1999'da yaşadığım "6 günlük gözaltı" olayını biliyorsunuz... Kasım Gençyılmaz adlı bir "mafya(!) lideri"nin ipe-sapa gelmez "iftira"larını köşesine taşıyan araştırmacı (!) gazeteci Emin Çölaşan'ın Hürriyet'teki yazısı üzerine, 6 gün süreyle gözaltında kaldım... O günlerde, "Çete-Mete tezgâhı" olarak yorumlanan bu olayın ardından, DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in bütün çabalarına rağmen "tutuksuz yargılanmak" üzere serbest bırakıldım... Daha sonraki "ilk duruşma"da, duruşma hakimi "beraat" kararı verdi... Hakim Bey; beraat kararının ardından, "yaşadığım mağduriyet" sebebiyle, benim de Kasım Gençyılmaz aleyhinde "dâvâ açma" hakkım bulunduğunu belirtti ama hemen ardından bir "tavsiye"de bulundu: "Adam, zaten müebbet hapse mahkûm edilmiş... Bu durumdaki bir adam; herkese iftira atabilir, herkes hakkında ileri-geri şeyler söyleyebilir!.. Böyle bir adam; sırf kapatıldığı cezaevinin dört duvarı arasından çıkıp, cezaevi aracının demir parmaklıkları arasından bile olsa gökyüzünü seyredebilmek, yolda seyreden araçların motor gürültüsünü duyabilmek ve götürüldüğü duruşma salonunda birkaç insan yüzü görebilmek için bile, iftira atmaktan çekinmez!.. Yine de sen bilirsin... Ama zaten müebbet hapis cezası almış bir adama, bir dâvâ daha açıp da mahkûm ettirmekle ne sen bir şey kazanırsın, ne de o bir şey kaybeder!" İşte bu "insanî tavsiye" üzerine Kasım Gençyılmaz hakkında herhangi bir dâvâ açmadım!.. Öyle ya; Eğer dâvâ açsaydım, "duruşmalar" için Eskişehir'den gelirken; ona, "cezaevi aracının demir parmaklıkları arasından gökyüzünü seyretme hazzı" yaşatmış olacaktım!.. Uzun lâfın kısası; "Allah'tan bulsun" deyip, vazgeçtim dâvâ açmaktan!.. "Kendi kininde boğulsun!" "HÜKÜMET BASKISI" İDDİASI KİMİN? 8 yıl önceki bir olayı bugün niye gündeme getirdim?.. Gündeme getirdim, çünkü "Almanya'daki Deniz Feneri Derneği" ile ilgili iddiaların göbeğinde yine Hürriyet var, yine Milliyet ve Radikal var!.. Ve elbette, yine "yalan" var, yine "çarpıtma" var, yine "iftira" var!.. İftiranın kaynağı da, aynı derneğin "tutuklu" yöneticilerinden biri!.. Hani Aydın Doğan gazeteleri ve CHP'li Kemal Kılıçdaroğlu, günlerdir "İddianamede Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da ismi geçiyor!.. Filancanın ismi de geçiyor!.." filan diye yazıp söylüyorlar ya; meğer "olayın aslı" neymiş, biliyor musunuz?.. En iyisi mi, olayın aslını ben yazmayayım da, "Aydın Doğan'ın yazarlarından biri"ne, evet Milliyet'ten Taha Akyol'a bırakayım sözü!.. Taha Akyol, 13 Eylül tarihli Milliyet'te bakın neler yazıyor: "Deniz Feneri e. V. adlı dernek hakkında Alman Savcısı'nın hazırladığı iddianamede aynen şu satırlar var: "Soruşturma süresince, soruşturmalara defalarca siyasi etki yapılmaya, bilhassa Türk hükümeti tarafından, devam etmekte olan tutukluluğa mani olunmaya çalışılmıştır." Bunun haber değeri var mı? Elbette var. Kimisi büyütür, kimisi büyütmez ama mutlaka haberdir. Sonra, davanın duruşması başladı ve Alman Savcı Lotz, aynen şu açıklamayı yaptı: "Türk hükümetiyle hiçbir temasımız olmadı. Ne bana ne arkadaşlarıma böyle bir baskı yapılmadı. Böyle bir şey nasıl mümkün olur? Baskı yapılamaz zaten, burası Almanya!" Türk hükümetinin baskı yaptığı şeklindeki ifade, evet, iddianamede yer alıyordu fakat savcıya değil, sanıklardan Firdevs Şahin'e aitti! Savcının kendisi ise duruşmada, böyle bir baskının olmadığını açıklıyordu!" Aradaki inceliği farkettiniz mi?.. İddianamede evet "çeşitli iddialar" yer alıyor!.. Ama bunlar, kesinlikle "Alman Savcı Lotz'un görüşleri" değil, "Sanık Firdevs Şahin'in iddiaları!" Aynen, çete lideri Kasım Gençyılmaz'ın benim hakkımdaki saçma-sapan iddiaları gibi!.. Bana öyle geliyor ki; Sanık Firdevs Şahin, belki de "kendi paçasını kurtarabilmek" için "Türk Hükümeti" de dahil, herkese "çamur" atmış!.. Ya da; "Ben yanacaksam, herkes yansın!" diye düşünüp, herkesi "ateş"e çekmek istemiş olabilir!.. Biraz önce dedim ya; "Mahkûmun ruh hali"dir, bu!.. Hele de; "Paçayı kurtarma" ihtimali yoksa!.. STATÜKONUN KAYBETME TELÂŞI "İddia sahipleri"ni bu şekilde "tahlil" ettikten ve "iddialarının altındaki ruh hali"ni bu şekilde deşifre ettikten sonra, gelelim "Aydın Doğan'ın ruh hali"ne!.. Tamam; "Aydın Doğan Hilton arazisine, istediği çap ve ebatta imar iznini alamadı!.. Aydın Doğan, rafineri kurmak istedi, onu da yapamadı!.. Aydın Doğan, CNN Türk'e karasal yayın izni istedi, onu da kopartamadı!.. Şimdi de 60 milyon dolarlık kâğıt kaçakçılığı yapmakla suçlanıyor!" Bunların hepsi tamam... "Aydın Doğan'ın kolay yoldan servet kazanmaya alıştığı" iddiaları da, tamam da!.. Bütün bunların ötesinde bir "sebep" olmalı... "Aydın Doğan gazeteleri"nin "kampanya" haline dönüştürdükleri "saldırı"ların altında "çıkar kavgası"nın çok çok ötesinde bir sebep olmalı!.. Acaba "o sebep" ne?.. Gazetelerdeki bazı yorumlar şöyle: "Doğan Grubu, elindeki medya gücünü "iş bitirmek" üzere baskı aracı haline dönüştürmek çürütücülüğünü eskiden beri kendisine hak olarak görüyor. Kimse çıkıp da buna "gazetecilik" faaliyeti falan demesin. Aydın Doğan'ın "Ne var bunda?" diye andığı 'Hilton Numarası' devede kulaktır. "Kaybeden Statüko"nun yıllanmış amiral gemisi olan grubun son dönemdeki en büyük özelliği darbeci Ergenekon Terör Örgütü'ne toz kondurmamasıydı. Bu konunun Doğan Grubu'nun karnını fena halde ağrıtmasının sebebi ne olabilir acaba? Bir başka husus daha var: Hürriyet'in kaptanı, patronunun başbakanla girdiği restleşmenin sonunda ağzındaki baklayı bakınız hangi manidar soruyla çıkardı: "Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarındaki yeni anayasasını bu insan mı hazırlayacak?" Demek ki "sivil anayasa" da "bir başka karın ağrısı" imiş! Doğan Grubu, beş yıl önce tezkerenin reddedilmesi üzerine "depresyon"a girmişti. Grup, geçen yıl da Gül'ün Cumhurbaşkanı olamaması için çok çaba sarf etmiş, ancak engelleyememişti. Son olarak "AK Parti'nin kapatılması" için giriştikleri mücadeleden netice alamadılar. Yani artık "racon" kesemiyorlar! Ergenekon gerçeğini itina ile hasıraltı etmeye, her fırsatta gündemden düşürmeye devam ediyorlar; nihayetinde "Sivil Anayasa'nın hayata geçirilmemesi"ni kendilerine misyon olarak biçtikleri anlaşılıyor. Gördüğünüz gibi; "İşin içinde başka işler" var!.. Kamuoyuna yansıyan ise; "Buzdağı'nın görünen kısmı!" "Alt"larda neler var, neler!.. AYDIN DOĞAN'IN ÇİZDİRDİĞİ KARİZMALAR! Yorumlara, büyük ölçüde ben de katılıyorum... Ama, "verilen örnekler"de eksiklik var... Doğrudur... "Tezkerenin reddedilmesi" üzerine, "ilk büyük depresyon"a girmişti Aydın Doğan... Eğer "tezkere" kabul edilip de, Türk askeri Irak'a girmiş olsaydı, Irak'taki "kanlı pasta"dan, Aydın Doğan'a da "pay" düşecekti!.. Ama, olmadı işte!.. Sadece o mu?.. Daha, Tayyip Erdoğan "şiir okumaktan mahkûm" olup da, Başbakanlığa uzanan merdivenin basamaklarını tırmanmaya başladığında "depresyon" yaşamıştı Aydın Doğan!.. Öyle ya; "Siyasî hayatı bitti!.. Muhtar bile olamaz!" dedikleri adam, işte "Başbakanlığa" yürüyordu!.. Bundan büyük "darbe" mi olurdu?.. Aslına bakarsanız; "Ergenekon Terör Örgütü'nün avukatlığı"ndan sonra, son günlerde "Aydın Doğan'ın avukatlığı"na soyunan Deniz Baykal da, bir zamanlar "Aydın Doğan'ın karizmasını çizen" isimlerden biriydi!.. O günleri hatırlarsınız... Doğan medyasında Sarıgül'ü destekleyici haberler, özellikle CHP kurultayının yapılacağı Ocak ayında yoğunlaştı. ¥ Grup gazetelerinden Radikal, 14 Ocak 2005'te Mustafa Sarıgül ile yapılan röportajı, "Halk bizi anlıyor, çığ gibi büyüyoruz" başlığıyla okurlarına duyurdu. Radikal daha önce de 7 Ocak'ta "CHP'de şimdi de kaset savaşları" başlığıyla yayınladığı haberde, Baykal'a yakın bir ismin, "Sarıgül'ü partiden ihraç yönünde oy kullansın" diye, bir disiplin kurulu üyesine rüşvet teklif ettiğini yazdı. ¥ Aynı yöndeki yayınlar Doğan Grubu'na bağlı Milliyet gazetesinde de yer aldı. Milliyet, 16 Ocak 2005 tarihli sayısında, CHP Onursal Başkanı Erdal İnönü'nün ağzından, "CHP değişmezse tarih olur" sözünü manşetten yayınlayınca ortalık karıştı. CHP örgütünü karıştıran habere Baykal, "İnönü onursal başkan değildir" diyerek karşılık verdi. Ancak Milliyet bununla da kalmadı. "CHP Başkanı kim olsun?" diye yapılan bir anketin sonuçlarını yayınlayan Milliyet, bu ankette Sarıgül'ün en çok istenen aday olduğunu yazdı. Peki, Doğan Grubu gazeteleri Deniz Baykal'a niçin "cephe" almış, yani "Haçlı Ordusu gibi, niye CHP'ye saldırıyorlar"dı da, Mustafa Sarıgül'e "destek" veriyorlardı?.. Yani, "özgür ve bağımsız gazetecilik" adına mı yapılıyordu bu yayınlar, yoksa "işin içinde başka işler" mi vardı?.. Aydın Doğan'ın istediği, ancak AK Parti yönetimi karşı çıktığı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden geçmeyen Hilton arazisine ilişkin 'yapılaşmayı artırıcı' imar izninin, 2007'de Mustafa Sarıgül'ün başında bulunduğu Şişli Belediyesi tarafından kabul edildiğinin ortaya çıkmasıyla birlikte, 2005'te Baykal'a karşı yürütülen bu kampanyanın da sebebi anlaşıldı. 29 Ocak'ta yapılan CHP kurultayı, Sarıgül'e verilen bu destek sonucu oldukça olaylı geçti. Baykal ve Sarıgül'ün söz düellosunun ardından delegeler birbirine girdi. Sandalyelerin havalarda uçuştuğu Kurultay'ı 460 oy alan Sarıgül'e karşı 674 oy alan Baykal kazandı. Kongrede yaptığı konuşmada Doğan medyasını suçlayan Baykal, şunları söyledi: "Onların desteklediği siyasetler ve iktidarlar döneminde, Türkiye 80 milyar dolarlık bir banka hortumlamasının kurbanı oldu." Uzun lâfın kısası; Aydın Doğan gazeteleri, bir defa daha "mağlup" oldular. Aydın Doğan gazetelerinin karalamalarına rağmen, kazanan Deniz Baykal oldu!.. "Hilton medyasının desteği"ne rağmen ise, kaybeden Mustafa Sarıgül oldu!.. Hep olduğu gibi!.. PİJAMA BİTTİ, PANTOLON VERELİM! Hele söyleyin bana; "millet"le veya "millî irade" ile ilgili bir konuda, "Aydın Doğan medyasının kazandığı" hiç olmuş mudur?.. Belki "bürokrasi"de kazanmıştır, "yargı"da kazanmıştır ve "hep dediğini yaptırmıştır" ama "millî irade" ile karşı karşıya geldiğinde, "kaybeden" hep Aydın Doğan olmuştur!.. Ama artık, "bu kervanın böyle yürümeyeceğini" anlamalıdır!.. Sanıyorum, Aydın Doğan'ı "depresyon"a sokan da budur!.. Öyle ya; "pijama ile Başbakan karşılamaya" ve kendisine "ayrıcalıklı vatandaş" muamelesi yapılmasına alışmış bir Aydın Doğan'a, bugün bir Başbakan, evet Tayyip Erdoğan kalkmış, "Aydın Doğan'ın kendisine yazdığı mektupları" açıklıyor ve diyor ki; "Mektuplarında işadamı ve yayıncı olmak üzere iki şapkası olduğunu yazıyor. Ama şapkaları karıştırıyor. Sayın Doğan, bundan sonra yayıncı kimliğinizi kullanarak imtiyaz talep etmeyeceğinizi umuyor, bütün vatandaşlar gibi eşit muamele göreceğinizi vurgulamak istiyorum." Hele söyleyin, Böyle bir cevap karşısında Aydın Doğan; "kriz"lere girmesin, "öfke seli"ne kapılmasın, "depresyon"lara girmesin de ne yapsın?!?.. Şu hâle bakın; Daha 5-6 yıl önce, "Artık muhtar bile olamaz" diyerek aşağıladığı bir adam, bugün "Başbakan" olarak uyarıyor Aydın Doğan'ı: "Eşit muamele göreceksin!" Gerçekten de; çıldırmasın da, ne yapsın Aydın Doğan?.. Böyle bir "halet-i ruhiye" ile Başbakan'a çağrıda bulunup, "Gel televizyonda tartışalım" demesine ne demeli?.. Düşünebiliyor musunuz; Dün, "Muhtar bile olamaz" dediği bir adamı, bugün "düello"ya çağırıyor!.. Demek oluyor ki, "depresyon" büyük!.. Aydın Bey, ne yaptığının farkında değil!.. Yazık!.. Bir an önce düzelse bari!.. ========== IPI da kim oluyor? "İllegal" Basın Konseyi'nin Başkanı ve aynı zamanda "Aydın Doğan'ın Başyazarı" olan Oktay Ekşi ne diyordu; "Türkiye içindeki ve dışındaki tüm meslek kuruluşlarını, Erdoğan'ın teşebbüsüne karşı tavır almaya çağıracağız!" Çağırdı da... Çağrıya, International Press Institute (IPI) adlı bir "güdümlü kuruluş" cevap verdi ve Erdoğan'a ültimatom verdi... Malûm, Başbakan Erdoğan da bu kuruluşa okkalı bir cevap verdi: "Sen kimsin ki, bana ültimatom çekiyorsun?.. Ne ültimatomu?.. Seni kim tanıyor ki, ben tanıyayım!.." Gerçekten de kimdir, necidir IPI adlı bu kuruluş!.. Milliyet'in eski, Sabah'ın yeni ombudsmanı Yavuz Baydar, IPI için dün diyordu ki; "IPI, ahı gitmiş vahı kalmış bir kuruluştur!.. Dünyada hiçbir hükmü yoktur!.. Etkisi sıfırdır!.. Tıpkı Dünya Basın Konseyleri gibi (...) Patronaj tehdidi yüzünden hiçbir şey yapamazlar!.. Çünkü, parasal kaynak için patronların ağzına bakmaktadırlar!" IPI'nın, eften-püften bir kuruluş olduğunu herhalde anladınız... Ama yine de, küçük bir bilgi daha aktarayım: Aydın Doğan'ın kızı Vuslat Doğan Sabancı, kısa bir süre öncesine kadar IPI'nın ikinci başkanı imiş... Şu anda, Hürriyet yazarı olan Ferai Tınç da IPI'nın yönetim kurulunda imiş, iyi mi?.. Sizin anlayacağınız; "konsey" ya da "enstitü" kurup, "kendilerini tatmin etmeye" başlamışlar!.. Hani, "körler, sağırlar, birbirini ağırlar" var ya!.. Öyle bir şey!..
|
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.