DEMOKRASİYİ ÖZELLEŞTİRMEK (gerçek bilim ve ilmi bilinç ışığında) Mustafa Nevruz SINACI Meşruiyet; Hüküm, hikmet ve adalet iledir. Adalet, doğrudan ve dolaylı (katılımcı ve çoğulcu) demokrasi'nin temel unsuru olup, uygulanması, hayat bulması, halkın refah, huzur-güven ve saadet içinde yaşaması, kaynağını haklılık, doğruluk, onur-erdem ve dürüstlük kavramlarından alan hukuk'un teşkil ettiği yazılı kanunlardır. Yani, 'adalet' hükmünü 'hukuk'la icra eder. Esas olarak kanunlar anayasaya, anayasa ise kesinlikle ve asla insan haklarına aykırı olamaz. İnsan hakları, evrensel anlamda yaşama, beslenme, barınma, inanma ve "inandığı gibi", eşit, güvenli ve huzurlu bir hayat sürme hakkından ibarettir. Hukuk, münhasıran cumhurun (halkın) kendi kendini idare ettiği hallerde, yani millet iradesinin devlet idaresinde hâkim unsur olabildiği 'demokrasi' rejiminde varlığını gösterir. Bunun dışında 'kanun-yasa' devletlerinde, demokrasi, adalet ve hukuktan bahsetmek mümkün değildir. Bunlar genellikle (günümüz örmeklerinde olduğu gibi) polis, jandarma (1938 -1950 Türkiye) veya çete devletleridir. Özgün olarak Türk siyasetinde buna "halka rağmen halkı yönetme" denilir!.. Ki, bu söylem diktatörlük, tasallut ve despotluk anlamına gelir. Çok açık ve net bir anlatımla: Demokrasinin iki mütemmim cüzü (tamamlayıcı ve bütünleyici unsuru) vardır. Bunlar adalet (adalet ahlâkı) ve hukuktur. Göstergesi sosyal hukuk devleti olup; Uygulamada (yönetim) kamu harcamalarını olabildiğince kısan, vergileri azami ölçüde azaltan, az kazanandan az, çok kazanandan (lüks kullanım ve israftan) çok vergi alan, aldığı vergileri tasarrufla ve en saydam biçimde kullanan hükümetler icraatı yürütür. Bir başka özellik de: Adalete sadık, millete karşı samimi dürüst hükümetlerin 'hüküm sürdüğü' devletlerde, en basit anlamda bile, her hangi bir yolsuzluk yoktur. Ayrıca demokrasi rejimini 'gerçekten' yaşayan ülkelerde 'özgürlük ve güvenlik' sorunu da yaşanmaz. Çünkü, 'medeni siyaset' ve 'hakiki demokrasi' bağlamında yurttaşlar haddini bilir, bilmeyene haddi derhal devlet tarafından bildirilir. Bunun sebebi hikmeti ise: "Devlet iyi insan ve iyi vatandaştan yana icraat ve faaliyet gösterir." Seçilmişler millete vekil ve hizmetkâr, memurlarsa itaat ve sadakat üzeredir. Herkes hakkının, hukukunun (görev ve yükümlülüklerinin) idrakinde, bilincindedir. HAK KAVRAMI Doğuştan ve doğalda var olan haklar, sonrasında adalet ahlâkı ve hukuk'la desteklenip tahkim edilmek suretiyle, milli devlet ve yurttaşlık bilinci (toplumsal sözleşmeler) bağlamında genişletilir. Hak ve özgürlükleri kullanma biçimi budur. Ancak hiçbir gerçek kişi (fert) veya kurum (tüzel kişi) bir başka kişi veya kurumun hak ve özgürlüklerini gasp, tahdit, tehdit veya ihlale yetkili değildir. Şu kadar ki, sadece ve yalnızca genel ahlâk, milli güvenlik ve can-mal güvenliğine yönelik tehdit algılaması yahut aleni teşebbüs hallerinde Millet Meclisi kararı (yasa) çerçevesinde insanlar tedip (haddini bildirmek) ve terbiye (ıslah) edilmek zorundadır. Bu bağlamda özgürlükler kısıtlanabilir, tecrit (hapis) edilebilir. Yahut taammüden cinayet, cinayete azmettirmek, hırsızlık-yolsuzluk, nitelikli dolandırıcılık ve organize çıkar örgütleri yoluyla ölüme sebebiyet ile vatana ihanet gibi hallerde 'ölüm cezası' meşrudur. Şu kadar ki; Yönetimi izleme-denetleme, memurin (devlet memurları) ve vükelayı (milletvekillerini) muaheze (ikaz, tenkit) suç ve suçluları ihbar (bildirme) görevi vatandaşın; Araştırma, koğuşturma, soruşturma, muhakeme ve infaz devletin görevidir. Hiçbir ferdin veya adalet cihazı hariç olmak üzere her hangi bir kurumun muhakeme ve infaz yetkisi yoktur. Müesses olan nizam (meclis ve hükümetler) hakkaniyet, adalet ve hukuk görevini tam bir eşitlikle ifa ve icra etmediği takdirde 'meşruiyetleri' sona erer. Bu durumda görev Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı gereği Cumhuriyet Savcılarına aittir. İşte Başbakan'ın (bilerek veya bilmeyerek) "demokrasiyi özelleştireceğiz" ifadesinde saklı hakikat budur. Oysa söylemden "demokrasinin mabedi biziz, sadece biz demokrasiyi iyi biliriz, bizim yaptığımız her şey demokrasidir" anlamı çıkmaktadır. Örneğin: Başta AKP olmak üzere bütün partilerin; 2820 Sayılı SPK'nun öngördüğü 'teşkilat yoklaması' veya 'delege seçimi' yerine, bütünüyle antidemokratik, despotik ve keyfi bir yöntem olan "merkez yoklaması'nı tercih etmesi!, hangi 'demokrasi anlauışı' ile izah olunabilir?.. Veya, geniş halk kitlelerini ezen 'vergi adaletsizliği' ile zenginler ve fakirler arasında yaratılan devasa uçurum!... Ya adalet ve hukuk ilkesine aykırı enflasyon hesabı, yanlış bir hesaba göre yapılan haksız ücret zamları ve zülüm derecesine varan 'hayat pahalılığı' na ne demeli? Üstelik, üretici ile tüketici arasında % 1600'lere ulaşabilen 'aracı vurgunu' da ne ola ki?.. Velhasıl, ülkemizde 'demokrasi' yok. Demokrasi olsa idi, adalet ve hukuk da olurdu!.. İşte, yanılgının, halkı aldatma ve aldanmanın en büyük göstergesi budur! *** DEMOKRASİ, ADALET VE MEDENİ SİYASET Mustafa Nevruz SINACI Demokrasi yönünden bilimsel (ilmi) disiplinin mutlak gereği 'muğlâk değil' mutlak kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Ya, 1924 (1928) anayasasında olduğu gibi TBMM şahsında bütün (mündemiç) kuvvetler birliği veya 'Yasama, Yürütme ve Yargı' olmak üzere birbirinden tam bağımsız kuvvetler ayrılığı esastır. Bugün ülkemizde olduğu gibi 'ikisinin ortası' yoktur. Türkiye hariç dünyanın her devletinde 'savcılar' vardır. Türkiye'de ise 'milli devletin doğal bir gereği olarak' Cumhuriyet (millet) savcıları. Bu çok anlamlı bir uygulama olup; Cumhuriyet savcıları adalet ve hukuku, her hangi bir erk yahut hükümet adına değil, doğrudan 'halk adına' yürütmekle memur ve mükelleftir. Bu nedenle hukukta 'meşhut suç' denilen 'kişisel şikâyet ve takibe bağlı haller dışında' hiçbir istisnası olmadan (Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, her derece ve düzey memur dâhil) icabı halinde her kesin ve her kurumun üstüne gidebilir, re'sen soruşturma açabilir ve dava ikame edebilir. Eğer uygulamada bu yoksa, ortada adalet, hukuk, yargı veya demokrasi de yoktur!.. Cumhuriyet Savcıları ve Hâkimler 'millet adına' iş görür. Millet adına iş gören Yargı erk'i, ya Yasama-ya (TBMM'ne) bağlıdır veya siyasetten arınmış yüksek mahkeme (örneğin Anayasa Mahkemesi) nezdinde temsil ve ilzam olunur. Her ne şekil ve surette olursa olsun hukuk devletlerinde 'milletvekillerinin kürsü masuniyeti' hariç dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyaz yoktur. Varlığı da asla kabul edilebilir değildir. İşte, Türk medeniyetinin binlerce yıllık mazisinden intikal ve Proto Türklerden grek (eski Yunan'a) 'demokrasi' adıyla tahvil eden (dönüşen) 'Medeni Siyaset' sisteminin aslı ve esası budur. Medeni siyaset asırlar içinde nizam-ı âlemi oluşturan vahiyle tahkim edilmiştir. Bu nedenle ahlâken yükseklik, bilgelik ve olgunluk rejimidir. Madde ve manâ barışı, olgunluk ve dinginlik (kâmil insan ve şüra) bağlamında, Türk milleti'nin öz yapısında hayat bulan ve gelişen bu sistem insanlık âleminin en büyük eseridir. Eser'in, 'insanlık idealini' ortak payda kabul eden atalarımızca değil de; İnsanlık düşmanlığıyla maruf Greklerce sahiplenilmesi sinsi bir kurnazlık, kıskançlık, haset, 'emperyalist emeller doğrultusunda' yozlaştırma, çürütme ve dejenere etme amaçlıdır. Rum-Yunan tarihi bunu belgeleyen binlerce vakıa ile doludur. Bu eser, hikmet ve mütekâmil medeni siyaset rejimi dolayısıyla olmalıdır ki, İslâm'da ve Kur'anda herhangi bir siyasi sistem vazedilmemiştir. On emirden ibaret Tevrat ve taklit ve tahrif edili 'muharref' İncillerde de özgün bir siyaset öğretisi, tavsiye ve öngörüsü yoktur.(Bu nedenle dini siyaset veya ticatere alet etmek lâikliğe aykırı ve bütünüyle insanlık dışıdır) Türkiye Cumhuriyeti olarak kalkınmak, gelişmek, yükselmek ve Atatürk' ün gösterdiği muasır medeniyet seviyesini aşmak, modern bilim ve ileri-yüksek teknolojinin nimetlerine ulaşmak, ancak ve sadece; Evrensel norm, standart ve kriterlerde bütün kurum ve kuruluşları ile teşekkül ve tekemmül etmiş "katılımcı ve çoğulcu demokrasinin" (yukarda açıklanan) medeni siyaset ve gerçek hukuk devletinin yaşam boyutuna geçmesi ile mümkündür. Zira insani boyut ve bilinç toplumuna ancak ve sadece gerçek bir demokrasi idaresi ile ulaşmak ve bu yolla birinci sınıf bir devlet olmak mümkündür. Kaldı ki, yüksek basiret, deha ve bekasıyla bunu gören, anlayan ve kavrayan, ülkemiz ve insanımızı ilk kez demokrasi ile buluşturan Atatürk'ün en çok istediği, kendini adadığı ve arzuladığı ideali geleneksel medeni siyaset ve demokrasi yoludur. Şimdi ülkemizin Cumhuriyet ve demokrasi (söylem bazında olsa bile) üzere bulunmasının da ana nedeni budur. Bu nedenle demokrasi: "İnsanlık ideali, insanca yaşam ve bilinç toplumunun temel kaynağı ve dayanağıdır", "Bireysel sorumluluk ve hukukun üstünlük ve önceliği" noktasından ve "Kanunlar anayasaya, anayasalar da insan'a aykırı olamaz", "Cumhuriyet-Demokrasi ve Lâiklik ayrılmaz, sarsılmaz ve vazgeçilmez bir bütündür" gerçeği, siyaset bilimi ve disiplin ilkesinden hareketle; "bütün medeni toplumların mutabık kaldığı, insan hakları, adalet ve hukuk üstünlüğünün esas alındığı kurallar bütünüdür" ilkesi dahilinde gerekli değişim, dönüşüm ve düzenleme 'halkın rafah, mutluluk, adalet ve saadeti için' yapısal reformlar süratle hayata geçirilmek zorundadır. Eğer hükümet, sözde değil, öz'de demokrat ise tabii!.. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- DEMOKRASİYİ ÖZELLEŞTİRMEK Mustafa Nevruz SINACI Meşruiyet; Hüküm, hikmet ve adalet iledir. Adalet, doğrudan ve dolaylı (katılımcı ve çoğulcu) demokrasi'nin temel unsuru olup, uygulanması, hayat bulması, halkın refah, huzur-güven ve saadet içinde yaşaması, kaynağını haklılık, doğruluk, onur-erdem ve dürüstlük kavramlarından alan hukuk'un teşkil ettiği yazılı kanunlardır. Yani, 'adalet' hükmünü 'hukuk'la icra eder. Esas olarak kanunlar anayasaya, anayasa ise kesinlikle ve asla insan haklarına aykırı olamaz. İnsan hakları, evrensel anlamda yaşama, beslenme, barınma, inanma ve "inandığı gibi", eşit, güvenli ve huzurlu bir hayat sürme hakkından ibarettir. Hukuk, münhasıran cumhurun (halkın) kendi kendini idare ettiği hallerde, yani millet iradesinin devlet idaresinde hâkim unsur olabildiği 'demokrasi' rejiminde varlığını gösterir. Bunun dışında 'kanun-yasa' devletlerinde, demokrasi, adalet ve hukuktan bahsetmek mümkün değildir. Bunlar genellikle (günümüz örmeklerinde olduğu gibi) polis, jandarma (1938 -1950 Türkiye) veya çete devletleridir. Özgün olarak Türk siyasetinde buna "halka rağmen halkı yönetme" denilir!.. Ki, bu söylem diktatörlük, tasallut ve despotluk anlamına gelir. Çok açık ve net bir anlatımla: Demokrasinin iki mütemmim cüzü (tamamlayıcı ve bütünleyici unsuru) vardır. Bunlar adalet (adalet ahlâkı) ve hukuktur. Göstergesi sosyal hukuk devleti olup; Uygulamada (yönetim) kamu harcamalarını olabildiğince kısan, vergileri azami ölçüde azaltan, az kazanandan az, çok kazanandan (lüks kullanım ve israftan) çok vergi alan, aldığı vergileri tasarrufla ve en saydam biçimde kullanan hükümetler icraatı yürütür. Bir başka özellik de: Adalete sadık, millete karşı samimi dürüst hükümetlerin 'hüküm sürdüğü' devletlerde, en basit anlamda bile, her hangi bir yolsuzluk yoktur. Ayrıca demokrasi rejimini 'gerçekten' yaşayan ülkelerde 'özgürlük ve güvenlik' sorunu da yaşanmaz. Çünkü, 'medeni siyaset' ve 'hakiki demokrasi' bağlamında yurttaşlar haddini bilir, bilmeyene haddi derhal devlet tarafından bildirilir. Bunun sebebi hikmeti ise: "Devlet iyi insan ve iyi vatandaştan yana icraat ve faaliyet gösterir." Seçilmişler millete vekil ve hizmetkâr, memurlarsa itaat ve sadakat üzeredir. Herkes hakkının, hukukunun (görev ve yükümlülüklerinin) idrakinde, bilincindedir. HAK KAVRAMI Doğuştan ve doğalda var olan haklar, sonrasında adalet ahlâkı ve hukuk'la desteklenip tahkim edilmek suretiyle, milli devlet ve yurttaşlık bilinci (toplumsal sözleşmeler) bağlamında genişletilir. Hak ve özgürlükleri kullanma biçimi budur. Ancak hiçbir gerçek kişi (fert) veya kurum (tüzel kişi) bir başka kişi veya kurumun hak ve özgürlüklerini gasp, tahdit, tehdit veya ihlale yetkili değildir. Şu kadar ki, sadece ve yalnızca genel ahlâk, milli güvenlik ve can-mal güvenliğine yönelik tehdit algılaması yahut aleni teşebbüs hallerinde Millet Meclisi kararı (yasa) çerçevesinde insanlar tedip (haddini bildirmek) ve terbiye (ıslah) edilmek zorundadır. Bu bağlamda özgürlükler kısıtlanabilir, tecrit (hapis) edilebilir. Yahut taammüden cinayet, cinayete azmettirmek, hırsızlık-yolsuzluk, nitelikli dolandırıcılık ve organize çıkar örgütleri yoluyla ölüme sebebiyet ile vatana ihanet gibi hallerde 'ölüm cezası' meşrudur. Şu kadar ki; Yönetimi izleme-denetleme, memurin (devlet memurları) ve vükelayı (milletvekillerini) muaheze (ikaz, tenkit) suç ve suçluları ihbar (bildirme) görevi vatandaşın; Araştırma, koğuşturma, soruşturma, muhakeme ve infaz devletin görevidir. Hiçbir ferdin veya adalet cihazı hariç olmak üzere her hangi bir kurumun muhakeme ve infaz yetkisi yoktur. Müesses olan nizam (meclis ve hükümetler) hakkaniyet, adalet ve hukuk görevini tam bir eşitlikle ifa ve icra etmediği takdirde 'meşruiyetleri' sona erer. Bu durumda görev Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı gereği Cumhuriyet Savcılarına aittir. İşte Başbakan'ın (bilerek veya bilmeyerek) "demokrasiyi özelleştireceğiz" ifadesinde saklı hakikat budur. Oysa söylemden "demokrasinin mabedi biziz, sadece biz demokrasiyi iyi biliriz, bizim yaptığımız her şey demokrasidir" anlamı çıkmaktadır. Yanılgının büyüğü budur! **** DEMOKRASİ, ADALET VE MEDENİ SİYASET Mustafa Nevruz SINACI Demokrasi yönünden bilimsel (ilmi) disiplinin mutlak gereği 'muğlâk değil' mutlak kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Ya, 1924 (1928) anayasasında olduğu gibi TBMM şahsında bütün (mündemiç) kuvvetler birliği veya 'Yasama, Yürütme ve Yargı' olmak üzere birbirinden tam bağımsız kuvvetler ayrılığı esastır. Bugün ülkemizde olduğu gibi 'ikisinin ortası' yoktur. Türkiye hariç dünyanın her devletinde 'savcılar' vardır. Türkiye'de ise 'milli devletin doğal bir gereği olarak' Cumhuriyet (millet) savcıları. Bu çok anlamlı bir uygulama olup; Cumhuriyet savcıları adalet ve hukuku, her hangi bir erk yahut hükümet adına değil, doğrudan 'halk adına' yürütmekle memur ve mükelleftir. Bu nedenle hukukta 'meşhut suç' denilen 'kişisel şikâyet ve takibe bağlı haller dışında' hiçbir istisnası olmadan (Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, her derece ve düzey memur dâhil) icabı halinde her kesin ve her kurumun üstüne gidebilir, re'sen soruşturma açabilir ve dava ikame edebilir. Eğer uygulamada bu yoksa, ortada adalet, hukuk, yargı veya demokrasi de yoktur!.. Cumhuriyet Savcıları ve Hâkimler 'millet adına' iş görür. Millet adına iş gören Yargı erk'i, ya Yasama-ya (TBMM'ne) bağlıdır veya siyasetten arınmış yüksek mahkeme (örneğin Anayasa Mahkemesi) nezdinde temsil ve ilzam olunur. Her ne şekil ve surette olursa olsun hukuk devletlerinde 'milletvekillerinin kürsü masuniyeti' hariç dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyaz yoktur. Varlığı da asla kabul edilebilir değildir. İşte, Türk medeniyetinin binlerce yıllık mazisinden intikal ve Proto Türklerden grek (eski Yunan'a) 'demokrasi' adıyla tahvil eden (dönüşen) 'Medeni Siyaset' sisteminin aslı ve esası budur. Medeni siyaset asırlar içinde nizam-ı âlemi oluşturan vahiyle tahkim edilmiştir. Bu nedenle ahlâken yükseklik, bilgelik ve olgunluk rejimidir. Madde ve manâ barışı, olgunluk ve dinginlik (kâmil insan ve şüra) bağlamında, Türk milleti'nin öz yapısında hayat bulan ve gelişen bu sistem insanlık âleminin en büyük eseridir. Eser'in, 'insanlık idealini' ortak payda kabul eden atalarımızca değil de; İnsanlık düşmanlığıyla maruf Greklerce sahiplenilmesi sinsi bir kurnazlık, kıskançlık, haset, 'emperyalist emeller doğrultusunda' yozlaştırma, çürütme ve dejenere etme amaçlıdır. Rum-Yunan tarihi bunu belgeleyen binlerce vakıa ile doludur. Bu eser, hikmet ve mütekâmil medeni siyaset rejimi dolayısıyla olmalıdır ki, İslâm'da ve Kur'anda herhangi bir siyasi sistem vazedilmemiştir. On emirden ibaret Tevrat ve taklit ve tahrif edili 'muharref' İncillerde de özgün bir siyaset öğretisi, tavsiye ve öngörüsü yoktur.(Bu nedenle dini siyaset veya ticatere alet etmek lâikliğe aykırı ve bütünüyle insanlık dışıdır) Türkiye Cumhuriyeti olarak kalkınmak, gelişmek, yükselmek ve Atatürk' ün gösterdiği muasır medeniyet seviyesini aşmak, modern bilim ve ileri-yüksek teknolojinin nimetlerine ulaşmak, ancak ve sadece; Evrensel norm, standart ve kriterlerde bütün kurum ve kuruluşları ile teşekkül ve tekemmül etmiş "katılımcı ve çoğulcu demokrasinin" (yukarda açıklanan) medeni siyaset ve gerçek hukuk devletinin yaşam boyutuna geçmesi ile mümkündür. Zira insani boyut ve bilinç toplumuna ancak ve sadece gerçek bir demokrasi idaresi ile ulaşmak ve bu yolla birinci sınıf bir devlet olmak mümkündür. Kaldı ki, yüksek basiret, deha ve bekasıyla bunu gören, anlayan ve kavrayan, ülkemiz ve insanımızı ilk kez demokrasi ile buluşturan Atatürk'ün en çok istediği, kendini adadığı ve arzuladığı ideali geleneksel medeni siyaset ve demokrasi yoludur. Şimdi ülkemizin Cumhuriyet ve demokrasi (söylem bazında olsa bile) üzere bulunmasının da ana nedeni budur. Bu nedenle demokrasi: "İnsanlık ideali, insanca yaşam ve bilinç toplumunun temel kaynağı ve dayanağıdır", "Bireysel sorumluluk ve hukukun üstünlük ve önceliği" noktasından ve "Kanunlar anayasaya, anayasalar da insan'a aykırı olamaz", "Cumhuriyet-Demokrasi ve Lâiklik ayrılmaz, sarsılmaz ve vazgeçilmez bir bütündür" gerçeği, siyaset bilimi ve disiplin ilkesinden hareketle; "bütün medeni toplumların mutabık kaldığı, insan hakları, adalet ve hukuk üstünlüğünün esas alındığı kurallar bütünüdür" ilkesi dahilinde gerekli değişim, dönüşüm ve düzenleme yapısal reformlar süratle hayata geçirilmek zorundadır. Eğer hükümet, sözde değil, öz'de demokrat ise tabii!.. e.MAİL (sadece özel yazışmalar içindir) : gercek.demokrat@hotmail.com WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com NOT: Bu makalelerin serbestçe dağıtımı yapılabilir ve yayınlanabilir. GÖNDERİ İÇİN ADRES: PK - 118, [06442] Yenişehir/ANKARA |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.