26 Haziran 2008

ŞEKLEN K.AYRILIĞI; YARGIÇLAR VE SAVCILAR


Mustafa Nevruz SINACI
Günümüz Türkiye’sinde 150’liklerin affından, vatan haini kadrocuların devlette hakim unsur haline getirilmesine; Bunlarında dönme-devşirme sabatay-ateist, mason ve misyonerleri devlet kadrolarına taşıma, Amerikan gönüllüleri ve AB provokatörleri ile sistematik tahkimle yozlaşmayı tırmandırma amaçlı sinsi-gizli bir süreç vardır.
Özellikle 27 Mayıs kalkışma, millete ihanet ve isyan hareketi ile “Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbının 36 yıllık temel Ana-Yasası’nın bilerek ilgası” 1961 belgesinin “Milli Devlet” ilkesinin imhası ve üniter (parçalardan müteşekkil) devlet usulünün ihdası ile başlayan dönem bilinçli bir “Türklükten arınma, İslâm-ı dışlama, milli-manevi-ilmi, kültürel değerleri silme ve Amerikanlaşma sürecidir; Bu süreçte vaki hukuk dışı aflarla beslenen psikolojik savaş süratle güç kazanarak müthiş bir erozyon ve toplumsal travma nedeni olmuştur. Sonuç: Sistematik yozlaşma duyarsızlık, sorumsuzluk, kaygısızlık, kasıtlı ve art niyetli bir entelektüel cehalet; Yahut şuur-bilinç kaybı veya bazı dahili bedhahlar ile bunların doğal uzantıları olan dış güçler güdümünde bir “körler ve sağırlar” diyalogu; 10 yılda devlet çivilerinin çıkması (12.3.1971) müteakip 10 yılda “tuz kokması” (12 Eylül 1980) ve 28 Şubatta göstermelik bir revizyon…
ANCAK: 27 Mayıs utancına son vermek ve melanet bir kutlamayı (!) kaldırmak gibi yüksek bir mazhariyete mazhar 12 Eylül gerçekten Türk İnkılâbı taraftarı, Atatürkçü ve içten içe bir vatanseverlik motifine sahip olup 82 Anayasası olabildiğince bu motiflerle dokuludur. Bu nedenle çok şikâyet konusu olmuş ve sürekli delinme-değiştirilme gereği duyulmuştur.

Buna rağmen 12 Eylül sürecinde ülke AB’ye katılma mod’undan ‘bağlanma’ moduna geçirildi. 95 GB Anlaşması ile egemenlik mülga oldu. Bağımsız adalet kavramı rafa kalktı, AB müktesebatı hür ve hükümran (TBMM) iradesinin üstüne çıktı.
Türk Milletinin bağımsız yargıçları buna sessiz kalma gafletini gösterdiler.
Cumhuriyetin savcıları alenen “vatana ihanet suçu” işleyen politik-acılara müdahale edemedi. TSK-Türk Ordusu “Milli Dava Kıbrıs’ın” pazarlık masalarında peşkeş çekilmesine katlandı. Süreçte vaki Anayasa değişikliklerinin büyük bir bölümü Türk hukukuna, din, adet, örf- töre ve geleneklerine (objektif hukukun temel dayanak-kaynak ve ilkelerine) aykırıdır. Buna rağmen Yargıçlar, C. Savcıları ve devletin istiklal ve istikbalini korumakla memur ve mükellef TSK-Ordu sessiz-sözsüz, inisiyatifsiz ve müdahalesiz kaldı. NEDEN ?!...
Oysa Anayasa, Yargı Yetkisi “Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” (Md: 9) EGEMENLİK: “Kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. (Md:6) EŞİTLİK: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. (Md:10)
Anayasanın Bağlayıcılığı ve Üstünlüğü: Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan “TEMEL HUKUK” kurallarıdır. Kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz.” Demiyor mu idi?
BUNA GÖRE: Anayasa da açıklanan ve tanımlanan kuvvetler ayrılığı ilkesinin şeklen değil esastan algılanması ve yukarda beyan edildiği üzere; Taraf Cumhuriyet Savcıları, yargıç ve TSK tarafından “ayrı ve bağımsız bir güç” (Milli denge unsuru-stabilizatör) görevlerinin icap ve gereklerine sadık kalınarak uygulanması halinde bu felaket yaşanmayacaktı.
Önleme ve önlem alma yolunda illâ birilerinin itiraz ve davası şart değildi.
Zira kuvvetler ayrılığı ilkesinin esası doğal olarak birbirini denetleme, tertip-teşebbüs ve fiili durumdan vazife çıkartarak harekete geçmedir. İlke şekli değil esasidir. Esas “mutlak hukuk” şartını muciptir. Yani: Doğrudan müdahale… Yani birilerinin şikâyetini değil…
KAMU VİCDANI YARGI’DAN MÜŞTEKİDİR
Mustafa Nevruz SINACI Eğer ilk (orijinal) şekle, Anayasanın bütünü itibarıyla mana ve muhtevasına bakarsanız bu ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin; Türkiye Cumhuriyetinin bütün usul ve unsurları ile mükemmel bir “hukuk devleti” bağlamında tertip olunduğunu açıkça görürsünüz.

Buna göre: Anayasa temel kanundur. Kanunların ANA’SI, insan hakları, adalet ahlâkı, eşitlik ve hukukun mâbedidir. Bu anlamda millete gidilmeden ve milli mutabakat olmadan zırt-pırt değiştirilemez. Anayasayı değiştirme yetkisi yasamanın değil bizatihi milletin hakkıdır. Dolayısıyla yasama tarafından çıkartılacak hiçbir kanun anayasaya aykırı olamaz. Hiçbir kişi, kurum veya teşekkül ‘kanunlarla tanımlanmamış’ ve Anayasaya uygunluk kesbetmeyen bir hak ihdas edemez, siyasi veya şahsi inisiyatif kullanamaz, aykırı bir fiil, temlik yahut tasarrufta bulunamaz. Bulunursa ne olur? Anayasayı korumak ve yasal uygunluğu denetlemekle memur ve mükellef kurum-kuvvet Yargı derhal müdahale eder ve “Hukuk Dışı” teşebbüsü durdurur.
Bu gibi suçlar “meşhut” (takip ve şikâyete bağlı) değildir.
Polis-Cumhuriyet Savcısı ve Yargıç dahil “doğrudan müdahaleyi” zorunlu kılar.
Türk Milleti’nin “medeni siyaset geleneği” ile 1924 Anayasası dahil emir budur.
Kamu ve halk yararı taşımayan bir fiil ve tasarruf ‘her nereden gelirse gelsin’ acilen ve derhal müdahaleyi icap ettirir. Yargının yetki alanı (suç işlenmesi-cürüm halinde) doğal olarak devletin bütün alan, kişi, kurum ve kuruluşlarını kapsar. Yasama ve yürütme için de bu durum aynıdır. Şu kadar ki; Adalet ve hukukun sağlıklı-düzenli ve sürekli bir biçimde işleyebilmesi için Devlet Denetleme Kurulu dahil olmak üzere; Bütün teftiş ve denetim kurullarının da yargı erk’i içinde yer alması zorunludur. Yargı’nın icra mekanizması iç güvenlik kuvvetleridir.
Bu anlamda ‘YARGI” fiilen, resmen ve hukuken Anayasa, hak ve halktan yana taraf; Yasama ve Yürütmeye karşı ise tarafsız ve bağımsızdır. Yani: Yargı Yüce Türk milleti, adalet kavramı ve milli hukukun ilkelerini korumak, kollamak, sürekli kılmak ve ‘her ne pahasına olursa olsun’ (diğer kuvvetlere nazaran) hukukun mutlak hakimiyet ve üstünlüğünü sağlamak zorunda ve durumunda olup; Devletteki yeri, tarihi ve anayasal görevi itibarıyla yasama ve yürütme karşısında tam bağımsız bir özelliğe sahiptir. İleri demokrasilerde ve yerleşik hukuk devletlerinde olduğu gibi (örnek: TSK örgütlenmesi ve yönetim biçimi) kendi içinde ‘kendi örgüt ve yönetim yapısını” nevi-i şahsına münhasır ve siyasetten bütünüyle bağımsız biçimde oluşturur. Yani: Tepede Anayasa Mahkemesinde birleşmiş (ve bağlı) olmak koşuluyla:
1.Cumhuriyet Savcıları Milli Konseyi; 2.Yargıçlar Konseyi, biçiminde örgütlenmesi ve bilumum yasal-sosyal-özlük hak ve hukukunu Anayasa ve (1111 sayılı kanun gibi) kendine özgü bir kanun kapsamında yapması gerekir. Aslında mevcut ve mer-i anayasa buna müsaittir.
Nitekim TBMM’nin bir ‘İÇTÜZÜĞÜ’ vardır, Yargıç ve Savcıların da olabilir.
Elbette icra’nın, Yürütme’nin de… Mesele: Devletin varlık nedeni, kuruluş ilke, usul ve esasları doğrultusunda “tam bir adalet, hakkaniyet-eşitlik, dürüstlük ve şeffaflık-saydamlık çerçevesinde; devletin hakiki sahibi olan millet iradesinin devlet idaresinde ilkeli, onurlu-sorumlu ve erdemli bir biçimde temsil edilmesidir. Bu anlam ve bağlamda sadece ve yalnızca “kürsü masuniyeti ile mukayyet olmak” koşuluyla Millet-Vekillerinin; münhasıran-mutlaka “görev alanı ve kapsamı ile sınırlı olmak” şartıyla Yargıç ve Savcılar için “Dokunulmazlık” ihdas ve idamesi hukukidir. Ancak bu hukuk kesinlikle ve asla “
asli unsur ve gerçek efendi” millete-halka rağmen her hangi bir imtiyaz-ayrıcalık ve ‘memurin muhakemat kanunu” gibi kitlesel-sınıfa özel ve genel dokunulmazlık ihdas ve/veya olanı da kabul edemez..

ŞİMDİ ESASA GEÇİYORUM:

Her ne kadar örgüt ve yasa yapısı yukarda arz, beyan ettiğim gibi değilse de; Kifayet ettiği kadarıyla Yargı-Yargıçlar (Hakimler) ve Cumhuriyet Savcıları bu bağlamda görevlerini ifa ve icra ettiler mi? Kesinlikle “HAYIR” İllâ bir şikayet, itiraz ve başvuru beklediler. Neden? Bir Profesör’ün deyimi ile “kör dahi tuttuğunu şaparken” 40 yıldır adalet ve hukuk, güvenlik neredeydi? EFENDİLER! Adalet ve hukukun görevi (eğer gerçekten varsa eğer) dağdaki çobandan dahi haberdar olmak, hakkını ve hukuku korumaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.