2 Ocak 2009

Mahalle baskısının siyasallaşması

Prof. Şerif Mardin'in sosyolog kimliği ile söz ettiği 'mahalle baskısı' kavramı Türkiye'de kolayca politize oldu.

Aslında mahalle baskısı sözü bir metafordur. Grup baskısının geleneksel ifadesi ile ilgili bir benzetmedir. Sosyolojik olarak küçük grupların ortak denetimini tanımlamak için kullanılır idi. Ancak şimdi siyasetin ötekileştirme argümanı olarak hizmet ediyor.

Prof. Binnaz Toprak ve ekibinin 12 Anadolu kentinde 401 kişi üzerinde yaptıkları 'Türkiye'de farklı olmak; din ve muhafazakarlık ekseninde ötekileştirilenler' başlıklı çalışma konuyu tekrar gündeme getirdi.

Çalışma neden bilimsel olarak geçersizdir?

Birincisi, her ne kadar sonradan çalışmayı yaptıran Açık Toplum Enstitüsü ve Sayın Binnaz Toprak bu çalışmadan hareketle genelleme yapmak doğru değildir deseler de çalışmanın içerisinde pek çok ifade genelleme yapma iddiasını taşıyor. Bu sebeple genelleme yaparak 'Anadoluda laik toplum tehlike altındadır, Anadolu hoşgörüsü yoktur' sonucu yanlıştır. Gerçekleri ifade etmiyor. Araştırmadan sonra verilen röportajlar da yazdıkları raporu yalanlamaktadır.

Bilimsel araştırmalar hipotezi sınamak için yapılır. Çalışmada araştırma amaçlı örneklem yöntemi kullanılırken oluşturduğu önerme yanlış bir önermedir. Din eksenli bir hipotez dini kaynaklı olmayan verilerden hareketle test edilmeye çalışılmıştır. Din ekseninde ötekileştirme doğru bir önerme değildir.

Şu cümleler rapordan aynen alınan cümlelerdir ve araştırma yapanlar önyargı ve ön kabulle araştırmaya başlamışlardır. Seçilen gruplar saldırgan laikçi gruplardır.

"Gittigimiz Anadolu kentlerinin çoğunda, özellikle daha muhafazakâr kentlerde, farklı
kimlikte olmak kamusal alanda tacize uğramak, dışlanmak, yalnızlaştırılmak, çaresiz
bırakılmak, kamu yaşamından tecrit edilmek, iş bulamamak, ticari hayatta
başarısızlığa mahkum edilmek anlamına geliyor. Bu farklılık doğuştan edinilmiş
kimlik olabileceği gibi sonradan edinilen yasam tercihleriyle ilintili de olabiliyor."

Başka bir cümle "Hem bu araştırmadan hem de daha önce yürütülmüş çalışmalardan çıkarsadığımız sonuç, Sünni-Türk çoğunluğun diğer tüm kesimlerin hak taleplerine duyarsız kaldığı doğrultusunda."

Görüldüğü gibi araştırma niyet sorgulaması yapmamızı gerektirecek ahlaki bir zaaf da taşımaktadır. Bir hipotezi sınamaktan çok bir tezi doğrulamak için yapılan araştırma bilimsel olarak sakattır.

İkincisi "Din ve muhafazakarlık ekseni" diyerek iki kavramı eşdeğer olarak kullanmıştır. Muhafazakarlık 'Yeniliğe kapalı olmak, değişime direnmek, farklılıklara tolerans göstermemektir.' Bu tanımlama ile baktığımızda eski iki Cumhurbaşkanınından Sayın Turgut Özal'a baktığımızda dindar ama tutucu olmayan sosyallik görürüz. Ama Sayın Ahmet Necdet Sezer'e baktığımızda dindar değil ama çok tutucu bir sosyallik görürüz.

Dinin radikal olmayan yorumlarını savunan ve dini taassuba karşı çıkan Anadolu'daki önemli bir kitleyi yordama özelliği olmayan bu araştırma bilimsel olarak sakattır.

Üçüncüsü, mahallenin geleneksel tutumları olan gözetim ve denetim alışkanlıklarını baskı olarak tanımlıyor. Kız erkek bir arada olan evlere karşı çıkılması, bekarlara kiralık ev verilmemesi, Ramazanda lokantaların çoğunun kapalı olması gibi tutumları baskı olarak niteliyor.

Diğer taraftan kendisini Türkiye'nin elitleri olarak gören toplum mühendisliğini görev gibi düşünen denek grupların sivil toplum faaliyetleri göz ardı ediliyor. Atatürkçü Düşünce Derneği gibi bu gruplar insanları kendilerine benzetmeye çalışıyorlar. İnsanlar kendilerine benzemeyince kendilerine baskı yapıldığı zannına kapılıyorlar.

Yani laikliği bir yönetim biçimi olarak değil yaşam tarzı olarak düşünen bu gruplar kendilerine benzemeyeni düşman olarak algıladıkları için tehdit altında oldukları duygusu içine düşüyorlar.

Araştırmacılar insanların bir birine saygılı olması ve saygısızlık yapanı onaylamamasını hangi gerekçe ile baskı olarak tanımladılar anlamak çok zor. Bu sebeple araştırma bilimsel dayanaktan yoksundur.

Dördüncüsü, çalışma raporunun 144. cü sayfasında Kutlu Doğum haftası ve Mevlana haftasında asılan resimlerden rahatsız olunduğunu belirten deneklerden söz ediliyor. Dini sembollerden rahatsız olmak farklı inanç sahipleri için kabul edilebilir bir duygudur. Ama bu duyguyu kendilerine baskı yapılıyor olarak algılamak tek keime ile 'İslamofobi'dir.

Fobi öfke, nefret, intikam hislerine neden olacak 'Aşırı uyarılmışlık hali' yapan bir ruh halidir. Bu ruh hali aşırı orantısız tepkiler ortaya çıkarır ve algılamaları bozar. Korkan bir insan elinde silah varsa küçük bir sese silahını boşaltabilir. Olaylar arasında yanlış anlam bağları kurabilir. Öğrenilmiş fobisi olan bir grup üzerinde araştırma yapılırsa verilecek cevapların geniş örneklem evrenini yordaması mümkün değildir.

Bu sebeple araştırma İslamofobisi olan bir guruptan hareketle Anadolu böyledir hükmünü çıkarmış hatta daha ileri giderek bu toplum ile AB'ye girilmez sonucuna varılmıştır.

Şu cümle çalışma raporunun sonuç ve öneriler kısmının son paragraflarında geçiyor  "... ortaya çıkan mevcut tabloyla Türkiye'nin ne Avrupa Birligi'ne üyeliginin gerçeklesmesi, ne de özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasiye sahip olması mümkün gözüküyor."

Beşincisi, amaçlı örneklem çalışmalarında kontrol grubunun oluşturulması yanlış sonucu önler. Eğer baskı yaptığı söylenen 400-500 kişilik ikinci grup oluşturulsa idi sonuçlar daha inandırıcı olurdu. Ayrıca görüşmelerde subjektifliği giderebilmek için çift kontrollü alan çalışması yapılmalıydı. Bir görüşmeyi iki araştırmacı yapmalıydı.

Bu metodolojik gerekçelerle çalışma bilimsel olarak değersizdir.

Toplumsal geleneklere ve tasavvurlara siyasi ve ideolojik anlamlar yüklemiş, belli radikal siyasi ve islamofobik sivil toplum örgütlerinden harteketle genel bir sonuç çıkarılmıştır. Bu sonuçlar bilimsel olarak yanlıştır.

Araştırmanın adı çok iddialı bir isimdir. Eğer 'Laik duyarlılığı olan bir grubun tutum araştırması' ismi ile araştırma hipotezlendirilse idi amaçla sonuç arasında anlam bağı ve nedensellik ilişkisi kurulabilirdi. Bunun için raporun başlığı ile içeriği birbirine uymamaktadır.

Bu çalışma Sayın Soros'un spekülatör kimliğini güçlendirmiştir. Özellikle Gürcistan ve Ukrayna'daki kaoslardan önce Soros'un o bölgelerde de benzer çalışmalar içinde olması ilginç raslantılar olarak tarihe geçmişti.

Uluslararası derin lobilerin 'Güvenlik ideolojileri' bilinmektedir. Kuşatılmışlık, kıstırılmışlık duygusu uyandırılarak toplumsal olayları tetiklemek evrensel yöntemdir.

Önce laik duyarlılığı olan gruplar huzursuz edildi şimdi de dini duyarlılığı olan gruplar huzursuz ediliyor. "AKP iktidarı Türkiye'yi muhafazakarlaştırıyor, laikler ötekileşti" sonucu rasyonel değildir.

Alevi kimliği, buçuk millet çingeneler, ADD dernekleri başlıkları ile incelenen gruplardan hareketle 'Din eksenli ötekileşmeyi test etmek' akla ziyan ve nedensellikten yoksun bir çalışmadır. Ayrıca ahlaki zaafları veya operasyonel amaçları çağrıştırmaktadır.

Çalışmanın çok önemli faydalı bir sonucu da 'Ombusmanlık kurumu' ile ilgili önerileridir. Çalışmanın bilimsel geçersizliklerine rağmen konunun tartışılması  normalleşme sürecine hizmet etmiştir.

Analitik düşünceyi bozan korkuların etkisinde kalmamalıyız. Ötekileştirmeyi marjinal kılan ve birlikte yaşamanın adil kurallarını oluşturan bir toplum olmayı hedeflemeliyiz.

Fazilet ekseninde değil menfaat ekseninde politika üreten Soros gibi uluslararası aktörler kardeşi
kardeşle çatıştıramayacaklar, çünkü fitnecileri tanıyoruz artık.

Devletin bireyi ezmesini isteyenler istekleri gerçekleşmeyince kendilerini baskı altında hissediyorlarsa bu onların sorunudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.