ibrahimkaragul@gmail.com
14 Kasım 2008 Cuma Dünyaya çok kötü bir sürpriz hazırladılar! 15 Kasım'da, yani yarın G-20 ülkeleri küresel krize karşı neler yapılabileceğini tartışmak için Washington'da toplanacak. G-8 ülkeleri, AB temsilcisi ve gelişmekte olan ülkeleri içeren, Türkiye'nin de dahil olduğu dünyanın en büyük 20 ekonomisini tek bir çatıda toplayan, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da katılacağı Grup-20 zirvesinden ne çıkar? Hemen belirtelim; tarihi bir zirve olacak bu. Dünya ekonomisinin son elli yılda girdiği en büyük bunalıma ilişkin bir zirve olacak. Bundan sonraki sürece ilişkin ilk ipuçlarını bu zirveden alacağız. Amerikan ekonomisi durdu. Alman ekonomisi durdu. İngiliz ekonomisi durdu. Rusya ekonomisi durdu. Dünyanın merkez ekonomileri aslında durdu. Yakın gelecekte finansın ötesin yayılacak, üretimi vuracak, dünyanın dev kuruluşlarını iflasa sürükleyecek kriz süreci nasıl önlenebilir? İşte bunun işaretlerini alacağız. Ancak zirve sadece bu nedenle tarihi değil. Çok kritik bir plan bu zirvede tartışmaya açılacak. Küresel ekonominin geleceğine yön vermek üzere hazırlanan ancak köklü siyasal sonuçlar doğuracağı söylenen, üzerinde anlaşma sağlanamazsa dünyanın gerçek anlamda iki ayrı kutba bölüneceği düşünülen bir gizli strateji alenileştiriliyor. Söz konusu stratejinin mimarları ABD ve İngiltere… Stratejinin ayrıntıları şöyle: Uluslararası Para Fonu IMF'ye adeta diktatörlüğü andıran bir rol yükleniyor. IMF bütün ülkelere ekonomi politikaları dayatabilecek, ekonomileri üzerinde söz hakkına sahip olacak. Özelleştirmeden serbest ticaretin ilkelerine kadar dünya ekonomisini ilgilendiren her alanda IMF tek hakim olacak. Çin, Rusya, Brezilya, Rusya ve benzer ülkeler bu ABD-İngiliz Planı'na karşı çıkıyor. Bu ülkeler; IMF'ye bu kadar rol verilmesinin son derece tehlikeli olacağını söylüyor. ABD/İngiliz ekseninin küresel ekonominin patronu olmak için söz konusu stratejiyi hazırladığının farkındalar. Plana muhalif ülkeler, finans sektörünün, türev piyasaların yeniden bu kadar güç kazanmasına karşı çıkıyor. Bunun yerine üretime ağırlık verilen bir ekonomi istiyor. Eğer söz konusu plan üzerinde anlaşma sağlanamazsa, iki farklı blok oluşacak. Üretim karşıtı, türev piyasa taraftarı, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana süren sistemin bekasını savunan ülkelerle, finans değil üretim diyen, türev piyasaya karşı olan, modern teknoloji isteyen, bilimsel ve ekonomik değişimleri savunan ülkeler ayrışacak. G-20 zirvesine 5 maddelik plan olarak getirileceği söylenen strateji üzerine tartışmaların siyasal okunuşu şöyle: IMF bir anlamda Dünya Merkez Bankası olacak. Küresel ekonominin tek patronu, dolayısıyla da küresel politikalar üzerinde ABD-İngiliz çıkarlarını dayatacak bir güç haline gelecek. Şu an sarsılmakta olan globalleşmeye tekrar ivme kazandırılacak. Bu süreç ileri aşamalarda yeryüzünde tek siyasi otoriteye kapı aralayacak. ABD'nin başaramadığı küresel imparatorluk, "Dünya Devleti" bu aşamada tartışılır olacak. Oysa krizle birlikte başlayan tartışma bambaşkaydı. Elli yıldır dünya ekonomisinin patronluğunu yapan merkezin dağılmakta olduğu, çok başkentli bir ekonomik düzenin başlayacağı, siyasi açıdan biten tek kutuplu dünya düzenini arayışının artık ekonomik olarak da bittiği, yeni siyasi ve ekonomik düzenin daha dengeli olacağı varsayılıyordu. Şimdi tek merkezli ekonomik sistemi savunanlarla çok başkentli ekonomik sistemi savunanlar çetin bir çatışmanın içine giriyor. ABD ve İngiltere, krizden kurtulmanın tek yolunun her şeyin merkezileştirilmesi olduğunu savunurken diğerleri merkezin dağıtılmasını, ülkelerin daha özgür hareket etmesini, çok kutuplu bir ekonomik sistemin tek çözüm yolu olacağını söylüyor. Merkeziyetçi ülkeler aslında dünyanın tamamını istiyor. Ekonomiyi, kaynakları ve siyasi iktidarı tek elde toplamaya çalışıyor. Tek "Dünya Merkez Bankası" istiyor. "Tek Para Birimi" istiyor. "Tek Dünya Devleti" istiyor. Yeni bir Anglo-Amerikan tekel oluşturmak isteyenlere şiddetle karşı durmak gerekiyor. Yoksa insanlık büyük bir fırsatı kaçırmış olacak. IMF'nin para basacağı, IMF üzerinden bir çeşit "küresel ortak para birimi"nin piyasaya sürüleceği yeni bir ekonomik sistem, yeni bir küresel sömürü mekanizması olacaktır. Transatlantik Merkez'in gücünü dağıtması, insanlık tarihindeki belki de en hayırlı gelişme olacaktır. Bunun için tarihin sunduğu en önemli fırsat bugünlerdir. Türkiye olarak, 21. yüzyılda siyasi ve ekonomik ağırlık merkezinin değişmesini, dengelenmesini savunmak zorundayız. Türkiye'nin yüz yıl sonra yeni bir güç olarak öne çıkmasının tek yolu budur. Somali korsanları, PKK ve Blacwater Nedir bu korsanlık meselesi? Güney Çin Denizi'nde, Hint Okyanusu'nda, Afrika açıklarında ağır silahlarla donanmış korsanlar gemileri kaçırıyor, milyonlarca dolarlık fidyeler istiyor, kıtalararası ticareti tehdit ediyor, NATO güçleri bu gemileri kurtarmaya çalışıyor, belli bölgeler donanma güçleri tarafından adeta kuşatılıyor, ama korsanlığın önüne geçilemiyor. Küresel ekonominin iç içe geçtiği, siyasi ve askeri denetimden muaf neredeyse hiçbir toprak ve deniz bölgesinin kalmadığı dünyada yaşıyoruz. Sanki küresel olağanüstü hal uygulanıyor. Uluslararası güvenlikle hiç ilgisi olmayan bölgeler bile denetim altında tutuluyor. ABD yönetiminin Marmara Denizi'nde gemileri arama izni almak için Türkiye'de başvurduğunu hatırlayalım. Bu bir gösterge... Hiçbir güvenlik sorunu olmayan bölgeler bile kendi başına bırakılmazken yeryüzünün çok stratejik noktalarında hem de uluslararası askeri gücün denetlediği bölgelerde korsanlık faaliyetlerinin bu hızla yayılması düşündürücü. Somali'den söz ediyorum. Son olarak bir Panama gemisi Somali açıklarında kaçırıldı. Daha önce Türk gemisi Neslihan kaçırılmıştı. Ondan önce içinde 33 tank ve silahlar bulunan bir Ukrayna gemisi yine korsanların eline düştü. Silahların Güney Sudan'a gönderildiği iddia edildi. Dahası gemideki silahların İsrail'le bağlantısının olduğunu öne sürenler bile çıktı. Aynı bölgede bugüne kadar 80'e yakın gemi kaçırıldı. Bu gemilerden bir çoğu hala korsanların elinde. Türkiye'nin de katkıda bulunduğu NATO güçleri bölgede güvenliği sağlamaya çalışıyor ama göründüğü kadarıyla yeterli olmuyor. Biraz geçmişe gidelim. Somali bölgesinden önce Hint Okyanusu'nda ve Pasifik'te korsanlık başlamıştı. Özellikle 11 Eylül ve Afganistan işgali öncesi giderek artan korsan faaliyetleri sonra birden kesildi. Faaliyetlerin durmasından sonra başka bir "korsanlık" deşifre oldu. ABD'nin hayalet gemileri. Yani işkence gemileri. Yani karakol gemileri. Yani sayısız insanı kaçırıp hapsettikleri, sorguladıkları gemiler… O insanlara ne olduğu hala bilinmiyor. Aynı durum yılda 20 binden fazla geminin geçiş yaptığı Somali bölgesinde, Kızıldeniz'in çıkış bölgesinde başladı. Kızıldeniz, Yemen ile Somali'nin kontrol ettiği bölge dünyanın en önemli ticaret ve enerji boğazlarından biri. Bu yüzden ABD, 11 Eylül'den sonra bölgede bir donanma gücü tutmaya başladı. Cibuti adeta ABD'nin donanma üssü gibi. NATO üyesi ülkeler de aynı bölgede denetim yapıyor. Ama nedense korsanlık önlenemiyor. Hatırlamaya devam edelim: 2006 Haziran ayından bir haber: "Somalili İslamcılar, başkent Mogadişu'nun kontrolünü ele geçirdi. Müslüman Kardeşler Teşkilatı'nın Somali kolu olan İslami Birlik Başkanı Şeyh Şerif Ahmed, Magadişu'nun kendi kontrolleri altında olduğunu ve çarpışmaların sona erdiğini açıkladı." ABD, 1993 yılında Somali'ye binlerce askerin katıldığı kanlı bir operasyon yapmıştı. Ama korkunç bir facia yaşadı. Tam bir fiyaskoydu. Bu operasyon için "Black Hawk Dawn" adında bir film bile çevrildi. Amaç, her zamanki gibi, insani bir müdahaleydi! Oysa beş ABD firması Somali topraklarının üçte ikisini petrol ve doğalgaz sondajları için neredeyse kapatmıştı. Operasyon, bu şirketlerin çıkarlarını güvence altına almak için yapıldı. 1993'teki operasyon bir başka şekliyle yeniden başlatıldı, şirketlerin önü açılacaktı. Birkaç ay sonra, o dönemde ABD'nin Irak ordusunun başında bulunan General John Abizaid, Etiyopya'ya gitti. Ziyaretin üzerinden birkaç gün geçmişti ki, ABD'nin finanse edip eğittiği 15 bin kişilik Etiyopya askeri Somali'ye saldırıya başladı. Hem de ABD özel birliklerinin öncülüğünde. Somali petrol zengini bir ülke değil. Bilinen rezervi 200 milyar metreküp doğal gaz. Ama ülkenin çok zengin petrol ve doğalgaz kaynakları barındırdığı, hem Ortadoğu petrollerinin geçiş yolu üzerinde bulunması hem de kendi zenginlikleri nedeniyle ABD için yeni bir fırsat oluşturduğu biliniyor. Conoco, Amaco, Chevron, Phllips gibi ABD petrol şirketleri ülkenin bir an önce kontrol altına alınmasını ve sondajların başlamasını istiyordu. Bunun sonucu olarak ABD ülkedeki savaş ağalarını hem askeri hem de finansal olarak desteklemeye başlamış, George Soros'un kurduğu "Uluslar arası Kriz Grubu" da sahnede yerini almıştı. Böylesine hassas, bu kadar yoğun askeri trafiğin yaşandığı yerde korsanlar gemileri kaçırıyor bugün. Anlaşılır gibi değil. Peki kim bu korsanlar ve gerçekten fidye için mi yapıyorlar bunu? Bence olay bu kadar basit değil. Irak'taki işgal güçlerinin içinde paralı askerlerin, güvenlik şirketlerinin rolünü biliyoruz. On binlerce paralı askerin neler yaptığını. İçlerinden en önemlisi olan Blackwater şirketi Somali açıklarında korsanlarla mücadele için görevlendirildi. Bu şirketin olduğu her yerde pis işler yapılır. Katliamlar, insanlık suçları işlenir. ABD ordusunun kirli işlerini havale ettiği bir şirkettir. Felluce katliamının sebebi ve sorumluları da onlardı. Irak'ta kaybolan 190 bin silahın nerelere dağıtıldığını bilen, dağıtımı yönetenler de onlar. Bu silahların bir kısmını PKK'ya aktaran da Blackwater şirketiydi. Şimdi Blackwater Somali açıklarında korsanlarla savaşacak. O zaman bölgede önümüzdeki dönemde çok ciddi gelişmeler olacak demektir. Bekleyip görelim… 'Dünyaya diz çöktürecek' olay! Dünya genelinde bir çok liderler, ülke temsilcileri, sanki sözleşmiş gibi, "birkaç ay içinde dünyayı sarsacak bir gelişme olacağı"nı söylerse ne düşünürüz? Hem de bu açıklamalar üç gün içinde ardı ardına yapılıyorsa.. Sözü edilen tehlike, kendi ifadelerine göre, o kadar büyük ki, 11 Eylül saldırılarını gölgede bırakacak. Dünyası sarsacak. Dünya düzenini kökten değiştirecek kadar etkili olacak. Ve bu büyük ihtimalle nükleer bir saldırı olacak. Avustralya Başbakanı böyle diyor. Aynı şekilde dünya başkentlerinden ardı ardına benzer açıklamalar geliyor. Bazıları bunu "yeni bir 11 Eylül saldırısı" olarak nitelerken, açıklamaların çoğunda kullanılan cümleler çok daha ürkütücü. Bizzat Obama'nın kendisi, McCain, Cheney, Bush, emekli Donald Rumsfeld ve daha niceleri böyle bir saldırı beklediklerine ilişkin açıklamalar zaten yapmışlardı. "Amerika'nın yeni bir 11 Eylül'e ihtiyacı var. Çünkü düşmanı unuttular. Amerikan halkını birleştirmek için bu gerekli" kanaatini açıkça ifade edenler vardı. Ama biz bunları, gelenek haline gelen abartılı paranoyanın sonucu olarak gördük. Bu seferkiler biraz başka. Şöyle: İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un Güvenlik danışmanı Lord West, "Yeni ve büyük bir hazırlık yapılıyor. Tehdit çok büyük. Önlem amacıyla yapabildiğimiz her şeyi yaptık. Ama tehdit büyümeye devam ediyor" diyor. Avustralya Başbakanı Kevin Rud: "Nükleer felaketten" söz ediyor ve tehlikenin büyüklüğünün yanında diğer tehditlerin "önemsiz" kalacağını söylüyor. ABD Dışişleri eski Bakanı Colin Powell: Aynı tehdide işaret eden sözler söylüyor: 21-22 Ocak tarihini işaret eden Powell, yine de tehdidin niteliği hakkında çok şey bilmediklerini söylüyor. Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner: Bu açıklamalardan önce, "İran nükleer silah yapma aşamasına gelmeden önce İsrail'in bu ülkeyi vuracağı"nı söylemişti. ABD Dışişleri eski Bakana Madeline Albright: Obama'nın Beyaz Saray'a oturmasıyla yani önümüzdeki aylarda çok ciddi bir uluslararası krizin çıkacağını söyledi. Obama'nın Başkan Yardımcısı Joseph Biden'ın o ünlü sözlerini buraya özellikle eklemek gerekiyor. Çünkü sözü edilen tehditle ilgili en sarih ifadeleri o sarfetti. "Hazırlıkları yapılan krizin önümüzdeki altı ay içinde ortaya çıkacağını" iddia eden Biden, "işte o zaman Obama'nın toplumsal liderlere ihtiyacı olacağını, işte o zaman Amerikan halkının kabullenemeyeceği kararlar almak zorunda kalacağını, toplum önderlerin kitleleri yatıştırmasına ihtiyaç duyulacağını" vurguluyor. Zbigniew Brzezinsky de aynı iddiaları içeren sözleri tekrarlıyor. Açıklamalar sanki bir koordinasyon çerçevesinde yapıldı izlenimini uyandırıyor. Neden hepsi aynı zamanda benzer açıklamalar yaptı? Nükleer içerikli olacağı öne sürülen bu büyük tehdit ne? Yoksa kitleler, hükümetler tarafından endişe verici gelişmeler için mi hazırlanıyor? Başka iddialar da var. Şöyle: En tehlikeli dönem Obama'nın ilk yılı olacak. Tıpkı Bush gibi. Bush, ilk yılında 11 Eylül saldırısıyla yüzleşti. Bu krizi kullandı. İşgaller ve savaşlar geldi. Önleyici saldırı adı altında küresel düzeyde askeri müdahaleler başladı. Elitler, Obama'nın ilk yılında ekonomik krizi belki de bu amaçla kullanacak. Yeni ABD Başkanı'nın Beyaz Saray'a yerleşmesinden sonraki üç ay içinde sözü edilen tehdidin ortaya çıkacağı söyleniyor. Biz "ortaya çıkacak" diyoruz, belki de buna "uygulanacak" desek daha doğru olacak. Terör saldırısı ya da nükleer saldırı.. Dünya düzenini sarsacak gelişme sadece bu saldırı olamaz. Sözü edilen büyük tehdit, elitlerin yeni dünya devleti kurmak için en önemli gerekçeleri olacak. Bu yüzden "büyük olay"ın bir plan olabileceği akla geliyor. Daha şimdiden "tek para", "tek merkez bankası" ve "tek dünya devleti" ifadeleri kullanılmaya başlandı. Önümüzdeki hafta yapılacak G-20 toplantısının bu sürecin kapılarını açacağı söyleniyor. Bazıları yeni dönemde ABD'nin "egemenliğinin" sorgulanacağını söylüyor. Yeni Para Sistemi kurulacak: Dünyayı para ile kontrol edenler askeri olarak da kontrol etmeye başlayacak. Dünya Merkez Bankası kurulacak. Bütün ekonomik sistem bu merkezden kontrol edilecek. Sadece para değil, kaynakları da belli bir merkezden kontrol edilecek. Tek Devlet: Yeni ekonomik düzene bağlı olarak küresel iktidar da tek merkezden kontrol edilecek. ABD'nin, Batı'nın istediği bu. Krize çözüm bulmak yerine krizi küresel hegemonya için gerekçe olarak kullanmaya çalışıyorlar. Dünya çok başkentli bir düzene doğru ilerlerken, siyasi ve ekonomik merkezlerin sayısı çoğalırken Batı'nın bu arayışı hiç de iyiye işaret değil. Rüzgarı tersine çevirmek için tek yol var: Dünyayı sarsacak bir ani gelişme. Terör saldırısı mı olur, nükleer saldırı mı olur, bilmiyoruz. Yukarıya aldığım uyarılar işte bu gelişmenin habercisi olabilir. Ekonomik krizin finans sektörünü aşıp reel ekonomiyi vurmaya başladığı, ABD'nin gururu olan sembol şirketlerin batmaya başladığı bir dönemde olduğumuzu hatırlayalım. Yukarıdaki büyük tehdide biraz böyle bakalım. Daha önce bu köşede yer alan "olağanüstü hal"e ilişkin cümleleri de hatırlayalım. Ben, gerçekten, "olağan dışı bir dönem"de olduğumuzu hissediyorum…
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...
Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
*Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------....
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" Haber Bilgi Paylaşım grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.