‘Anayasal vatandaşlık’ yeniden gündemde-I

Hatırlayanlar olacaktır: Yıllar önce, zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in bir konuşması Türkiye'nin gündemine 'anayasal vatandaşlık' diye bir konuyu sokmuştu. Prof. Dr. Nur Vergin de 'Yeni Siyaset ve Siyasi Partiler' (Türk Yurdu, Haziran 1993) başlıklı makalesiyle konuyu bilim ve düşünce dünyamızın gündemine taşımak istemiş, ama ne yazık ki bu girişim o zaman ciddi bir tartışmanın başlamasına vesile olmamıştı.

Ben de o sıralarda kaleme aldığım bir makalede ('Anayasal Vatandaşlık Arayışı', Demokrasi Gündemi, 1994/2) konu hakkında özetle şunları yazmıştım: 'Türkiye'de 'anayasal vatandaşlık' ve benzeri konuların cumhurbaşkanları düzeyinde gündeme getirilmesi ciddi bir sorunun eşiğinde olduğumuzun hissedilmeye başlandığını gösterir gibidir. Gerek bir önceki cumhurbaşkanı merhum Özal'ın gerekse halihazırdaki cumhurbaşkanı Demirel'in etnik, kültürel, hatta dini çoğulculuğu vurgulamaya başlamaları ve bu arada Osmanlı dönemine atıfta bulunmaları, muhtemelen, Türkiye'nin siyasal yapılanmasında yeni bir arayışın işaretleridir...

Ben bu arayışın hem tarihsel ve aktüel nedenlerle gerçekçi bir çaba olduğu, hem de ahláki-felsefi nedenlerle doğru olduğu kanaatindeyim. Bu arayış bir fantezi değildir; çünkü, Cumhuriyet döneminin bugüne kadar getirdiği uygulama çoğulcu olmaktan çok, monolitik bir siyaset anlayışına dayanmaktadır. Gerçekten de, Cumhuriyetin devlet seçkinleri baştan itibaren kültür temelli yeni bir ulus ve ulusal devlet yaratma kaygısıyla olsa gerek, etnik ve kültürel türdeşliğe dayalı bir milliyetçiliği (Türklüğü) esas alan bir devlet geleneği oluşturmaya çalıştılar... Bu politikanın sonucu; üniform ve türdeş, kaynaşmış ve farklılaşma içermeyen bir Türklük anlayışı ile, buna uygun monolitik bir siyasetin egemenliğini sürdürmesi oldu Bu, etnik ve kültürel farklılıkları en azından görmezlikten gelen bir politika pratiğidir. Resmi ve gayrıresmi söyleme, 'Ne Mutlu Türküm Diyene!', 'Vatandaş Türkçe Konuş!', 'Bir Türk Dünyaya Bedeldir!','Ben Bir Türküm!' gibi mottolarda ifadesini bulan, Türklüğün -kültür ve dil anlamında da- olsa aşırı vurgulanması, galiba, bu tür bir duyarlılığı kendilerine pek yakın bulmayan toplulukların siyasal yapıyla bütünleşmesinde bazı sıkıntılar yarattı. Bütünleşmenin yolunun, farklılıkların ortak bir üst kimlik etrafında meşrulaştırılması yerine farklı kimlik bilinçlerinin tek bir Türk kimliği içinde eritilmesi veya unutturulması olduğu zannediliyordu...

Anayasal vatandaşlık konusu bugün Türkiye'nin gündemine pratik bazı kaygılar nedeniyle girmiş olmakla beraber, aslında mesele ahlákidir. Başka bir ifadeyle; bir siyasal toplum hangi ilkeler etrafında kurumlaşırsa, doğal bir veri yahut zorunluluk olmaktan çıkıp, gönüllü bir beraberlik tarzı, bir tür siyasal erdem arayışı niteliğini kazanır sorusuyla ilgilidir. Şüphesiz, istemesek bile kabul etmek zorunda kalacağımız, doğal bir veri olarak siyasal toplumun hiçbir ahláki değeri yoktur. Onu ahláki bir beraberlik tarzı olarak niteleyebilmemiz ise, (onun) vatandaşların -asgari bazı ortak değerler etrafında- birlikte yaşama iradesinden doğmuş olması gerekir... (Çünkü) ortak değerler alanının ölçeğinin geniş tutulması, farklılıkların barışçı biçimde bir arada var olmasını zora koşar.'

İşte böylece sözü, amaçlardan çok kurallar ve yöntemlerde birleşen bir özgür toplum şeklindeki liberal siyasi tasavvura getirmiş ve bu bağlamda Hayek ve Oakeshott'un bazı görüşlerine atıfta bulunmuştum. Gelecek yazıda ise kavramın 'anayasal yurtseverlik' şeklindeki orijinalinin sahibi olan Jürgen Habermas'ın bu konudaki görüşlerini ele almak istiyorum.
Mustafa ERDOĞAN    merdogan@stargazete.com

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.