kansız bir şekilde gerçekleşen darbe yapmış ve hükümet başkanlığı görevinde bulunan Şerif'i devirmişti.
Şimdilerde Pakistan meselesi ABD başkan adaylarının seçim konularının, ayrıca George Bush yönetiminin üst düzey yöneticilerinin ve bizzat kendisinin konuşmalarının önemli bir hissesini teşkil etmektedir. Henüz 2001 yılının baharında general Müşerref Pakistan'daki 'Taliban'a (yeni taliban) karşı savaş açtığını ilan ettikte onun uluslararası düzeyde sesi yeterince duyulmadı. Ancak 11 Eylül 2001 saldırıları durumu kökten değişti.
ABD, Sovyet askerleri 1989 yılında Afganistan'dan çekildikten sonra Pakistan'a olan gerçek ilgisi azaldı. Çünkü artık Pakistan savaş ülkesinin komşusu değildi. 90'lı yıllarda durmadan değişen Butto ve Şerif sivil hükümetleri ABD'nin Pakistan'a olan ilgisini artırmadı.
1999 yılının 14 Ekimin'de general Pervez Müşerref'in kansız gerçekleştirilen askeri darbeden sonra yönetime gelmesi, hükümetin gerçek seçilmiş başkanının yönetimden uzaklaştırılması ve ülkede olağanüstü hal ilan edilmesi önce Bill Clinton arkasından da George Bush hükümetini İslamabad'dan uzaklaştırdı.
George Bush, haçlı seferi 11 Eylül 2001 New-York'un ikiz kulelerine yapılan saldırıdan sonra başladı. O, bu olaydan sonra dış politikasının önceliği olarak uluslararası terörizme karşı savaş olduğunu ilan etti. ABD'nin dünya terörizminin bir parçası gibi Müslüman aşırı gruplara karşı açtığı savaş bir kaç istikamette yürütülüyordu. 2001'in son baharında Afganistan'a girdikten sonra 2003'ün baharında da Irak'a girildi. Pakistan'a bölgedeki – Taliban'a ve ülkenin Kuzey-Batı eyaletiyle Afganistan sınırlarında yerleşen el-Kaide savaşçılarına karşı yürütülen savaşta - en önemli müttefik ülke rolü verildi.
Sonralar ise İran'a yapılan 'nükleer baskı' politikası başarısızlığa uğradı ve gündeliğe Pakistan'ın 'nükleer sorunu' taşındı. ABD, hatta onun nükleer tesislerini muhafaza edilmesi için özel güvenlik planları da hazırladı. Şayet şimdiki siyasi kargaşa, atom bombası stoklarının aşırı gruplar tarafından ele geçirilirse o zaman bu plan yürürlüğe girecekti.
11 Eylül 2001 tarihinden sonra ABD, Pakistan topraklarında yerleşen askeri üsslerinden Afganistan'a karşı operasyonlar düzenlemek için kullandı.
Ancak bu üsslerin Pakistan'da bulunması uzun sürmedi. Amerikan askerleri Kabil'de Taliban rejimi devrildikten sonra PİC (Pakistan İslam Cumhuriyeti)'ni terk etti ve üssü Kabil'in kuzeyinde yerleşen Bahram'a taşıdı. O zamandan şimdiye kadar da Pakistan yönetimi Amerikan askeri birliklerinin ülkede yerleşmesini yasakladı.
Stratejik ortaklık Pakistan'a inanılmaz fırsatlar kazandırdı. 2001-2007 yılları arasında ABD, Pakistan'a farklı kanallardan 9.6 milyar dolar mali yardımda bulundu. Bunun 5.3 milyar doları Pentagon'dan temin edildi. Bu kaynağın önemli bir hissesi Müşerref yönetimine terörizme karşı savaşması için aktarıldı. 2003 yılında Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in ABD ziyareti gerçekleştiğinde, Washington ile İslamabad heyetleri arasında yapılan anlaşmaya göre Pakistan'a 3 milyar dolar değerinde ekonomik yardım yapıldı. Bu kaynağın Pakistan'a beş yıl süreyle verilmesi öngörülüyordu.
İmzalanan belgede ayrılan mali kaynağın nereye harcanacağı Amerikalılara has bir üslupla açık bir şekilde belirtiliyordu. Çünkü mali kaynağa göre ABD Kongresi ve bizzat Bush kendi vergi ödeyenlerine karşı sorumluluk taşımaktaydı. Belirtilen mali kaynak terörizme karşı savaş, nükleer silahın yayılmasının kontrol altında tutulması ve ülkenin demokratik yollarla gelişmesine harcana bilirdi.
Pakistan ise büyük finans desteğinin karşılığını fazlasıyla ödedi ve belirtilen yıllar içerisinde ABD silahlarının esas alıcısı oldu. 31 Aralık 2001 tarihinde son anlaşmalardan birisi imzalandı. Anlaşmaya göre Pentagon Lockheed Martin Corp şirketine 2010 yılının sonuna kadar İslamabad'a 18 adet F-16 savaş uçağının satmasına müsaade etti. Ayrıca anlaşma 12F-16C (tek taraflı) ve altı F-16D (iki taraflı) savaş uçağının hisselerinin bir araya getirilmesini de öngörüyor. Anlaşmanın değeri ise 498.2 milyar dolardır.
Ancak bugün ABD'nin Merkezi ve Batı Asya'daki siyasi ve askeri varlığının dominantlık ettiği bir zamanda şayet onları başarıya ulaştırmadıysa o zaman suçluyu dışarıda değil kendi içlerinde aramaları gerekiyor. Bundan başka MAGATE başkanı Muhammed el-Baradey'i de meseleyi daha da karmaşık hale getirdi. O, 8 Ocak 2008 tarihinde Beyrut'ta el-Hayat gazetesine şöyle bir demeç verdi: "İslamabad'taki nükleer başlık taşıyan silahlar, Pakistan veya Afganistan'daki aşırı grupların eline geçerse bu büyük tehlike arz etmektedir. Korkuyorum ki ülkede yaranmış kaotik durum 30-40 civarında nükleer başlıklı silahı teröristlerin eline geçirsin. Pervez Müşerref'in ülkede olağanüstü hal ettiği günden bu tarafa bütün dünya Pakistan'ın tehlikesizliğine göre endişe duymaktadır."
ABD'de yürütülen seçim propagandası süreci her şeyden başka bir özellik daha taşımaktadır. Hemen hemen bütün başkan adayları 'terörizme karşı savaş' nutukları içerisinde Pakistan'ın da ismini zikrediyor ve onun nükleer silahlarının kontrol edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Demokrat Parti adayı Hillary Clinton bu ülkeyi ziyareti sırasında şayet devlet başkanı olursa nükleer başlıkları kontrol etmek maksadıyla ABD-İngiltere'nin ortak hareket edeceğini ve güvenliği temin etmek için özel bir grubun oluşturulmasını teklif edeceğini bildirdi.
Pakistan ise NATO ülkelerinin, uluslararası teşkilatların, MAGATE'nin baskılarına rağmen yabancı gözlemcilerin nükleer başlıkların bulunduğu tesislere girişine müsaade etmiyor. Orta Doğu politikasındaki başarısızlığına rağmen ABD, hala bölgede dominantlık eden tek ülke olarak kalmakta ve bölgedeki gelişmelere direkt müdahil olmaktadır.
Irak'ta yürütülen askeri operasyonlardaki açık bir başarısızlık, İran nükleer silah meselesinde geri atılan adım ve s. meseleler ABD'yi kendisine yeni düşman aramak zorunda bırakacaktır. Bunu da 'demokrasi düşmanı veya bütün dünyayı tehdit' gibi göstereceklerdir.
Bu yeni düşman İslamabad olabilir.
Çeviren: İbrahim Ali
KAYNAK:DÜNYA BÜLTENİ
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.