Bir grup da vahdeti Vücut (La mevcude illa hu Allah dan başka hiçbir şey yoktur) ve vahdeti Şuhut (Görünen her şey Allaha aittir) düşünce akımları ve görüşleri ile ilgili gördüğüm bir yazı bu konuda benimde beki faydalı olabileceğini düşündüğüm birkaç sözüm olabilir diye aşağıda görüşlerimi beyana çalıştım.
Âcizane bu fakirin görüşü ise şudur.
Hiçbir şey şu ayetin dışında kendisine barınacak bir yer bulamaz.
İlk odur son odur görünen odur görünmeyen algılanamayan odur. Hüvel Evveli el Ahirü ez Zahirü vel Batın
Bu ayet ile her şeyin, Allah cc, tarafından kuşatılmış ve içi de yine kendisi tarafından doldurulmuş olduğu ve gayri için bir yer olmadığını anlayabiliriz. Elbette en doğrusunu ancak sadece Allah bilir..
Evvel (kendisinden öncesi olmayan) odur. Bu her şeyi ve herkesi kapsar her şeyin evveli yani bir önceki Halide sonraki hali de yine Evvel ve Ahir isimlerinin tecellisi olarak odur.
Ahir (kendisinden sonrası olmayan) odur.
Zahir (görünen ne var ise zuhurda olan) odur
Batın (göremediğimiz bilemediğimiz hissedemediğimiz bize gizli ne varsa) yine odur.
Ehli vahdeti vücut doğru söylediler. İdrakimize ve hissiyatımıza belirdiği ve belirmediği halleri ile Batını zahiri evveli ahiri ile hepsi onun tecellileridir.
Ancak tecelliler tecelli hallerinde aldıkları adlar ile anılır. Çünkü aslında Allah dilediği gibi ve dilediği yerde tecelli eden ama o tecellilerden hiçbirinin kapsamına sığmayan tüm tecellilerin sahibi ve tüm tecellilerinin den münezzeh olandır. Çünkü tecelliler ondan olmakla birlikte onu kemali ile belirlemekten nakıs ve eksiktirler. Tıpkı hiçbir esmanın veya hüsün Allah Lafzındaki kast edilen zatı tek başına değil tüm diğer bilinen ve bizlere bildirilmeyen esmalar ile birlikte temsil ederler. Buda bizim akıl ile idrakimizi aşmaktadır ve zatını değil tecellilerini görerek onu anlamaya çalışmaktayız.
Her şey ondan gelmiştir ve onda sona erer.
Bizlerde ondan gedik ve ona döneriz. Ama ondan, ona geldik ve ondan, ona döneriz. Geldiğimiz yer ile döndüğümüz halin aslıda o olduğu halde Esma ve Hüsünlerinin farklı tecelli ettiği bir alandan diğerine geçer sonrada ilk geldiğimiz tecelliler ortamına döneriz. Bu değişik tecelliler hallerinde bizler daha basit tecelliler olarak yer alır. Sonra diğer tecelli alemine geçtiğimizde o tecelli aleminde de o hale uygun başka bir tecelli ile yer alırız. Kısaca gittiğimiz tecelli halleri ile uyumlu halleniriz,
Buna bir misal olarak, denizden buhar olarak ayrılan su zerrelerinin yağmur damlacına, sonra donup buza, kara, doluya dönüşmesi gibi halden hale geçip derelere, çaylara, ırmaklara ve sonunda denize dökülerek ilk hareket kaynağına dönmesidir. Bu yolculuk sırasında kendini su buharı, damla, kar, dolu, dere, çay, ırmak zannetmesi onun taşra (asıl halin dışına taşrasına) düştüğü zannından kaynaklanan ve ilk çıkış kaynağını unutuş olmasından dolayıdır.
Bu devran sırasında yolculukta aldığı her ad ona yağmur damlası, kar, dolu, buhar gibi geçici benlikler sağlamış ve onu çoğu zaman benlik sarhoşu olup denizden gayri bir şey zan ve yanılsamalarına düşürmüştür.
Benlik davası da denize dönünce biter ve denizde fena fih deniz yani denizde bütünlük haline getirir. Bu misalde olduğu gibi bizlerde Allahın tecellisinden ayrılır ve onun isimlerinin değişik tecellilerinde dolaşıp değişik ad ve sanlar aldıktan sonra ona döneriz. Ama asla ondan ayrılmamışızdır. Ondan gelir ona döneriz. Buna tasavvuf da Vahdeti vücut deniyor. Allah'tan başka hiçbir şey yoktur ne varsa onun değişik tecellileridir. Bu yolun ileri gelenlerinden Arap asıllı Endülüslü Muhyiddin'i Arabi (açıklamalar bilmeyenler içindir) Öldüğünde onu rüyasında gören biri, kabir suali için gelen sorgu meleklerinin, dinin ne nebin kim gibi sorularına Arabinin,
Fe Subhan Allah, Biz bizimle bizde idik. Bizden bizle bize geldik. Şimdi bizimle birlikte bizi bizden mi soruyorlar?
Diye cevap verdiğini ve o arada sorgucu meleklerin şaşkınlığı sırasında, başka bir meleğin gelip Allah, Muhyiddin'i rahat bıraksınlar onu dünyada da kimse anlamıyordu emrini verdi dediği şeklinde rüyasında gördüğü rivayet edilir. Rüyanın gerçekliği bizi ilgilendirmez ama Vahdeti vücut öğretisinin özeti de Arabi'nin bu sözlerindeki gibidir.
Ehli vahdeti Şuhut'cular da (görünen ne varsa Allah dır diyenler) doğru söylediler.
Bu da ayetle sabittir. Çünkü Allah zahir'in Görünenin de kendisi olduğunu söylemekte ve isimlerinden Zahir ismini de yukarıdaki ayet de delil göstermektedir.
İman edenler Allah Vardır dediler. Doğru söylediler çünkü var kelimesi dahi Allahın yarattığıdır. Var diyenler onu var kelimesinin kapsama alanı içindeki tecellilerin de arayıp buldular bazıları ehli vahdeti vücut ya da Şuhut derecesinde müşahade (gözlem) etti ve bildiler.
Kâfirlerin, (gerçeği kabul etmek istemediğinden bahaneler ile gerçeği örtenlerin) çeşidi çoktur ama biz Allah yoktur diyenleri ele alıp söyleyelim Onlar da Allah yoktur dediler. Doğru söylediler.
Çünkü onlar Allah'ı, Allahın yarattığı yok kelimesinin kapsama alanı içinde yokluk ile tarif edilen yokluklar âleminde aradılar. Orada yokluğunu buldular. Onu yokluk tecellisinde bulanlar yok dediler. Doğru söylediler. Ama herkes doğrunun bir yönünü sadece bir halini, diğer hallerden farklı gibi görünen kendilerine gösterilen tecelliyi görüp onu söylediler. Doğruda söylediler ama eksik söylediler.
Allah bazılarının ısrar ettiği gibi aslında ne varlık kelimesi ve kapsama alanına ne de yokluk kelimesi ve kapsama alanına sığdırılıp sanalda olsa bir mekana hapis edilerek sınırlandırılması mümkün olmayandır. Vardır ve ya yoktur denilmekle sınırlandırılamaz. Çünkü varlığı da, anlamını tam anlayamasak da, yokluğu da yaratan ve var ve yok kelimelerini yaratıp o hallere var ve yok adlarını veren zaten Allah'tır. Yani Allah var ve yok kelimelerinin ve tüm kapsadıkları alan ve manalarında yaratıcısı olduğundan, Kendisi vardan ve yoktan da münezzeh olan ve her şeye kadir olandır. Bizler bu zıtlıklar ifade eden var ve yok kelimesi dışında ve üzerinde duran hem var hem de yokluk da tecelli etmekle birlikte kendi pozisyonu var ve yok kelimeleri ile izah edilemeyen var ve yok dışı hali beyin ve akıllarımızla anlamak imkânından mahrumuz. Tıpkı kompüterlerin bizlerin değişik duygularımızı anlamalarına imkân olmadığı gibi bir durumdur. Bu yüzden insanın Beynini kullanan aklın makamı baş iken, insanın asıl duyguları ve içgüdüleri ile hem görünen hem de görünmeyen âlemler ile irtibatını sağladığı ikametgâhı kalp dediğimiz göğüs kafesi inde yer aldığı söylenen madde ile izahı pek de mümkün olmayan makamı kalptir.
Allah vardır diyenleri tek doğru olarak alırsak, ve onun her şeye kadir olduğunu da ilave ettiğimizde ya birisi Her şeye kadir olan Allah yok olmaya kadir midir derse.
Ne diyeceğiz. Evet dersek peki yok olduktan sonra nasıl var olacak sorusu gelecektir.
Yok, olan kendini var edemez bizde ondan kurtulmuş oluruz da diyebilirler.
İşte bu yüzden akıl yanılma ihtimallerine açıktır. Beyin insanın yaratılmış tüm iyi ve kötülerin meclisi gibi olan gönlünde iyiler ile kötüler adeta satranç oynamakta ve taraflar diğer tarafı mat etmeye çalışmaktadırlar. İnsan kendi gönül ülkesinde bir nevi sultan gibidir. İç âlemindeki bu oyunda kazananların tecelli âlemine gidecektir. Ya kötülerin karanlıklar âlemine ya da iyilerin aydınlıklar âlemine gitmek için hangi tarafı iyi besler ya da arka çıkarsa oraya gidecektir.
Tasavvuf da inkar ikrarın gölgesidir denir. Bizler aydınlıklar âlemini sağımıza alıp durduğumuzu düşünelim sağımızda aydınlık vardır solumuzda ise kendi gölgemiz yani kendi karanlığımız. Bunu varlık ile de deneye biliriz. O zaman sağımızda varlık solumuzda varlın ışığını kesen kendi gölgemiz olan yokluk yer alacaktır.
Birde varlığı herkes zaten biliyor da yokluk ya da yok ne demektir diye sorsaydık,
Cevap yokluk var olanın algılama alanımızda olmadığı haldir. Bir şey için yok demek aslında onun var olduğunun da delilidir
Elma yok diyorsanız, Elma diye bir şeyin olduğunu ama şu anda algılama alanımızda bulunmadığını veya varsa da algılayamadığımızı onu bulamadığımızı söylemiş olursunuz.
Ben bu yaşamımda lüzumsuzluk eden kavgacı ve cerbezeci kişiler dışında, inanan inanmayan hiçbir düşünce ekolünün yalan söylediğini düşünmüyorum. Herkes doğru söylüyor ama doğrunun bir parçasını söylüyor ve tümü anlamaktan hatta dile getirmekten uzakta kalıyor. Beklide Vahdeti Şuhutçular doğruya bu derece yaklaşmış olmalarına rağmen eksik kalıyor. Vahdeti vücutçulardan ne kadarının illa yı (mutlak'ı) kavradığını ise bilemiyorum. Çünkü anlatılması imkansıza ulaşanın ne anlatmasını bekleyebiliriz ki,
A.D.Şimşek
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...
Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
*Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------....
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" Haber Bilgi Paylaşım grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.