EROL GÜNGÖR

EROL GÜNGÖR


EROL GÜNGÖR (25 Kasım 1938 - 24 Nisan 1983)

UZMANLAŞMA MI, MÜTEBAHİR AYDIN MI ?


Onun hayatı, şahsiyeti ve fikirleri incelendiğinde, Türkiye'de bilinen
akademisyen tipinin çok ötesinde bir alimle karşılaşırız. Erol
Güngör'ü anlayabilmek, ondan bahsedebilmek için onun mütebahiresinin
farkında olmak gerekir. O, dilimize, edebiyatımıza, tarihimize,
dinimize; yani kültürümüzün ana kaynaklarına hakim bir mütefekkirdi.
Erol Güngör, sade, akıcı ve anlaşılır bir üslubu derinliğiyle
birleştirebilmiş ender kalemlerdendir. Onun Türkçe'ye olan tasarrufu
kendisine has bir üslubu inşa etmiş ve okuyucunun ilgisini
toplamıştır. Öyle ki hocası Mümtaz Turhan'ın bile Osmanlıca kelimeleri
düşünceyi en iyi aksettirebilecek şekilde kullanabilmek için kendisine
danıştığını biliyoruz. Aslında son yıllarda iyiden iyiye gündemimizi
meşgul eden 'bir sahada uzmanlaşma' meselesinin Erol Güngör örneği iyi
anlaşıldıktan sonra sorgulanması gerekir.

Erol Güngör'ün de dahil olduğu sosyoloji ve düşünce geleneğinin bir
başka önemli temsilcisi olan Yılmaz Özakpınar, onun çok cepheliliğini
şu cümlelerle anlatıyor: "Erol Güngör, müstesna bir zihni terkipti.
Onda Ahmet Hamdi Tanpınar'ın sanatkar ruhu, Yahya Kemal Beyatlı'nın
tarih duygusu, Mümtaz Turhan'ın ilim zihniyeti ve Anadolu velilerinin
ilhamı vardı." Erol Güngör bize ilim sahalarının ilişkilerini,
özellikle sosyoloji ve tarihin birbirinden ayrılamayacağını; içinde
yaşadığı toplumun tarihini, düşünce verimlerini ve kültürünü iyi bilen
bir sosyologun neler üretebileceğini yaptığı çalışmalarla gösterdi.
Her kültürün klasikleri vardır ve bu klasikler mutlaka mühim bir insan
potansiyeli tarafından bilinir, okunur ve tartışılır. Bizdeki okumuş
insan kaynağı ise büyük çoğunlukla mesleki çalışmalarının vakit
bırakmadığı mazeretine sığınır. Biz bu yoğun mesleki çalışmaların
bilimsel neticelerini merak ederken bakın Erol Güngör bu konuyla
ilgili neler söylüyor: "Bir vilayete İstanbul'dan bir vali geldiği
zaman ilk 10-15 gün içerisinde oranın halkından, yerlilerden kendi
etrafında gayet kuvvetli bir kültür çevresi topluyordu ve bunlarla
birlikte orası için gerçekten bir meşale hizmeti görebiliyordu. Şimdi
Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde yüzlerce mühendisimiz, şu veya bu
teknik sahasında yetişmiş gayet iyi insanlarımız vardır ama bu şekilde
bir kültür çevresi meydana getirebilecek kimselerimiz yok denecek
kadar azdır."
Bir sahada uzmanlaşma meselesinin bir başka boyutu da aşırı
sistematize edilmiş bir bilgi çerçevesinin içine gömülerek, sahip
olduğumuz birikime modernite'nin kalıplarıyla yaklaşmaktır. "Bilimsel
ve rasyonel olalım" derken iş öyle bir yere gidiyor ki, neredeyse
bütün kavramlar batıdaki varlıkları ölçüsünde dikkate alınıyor.
TOPKAPI SARAYININ FARKI NE ?
Erol Güngör'de sosyoloji ve tarihin birlikteliğine net bir örnek
olarak Topkapı Sarayı`nın ismiyle müsemma bir saray değil her
parçasıyla orada yaşayanların mütevazılığını yansıtan bir yönetim
merkezi olduğu tespiti gösterilebilir. Erol Güngör, Topkapı Sarayı
için şöyle diyor: "Turistlere bilgi ve istikamet vermek üzere konulan
levhalar olmasa Topkapı Sarayında padişahların yaşamış oldukları bile
kolay anlaşılmaz. Bu adamlar kendi şahsiyetlerini inandıkları kıymet
sistemi uğrunda silmekle uğraşmış gibidirler. Topkapı Sarayı Tanrı'ya
ve onun kullarına hizmet etmek için kurulmuş mütevazi bir tekkedir.
İslam dünyasının en büyük mabedini yaptırmış olan hükümdarın burada
kendisi için yaptırdığı yer, bir dervişin çilehanesinden büyük
değildir". Bu tespit bir mekanın sadece maddesiyle değil işleviyle ve
ona emsal zannedilenlerle mukayese edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Uzun
yıllar tartışılıp bir çözüme varılamayan bir çok konuya orijinal
tespitleriyle açıklık getiren Erol Güngör, pek çok okuyucusunun
zihninde "düşünmeyi öğreten adam" olarak yer etmiştir.
Böyle büyük beyinlerin hayatlarını sadece okumak-düşünmek ve yazmakla
geçirmesi gerektiği genel bir kanaattir, fakat Erol Güngör gibi biraz
evvel sıraladığımız üç faaliyeti hayatının vazgeçilmezleri halinde
benimsemiş ve uygulamış bir ilim adamının hayatı, şahit olan herkesin
başarısını takdir ettiği bir idarecilik görevindeyken son bulmuştur.
O, Selçuk Üniversitesinin rektörü olarak Konya halkının gönlünü
kazanmış, halkla üniversiteyi bütünleştirerek şehirde büyük bir
canlanmayı meydana getirmiştir. "Camideki Rektör"e duyulan sevgi
şehirdeki bütün otobüslerin cenazesi için tahsis edilmesine sebep
olmuştur.


ÖN SAFTA ÇARPIŞAN MUHARİP GİBİ…
Aslında kendisi de Erzurum Atatürk Üniversitesi için büyük emek sarf
etmiş olan Prof. Mehmet Kaplan, Erol Güngör'ün ölümünden sonra,
"Şahsen bir fikir adamının idareci olmasını doğru bulmadığımı
kendisine yazdım. Fakat o, kendisini bir savaşın içinde ön safta
çarpışan bir muharip gibi hissediyordu." diye yazmıştı. Bütün
çalışmalarını "Bu Ülke"nin terkibini yakalayabilmek için yürüten Erol
Güngör bulunduğu her yerde kendi orijinalitesini ortaya koyan bir
aydındı. Erol Güngör İstanbul Üniversitesinin koridorlarını, Marmara
kıraathanesiyle birleştirmiş, yıllarca okumuş, dinlemiş, düşünmüş ve
yazmıştır. Teoriyle pratiği birarada götürüp kendi ifadesiyle "Çağdaş
bir Türk milli kültürünün kurulması"nda katkıda bulunabilmek için
zihninin ve zamanının bütün imkanlarıyla çalışmıştır. Erol Güngör'ün
ilim ve düşünce aşkı en yakınlarına dahi "Vaktimiz az, konuşmayı ona
göre yapmak lazım." demesine sebep olan bir hassasiyet seviyesindeydi.
Ne yaptığı doktora çalışmasından kimsenin haberi oluyor ne de profesör
olduğu gün bunu aynı binada çalıştığı eşine söyleme gereği duyuyor.
Onun bu iddiasız, sadece kendi yolunda yürüyen ve dolayısıyla kendi
gündemini oluşturabilen, ünvanlara ve mevkilere değil sadece ne
üretildiğine önem veren kişiliğinden alacağımız çok büyük dersler var
PARADİGMANIN DIŞINDA BİR ADAM
Erol Güngör henüz ortaokul çağlarındayken Osmanlıca öğrenmiş, daha
üniversite öğrencisi olmadan, yerli-yabancı klasikleri hafızasına
yerleştirmiş; bu çabaları dolayısıyla geleceğinin işaretini vermiştir.
Onun eski yazıyı öğrendiği yıllar, Türkiye'nin bürokrasisinde ve
eğitim müesseselerinde körü körüne batıcılığın hüküm sürdüğü yıllardı.
Batılı insanın "Über Mensch", kalanların "Mensch" olarak
nitelendirildiği o yılların ortamında ve kamuoyunda Batı'nın dışında
bir insan modeli olabileceğini söylemek adeta zeka yoksunluğuyla bir
tutuluyordu. Batı uygarlığını 'tek seçenek' telakki eden 'standart
aydın'ımız yerli kültürün imkanlarını kullanmamış ısrarla üzerini
örtmüştür. Aslında dünyanın hiçbir yerinde toplumu birarada tutan
değerler tartışma veya ideolojik kamplaşma konusu haline getirilmez.
Hiç kimse varoluş sebebini bu değerleri yozlaştırmakta veya ortadan
kaldırmakta bulmaz. Erol Güngör, bu toplumun birlikte yaşama iradesini
ortaya çıkaran "asli değerler"in, "ideal değerler" haline gelmemesi
için çabalıyordu.
Erol Güngör ve onun gibi az sayıda aydın işte bu zor zamanlarda
sorgulanamaz, yanlışlanamaz zannedilen batılı bilgiyi sahip oldukları
alternatif değerler sistemi ve medeniyet birikiminin verdiği özgüvenle
sigaya çekmeye başladılar. Aynı zaman diliminde istisnalar haricinde
yayıncılık anlamında ne varsa bunların birinci özelliği kaliteli olmak
değil yerli olmamaktı. 20. yüzyılın Türkiye'sine baktığımızda,
Nurettin Topçu'nun "Hareket", Necip Fazıl'ın "Büyük Doğu", Peyami
Safa'nın "Türk Düşüncesi" gibi dergiler çıkararak, yanlarında az
sayıda insanla birlikte yerli düşünceyi yeniden inşa etmek ve kamuoyu
oluşturmak mücadelesini verdiğini görüyoruz. Erol Güngör de bu
mücadeleyi akademik sahada veren en önemli isimlerden biridir. O,
"Kültürde kesiklik, kopukluk olmaz, devamlılık esastır" diyor, eski ve
yeni deyince birbirinden farklı iki ayrı yapıyı değil, bir süreklilik
içinde değişen kültür formlarını kastediyordu. Biz milletimize ait
tarihi kültür birikimiyle, mevcut yüzeyselliği ve kalıpları aşıp
sağlam bağlar kuramadığımız için geçmişte üretilerek uygulanan ancak
kavramlaştırılmayan çözüm yollarını da bilmiyoruz. Erol Güngör
kendisini takip edenler için bu nevi bir "köklü düşünme" ortamını
oluşturmaya çalıştı.
"HER DEĞERE DOST, HER SAHTEYE DÜŞMAN"
Hafızasını kaybetmiş bir insan sokağa bırakılsa, ne yapacağını, nereye
gideceğini bilemeden döner, dolaşır. Tarihini, tecrübelerini unutmuş
bir toplum da sağlam bir duruşa sahip olamaz, yaşadığı hayata da hakim
olamaz. Asıl yapılması gereken asırların biriktirdiği büyük tarih
tecrübesiyle ilgili bir bakış açısı geliştirmek ve yaşadığımız kültür
şokunun sancılarını ortadan kaldırmaya yarayacak zerre kadar bilginin
peşine düşmektir. Bilmediğini ve anlayamadığını yok sayan bir
yarı-aydın topluluğu arasında, karşılaştığı her meseleyi anlamaya ve
anlamlandırmaya çalışan Erol Güngör şu satırlarıyla anlayışa, itidale,
sağlam bir bakış açısına ne kadar ihtiyacımız olduğunu ifade ediyordu:
"Türk münevveri yüz yıl önceki Türkçeyi kullanmayacak ama bin yıl
önceki metinleri bile anlayacak, yeni harfleri kullanacak ama
üniversite kapısı önündeki kitabeyi görünce alık alık bakmayacak,
demokrat olacak ama atalarının siyasi ve idari dehasından
faydalanmasını bilecek; bir Osmanlı Türk'ü gibi ayakları yerde başı
dik, gönlü geniş, kalbi metin olacak hiç bir zaman basitliğe
düşmeyecek."
İnsanın, yani düşünen bir beynin, hisseden bir ruhun bulunduğu yerde,
burası ulaşabileceğimiz en son noktadır, demek kendi kendini tahribi
başlatır. Gerçek kültür ortaya bir insan modeli koymaktır. Şahsiyetin
yani ferdi sorumluluk bilincinin ortaya konulmadığı yerde, gelişmek ve
ilerlemek ancak slogan olabilir. Bununla birlikte kültür canlılığını
kaybettiği için dayandığı temeller, gelecek nesillere sağlıklı bir
biçimde aktarılamaz. Kelimelerin manaları yaşanan kültürün
çerçevesinde yüklenir. Yaşanabilirlik ortadan kalktığında kullanılan
bir çok kelime kafalardaki mana yükünü kaybetmeye başlar.
Erol Güngör'ün her satırı okuyana 'kendi kafasıyla düşünen insan'
olmayı tavsiye ediyordu. Erol Güngör, her yerden alınması gerekeni
alıp kendi çizdiği yolda yürümesini bilen aydınların yetişmesini
hayati bir mesele olarak görüyordu.
"Gençler ideoloji yerine fikir sahibi olmalı" derken okuyucusunu kendi
zihninin imkanlarını harekete geçirmeye, kendi kendisini ciddiye
almaya çağırıyordu. Erol Güngör hayatını Türkiye'de ciddi bir ilim ve
düşünce geleneğinin kurulmasına hasretmişti. O, yaşadığı devre hakim
olan günlük tartışmaların ve yüzeyselliklerin etkisinde kalmadan
çalışmalarını yürütüyor, en çok dillerde dolaşan kavramların dahi
içinin boşaltıldığı bu ortamda geleneği düşünerek ve gelenekten
hareketle düşünerek taşları yerine oturtuyordu. Aynı kelimelerden
farklı anlamlar çıkarma ve dolayısıyla ortaya çıkan kavram kargaşası
bugün de devam ediyor ve Türk fikir hayatı Erol Güngör gibi 'anlamayı'
ve 'inşa etmeyi' karakteri haline getirmiş aydınlara ihtiyaç duyuyor
--
Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur.

DIŞIM PIRIL PIRIL TÜRK
İÇİM ALEV ALEV İSLAM
İÇİM DIŞIMA HAKİM,
DIŞIM İÇİME TUTSAK!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..

Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.