MUSTAFA
Bir hafta içinde, birbirine tamamen zıt iki duygu:
28 Nisan günü sabahı, Üsküdar Amerikan Lisesi'nde öğrenci – öğretmen –yöneticilerle birlikte doyumsuz bir gün yaşadım. Konferans salonunu tamamen dolduran öğrencilere Atatürk'ün sadece birkaç yönünü anlatmıştım, o kadar… O gençlerin gösterdikleri heyecanla, salon adeta yıkıldı.
Biraz aradan sonra, aynı salona bu kez okulun diğer sınıfları alındılar. Tablo, bir öncekinin aynıydı. Öğrenciler dinlediklerine doyamamışlar, devamını istiyorlardı.
Gösterilen yakın ilgi o kadar uzadı ki, kendi üniversitemdeki Rektörümüzün verdiği resepsiyona yetişemedim.
Aynı gün akşam eşimle birlikte Ankara'ya gittim. 29 Ekim günü Ankara'da Ziraat Mühendisleri Odası'nda, Şahin Filiz Hocayla birlikte bir panele katılacaktım. Önce sabahın erken saatlerinde Başşehir Hastanesi'nde diyalize girdim. Biraz dinlendikten sonra da, Ankaralı Ziraat Mühendislerinin huzurundaydım. Salon tamamen doluydu. Ayakta da yer bulamayanlar konuşmaları arka salonlara yerleştirilen plazmalardan izlemişlerdi. Şahin Hoca ile sunduğumuz konuların keyfini, daha sonra verilen kokteylde de sürdürdük.
Gece yatağıma uzandığımda yorgun, ama son derecede mutlu ve umutluydum.
Ertesi sabah e-postaya bakar bakmaz ekranın karşısında donup kaldım: Gelen mesajların önemli bir kısmında "Mustafa"yı izleyenler Can Dündar'ı protesto ediyorlar ve benim bu konudaki görüşümü soruyorlardı. İyi ama, ben henüz filmi izleyememiştim ki!... Tam da o sırada bu kez üniversitemden bir meslektaşım, Cumhur Mumcu Hoca aradı. Aynı tepkiyi gösteriyordu. Telefonda bir süre dertleştik. Bir önceki gün yaşadığım keyif ve umut, şimdi bir çeşit hüzün ve umutsuzluğa dönüşmüştü.
Aynı gün Adana'ya hareket ettim. Adana Rotary Kulüplerinin düzenlediği Cumhuriyet Balosu'na büyük bir coşkuyla katıldım. Tuluyhan Uğurlu Konseri'ni büyük bir gururla izledim. Cumhuriyetin kazanımları konusunda yeniden ümitlenmiştim.
Ertesi sabah Çukurova Üniversitesi'nde, Eğitim Fakültesi 3. sınıf öğrencileriyle, yani öğretmen adaylarıyla baş başa idim. Atatürk ve devrimlerine arada geçen saatlere rağmen gene doyamamıştık. Ne yazık ki, gene diyaliz saatim gelmişti, zorunlu olarak ayrıldık. 5 saatlik diyalizden sonra biraz dinlenip, bu programa ev sahipliği yapan Rotariyen dostlarla akşam yemeğinden sonra gece geç vakit İstanbul'a dönmüştüm. Yatağıma uzandığımda neredeyse sabah oluyordu.
Uyanır uyanmaz ilk işim "Mustafa"yı izlemek olmuştu: yeniden yıkıldım. Bir süre önce de annesi Zübeyde Hanım'a ilişkin gelen deli saçması iğrençliklere ilişkin iddialara yanıt hazırlarken, yıkılmıştım. Bir süredir bu ülkede neler oluyordu? Nasıl bir sinsi plan uygulanıyordu? Bu Atatürk düşmanlığı nerelerden pompalanıyordu? Çözemiyordum.
Önce, "İkinci Cumhuriyetçiler" diye bir tayfa türedi. 1980'den bu yana olan yönetimin adını
"2. Cumhuriyet" koymak istediler. Böylece en fazla 50 yıl sonra bu ülkede kimse Atatürk'ü hatırlamasın istiyorlardı. O, "Beni Hatırlayınız" dese bile. Bu aynı zamanda Laik Cumhuriyetin sonu demekti. O yüzden yobaz/dinci kesimden maddi-manevi büyük destek gördükleri çalıştıkları gazetelerden de, tv kanallarından da belliydi. Bu çabaları sürüyor… Hepsi okur-yazar ve de güya hepsi aydın. Ve hepsi Anti Kemalist. Onlara göre Kemalizm modası geçmiş bir tutku. Günümüz sorunlarına yanıt verebilmesi olanaksız, demode bir fikir sistemi. O halde derhal terk edilmeli.
Bir kısmı daha da ileri gittiler: Anayasa'dan ismini kazımaya çalıştılar. Ne var ki, unuttukları bir şey vardı: Burası "Hukuk üstünlüğüne dayanan laik bir cumhuriyetti". Anayasa sadece "kelle hesabına " bakarak değiştirilemezdi. Laikliğin yeniden tanımlanmasına da gerek yoktu. Olay hukuktan döndü. Ve…üniversiteler şimdilik yeniden huzur içinde.
Diğer yandan, güya özel yaşamına ilişkin yanlarının da işlenmesi gerektiği maskesi altında, bir süredir kişiliğine yönelik saldırılara hız verildi. Birer kamu görevlisi olan Belediye Başkanlarının bile "fıkra" maskesi altında iğrenç saldırılarına uğradı. Bu kampanya da devam ediyor.
Okul kitaplarından ise bilinçli bir şekilde ismi kazınmaya çalışılıyor, veliler fark edip protesto edince de "teknik hata" diyerek geçiştiriliyor.
Vahdettin-Mustafa Kemal kıyaslamaları artan bir hızla körükleniyor, "…Cumhuriyeti kuranların Osmanlı'yı yıktığı…" yalanı sürekli pompalanıyor, Can Dündar bile yazılarında Atatürk'ü "Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkan adam "olarak göstermekten çekinmiyor. Sanki cumhuriyeti ve Atatürk'ü destekleyenlerin Osmanlı'ya düşman olması gerekirmiş gibi bir sakat düşünceyi birileri sürekli canlı tutuyor.
"Mustafa" filmi de bu saldırıların son bir örneği. Bir milyon evro harcanarak ortaya konan bu çalışmada Atatürk, "…en yakın arkadaşlarını bile ölüme göndermekten çekinmeyen, eli kanlı bir diktatör" olarak gösterilmeye çalışılıyor böylece yıllardır aynı iddiayı sürdüren yobaz kesime çanak tutuluyor. İzmir Suikastı bahanesiyle tüm muhalefeti tasfiye edip, iktidarı demir bir yumruk halinde elinde tuttuğu, utanmadan iddia ediliyor. Bu kadar güçlü bir diktatördü de, neden en çok arzuladığı "toprak reformunu" bir türlü gerçekleştiremediğine hiç değinilmiyor.
1 Kasım 1937'de TBMM'nin açılış töreninde, "…Efendiler! Topraksız çiftçiyi topraklandırma kanununu çıkartınız, size yakarıyorum…"dediğinden hiç bahsedilmiyor. Bu kadar güçlü bir diktatördü de , böyle yalvarır hallere nasıl düştü? Bundan hiç bahis yok.
Buğulu sesiyle ne kadar asıl hedefini örtmeye çalışırsa çalışsın, Can Dündar, satır aralarına yerleştirdiği cümlelerle Mustafa Kemal'i devletin olanaklarını ve Soroscuların desteğini alarak, sırtından vurmaya devam ediyor. Atatürk'ün bugün bile sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada, çağdaşlığın en büyük düşmanı olan yobazlığa karşı verdiği mücadeleyi, Can Dündar "…çocukken okulda Kaymak Hafız Hoca'dan yediği dayağa…" bağlıyor ve tarikatlarla cemaatları bu yüzden, "Kaymak Hafız"dan rövanşı almak için kapattığı iddiasına kadar olayı küçültüyor.
Belli ki Can Dündar Atatürk'ün devrimci yanını hiç anlamamış, ya da anlamamış görünmek şimdi daha çok para ediyor…
"Her gün bir büyük rakı içip, giderek dostlarından uzaklaşan, yalnızlığa gömülen ve çevresinde kimse kalmadığı için mutsuz olan bir adam" profilini bir yafta gibi onun boynuna asma gayreti içinde olan Dündar, adeta "yaptığını buldu, yapyalnız öldü" der gibidir. Bu yaklaşım tümüyle yanlış, haksız ve iğrençtir.
Sanki bu ülkeyi yeniden kurmak için yaptıkları son derecede sıradan devrimlermiş gibi, bunlardan birkaç kelimeyle söz edip, kameraları sadece özel yaşamına tutmak ve Atatürk'ü sadece o kalıp içinde anlatmaya çalışmak büyük aymazlıktır. Büyük Nutuk'ta gençliğe hitap ederken "…dahili ve harici bedhahların olabilir …"demişti Atatürk. Meğer bu günleri ne güzel görmüş, ne güzel söylemiş.
Filmde Cumhuriyet Tarihi açısından pek çok maddî hata da var. Bunları yazmaya kalkarsam, bu yazı bitmez. Onları toplu olarak bir makale halinde Cumhuriyet'te yayınlayacağım ve toplu görüşlerimi de mutlaka bir TV kanalında seslendireceğim.
Film, kargaları nasıl kovaladığıyla başlıyor. Bu kadar ayrıntıya iniyor da, TBMM'ne başvurup, "kendisine ait tüm mal varlığını milletine hediye etmek istediğini bildirmesi ve bunda ısrar etmesi üzerine", bu Meclis'in 12 Haziran 1933 tarih ve 2307 sayılı yasayı çıkartarak, Atatürk'ün bütün mal varlığını hazineye devrettiğine ilişkin bir tek kelime bu filmde niye yok, niye? Can Dündar mı bundan haberdar değil, o zaman "Atatürk" filmi yapmak gibi bir sorumluluğun altına neden giriyor? Yok, haberdar da, son yılların "…devlet malı deniz, (evet…Deniz Feneri !...) yemeyen domuz "(gene Deniz Feneri) özdeyişinde olduğu gibi, bir takım domuz oğlu domuzlar mı milletin bu gerçeği öğrenmelerini istemediler? Bu soru Can Dündar'a mutlaka sorulmalıdır.
Böylece, İstanbul'dan ayrılırken ve hafta boyunca son derecede umut dolu, Atatürk dolu, gurur dolu bir hafta yaşadım…Ne güzeldi…
İstanbul'a döndüm…"Mustafa"yı izledim. Yıkıldım… Ne kötü…
Yanıtımı, 6 Kasım Perşembe günü, saat 15.30'da, Tüyap Kitap Fuarı'nda, Heybeliada Salonunda yapacağım "Son Yıl: 1938" görsel sunumumda vereceğim.
İlgilenen tüm Atatürk dostlarına, sevgiyle duyururum.
Orhan Çekiç
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...
Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
*Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------....
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" Haber Bilgi Paylaşım grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.