T a r a f s ı z D e ğ i l i z

GÜNÜN MENÜSÜ: SIÇAN, ZEHİRLİ BİTKİ KÖKÜ, İDRARLI SU...

GÜNÜN MENÜSÜ: SIÇAN, ZEHİRLİ BİTKİ KÖKÜ, İDRARLI SU…
Serdar Ant 27 Eylül tarihli Cumhuriyet gazetesinin dış haberler sayfasında yer alan bir haber Zimbabwe'deki insanlık dramını duyuruyordu:

"Çocukların açlıktan sıçan ve zehirli bitki kökü yediği ülkeye acil yardım çağrıları yapılıyor. Çaresizlikten sıçan avlayan çocuklar, yenilemeyecek bitki kökleri ile hayatta kalmaya çalışıyor. İçmek için kullandıkları su da hastalıklara davetiye çıkarıyor. Ülkede gıda yardımına muhtaç 5 milyon kişi var." Haberi okuyunca aklıma yaklaşık 2,5 yıl önce, 17 Şubat 2006'da, Cumhuriyet'te yayınlanan bir başka haber geldi. Gazetenin birinci sayfasında yer alan bu haberi, bir Afrikalının fotoğrafı "süslüyordu"! Sarı, kirli bir suya eğilmiş, susuzluğunu gidermeye çalışan bir Afrikalı… Haberin başlığı ise fotoğraf kadar çarpıcıydı: "Somalili Kendi İdrarını İçiyor" 2,5 yıl ara ile yayınlanan bu iki haber, Nazım'ın ölümsüz dizelerini yıllar öncesinden getirip suratıma çarptı: "günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde doğar kaç milyon, kaçı yaşadım diyebilirdi kaçı yaşadım diyebilecek, kaçı günde üç öğün yemek yiyebilirdi kaçı yiyebilecek." Nazım'ın sorularına yanıt olabilir mi bilmiyorum, ama Jessica Williams'ın "Dünyada Değişmesi Gereken 50 Gerçek" (Aykırı Yay, 2005) isimli kitabında da, Cumhuriyet'te çıkan haberler kadar çarpıcı olan bazı gerçekler aktarılıyor. Örneğin "dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor." Ama "her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç kalıyor!" Zimbabwe'de çocuklar sıçan ve zehirli bitki kökü yerken, "Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor." Kitap, "Dünya nüfusunun beşte birinin, günlük 1 dolarında altında bir gelirle" yaşadığını aktarıyor. Ama "AB'deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon, Afrika'nın yüzde 75'inin günlük geçiminden daha fazla…" Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, Somalili, susuzluğunu gidermek için kendi idrarını içmek zorunda! Ama "Amerikalılar çöpe saatte 2,5 milyon plastik şişe atıyor, yani her üç haftada bir Ay'a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor!" Peki, bu insanlık dışı manzara, bu zalim eşitsizlik neden? Dünyanın kaynakları mı yetersiz? Çağımızın üretim teknolojisi ve kapasitesi, dünya nüfusunu beslemeye yetmiyor mu? Açlık, sefalet, içecek bir bardak su bulamamak bu yetersizliğin bir sonucu mu? Neden Somalili idrarını içmeye mahkûm? Çağdaşlık, demokrasi, liberalizm, insan hakları, düşünce özgürlüğü, ifade hürriyeti, barış, hoşgörü, uzlaşma, karşılıklı bağımlılık, küreselleşme, serbest pazar… Say, sayabildiğin kadar… Bu kavramların zerre kadar önemi var mı, idrarını içen Somalilinin, sıçan yemek zorunda olan Zimbabweli çocukların karşısında? Nazım'ın dediği gibi: Bir öyle şaşılası dünya ki burası, balıklar kahve içerken çocuklar süt bulamıyor. İnsanları sözle besliyorlar, domuzları patatesle… İyi de bu şaşılası dünyanın içler acısı hali karşısında bizler ne yapabiliyoruz? Erich Maria Remarque, "İnsanları Sevmelisin" isimli romanının bir yerinde şöyle der: "Yanı başında birisi ölürken sen bunu duyamazsın. Dünyanın bahtsızlığı da budur işte. Acımak ıstırap değildir. Acımak, başkasının felaketi karşısında duyulan gizli bir sevinçtir. Bu felaket, kendimize veya sevdiğimiz birisine gelmediği için aldığımız rahat bir soluktur." İşte biz de sadece acıyoruz bugün... Ne yazık ki sadece acıyoruz! Irak'ta işkence görenlere, ölenlere acıyoruz! Afrika'da kendi idrarını içerek susuzluğunu gidermeye; sıçan ve zehirli bitki kökü ile karnını doyurmaya çalışan, bir deri bir kemik kalmış kara insana acıyoruz! İstanbul'un göbeğinde, elinde iki paket kâğıt mendil, yaşam savaşımına düşmüş ilkokul çağındaki yavruya acıyoruz! Kar yağdığında donup ölmesinler diye belediyenin parklardan topladığı evsizlere acıyoruz! Dağıtılan yardım malzemesini kapabilmek için birbirini ezen yoksula acıyoruz! Gelecek güvencesi olmayan işçiye, güvencesiz bir işe bile dünden razı olan işsize acıyoruz! Ve daha böyle birçok şeye acıyoruz! Ama sadece acıyoruz! Aslında "gizli bir sevinç" değil mi acımamız? Bu felaketler bizim başımıza gelmediği için aldığımız bir rahatlama soluğu değil mi? Bir tür kendimizi avutma yolu, bir kaçış değil mi? Aslında kendimize, çaresizliğimize ya da bu çaresizliğe sığınmışlığımıza acımamız gerekir! Kim bilir, belki ancak o zaman sadece acımanın yetersizliğinin bilincine varabileceğiz...
27.9.2008
--
"Ya istiklal ya ölüm... İşte halâs-ı hakiki isteyenlerin parolası bu olacaktır."
Mustafa Kemal ATATÜRK


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---


0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.