üzerine birazcık eğilip de sancı çekmeyen, ızdırap duymayan bir ilim
adamı düşünemiyorum. Benim bu çalışmayı yapmamda üç temel sebep var:
Bu konu Kur^'an'a ve sahih sünnete göre anlaşılamadı. Anlaşıldıysa da
uygulamaya hakim kılınamadı. İstismar edildi, imanları zedeledi. Hala
da zedelemeye devam ediyor.
Klasik kaynaklarımızda ve günümüzün temel kaynakları olarak
niteleyebileceğimiz eserlerde cariyelik köleliği çağrıştırıyor.
Cariyeler cinsel partner olarak algılanıyor. Bu yanlış bilgiden
kaynaklanan tahribat korkunç denilebilecek seviyededir. Bu konu nice
insanların zihinlerini bulandırıyor. Bu konu üzerinden yüce dinimize
nice aşağılamalarda saldırılarda bulunuluyor.
Cariyeler tarihin olgusu değildir. Cariyeler dün vardı, bugün de yarın
da olabilir. O halde cariyeler mevzusunun çok iyi bilinmesi, Kur'an'ın
bu konudaki ölçülerinin sindirilmesi bize farz olan bir görevdir.
Bu üç sebep bu kitap çalışmasını yapmamıza neden oldu. Şimdi sizlere
bu konuda kitabın özeti sayılabilecek bazı bilgiler aktarayım. Burada
sadece konunun temel ayetleri verilecektir. Konunun çok geniş
olmasından dolayı ayet ve hadis delilleri için kitaba bakılabilir.
Öncelikle cariyenin tanımıyla söze başlayalım. Cariye: Meşru harp
esiresi demektir. Meşru olmayan savaşın neticesinde alınabilecek
esirler, hürlerin esirleştirilmesi anlamına zulümdür ve bir hadis-i
kutsiye göre Allah'a düşmanlıktır. O halde meşru savaş nedir? Toprak
işgali, tabii kaynaklar edinme, egemenlik ve ırk hakimiyeti için
yapılacak savaşlar meşru değildir. Meşru savaşın gerekçesi ve
sınırları Mumtehine suresi 8 ve 9. ayetlerinde belirtilmiştir:
8. Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan
çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı
yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.
9. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan
çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost
edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.
Bu ayette üç tane kırmızı çizgi çizilmiştir:
Dinimizden dolayı bizi öldürmeye çalışanlar
Bizi yurdumuzdan çıkarmaya çalışanlar
Yurdumuzdan çıkarılmamıza çalışanlara destek verenler
İslam'da bu üç kırmızı çizginin çiğnenmesi savaş nedenidir. Zaten
bunlar evrensel savaş nedenleridir.
Bakara suresi 191. ayet bu konuyu biraz daha açıyor. Konumuz savaş
olmadığı için bu konuda ayrıntıya girmeyeceğiz.
191. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi
çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten
daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de
onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de
onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.
Savaşların kaçınılmaz sonuçları vardır. Bu sonuçlardan biri de esir
almaktır. Mütecaviz savaşçıların stratejik hedefleri çökertildiğinde,
savaşamaz hale getirildiklerinde ve onlara üstün gelindiğinde onlardan
esir alınabilir. Onların güçleri çökertilmeden, tam galip gelinmeden
esir alınamaz. Esir almayla ilgili Kur'an'daki ölçü Muhammed suresi 4.
ayettir:
4. (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun.
Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir
alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı
salıverin.
Bu ayet o dönemde tüm dünyada mevcut olan köleliği dondurmuş ve kesin
olarak noktalamıştır. Çünkü kölelik savaştan alınan esirlerden
beslenen bir kurumdu. Ayet alınan esirlerin ya karşılıksız veya
karşılıklı (fidye karşılığı) serbest bırakılmasını emretmektedir.
Köleliği kaldıran bu ayet yepyeni bir sistem oluşturmuştur: Esirlik
sistemi. Fakat günümüzde maalesef esirlik ile kölelik aynı
zannedildiği için çeşitli yanlış anlayışlar ortaya çıkmaktadır.
Kur'an-ı Kerim bu ayetle esirlerin köleleştirilmesini yasaklamaktadır.
İnsanların Allah tealanın hür olarak yarattığı kullardır. Esirlik ise
savaşla alakalı ve geçici bir statüdür. Dolayısıyla esirler
köleleştirilemezler. Kur'an'da ve sünnette esirlerin
köleleştirilmesiyle alakalı herhangi bir ölçü yoktur. Enfal suresinin
41. ayetine göre alınan esirlerin 1/5'i devlete 4/5'i de savaşan
askerlere (ailelere) verilebilir. Çünkü İslamın amacı insandır. Bu
insanların İslam'la tanıştırılması için bunlar Müslüman ailelerin
yanına verilir. (Mücahit ailelere)
Esirlere yapılacak olan şey bellidir. Esirler ya karşılıksız ya da
karşılıklı serbest bırakılmalarıdır. Burada yönetimler özgürdür. Fidye
almak için ısrarcı da olunabilir. Peki fidyeyi kim verecek? Fidyeyi
parası varsa esirin kendisi, ailesi veya bağlı olduğu devlet
ödeyebilir. Fakat bu üç kaynak tarafından esirin fidyesi ödenmezse ne
olur? Bu durumda Allah tealanın koyduğu iç mekanizmalar harekete
geçecek. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
Zekat: Tevbe suresi 60. ayette belirtilen 8 sınıftan biri de esirlerin
(boyunların) azad edilmesi fonudur. (ve fir rikab) Bilindiği gibi
zekat İslam Devletinin topladığı vergidir. İslam Devleti zekatı toplar
ve bu sekiz sınıf için harcar. Bu sınıflardan biri de esirlerin
hürriyete kavuşturulmasıdır. Bu esirler toplumda bir problemdir.
Bunların yiyecek, içecek, barınak, tedavi masrafları vardır.
Mükatebe: Bu yol Nur suresi 33. ayette belirtilen yoldur. Belirli bir
fidye miktarı için anlaşma yapılır ve esir kendi fidyesini kazanmak
için serbest bırakılır. Kendi fidye miktarını kazanıp ödedikten sonra
salınıverir. (Hürriyetine kavuşur)
33. …Ellerinizin altında bulunanlardan mükâtebe yapmak isteyenlerle,
eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın.
Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin….
Kefaretler: Dinimizdeki bazı suçların kefaretlerin seçenekleri içinde
esir azadı seçeneği de vardır. a- Yemin kefareti: Bilerek yapılan
(ağız alışkanlığı olmadan) yeminler sorumluluk getirir. Böyle bir
yeminine muhalefet edenin cezası; 10 fakiri yedirmek veya 10 fakiri
giydirmek veya 1 esir azad etmektir. (tahriru rakabeh) bunlara gücü
yetmezse 3 gün oruç tutmaktır. (bk. Maide 89) b- Zıhar kefareti:
Zıhar; kendi hanımıyla cinsel ilişkiye girmemek için yemin etmeye
denir. Bunun cezası: 1 esiri hürriyetine kavuşturmak (tahriru rakabe)
buna gücü yetmezse ardı ardına iki ay oruç tutmak buna da gücü
yetmezse 60 fakiri doyurmaktır. (bk. Mücadele 3-4) c- Yanlışlıkla bir
mü'mini öldürme kefareti: Bunun cezası: Bir mü'min esiri hürriyetine
kavuşturmak ve öldürülen mü'minin ailesine bir diyet ödemek. Buna gücü
yetmezse tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutmak (bk. Nisa
92)
Bu eyetlerde geçen (tahriru rakabe) hep köle azadı olarak tercüme
edilmiştir ki bu yanlıştır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de köleleştirmekle
ilgili bir tek ayet yoktur. Bu ayetlerde geçen bu kelime savaş
esirleriyle alakalıdır. Çünkü Muhammed suresinin 4. ayeti esir almayı
serbest bırakmıştır. Ama bu esirler sürekli esarette tutulmaz yani
köleleştirilemez. Çeşitli vesilelerle serbest bırakılmalıdır. Bu
yollar başka ayetlerde gösterilmiştir.
Esir Azadı: Esirlerin azadıyla alakalı olarak yukarıdakilerden –bana
göre- çok daha etkili bir yol daha var. O da beled suresinde geçen,
herkesin yapamayacağı ancak seçilmiş erdemli kişilerin yapabileceği
davranışlar belirtilirken esir azadından da (boynu hürriyete
kavuşturmak) söz ediliyor. Peygamberimiz de esir azadıyla alaklı
olarak şöyle buyurur: "Kim bir esiri azad ederse onun her bir organına
mukabil, azad eden kişinin organı cehennemden azad edilir." Bu hadisi
duyan sahabeler bu iş için yarışırlardı. Çünkü peygamberimizin diliyle
yapılan vaatlerde hulf olmaz.
Nikah: Yukarıdaki yollardan başka esirlerin hürriyete kavuşması için
bir yol daha vardır ki o da İslam toplumundaki kadın veya erkek
esirlerin hürler ile –kendi rızalarıyla-evlenmesi yoludur. Kişi kendi
cariyesiyle –eğer onun da rızası varsa- nikahlandığı an cariye hür
olur. Kendi cariyesiyle nikah için mehir verilmez. Onun mehri fidye
borcuna sayılır. Böylece bu nikah ile o cariye hür olur ve o kişinin
hanımı olur. Kişi başka birisinin cariyesi (onun gözetimi altındaki
harp esiri) ile evlenmek isterse ve bunu cariye kabul eder, cariyeyi
gözeten aile de onaylarsa mehir cariyeye verilir. Böylece o cariye
(esir) hürriyeti için lazım olan fidyesi için sermaye elde etmiş olur.
Kur'an-ı Kerim'e göre cariye ile ancak nikahla beraber olunabilir.
Ancak tarihte maalesef öyle bir yapı oluşturulmuş ki bu esirler
köleleştirilmiş. Halbuki Allah teala o esirlerin karşılıklı veya
karşılıksız salıverilmesini emreder. Ayrıca bu esirler
köleleştirilmekle de kalmamış, kadın esirlerin (cariye)
cinselliklerinden faydalanmak için konu bir şekilde Kur'an ve Sünnet
ile irtibatlandırılarak müthiş bir sömürü yapısı oluşturulmuş. Nedir
bu yapı: Bu sakat yapı şudur: Kişilerin dilediği kadar cariye
edinebilmesi sistemidir. Halbuki Kur'an'a göre evli olan veya hür bir
kadınla evlenmeye gücü yeten Müslüman bir erkek cariyeyle evlenemez.
Fakat geleneksel fıkhımızda bunların hiçbirinden bahsedilmez. Tüm
bunlara mukabil geleneksel fıkıh maalesef cariyelerle nikahsız
birlikteliklere olanak sağlamış ve ortaya çok acayip oluşumlar
çıkmıştır. –Afedersiniz- "avrat pazarları" kurulup bu köleleştirilen
kadınlar orada satılmışlardır. Örneğin Osmanlı zamanında İstanbul'da
benim tespit edebildiğim kadarıyla birkaç yerde "avrat pazarı" vardı.
Yüzlerce cariye getiriliyor güzel olanları pazara düşmeden satın
alınıyor, diğerleri de pazarda satılıyorlardı. Pazardan cariye satın
alan kişi bir adet döneminden sonra onunla –rızası aranmadan ve
nikahsız olarak- dilediği şekilde birlikte olabiliyordu. Yani onu
odalık olarak kullanıyordu. İstediği zaman onu tekrar pazara götürüp
satabiliyordu. Onu alan diğer kişi bir adet dönemi sonra onu odalık
olarak kullanabiliyor ve bu iş böyle devam edip gidiyordu. Maalesef
Kur'an ve Sünnetten uzak oluşan fıkıh bu facialara neden olmuştur.
Bunlar insanın tüylerini ürperten, dehşetler içinde bırakan tarihi
uygulamalardır. Yani şeriatın gölgesi altında ve şeriat adına fuhuş
meşrulaştırılmış ve alenen uygulanmıştır. Oysa Kur'an'a göre kişi
cariye ile asla nikahsız cinsel ilişkiye giremez. Zaten evli biri ve
hür biriyle evlenmeye gücü yeten biri cariye ile evlenemez. Ama
fıkıhtaki cariyelerle alakalı hükümler Kur'an ve sünnetten çok uzakta
ve dehşet vericidir. Mesela fıkha göre kişi dilediği kadar cariyeyi
mülkiyet yoluyla elde edebilir ve onlarla nikahsız, mehirsiz dilediği
kadar birleşebilir. Bu cariyeyi istediği zaman satabilir. Ayrıca bu
işler için cariyenin rızasına da bakılmaz. Cariye sahibinin rızası
yeterlidir. Fıkha göre cariye maldır mal sahibi de olamaz. Buna benzer
daha nice feci ve Kur'an'a taban tabana zıt fikirler maalesef din
adına pek çok kitaplara girmiş durumdadır. Mesela bu fikirleri;
Taberi, Kurtubi, Fahruddin Razi, Kadı Beydavi vb. gibi tefsirlerde yer
yer bulabileceğiniz gibi ana fıkıh kitaplarında da rahatlıkla
bulabilirsiniz. İşin daha feci olan yanı ise şudur: İnsanın omuzlarını
çökertecek vicdanını sızlatacak bu feci yapı öteden beri bütün
ilahiyatçılarımızı rahatsız ettiği halde günümüz temel kaynaklarına da
aynen girmiştir. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan İslam
Ansiklopedisinin köle ve esir maddelerinde klasik kaynaklardaki bu
fecaatler aynen tekrar edilmiştir. Yine Diyanetin bastırdığı "Kur'an
Yolu" tefsirinde de hatalar aynen devam ediyor. Bunların temel nedeni
kölelikle esirliğin birbirine karıştırılmasıdır. Dolayısıyla ilgili
ayetler açıklanırken bir kültürel cinayet işleniyor ve esirlerle
ilgili ayetlerde günümüz tefsirlerinin birinde şöyle deniyor: "İslamın
hedefine uygun olarak günümüzde kölelik kurumu ortadan kalktığı için
bu konuyla ilgili hükümlerin uygulanmasına fiilen ihtiyaç
kalmamıştır." Bu bir cinayettir.Çünkü bu ayetlerin kölelikle ilgisi
yok. Bu ayetler kıyamete kadar devam edecek "savaş esirliği
sistemiyle" alakalıdır. İslami bir devlet yapısı içinde savaş olsa
esirlik ve cariyelik hükümleri aynen günümüzde de geçerlidir. Ve bu
sistem modern geçinenlerin hayal bile edemeyecekleri kadar modern ve
insani bir sistemdir. Savaş ve esirlik insanların olduğu yerde
kaçınılmazdır. Burada karıştırılmaması gereken şey kölelikle
cariyeliğin aynı şey olmadığıdır. Dolayısıyla esirlik bir mazi olgusu
değil hal olgusudur.
Konuyu kısaca özetleyelim.
Bir cariye ile nikahsız ilişkiye girilemez. Yani cariye asla odalık
olarak kullanılamaz. Bu hüküm Kur'an'ın 4 ayetiyle sabittir.
Evli bir kişi veya hür bir kadınla evlenebilecek gücü olan bir kişi
cariye (savaş esiri) ile evlenemez. Bu hüküm Kur'an'ın 5 ayetiyle
sabittir.
Her cariyeyle nikah yapılamaz. Bunun için bazı şartlar vardır. a. Hür
bir kadın ile nikaha gücünün yetmiyor olması lazım. b. Cariyenin fuhuş
suçu işlememiş ve gizli dost (metres) edinmemiş olması lazım c.
Cariyenin evlenmeye rızasının olması lazım d. Hukuken cariyenin ailesi
sayılan ailenin de onayı lazım e. Mehri cariyenin kendisine vermek
lazım Bütün bu şartlardan sonra cariye ile nikah yapılabilir. Ancak
tüm bunlara rağmen Allah teala cariyeler ile evlenilmesini tavsiye
etmiyor. Tüm bu şartlar uysa da "Sabrederseniz daha hayırlıdır" diyor
ama onlarla evlenmeyi de yasaklamıyor.
Kişi savaş sonrası kendi gözetimi altına verilen cariyesiyle (savaş
esiriyle) evlenecekse cariye de bunu kabul ederse nikah yapılır ama
mehir gerekmez. Onun mehri fidyesine sayılır. Nikah ve zifaftan sonra
cariye artık hür olur. O kişinin hanımı olur. Hürriyete kavuşması için
çocuk doğurması şartı yoktur. Yani "ummü veled" İslami değildir.
Hür kadınlar da erkek esirlerle evlenebilir.
Müslüman cariyelerin tesettürleri aynen hür kadınlarınki gibidir.
Kur'an'ın hiçbir yerinde esir-cariye alım satımından söz edilmez.
Prof. Dr. Ali Rıza Demircan
Dersi izleyebileceğiniz link:
http://www.kurandersi.com/izle1.php?id=1001
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.