Yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, devir-teslim töreninde yaptığı konuşma ile bir askerden ziyade, politikacı görüntüsü veriyordu.. Her gün bir başka ilimizde, artık klasikleşmiş bir hâl alan, mayınla askerlerimizin şehid edildiği gerçeği, karşımızda taptaze duruyor.. Biz bekliyoruz ki; güvenlik tedbirleri nelerdir, ne gibi yenilikler düşünülmektedir, terör örgütleri ile nasıl daha etkin mücadele edilir konularında açıklamalar yapılsın.. Sayın Başbuğ, bu konularla hemen hemen hiç ilgisiz olduğu bir yaklaşımı sergileyerek, bize devlet yapısı hakkında derin analizler yapıp, talimatlar yağdırıyor! En başta ses tonu ile, buyurgan konuşma tarzı ile, karşısındaki cumhurbaşkanı ve başbakana açık bir saygı kusuru içinde.. Askeri disiplini, konuşma ses tonu ile ihlâl ediyor, kendisinden daha üst rütbelilerin olduğu bir mekânda, buyurgan konuşması ile kuralları çiğniyor.. Türkiye'de herkesin kafasındaki "Askere uğurladığımız çocuklarımızı ne zaman cenaze olarak almaya bir son vereceğiz" sorusu cevapsız kalırken, sağolsun sayın Başbuğ, anayasal kavramları, hem de tartışmalı bir şekilde yorumlamaya kalkışıyordu. Ben de kendi açımdan yorumlara dalmadan, Başbuğ'un açıklamasındaki temel yanlışları aktarayım. Sayın Başbuğ, "Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinin temel direklerinden biri olup .." diyor.. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş tarihi 1923.. Laikliğin Anayasa'ya giriş tarihi ise 1937'dir. Dolayısı ile kuruluşundan 14 sene sonra kabul edilen bir ilkeyi, temel direk olarak göstermek, vahim bir hata değilse, bence korkunç bir çarpıtmadır. Ayrıca belirtelim ki; Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923'te kurulduğunda, Anayasa'daki 7. madde şöyle idi: "MADDE 7.- Ahkâmı Şer'iyenin tenfizi, umum kavaninin vaz'ı, tadili, feshi ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine aittir." Hiç şaşırmayın.. Bu madde, Cumhuriyet ilan edildiğinde Anayasa'da idi. Ve yürürlükteydi. Dolayısı ile sayın Başbuğ, ya Cumhuriyet'in kurucularını, kuruluş aşamasında iken "Kuruluş Felsefesi"ne aykırı davranmakla suçlamalı. Ya da önceki gün söylediği sözlerin yanlışlığını kabul etmelidir. Bence her iki ihtimal de, sayınBaşbuğ'un nasıl bir yanlışa düştüğünün açık delilidir. Başbuğ'un ikinci yanlış cümlesi şu: "Anayasa Mahkemesi'nin anayasayı yorumlamaya yetkili tek organ olarak, ..." Bu cümle de; kaynağını Anayasa'dan almayan, uydurma bir cümledir. Bu görüş; Anayasa Mahkemesi'ni, TBMM'nin üstüne çıkarma amaçlı, politik bir bakış açısıdır. Çünkü; böyle bir cümleyi sarfeden kişinin, önce Anayasa'nın kimin tarafından yapılacağını görmesi, bilmesi ve söylemesi gerekir. Anayasa olacak ki, Anayasa yorumlansın! Anayasa olmadan, Anayasa nasıl yorumlanabilir ki? Dolayısı ile güvenlik konularını bir kenara bırakıp, Anayasa'dan bahsedecekseniz, önce Anayasa'yı yapanı hatırlamanız gerekirdi.. Kim yapar Anayasa'yı? Politik görüş serdetmeyelim, Anayasa'dan ilgili maddeyi aynen aktaralım.. 1982 Anayasası'nın 7. maddesi şöyle: "Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Bu yetki devredilemez." Dolayısı ile önce TBMM'nin hakkını vereceksin, üstünlüğünü göreceksin ki, sonra "yorum kimin yetkisinde" konusunu tartışalım! Demek ki ne imiş? "Anayasa'yı yapma yetkisi TBMM'ye ait" imiş. Peki "Anayasa'yı yapma yetkisinin TBMM'de olduğu"nu kabul ettikten sonra, Başbuğ'un "yorum yetkisi" ile ilgili sözünü, ikinci ilke olarak kabul edebilir miyiz? Yine hayır. Çünkü böyle bir yetki Anayasa'da yok. Açın Anayasa'yı, bilgisayar ortamında kelime araması yaptırın. "Yorum" kelimesini yazın, aratın. Sadece üç yerde geçiyor bu kelime. Ama üçünde de, "Anayasa'yı yorumlayacak tek yetkili organ, Anayasa Mahkemesi'dir" şeklinde bir cümle yok. Bu anlama gelebilecek bir cümle de yok. Başbuğ'un çok önemli bir günde tekrarladığı yorum, aslında politikacıların, şahsi menfaatleri için uydurduğu bir cümleden ibaret!. Başbuğ'un bir başka cümlesi de şöyle: "Bugün toplumun bir kesimi, yeni bir kültürel kimliğin, yaşam tarzının oluşumunda dini düşüncelere büyük bir ağırlık verildiğini düşünmekte ve gelişmelerden büyük bir endişe duymaktadır. Bu endişe ciddiye alınmalıdır. Çoğulcu demokrasi anlayışı çerçevesinde, toplumsal huzur için bu zorunludur." Doğru gibi görünen bu cümle, Türkiye şartlarında yanlıştır. Çünkü bu cümle ile; azınlıkta kalanların bazı endişelerinin ciddiye alınması talep edilmekte ve bu sırada da "o endişeler dikkate alınırken" çoğunluğun temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması istenilmektedir. Azınlık endişe ediyor diye, çoğunluk temel haklarını kullanamayacak! Böyle bir talep, nasıl yapılabilinir? Azınlık korkuyor diye, çoğunluk başörtü hakkını kullanamayacak! Bunu nasıl dillendirebiliyorlar, anlamak mümkün değil. Ama, "Anayasa'yı yapan organı" atlayıp, "yorumlayan"ı (onun da yasal kaynağı yok ama) ön plana çıkaran bakış açısından da, başka bir şey beklemek, abes olsa gerek! |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.