28 Ekim 2008

[ANADOLU HABER] AKTÜTÜN SALDIRISI VE ORDUYA HAVLAYANLARIN SALYASI -Nevzat GÜNDÜZ -www.millicozum.com- www.beyazrenkler.org

AKTÜTÜN SALDIRISI VE ORDUYA HAVLAYANLARIN SALYASI -Nevzat GÜNDÜZ -
www.millicozum.com- www.beyazrenkler.org


--------------------------------------------------------------------------------

AKTÜTÜN SALDIRISI VE ORDUYA HAVLAYANLARIN SALYASI

http://www.beyazrenkler.org/forum/showthread.php?p=38137#post38137


2008 YAZILAR - KASIM2008 Yazar Nevzat GÜNDÜZ
PKK'nın siyasi faaliyetlerini Avrupa'da yürüttüğü açıkça bilinmesine
rağmen, Haçlı Kulubüne girmek adına, terörle mücadeleyi engelleyen AB
uyum yasalarını Meclisten geçiren AKP iktidarı niçin sorgulanmaz?

Irak'ı işgal ederek Kuzey Irak'ı PKK için yaşama, eğitim ve lojistik
yardım alanı haline getiren ve bölgedeki tüm faaliyetlerini
destekleyen, ABD, İsrail ve Barzani ve bunların en önemli müttefiki
BOP (Büyük İsrail Projesi) eşbaşkanı olan işbirlikçi AKP iktidarı
niçin sorgulanmaz?

PKK'nın resmi ve siyasi temsilcilerinin Mecliste olması ve Çankaya
resepsiyonlarına katılması niçin sorgulanmaz?


Terörle mücadelenin başarısı için; mutlaka ekonomik, sosyal, siyasal
ve toplumsal olarak mücadele etmesi gereken AKP iktidarının
başarısızlığı gündeme dahi getirilmezken; Aktütüne yönelik hain
saldırılar bahanesiyle, terörün sadece askeri güvenlik yönü tartışma
konusu yapılarak, tüm gücüyle terörle mücadeleye devam eden ve bu
konuda büyük başarı gösteren ordumuza saldıranların gerçek niyeti ve
bozuk tiyniyeti niçin sorgulanmaz?

PKK'nın çok ciddi istihbarat kaynakları olmadan bu hain saldırıları
yapamayacağı bilinmesine rağmen, Amerika'nın anlık istihbaratlarını,
iddia edildiği gibi Türk Ordusuna mı, yoksa PKK'ya mı verdiği niçin
sorgulanmaz?

PKK'ya silah temin eden Amerika ve İsrail, marazlı medyadaki satılık
yazarlara astronomik paralar ve imkânlar sağlıyor. PKK silahla
ordumuza saldırıyor, bu kiralık yazarlar ise satılık kalemleriyle kin
kusup TSK'yı yıpratıyor. Bunlar niçin sorgulanmaz?

Şimdi Saman TV'sinden Star'ına, Zaman'ından Yeni Şafak'ına, Kanal
D'sinden Kanal A'sına.. Sabah'ından Akşam'ına, yani sözde solcusu,
sağcısı, İslamcısı.. Aynı merkezlerden talimat alan tüm marazlı medya,
Recep T. Erdoğan - Aydın Doğan komedyasındaki horoz kavgasını bırakıp,
hep bir ağızdan:

"Terörden tek kurtuluş çaresi, daha çok sivilleşmek ve
demokratikleşmektir" demeye başladı.

Bunun açılımı:

•a) PKK'nın siyasi parti haline gelmesi sağlansın
•b) Kürtlere federatif ve demokratik haklar tanınsın
•c) Asker, AB standartları bahanesiyle, daha etkisiz ve yetkisiz
bırakılsın... demektir.

Bütün bunların nihai amacı ve anlamı ise:

•1- Türkiye'yi AB'ye kabul edilecek ve Avrupa'nın eyaleti haline
gelecek şartlar hazırlansın

•2- BOP'un önündeki bütün engeller kaldırılsın ve Anadolu Arz-ı
Mev'udun bir vilayeti yapılsın... demektir.
Yoksa bu soysuzların hep bir ağızdan:

"Karakolun kiremitleri niye eskiymiş?

Niye önüne demir-beton korunaklar dikilmemiş?

Niye üst rütbeli subaylar ölmemiş?

Niye karakolların yerleri değişmemiş?

Niye Barzani ile daha sıkı ilişkiler geliştirilmemiş?

Gibi soruları ve saldırıları, Nasreddin Hoca'nın "Yahu, hırsızın hiç
mi suçu yok!?" fıkrasını hatırlatmaktadır.

Bu sütü bozukların hiçbirisi, PKK'yı paravan olarak kullanan Amerika
ve İsrail'i ağzına almamaktadır. İktidarı da, muhalefeti de...

Medyası da, bilgiçleri de, işin bu boyutunu sürekli ve özenle
gözlerden saklamaktadır. Kimse sormuyor; şu Taraf denen tafralı
gazeteye en gizli bilgi ve görüntüleri kimler sızdırmaktadır?


Son Çukurcada Mehmetçiğin pusuya düşürülmesiyle ilgili takibat
haberini PKK'nın kulağına kimler fısıldamıştır?


Oysa, Türkiye'nin:

"Bundan böyle PKK görüntülü her saldırıyı, ABD ve İsrail'den bilecek
ve ordumuza onlar hedef gösterilecektir!" dediği gün, terör
bitecektir.
Bunun için de milli, haysiyetli ve yürekli bir yönetim gereklidir.

Türkiye'nin PKK sorunu, aslında Amerika sorunudur, Arz-ı Mev'ud
sorunudur, kukla ve korkak iktidar sorunudur, ekonomik, siyasi ve
kültürel kuşatılmışlık sorunudur...

Ey, Masonları, Siyonist odakları ve Amerika'yı gözlerden saklamak ve
aklamak için PKK'yı Ergenekon'a, Ergenekon'u Gladyo'ya bağlayanlar,
söyleyin bakalım Gladyo, NATO'nun her ülkedeki tabii teröristleri
değil miydi? Bu ülkeyi NATO'ya sokmak aşkına, yüzlerce Mehmetçiği
Kore'ye gönderip şehit ettiren Adnan Menderes değil miydi?


Adnan Menderes'e hala dua eden ve Onun hatırına yılarca Mason
Demirel'e ve siyasi varislerine ibadet aşkıyla gönüllü hizmet veren
kimlerdi?

Ve yine bazı solcu ve ulusalcıların sahiplenip kutsadıkları 27 Mayıs
ihtilalinin elebaşları da, yine aynı Gladyo'nun Türkiye temsilcileri
değil miydi?

PKK' Siyonist Amerika'nın eşkıyasıdır!

Aktütün olayının dış bağlantısını kavramadan iç yansımalarını da
anlayamayız veya yanılmaktan kurtulamayız. Gölgelerle uğraşırız.

ABD derin devleti, önceden hazırladığı Büyük Ortadoğu Projesini
uygulamaya koymak için büyük bir bahaneye ihtiyaç duyuyordu. O nedenle
11 Eylül 2001'de Dünya Ticaret Merkezi'nin ikiz kuleleri, derin bir
kurgu ile vuruldu. Senaryo gereği, uygulamada taşeron örgütler
kullanıldı.


Amaç, hazır olan BOP'un uygulamaya konulabilmesi için meşru bir sebep
gösterebilmekti. Çünkü ABD'nin kalbi, "küresel teröristler tarafından
vurulmuş" oluyordu. Aslında küresel terörist suçlamasının muhatabı
İslam'dı. O nedenle Başkan Bush Amerika'nın mücadelesini "Haçlı
seferi" olarak tanımlayacak kadar da açık konuştu.

Afganistan'la başlayıp Irak'la süren savaş, İran, Suriye ve diğer
İslam ülkeleri ile devam edecekti. Pakistan ve Türkiye ise en sona
bırakılacaktı. Diğerlerinin işi bittikten sonra sıra bu iki ülkenin
halledilmesine gelecekti. Çünkü projenin ilk aşamalarında bu iki
ülkenin desteğine ihtiyaç duyuyorlardı.
Evdeki hesap çarşıya uymadı.


Plan deşifre oldu.


İşler ters gitmeye, maliyet yükselmeye başladı. ABD, dünya hegemonyası
için 32 ülkede güvenlik güçlerini konuşlandırmıştı. Bu güçlerin
idamesi için her gün milyar Dolarları buralara akıtması gerekiyordu.
Plan deşifre olduğu için projenin siyasi ayağı da askeri ayağı da
yürümüyordu.


ABD'nin Dış İşleri Bakanı Rice, İsrail'de yaptığı bir konuşmada,
açıkça ve herkesin gözünün içine bakarak "Artık yeni bir Ortadoğu'nun
zamanı geldi" demekten çekinmeyecek kadar küstahlaşmıştı.

Bütün bu olup bitenler, on yıllardır gaflet uykusundaki İslam
ülkelerini sarstı. Dünkü dostları(!) bu gün kendilerini hedefe
koymuştu. Üstelik, bu İslam ülkelerinin servetlerinin büyük kısmı ABD
ve Avrupa piyasalarında nemalanıyordu. İslam ülkelerinin ABD ve Batı
ülkelerinde nemalanan milyar Dolarları şimdi BOP olup, bomba olup
İslam ülkelerini kan gölüne çevirecek, iktidarları değiştirecekti.

İslam Dünyasında Türkiye merkezli milli bir karşı atak başlatıldı..

Uzun süren bir çalışmanın ardından, ABD'nin BOP'unu boşa çıkaracak ve
Washinton'un başına bela olacak karşı stratejik planlar yapıldı. Ve
düğmeye basıldı. İslam ülkelerinin yöneticileri ve sermayedarları,
başta ABD olmak üzere Batıdaki sermayelerini çekmeye başladılar

ABD ve Avrupa'nın finans kuruluşlarının içleri boşalmaya başladı. 11
Eylül 2001 olaylarından bu yana ABD ve Avrupa piyasalarından çekilen
İslam ülkelerine ait finansın 1.3 trilyon Doları geçtiği anlaşılıyor.

Şimdi ABD finans sektörü hızla çöküyor. İkiz kuleler ABD derin
devletinin kurgusu olarak çökertilmişti. Ama şimdi ABD finans sektörü
gerçekten çöküyor. Burada da bir kurgu var. Ama bu kurgu ABD'nin
kurgusu değil.

Bu, bir savaş. Şimdiye kadar Washington çeşitli ülkelerde hava ve kara
savaşları yapmıştı. Şimdi ise bir "Para Savaşı"nın muhatabı. Ama bu
savaş, ABD'nin, BOP'u planlarken önceden tahmin ettiği bir savaş
değil.

ABD hedefinde üç ülke vardı

ABD bu savaşta düşman hedef olarak özellikle Türkiye, İran ve
Pakistan'ı görüyor. İçten ve dıştan çok uğraştı ama henüz İran'ı
vuramadı. Washington, kendisine sırtını dönen eski adamı yeni düşmanı
Pervez Müşerref'i indirerek intikam aldı. Ülkedeki siyasi müttefiki,
sadık adamı Benazir Butto'yu suikastla katlettirerek yaptığı
provokasyonla Pakistan'ı karıştırdı. Taliban ve El Kaide'yi bahane
ederek, nükleer silaha sahip tek İslam ülkesi Pakistan'ı kontrol
altına almak istiyor. Bir Pentagon yetkilisi Amerikan ordusunun
Pakistan'daki kara operasyonlarına, ABD Başkanı Bush'un, İslamabad'ın
onayını almadan gizlice onay verdiğini açıkladı. ABD bu ülkeye 9 bin
civarında asker soktu. Geçen Eylül ayında ABD askerleri ile Pakistan
Silahlı Kuvvetleri kısmi bir savaşa bile girdiler.
Bazı İslam ülkelerinden önemli devlet yetkilileri içine düştüğü
durumdan Pakistan'ın nasıl kurtarılabileceğine dair bir toplantı
yapıyorlardı. İçlerinde Pakistanlı yetkililer de vardı. Yer Marriott
Otel'di. Ramazan'da, 20 Eylül akşamı iftar vakti, İslamabad'da
Marriott Otel, patlayıcı yüklü kamyonla havaya uçuruldu. İftarda olan
bu devlet adamlarından beşi o sırada dördü de daha sonra yani toplam
dokuzu hayatını kaybetti. Yaralılar da var. ABD, Pakistan'a destek
olmaya çalışanları böylece cezalandırdı ve gözdağı verdi.

Türkiye'ye ders verme çabası:

ABD Genelkurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen, iki günlük bir
ziyaret için 14-15 Eylül tarihlerinde Ankara'daydı. Genelkurmay
Başkanı Başbuğ, Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül'le görüştü.
Mullen, öteden beri olduğu gibi Afganistan'da zorda olan işgalcilere
destek için Türkiye'den yardım istedi. ABD'de gelecek ay yapılacak
başkanlık seçimleri öncesinde İran'ın vurulması için Ankara'dan yine
yardım talep etti. Ankara'daki tüm muhatapları, bu her iki konuda da
ABD'ye kapıları kapattı. Talepleri reddetti.


CIA ve Pentagon, Milli Türkiye'nin bu tavrını Washington'a karşı ilan
edilmiş bir savaş olarak görüyor. Bundan da İran, Pakistan ve
Türkiye'yi sorumlu tutuyor. Pakistan'ı karıştırdı. Hedefine ulaşmaya
çalışıyor, İran'da fırsat kolluyor. Altınova olayları ve Aktütün
baskını ile de hâlâ içinizdeyim ve istediğim zaman ülkenizi
karıştırabilirim mesajı ile bize ders vermeye çalışıyor.

Altınova olaylarını ve Aktütün baskınını bir de bu açıdan
değerlendirmek gerekiyor.48[1]


AB kriterleri, TESEV belgesi ve anarşi bağlantısı!
"Şu belgedeki sekiz cümleyi birlikte okuyalım.

Tayyip Erdoğan'ın Kürt meselesindeki "asimilasyona hayır, entegrasyona
evet" politikası fiilen uygulanmalıdır. DTP milletvekilleri ve
belediye başkanları, Kürt meselesine siyasi bir çözüm bulunması için
çalışmalıdır.
Kürtçe kamu hizmetlerinde de kullanılmalı, yani resmi dil olmalıdır.
Türk Ordusu, K. Irak'ta orantısız güç kullanmamalıdır. 301. madde
öncelikle ele alınmalı ve kaldırılmalıdır. Vakıflar Kanunu'nun çıkması
olumludur. Gayrimüslimlerin mülkleri, üçüncü kişilere satılmış olanlar
dahil, hepsi geri alınmalıdır.
Türkiye, Ermenistan ile sınırını açmalı ve iktisadı ambargo son
bulmalıdır.
"Türk yetkililer Ergenekon hadisesinin üzerine kararlı bir şev kilde
gitmeli. Bu şebekenin devlet içindeki bağlantıları tam anlamıyla gün
yüzüne çıkarılmalı ve sorumluları adalete teslim edilip
cezalandırılmalıdır.
Bu cümlelerin hangi belgeden alındığını unutanlara hatırlatalım.

Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu Taslağı'nda yer alan bu cümleler,
13 Mart 2008 günlü Zaman Gazetesi'nde "sevinçli bir haber" olarak
yayımlandı.

Bu günlerde AKP'nin AB Reformlarını yavaşlattığını söyleyenler, Avrupa
Parlamentosu'nun bu taslaktaki tavsiye ve talimatlarına ilişkin
gelişmeleri bir daha düşünmeli. Bu bapta 7. ve 8. cümleler bilhassa
öğretici olacak.

Basında ilk kez yayınlanacağını söylediğim ikinci belge ise özel bir
mektup. "Mektup" deyip geçmeyin. Okuyalım ve birlikte karar verelim.
Özetleyerek aktarıyorum:

'Nesrinciğim, (lütfen print edip başkana göster)
Sevgili arkadaşlar, TESEV'in yeni mütevelli heyeti belirlendi. Vural
Akışık, Erdal Aksoy, İshak Alaton, Ünal Aysal, Feyyaz Berker, Cem
Boyner, Nuri Çolakoğlu-cnn'ci değil-yani Çolakoğlu Metalürji, Bülent
Eczacıbaşı, Osman Kavala, Akın Öngör, Hüsnü Özyeğin, Can Paker, Ethem
Sancak, Eser Tümen, Cüneyd Zapsu.

Bu haber şimdilik aramızda kalsın çünkü mevcut yönetim kurulu ve
üyeler için sıkıntı olmamalı, karar yeni verildi ve uygulaması birkaç
ayı alacaktır.

Yeni TESEV vizyon ve misyonunu Can önümüzdeki günlerde kaleme
alacaktır. Ancak (TESEV) Türkiye'de demokratikleşme, açık-saydam
idare, sivilleşme(!) sivil toplumun tüm Türkiye çapında örgütlenmesi
için çaba gösterecek ve neticede siyasi rol oynayacak. Ayrıca 5 kişi
daha, sivil toplum örgütlerinden temsilci alınması düşünülüyor.
Sakatlar Derneği vs. vs.

TESEV, TC'de başka sivil toplum örgütlerinin projelerine yardımcı
olacak. Buna mukabil geçen gün AB meselesinde olduğu gibi, bir anda
hepsini mobilize edebilecek. İlk iki sene can başkan olacak. Mütevelli
heyetinden isteyen birkaç kişi yönetime de girebilecek. Not: Osman
kavala, Bülent Arınç'ın geçen gün güney doğu ile ilgili sözlerine
bayılmış, İshak Alaton rte yi şahsen çok sevdiğini, kesinlikle
güvensizlik duymadığını belirtiyor"

Bu "elektronik" mektubu (bilinen adıyla e-mail'i) "print eden
nesrinciğim" başkan'ın sekreteri olsa gerek.

Bu başkanın adı mektupta yazılı değil. Ancak, mektubun sonuna "el
yazısı" ile iki isim eklenmiş. Uğur Ziyal adı kolay okunuyor, ikinci
isim net okunmuyor. "Dhak Atranis" gibi okunabiliyor.


Mektubun imlası bozuk. Metne sadık kalarak aktardım.
Bu mektup üzerine çeşitli yorumlar yapılabilir. Dikkat çekici bulduğum
bazı noktaları belirtmeliyim:

Türkiye'de şeffaflık, demokrasi vb. nutuklar atan TESEV, bu mektuba
bakılırsa aslında illegal bir örgüte benziyor. Vakıf senedine aykırı
ve gizli toplantılarla yönetiliyor.


Asıl amaçlarını gizlediklerini de şu cümle ile itiraf ediyorlar:
"Yeni TESEV vizyon ve misyonunu Can Peker önümüzdeki günlerde kaleme
alacaktır.

Ancak (TESEV) ... siyasi rol oynayacak." Bunun için, sivil toplum
örgütlerini Avrupa Birliği fonları-Avro'ları ile "kontrol altına alıp"
onları mobilize ederek "kullanmak" üzere planlar yapıyor. Gizli
kararlar alıyor. Üstelik, "Sakatlar Derneği" gibi, toplumumuzun
duyarlı olduğu alanlarda kurulan dernekleri de, bu faaliyetlerinde
"maske" olarak kullanacaklarını da fütursuzca açıklıyorlar.

TESEV sitesinde yer alan 2004 ve 2006 raporlarına bakıldığında da,
asıl faaliyetlerinin; Avrupa Parlamentosu kararlarını, ülke kamuoyuna
kabul ettirmekten ibaret olduğu ortaya çıkıyor.

Türkiye Cumhuriyeti yerine de PKK'nın söylemini benimsiyor ve
kullanılıyor. "TC" şeklinde yazılıyor!

Özetleyerek aktardığım bu mektup, TESEV hakkında soruşturma açılması
için tek başına yeterli belge niteliğinde. TESEV, AB'nin Türkiye'deki
beşinci kol faaliyetlerinin merkezini oluşturuyor.

Ve bu TESEV, kanunların ve bu "kanunları yapan TBMM'nin üzerinde bir
güç gibi davranıyor. TESEV gücünü milli hukukumuzdan değil, Avrupa
Birliğinden, Avrupa parlamentosundan alıyor. Bu tarihten tam iki yıl
önce, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, TESEV'in silahlı kuvvetler
aleyhindeki faaliyetlerinden yakınmıştı. TESEV adına rapor düzenleyen
Polis akademisi öğretim üyelerinin adlarını da saymıştı. Peki, MİT'in
ya da polisin, TESEV'in bu faaliyetleri hakkında, hükümete bir rapor
verdiğini, savcıların bir soruşturma açtığını duydunuz mu?

Diyebilirsiniz ki; "Bu mektup, basında ilk kez yayınlanıyorsa, belki
de savcılar bunu suç duyurusu olarak kabul edecek. .." Böyle
diyorsanız fena halde yanılmış olursunuz.

Neden mi?

Bu mektup, Ergenekon soruşturması sırasında ortaya çıktı. Halen 22
numaralı klasörün 380 dizi numaralı sayfasında "Nesrinciğim ibaresi
ile başlayan doküman" adı ile durmakta. Ve bu konumu ile, TESEV
aleyhinde değil, Ergenekon davası sanıkları aleyhinde delil olarak
mahkemeye sunulmuş bulunmakta.

Manzara ortada. Ergenekon soruşturmasını "demokratikleşme" yolunda çok
önemli bir yargı faaliyeti olarak gören "demokrasi budalalarının
sorumluluğu, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olan AKP'den BOP
Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sorumluluğundan daha mı az? Kararı siz
verin.49[2]
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın, 2008 Dini Özgürlükleri Raporu: Dini
özgürlük diye Ordu hedef alınıyor ve azınlıklar azdırılmaya
çalışılıyor!

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın "2008 Dini Özgürlük Raporu'nda, Türkiye'de
Anayasa'daki bazı hükümler nedeniyle dini özgürlüklerin kısıtlandığı
iddia ediliyor. Türban kararıyla dinsel hakların kısıtlandığının
belirtildiği raporda Fener Rum Patriği "Ekümenik" olarak
tanımlanıyor.

ABD'nin, 2008 Yılı Dini Özgürlükler Raporu yayınlandı.

Raporun Türkiye bölümünde, Anayasal hükümlerin dinsel hakları
kısıtladığı belirtiliyor. Raporda "Devletin çekirdek kurumları olan
Cumhurbaşkanlığı, Silahlı Kuvvetler, Yargı ve devlet bürokrasisi
Cumhuriyet tarihi boyunca ülkedeki laik devletin koruyucusu rolünü
oynadı ve bu kurumlar zaman zaman laiklik konusunda seçilmiş
hükümetlerle de karşı karşıya geldi" deniliyor ve buna örnek olarak
da, Mart 2008'de AKP'ye açılan kapatma davasını ve türban konusunda
Anayasa Mahkemesinin aldığı kararı gösteriyor. Yani sözde Müslümanlara
sahip çıkıyor görüntüsüyle, İslamiyet'i emperyalist amaçları için
istismar ediyor.

Azınlık vakıfları temel konu

Raporun, "Dini Özgürlüklerin Durumu" başlıklı ikinci bölümü,
önümüzdeki dönemde ABD'nin Türkiye'ye hangi konularda dayatmalar
yapacağı konusunda ipuçları veriyor. Bu bölümün önemli bir kısmı
azınlıklar ve azınlık vakıflarının yasal durumuna ayrılmış. Türkiye'de
dernek kurmanın vakıf kurmaktan daha kolay olduğunu belirten rapora
göre bu nedenle dini gruplar dernekleşmeyi tercih ediyor. Ancak yine
rapora göre dini grupların gerçekten kendi haklarına sahip olmalarının
tek yolu vakıf haline gelebilmeleri.

Raporda 2006'da Cumhurbaşkanı Sezer'in veto ettiği dini azınlıkların
mülklerinin yönetimi konusundaki yasanın 2008 yılında düzeltilmiş
olarak Meclis'e tekrar getirildiği de hatırlatılıyor.

Yeni çıkan bu yasada da, devlet tarafından kamulaştırılan azınlık
vakıflarının mülklerinin, tekrar bu vakıflara verilmesinin söz konusu
olmadığı belirtiliyor. Yine bu yasadan sonra 121 azınlık vakfının 1263
mülk edinme başvurusu yaptığı da rapora eklenmiş. Yani din özgürlüğü
diye asıl azınlıklar kışkırtılıyor.

Fener Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu

Azınlıkların ibadet yeri açma ve var olanları açık tutmada bazı
zorluklarla karşılaştıkları ileri sürülüyor.

Raporun son bölümünde ABD hükümetinin Türkiye'deki dini özgürlükler
konusundaki politikalarına yer verilmiş. Buna göre ABD'nin
Türkiye'deki Büyükelçisi, İstanbul ve Ankara'daki konsolosları hem
Müslüman çoğunluk hem de diğer dini topluluklarla yakın ilişkiler
kurmaktan hoşnutlar. Bunun yanında Büyükelçiliğin, Heybeliada Ruhban
Okulu'nun tekrar açılması konusunda Hükümete taleplerini sunmaya devam
ettiği vurgulanıyor. Yine Büyükelçi, dini özgürlükler konusunda
Bakanlar Kurulu üyeleriyle özel görüşmeler yapmış.

Son bölümde Fener Rum Patriği "Ekümenik" olarak tanımlanıyor ve 2007
Eylül'ünde hem Fener Rum Patriği ile hem de hükümet yetkilileriyle
İstanbul ve Ankara'da dini özgürlükler konusunda görüşüldüğü
belirtiliyor. Benzer görüşmelerin diğer büyükelçilik ve konsolosluk
görevlilerince de yapıldığının söylendiği raporda, bu görüşmelerde
Müslüman olmayan grupların karşılaştıkları sorunlara ve İslam'ın
ülkedeki rolüne değinildiği belirtiliyor.50[3]


"Türkiye'de siyaset uygulayıcıları, tam otuz yıldır süren dış destekli
terörün saldırılarına karşı koyabilmek ve Türk varlığını bu tehdidin
etki alanından uzak tutabilmek için ulusal kaynaklarını TSK'ne
ayırmış, buna karşın mücadeledeki sorumluluklarını üstlenmediği ve
terörden rant sağlama çabasıyla gerçeği göz ardı ettiği için, izlediği
bu yol ile terörle mücadelede başarıya ulaşamamıştır.


Ulusal bir strateji belirleyemeyen ve terörü ranta çevirmek
düşüncesinden vazgeçmeyen siyaset uygulayıcıları, "bu mücadelede hangi
dinamikler ne şekil eyleme geçirilirse, Türkiye bu terör belasından
kurtulabilir? şeklindeki bir soruya cevap verebilecek türden
bilinmeyeni olmayan bir denklemi de kamuoyunun dikkatine şimdiye kadar
sunamamıştır. Türkiye'de böylesi bir denklemin ilk kurgusu 12 Nisan
2007'de Orgeneral Yaşar Büyükanıt tarafından yapılmıştır;
"Unutulmamalıdır ki, terör çok boyutlu bir sorundur.


Terör, sadece silahlı mücadele sorunu değildir. Terörün, sadece askeri
ve güvenlik boyutu yoktur. Ekonomik, sosyal, siyasal ve toplumsal
boyutları vardır. Bu boyutların tümünde gerekenler yapılmazsa terörle
mücadele başarılı olma şansı düşük olacaktır."


Terörle mücadelenin boyutlarını bugüne kadar görmezden gelen siyaset
uygulayıcıları, Orgeneral Büyükanıt'ın bir "ölçü değeri" olarak masaya
yatırdığı parametreleri tarafsız bir gözle irdelemeyi başarabildikleri
takdirde, Türkiye'nin insan ve finans kaynaklarının ve en önemlisi her
anı birbirinden kıymetli yıllarının ne şekilde siyasete feda edilmiş
olduğunu da kavrayabilecekleri düşünülmektedir.


Siyasetle terör arasındaki ilişkiyi açık ifadelerle ortaya koyan
Orgeneral Büyükanıt'ın; "Terörle mücadelenin bazı başarı parametreleri
vardır:


Birincisi, başarılı olmak için siyasi ve askeri kararlılık gereklidir.


İkincisi, milis güçlerini veya işbirlikçilerin etkisiz hale
getirilmesidir.

Üçüncüsü, psikolojik harekât ve manevi dinamiklerdir


. Dördüncüsü, dış desteğin kesilmesidir. Beşincisi, terörist örgütün
ümidinin kırılıp bitirilmesidir. Altıncı husus da, güvenlik
güçlerinin, yasal yetkilerinin yeterince belirlenmesidir" şeklinde
sıraladığı başarı ölçütleri, bu alanda şimdiye kadar bir ulusal
strateji ortaya koyamayan siyaset bilimcileri ve uygulayıcıları için
ileriye yönelik planlamalarında bir temel oluşturacak niteliktedir.

Türkiye'de siyasi iktidar bugüne kadar terörle mücadelede ulusal bir
strateji ortaya koyamamıştır. Mücadele adına yapılan uygulamalar
askeri operasyonları sonuçsuz bırakmakta, "etnik köken ve dini mezhep"
temelindeki farklılıkları ulusal birlik ve beraberliğinin ötesinde
derinleştirmekte ve bölgesel bir güç olma arzusundaki Türkiye'nin
ulusal kaynaklarını yok etme noktasına getirmektedir.


Genelkurmay Başkanı tarafından dile getirilen "terörle mücadelenin
başarı parametreleri" açısından duruma bakıldığında ise, terörle
mücadele edilmesinden öte, terörü körükleyen bir siyasetin ulusal
güçleri etkisiz hale getirmeye çalıştığını düşünmenin dahi olası bir
hale geldiği görülmektedir. Ulusal niteliğini her geçen gün kaybettiği
düşünülen bu siyasete karşı Türkiye'nin çıkış yolunun, ulusal
güçleriyle başlatacağı milli bir harekâtta bulunacağının söylemesi
gerekmektedir.51[4]


PKK Yahudi uyuşturucu mafyasının maşasıydı
350 bin avroyla kaçan kişiler önce birbiriyle çatıştı, sonra örgüt
tarafından öldürüldü
Terör örgütünün parasıyla kaçmaya çalışan 3 kişi, aralarında çatıştı.


Bir kişinin öldüğü çatışmanın ardından, sağ kalan kız kardeş ve ağabey
ise örgüt tarafından infaz edildi.

Terör örgütünün İran'daki uyuşturucu kuryeliğini yaptığı bildirilen
''Dilan'' kod adlı Sevim A, ağabeyi Refik A. ve ''Serdar'' kod adlı
Ferhat E. adlı teröristler, İran'da yaşayan Kürtlerden toplanan haraç
ve uyuşturucudan sağlanan yaklaşık 350 bin avro parayı zimmetlerine
geçirerek örgütten kaçtı.

Önce İran'ın Şehidan bölgesinde gizlenen kaçak teröristler, daha sonra
Yüksekova'nın Tülören Köyüne geldi. Ancak teröristlerden ''Serdar''
kod adlı Ferhat E, paralarla birlikte tek başına Avrupa'ya kaçmak
istemesi üzerine kaçaklar kendi aralarında çatışmaya girdi. Çatışmada
''Dilan'' kod adlı Sevim A. ve ağabeyi Refik A, ''Serdar'' kod adlı
Ferhat E'yi tabancayla öldürdü.

PKK'nın uyuşturucu kuryeleri yakalandı

Osmaniye'de kırsaldaki bölücü terör örgütü PKK mensuplarına lojistik
destek sağlayan 3 kişi, 2.5 kilo uyuşturucu madde ile birlikte
yakalandı. Daha önceden yakalanan terör örgütü mensubu bir kişinin
ifadesi doğrultusunda istihbarat çalışması yapan Osmaniye İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri, kent merkezinde 3 kişinin terör örgütüne
lojistik destek sağladığını tespit etti. Alibekirli Mahallesi'nde
düzenlenen operasyonda, T.A. (30), S.Y. (52) ve Z.S. (36) adlı kişiler
evlerinde yakalandı. Evlerde yapılan aramada ise 2.5 kilogram esrar
maddesi ele geçirildi. Jandarmada ifadeleri alınan 3 kişinin, Zorkun
Yaylası bölgesindeki bölücü terör örgütü mensuplarına erzak temin
ettikleri ve lojistik destek sağladıkları anlaşıldı.

PKK militanlarının çoğunun, Yahudilerin güdümündeki küresel uyuşturucu
mafyasının kuryeleri olduğu zaten bilinen ama toplumdan gizlenen bir
olaydı.


[1] www.kanala.com. Alper Tan
[2] emceto@aydinlik.com.trBu mail adresi spam botlara karşı
korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
[3] Bora yıldız / 28 Eylül 2008
[4] http://www.tusam.net/ / Erdal Sarızeybek
__________________
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Lütfen sitemizden aldığınız tüm konuları KAYNAK gösteriniz...

Resulu Ekrem Aleyhissâlatü Vesselâm buyurdular ki:

"Nasıl olursanız öyle idare edilirsiniz."

"EY iman edenler!!! Yahudi ve Hristiyanları Dost'lar edinmeyin;onlar
birbirlerinin dostlarıdırlar..Sizden onları kim dost edinirse,Kuskusuz
onlardandır..Şüphesiz ALLAH zalimler topluluğunu doğru yol'a
iletmez" (maide 51)

Büyük devletler özür dilemez ki...Abdullah Gül

Gül Irak'ın kuzeyinde Mehmetçiğin başına çuval geçirildiğinde ABD'yi,
"Büyük devletler özür dilemez ki" diye savunan ve Peşmerge
önderliğinde Telafer'de Amerikan güçleri Türkmen katliamı
başlattığında, "Orada Türkmenlere yönelik bir şey yok, Felluce'den
kaçan teröristler Telafer'e sığınmış, operasyon Türkmenlere değil!"
demiş, biridir.. (Tarih, 24 Mayıs 2003)

TÜRK BİRLİĞİNE İNANIYORUM, ONU GÖRÜYORUM!. GAZİ MUSTAFA KEMAL

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...
Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."

*Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------....
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" Haber Bilgi Paylaşım grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.