Ulus devlet - Bölüm I: Ulus mu devlete aittir yoksa devlet mi ulusa?
Beğeni ile izlenen LOST adlı dizi bir grup insanın ıssız bir adaya düştükten sonraki hayatta kalma çabalarını konu alıyor.
Kazanın ilk şokunu atlattıktan sonra yavaş yavaş organize olmaya başlayan bu kazazedeler devlet-millet ilişkilerini yeniden düşünmek için adeta canlı bir laboratuar gibiler. Önceleri daha çok bireysel davranırken gittikçe ortak ihtiyaçlar ve ortak korkuların güdüsüyle bir "milletçik" oluşturuyorlar. Ayrı ufuklardan gelmiş olsalar da kısa "ortak geçmişleri" yani geçirdikleri uçak kazası ve "ortak gelecekleri" (adadan kurtulmanın imkânsızlığı) onları birbirlerine yakınlaştırıyor.
Tarımla, av ve balıkçılıkla uğraşanlar baştan beri gruba büyük yarar sağlayan doktora katılıyor. İşte bu ortak hizmetler "kamu hizmeti" dediğimiz şeyin de ilk çekirdeğini teşkil ediyor adeta.
Lost gibi bir senaryo açısından devlet, kamusal hizmetleri üretecek soyut bir varlık, bir tür kurum. Küçücük topluluklar için bile devlet (veya imece benzeri bir organizasyon) gerekli çünkü bireysel çabalarla doyuramayacağımız (veya çok pahalıya patlayacak) bazı ortak ihtiyaçların gene ortak imkânlar kullanılarak doyurulması gayet akıllıca.
Devlet kontrolden çıkar mı?
Bu noktaya kadar her şey basit, devlet aslında "biziz". Mesela her gün sırayla dereden su getiren kadınız veya gece köyün koyunlarının başında nöbet tutan çobanız. Ama devlet bir büyüdü mü kontrolden de çıkıyor. Köylü devlet dairesinde azar işitiyor. Devlet eğitim amacıyla kendi topraklarında kendi vatandaşlarının yaşadığı yerlere bomba attırabiliyor. Ülkeyi dış düşmanlardan korumak için kurulmuş bir yeniçeri ocağı kazan kaldırıp kendi ülkesini işgal edebiliyor!
Bir bakıyorsunuz dedelerinizin kurduğu devletin topraklarında etnik kökeniniz veya dinî inançlarınız yüzünden ikinci sınıf vatandaş durumuna düşmüşsünüz. Anadiliniz yasaklanmış. Kilisenizi veya havranızı tamir ettiremiyorsunuz. Herkesle aynı vergiyi ödediğiniz halde başınızı örttüğünüz için devletinizin polisi sizi coplarla kovalamaya başlamış.
Okuduğunuz kitapları, gittiğiniz toplantıları, üye olduğunuz dernekleri devletinizin memurları fişlemiş, "idamlık solcu-sağcı, çaycı, simitçi" oluvermişsiniz bir gecede.
VIDEO : Bir sağcı asalım bir de solcu, iki sağcı, iki solcu!
Devletin bedeli?
Yukarıda Lost örneği ile özetledik, devlet gerekli. Ama varlığı bedava değil. Ortak ihtiyaçlarımızın karşılanması için icad ettiğimiz bir "kamu hizmeti" elbette ödenmeli. Vergilerimizle orduyu, itfaiyeyi, sağlık hizmetlerini destekliyoruz. Maddî fedakârlıklarda bulunduğumuz gibi bazı özgürlüklerden de fedakârlık edebiliyoruz bazen: Zorunlu askerlik meselâ. Devlet görevlilerine itaat ediyoruz. Polis "dur!" deyince durmak gerek. Üzerimizi, evimizi arayabilir, telefonlarımızı dinleyebilir. Bunlar bazı koşullar altında da gerekli olabilir elbette. Ama devlete verdiğimiz her yetki bizim özgürlüklerimizi biraz daha kısıtlıyor. Ve özgürlüklerimizin toplamı sınırsız değil.
Kötü idare edilen bir devlet vergilerimizi ziyan ettiği gibi özgürlüklerimizi de ziyan ediyor. Bir adamın 40 koyunu korumak için tuttuğu çoban ondan her gün için bir koyun isterse kırkıncı günün sonunda korunacak sürü kalır mı? Buna alış-veriş değil sömürü demek icab etmez mi?
Hal böyle iken bizi dış düşmanlardan, bölünmekten, irticadan, emperyalizmden korumak için devletin bazı kurumları işgal ordusu gibi davranırsa "vatandaşın bundan kazancı nedir?" diye sormak gerekmez mi?
Devlet alfabe değiştirir mi?
Hemen bütün polisiye filmlerde suçlular yakalanmamak için parmak izlerini silerler. Kendilerini aklayan başka bir senaryonun meselâ intihar ihtimalinin polis tarafından kabulünü kolaylaştırırlar. Böylece adalet mensuplarının "tarihi okuması" engellenmiş olur. Gerçek saklanarak yerine bir "yanılgı" yerleştirilir.
Bir devlet de alfabe değiştirdiği zaman o "miladî" tarihten önce yazılmış olan tarihi okunmaz kılar. Parmak izi silme meselâ ceset yakmaya bakarak ne kadar temiz bir önlem ise alfabe değiştirmek de o kadar temizdir. Bir düşünün, Padişahların bütün yazışmalarını, Saray'ın arşivlerini, bütün Osmanlıca kitapları toplayıp yakmak, Osmanlı'dan ve Selçuklu'dan kalma bütün çeşmeleri, camileri, han ve hamamları yıkmak yerine alfabeyi bir değiştiriyorsunuz ve bir çırpıda bin yıllık tarih çöpe. Daha doğrusu yeni kuşakların geçmişi anlama şanslarını ortadan kaldırıyorsunuz.
Dedik ya, devletin eline verdiğimiz her yetki bizim "pastamızdan" bir şeyler eksiltiyor. Devlet kendisini kültürün sahibi olarak görünce o kültürü yıkmak için de bizden izin almaya gerek görmüyor.
Biz de kendi yaşadığımız topraklarda Lost dizisindeki zavallılar gibi etrafa bakıyoruz. "Devlet nedir? Millet nedir? Osmanlı mıyız yoksa Türk mü?" diye sorguluyoruz kendimizi, tarihimizi. Çünkü boş beyaz bir kâğıttan başlamaya mahkûm edildik. Dil devrimi dilimizi ve kültürümüzü devirdi, bizler de altında kaldık.
Tarihimizi bilmediğimiz için bugünü anlamıyoruz. Yarın ise bir korku filmi gibi. Cahillikten her yerde komplo teorileri görüyoruz. Sorunlarımızı çözmek için şiddetten başka bir yol bulamıyoruz.
Adeta ıssız bir adaya düşmüş yabancılar gibi gölgemizden bile korkuyoruz, komşu ülkelerden, iç ve dış düşmanlardan hatta birbirimizden bile… Tabi bu korku devlete dört elle sarılmak için yeni bir sebep oluyor! Korku içindeki gençlerimiz ise İstanbul'da, Malatya'da, Trabzon'da, İzmir'de ellerini kana buluyor, Hıristiyan vatandaşlarımızın canlarına kıyarak korkularını yenmeye çalışıyorlar.
Bir Fransız 1539′da yazılmış ve aşağıda kopyasını sunduğumuz bir resmî yazının orijinalini kolaylıkla okurken biz dil devrimini yapan insanın 1920′lerde yazdığı Nutuk'u okumaktan aciziz. Çünkü darbe sadece alfabeye vurulmamış, kelimeler de değiştirilmiş. Dolayısıyla orijinal metin yeni Türk alfabesi ile dizilse de kimsenin hatta Kemalistlerin bile Atatürk'ü anlamasına imkân yok! Bu yazının kaleme alındığı 26 aralık tarihinde Kemalizm hakkındaki anketimize verilen cevapların %80′inin Kemalistler ile Kemalizm arasındaki anlayış farkına işaret etmesi acaba insanların Nutuk'u anlayaMAmasının bir işareti değil mi?
Konfiçyüs boşuna dememiş "bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız işe dilinden başlayın" diye.
(Resmi tam boy görmek için üzerine tıklayabilirsiniz.)
Bu paragrafı eski Fransızcanın farklarına rağmen çok rahat anlaşılabilen orijinal metinden bir alıntı ve Türkçe çevirisi ile bitiriyoruz:
art. 110. Que les arretz soient clers et entendibles
Et afin qu'il n'y ayt cause de doubter sur l'intelligence desdictz arretz. Nous voulons et ordonnons qu'ilz soient faictz et escriptz si clerement qu'il n'y ayt ne puisse avoir aulcune ambiguite ou incertitude, ne lieu a en demander interpretacion.
Türkçesi: Madde 110. Hiç bir şüphe uyandırmaması ve net bir şekilde kavranabilmesi için kararnameler açık ve anlaşılabilir olmalı. İstiyoruz ve emrediyoruz ki hiç bir çok-anlamlılık veya belirsizlik bulunmamalı, yoruma gerek duyulmamalı.
Devlet tarih yazar mı?
Evet, yazar. Neden?
Yazlık bir ayakkabıyı kara kışın ortasında hem de yüksek bir fiata satmak isteyen bir satıcı ne yapar diye soralım önce. Elindeki ayakkabı ne sıcak tutacak ne de su geçirmeyecek cinsten. İlk bakışta da belli oluyor. O halde müşterisi için bir takım uydurma faydalar üretecek:
- - Sizin gibi öğretmenler hep bu ayakkabıyı alıyor,
- - Bu renk sizi çok açtı,
- - Geçenlerde Gülben Ergen geldi, aynı ayakkabıyı aldı,
- - Bu ayakkabı okunmuştur, sizi nazar ve büyüden korur!!!
Tarih yazmak bir devletin en önemli işlerinin başında bile gelebilir. Çıkarları halkın çıkarları ile paralel olmayan her ulus-devlet resmî tarih yazar. Zira bir devleti meşru kılan şey halka verdiği hizmetler değil de etnik aidiyet hissinin kamulaştırılması ise ulusun tarifi yani "ortak" tarihi de siyasî bir aygıt olur:
- - Biz hepimiz Orta Asya'dan geldik,
- - Atalarımızın kanlarıyla sulanmış bu kutsal topraklar…
- - Türk milleti seçilmiş bir millettir,
- - Toprak uğrunda ölen varsa vatandır,
- - Devletin milletiyle bölünmez bütünlüğü,
- - Alevi Kürtler aslında Ermenidir,
- - Kürt yoktur, onlar dağ Türk'üdür,
- - Birinci Dünya savaşına bizi İttihat ve Terakki cemiyeti değil Almanlar soktu,
- - Birinci dünya savaşında yenilmedik, yenik sayıldık,
- - Türk'e Türk'ten başka dost yoktur.
Her ulus-devlete bir ulus lâzım ama tersi doğru değil!
Kemalist bir forumda yazılmış şu satırlar ne güzel özetliyor hadiseyi:
« … Atatürk vardı, ve ulusu kurtarmadı, ulusu yarattı, şekillendirdi… »
Türkiye'de yaşayan insanların artan demokratik talepleri Kemalist kesimde büyük sıkıntı ve panik başlattı. Zira artık insanlar efendilik taslayan bir ulus devlet değil halka hizmet eden, seçimle değiştirilebilen ve kurumları da halka hesap veren, "normal" bir devlet istiyor.
Bu taleplere yanıt veremeyeceğini bilen ulus devletin kapıldığı panik elle tutulur, gözle görülür bir hal alıyor git gide. Eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER'in, Temmuz 2007′de Harp Akademileri Konferansı'nda yaptığı (küresel komplo teorileri ile dolu) konuşmasından bir alıntı ile bitiriyoruz makalemizi:
"…Temeli Atatürkçü düşünceye dayalı çağdaş Cumhuriyet'te huzur da, denge de, istikrar da, ancak laiklik, bölünmezlik ve ulus devlet yapısı güvenceye alınıp sürdürülerek sağlanabilecektir. Unutulmamalıdır ki, bu ülkeye ve rejimimize en büyük kötülük, aymazlıktan gelmektedir ve bundan kurtulmak rejimi korumanın koşuludur… Ülkelerin yönetim sistemlerinin değiştirilmesine direnen en önemli ögeler, ulus devletlerdir. Bu nedenle, ulus devletlerin parçalanıp yok edilmesi ya da bölünüp siyasal denetime alınması küresel sistemin başarısı için gerekli görülmektedir... Ulus devletin, Ulus birliği ve Ülke bütünlüğünün, tekil devlet ve laik Cumhuriyet'in koruyucusu ve güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri de, ilk kez iç ve dış odakların hedefi durumuna gelmiştir. Bu odaklar niyetlerini açıkça sergileyerek işi "hesap sorma" söylemine kadar vardırmışlardır.
--
Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır.
http://dava-vatan.blogspot.com/
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.