11 Şubat 2009

(anadoluhaber) RE: Savaş Peygamberi

SAVAŞ PEYGAMBERİ -IV-

 

 

(geçen sayıdan devam)

Peygamber'in orduları geleneksel Arap ordularından daha yüksek motivasyona sahipti. İyi bir savaşçı olmak her zaman Arapların değer verdiği bir şeydi, ama Peygamber savaşçının statüsünü yükseltmişti.

 

O'nun askerlerinin her zaman ganimette payı vardı. "Askerlik mesleklerin sadece en soylusu ve Allah'ın en hoşuna giden değil, aynı zamanda en kârlısıdır" sözü Müslümanlar arasında yaygın omuştu. O'nun askerleri genelde İran ve Bizans'ınkilerden daha iyi bir gelire sahipti. Ama daha fazla para yeni İslâm savaşçılarının motivasyonun sadece küçük bir kısmıydı.

 

Peygamber'in en önemli buluşlarından biri askerlerini onları Allah'ın(*) dünyadaki işini yaptıklarına ikna etmekti. Tabii ki başka dinlerden de dini amaçlar için savaşanlar vardı. Ama Peygamber'den önceki hiçbir ordu dini, asker motivasyonun tem merkezine koymamış ve askeri Allah'ın iradesinin dünyadaki vasıtası/

aleti olarak tanımlamamıştı. İslâm askerleri kendilerini Allah'ınemri doğrultusunda savaşıyor olarak görüyorlardı. Bunun sonucu –bugünün İslâmi toplumlarında da halâ görülebildiği gibi-, askerin Batı ordulularındaki askere kıyasla daha yüksek sosyal statüye sahip olduğu ve daha çok saygı topladığıydı.

 

Peygamber'in gününde askerin motivasyonundaki ana unsur ölümün korkulacak değil kucaklanacak bir şey olduğu düşüncesiydi. Peygamber'in savaşta öldürülenlerin zevk ve sonsuz yaşam dolu cennette hemen gireceğini ilan etmesi iyi savaşmak için teşvik ediciydi. Dinin savunması için ölmek Allah'ın emrinii gerçekleştirmek ve şehit olmaktı. Hayat, dinin gereklerine kıyasla önemsiz bir şeydi. Savaşta öldürülen Müslüman askerlere Arap ölçülerine göre itibarlı şekilde muamele ediliyordu. Daha önce de savaşta ölenler fedakârlık ve cesaretin örneği olarak onurlandırılmıştı ama Peygamber'den önce iyi bir asker olmak için ölüme kucak açılması gerektiği yada ölümün gerekli olduğu söylenmemişti. Peygamber'in öğretileri asker fedakarlığı konusundaki geleneksel Arap görüşünü değiştirmiş ve Arap ordularının daha önce gördüklerinden çok daha azimli askerler üretmişti.

 

Peygamber'den önce Arap savaşlarında klan ve kabileler şeref veya ganimet için savaşırdı. Hiçbir komutan düşmanı esir almayı, yok etmeyi ya da topraklarını almayı amaçlamamıştı. Uzun vadeli, büyük stratejik hedefleri olan ve onlara yönelik taktik kuvvetlerin kullanıldığı stratejik savaşlar yoktu. Peygamber Araplara stratejik amaçlar için savaş fikrini getiren ilk kişiydi. Onun nihaî gayesi,

Arap toplumunu yeni dini yayarak dönüştürmekti, bu kavramsal olarak stratejik bir yaklaşımdı. Peygamberin geleneksel yada geleneksel olmayan bir şekilde güç ve şiddet kullanması daime bu amaca yönelikti. Her ne kadar bir direniş lideri olarak başlamışsa da, askeri gücü daha büyük stratejik amaçlara ulaşmak için taktiksel bir yöntem olarak kullanma ilkesiyle Clausewitz'çi bir görüşe sahipti.

Peygamber Arap savaş şekline böyle yeni bir düşünce getirmeseydi; daha sonraki Arap ordularının bir dünya imparatorluğu kurması sadece imkânsız değil, aynı zamanda düşünülemez bir şey olacaktı.

 

Savaş stratejik amaçlara bağlı olduktan sonra onun uygulanışını yayarak işin Arap savaş şekli için tamamen yeni olan taktiksel boyutunu göstermek mümkün oldu. Peygamber kendine karşı ittifak kuramalarına fırsat vermeden kabilelere, şehirlere ve garnizonlara saldırdı; ekonomilerine ve dışarısıyla iletişimlerine zarar vererek düşmanlarını tecrit etti; siyasi pazarlıklarda ustaydı, işine yaradığı

zaman putperest kabilelerle ittifak yaptı; şehir ve kasabaları kuşattı. Psikolojik savaşa yeni bir boyut getirdi, siyasi şiddeti ve katliamları düşmanlarının iradesini zayıflatmak için kullandı. Bazı metinler Peygamber'in kuşatmalarda mancınık ve hareketli, kapalı arabaları kullandığını yazar. Bunlar büyük ihtimalle üzerinde yüzyıllardır İran garnizonlarının bulunduğu Yemen'den alınmıştı. Peygamber göründüğü kadarıyla bunları Kuzey'de kullanan ilk Arap komutandı. Arap savaş şekli tamamen taktiksel bir meseleydi. Peygamber'in stratejik savaşı getirmesi taktiklerin düzgün bir şekilde, daha büyük stratejik amaçlar için uygulanmasını sağladı. Neticede savaş kendine başına bir amaç değildi. Clausewitz'in bize hatırlattığı gibi, bir amaç değil bir metoddu.

 

Bir yetim olarak Peygamber genellikle babalardan alınan en basit askeri eğitimi dahi almamıştı. Bu eksikliği gidermek için kendisini tecrübeli savaşçılarla çevirmiş ve devamlı onların fikirlerini almıştı. Aslında, sıkça eski düşmanlarının en iyi savaşçılarını müslüman olduktan sonra komutan yapmıştı. Bulabildiği her yerden iyi subayları toplamıştı, bazen gençleri küçük akınlara göndererek savaş tecrübesi kazanmalarını sağlıyor, bazen de şehirli bir subayı seçip bedevilerle akına göndererek süvarilerle tecrübe kazanmasını sağlıyordu. Komutanlarını her zaman yeteneklerini ispatlamış ve tecrübeli olanların arasından seçerdi; sofulukları yada  dine bağlılıklarına göre değil.

 

Profesyonel Arap subayı yetiştirmek için asker eğitimini kurumsallaştıran ilk kişi de O olmuştu. Bu eğitimli ve deneyimli subaylar sınıfından Arap fetihlerine komuta eden generaller yetişmişti.

 

Peygamberin askerlerini nasıl eğittiği hakkında çok az bir fikrimiz var, ama onları eğittiği neredeyse kesin. Yüzme, koşma ve güreş eğitimi verilişi hakkında kesin referanslar var.

 

İslam'ın ilk askerleri Ümmet'e katılmak için klan ve aile bağlarını geride bırakmıştı. Yeni Müslümanlar yeni bir askeri sadakat temeline -dine- ve bir çok klandan gelen askerden oluşan yeni birliklere alışmak zorundaydılar. Çeşitli metinlerdeki referanslar Peygamber'in bu birlikleri rütbelere göre ayırıp talim yaptırarak eğittiğini, bazen bu birlikleri savaştan önce bizzat kurduğunu, ve onları eskiden olduğu gibi ayrı ayrı kişiler olarak değil, disiplinli bir birlik olarak savaşmaya yönlerdirdiğini belirtiyor. Bu disiplinli birlikler daha önce kullanılması mümkün olmayan taktik tasarımlarını da mümkün kıldı. Atlı ve okçuların piyadelerle beraber kullanılması bunun bir sonucuydu.

 

O'nun ölümünden çok sonra da Arap babalar, oğullarına savaşmayı öğrettiler; ama Arap fetihlerinin ve daha gelecekteki Arap imparatorluğunun orduları alınan askerlere resmi eğitim verilmesini kurumsallaştırdılar.

(Devam edecek)

 

(*) Yazar "Tanrı" diyor, biz "Allah" olarak tercüme etmeyi tercih ettik (T Y)

 

Haftalık BARAN Dergisi Sayı:39

 

 

SAVAŞ PEYGAMBERİ -V-

 

 

(Geçen Sayıdan Devam)

Peygamber direnişi başlatmadan önce, yirmibeş sene kervanları organize etme işini yapmıştı; bu yüzden askerî lojistik ve planlama konusunda da bir kervancının titizliğini gösteriyordu. Bu alanlardaki uzmanlığı ıssız yerlerin üstünden çok uzak yerlere askeri harekatlar düzenleyebilmesini sağlamıştı. Meselâ, kervancı olduğu zamanlarda Baharat Yolu üzerinden kuzeye çok sayıda yolculuk yapmıştı ve hem dürüstlüğü hem de mükemmel bir yönetici ve organizatör olmasıyla nam salmıştu. Bu yolculuklar detaylara büyük dikkat edilmesini ve yollar, yürüyüş temposu, duraklamalar arasındaki uzaklıklar, su ve hayvanların beslenmesi, kuyuların yeri, hava durumu, pusu yerleri gibi bilgileri gerektiriyordu; bu bilgiler komutan olarak ileride çok işine yaramıştı. 630 yılında yirmi bin-otuz bin kişilik (kaynaklar sayı konusunda ihtilafta) orduyu Medine'den Tebük'e yılın en sıcak zamanında onsekiz- yirmi günde yürüttü. Geleneksel Arap standartlarına göre bu çok şaşırtıcı/

imkânsız bir durumdu..

 

Peygamber Arap savaş şeklini değiştirmeden önce Arapların savaşı düşündükleri şekili, yani savaşın ahlâkî temelini, değiştiren bir devrim getirmişti. Kan dökülmesini kısıtlayan eski şövalyemsi prensipler bırakılmış ve buna daha fazla müsaade eden yeni bir savaş ahlâkı sistemi getirilmişti. Bunun akrabalık ve kan bağının ötesinde, sadece yeni İslâm cemaatinin üyelerini kapsayacak şekilde düzenlenmesi, Arap savaşlarını eskisinden çok daha kanlı ve kapsamlı bir hale getirmişti.

 

Bizans ve İran'ın fethinden iki yüz yıl sonra Peygamber'in geleneksel Arap ordularına yaptığı reformun etkisi azalmış ve yerini daha güçlü olan Bizans, İran ve Türk askeri gelenekleri almıştı. Peygamber'in askeri mirası en çok direnişin modern metodolojisinde ve kuvvetli cihad anlayışında görülüyor. Onun ölümünden yıllar sonra İslam alimleri İslam savaş hukukunu oluşturdular. 850 yılında tamamlanan bu savaş hukuku iki şeye dayanıyordu: Peygamber'in öğrettikleri ve örnek davranışları ile Allah'ın Kuran'daki ayetleri. İslâm savaş hukunun kalbinde cihad kavramı yatıyordu ve "çaba göstermek, uğraşmak, mücadele

etmek" anlamına geliyordu, fakat Batı'da "kutsal savaş" olarak anlaşılmıştı.

 

Yozlaşmış/saptırılmış/ılımlı Sünnî(!) anlayışlara(**) göre cihad herhangi bir işe yarar uğraşıydı, ama İslâm kanunlarındaki asıl anlamı kâfirlere ve döneklere karşı silahlı mücadeleydi. Cihadın ana unsuru İslâmî cemaatin (ümmetin) bir bütün olarak Halife'nin (Peygamber'in varisi) liderliğinde bütün dünya İslâm kanunları tarafından yönetilene kadar, İslâm'ın sınırlarını genişletme görevine sahip olmasıydı. Yani yayılmacı cihad bütün müslümanların ortak göreviydi. Müslümanların elindeki topraklar Dar-ül İslâm'dı, geri kalan topraklar ise Dar-ül Harp, yani savaş topraklarıydı. İslâm kanunlarına göre İslam toprakları gözden çıkarılamazdı. Kafirler Dar-ül İslâm'a saldırdığında buradaki müslümanlar için direnmek, diğer müslümanlar için de buradakilere yardım etmek görevi ortaya çıkıyordu. Cihad sadece düşmana saldırmak değil, aynı zamanda kendini (Müslümanları ve İslâm topraklarını) savunmak da demekti.

 

Cihad sırasında köleler ve rahipler dışında bütün yetişkin erkekler meşru hedeflerdi ve asker ile sivil ayrımı yapılmazdı. Kadın ve çocuklar düşmana savaşta bir şekilde yardım etmedikçe doğrudan hedef alınamazdı. Düşmana, verilecek zarar ve hasarın miktarı; çapıı ve sonucu gözetilmeden saldırılabilirdi. Kadınlar gece baskınlarında müslüman savaşçıların onları erkeklerden ayıramadığı

durumda öldürülebilirdi.

 

İslam kanunları cesetlere zarar verilmesini ve esirlere işkence edilmesini yasaklamıştı, ama burada işkencenin tanımında problem olabilir, çünkü Peygamber'in verdiği bazı cezalar günümüzde işkence sayılıyor. Peygamber'in uygulamasına göre esirler idam edilebilir, köle yapılabilir, onlar için fidye istenebilir, veya serbest bırakabilirdi. Yakalanan kadın ve çocuklar öldürülmezdi, ama köle yapılabilirdi ve müslüman erkekler kadın kölelerle cinsel ilişkiye girebilirdi (Yakalanmaları bütün evlilik ilişkilerini iptal ediyordu).

 

Müslümanların yüzde on-onbeşini oluşturan Şiiler biraz daha farklı bir cihad doktrinine sahiplerdi; cihadın sadece imam dedikleri İslam cemaatinin gerçek liderlerinin emrinde gerçekleşebileğine inanıyorlardı. Şiiler son imamın 874 yılında saklandığını ve o kıyamet zamanında dönene kadar yayılmacı cihadın durdulduğunu düşünüyorlardı. Ama Şii alimleri de kafir istilacılara karşı defansif/

savunmacı cihadın görev olduğunu doğruluyordu.

 

Klasik İslâm kanunları müslüman olmayanlara karşı daha az hoşgörülüydü. Mürtedler, putperestler, ateistler, agnostikler ve Peygamber'in zamanından beri ortaya çıkan kültlere mensup kişiler (Sih, Bahai, Mormon, Kadianiler gibi) ya müslüman olmayı ya da ölmeyi seçebiliyorlardı.

 

Ondokuzuncu yüzyılın başından sonra Sünni İslamcı modernistler klasik İslam savaş hukununu değiştirmeye başladı. Hint müslüman düşünür Sayyid Ahmed Han cihadın sadece Müslümanların ibadetlerini yerine getirmeleri engellendiği zamanlarda zorunlu olduğunu savundu.

 

Mısırlı alim Mahmud Şaltut da aynı şekilde defansif cihadı savundu. Arabistan'daki Sünniler(***) ile Irak ve Pakistan'daki moderm militan cihadistler hala geleneksel doktrine bağlılar. Ve Peygamber'in askerî mirası en çok bu muhafazakar militanlar arasında yaşıyor.

 

Dipnotlar:

(*)Prof. Dr. Richard A.Gabriel, halen 'Kanada Royal Askerî Akademisi'nde öğretim görevlisidir.

(**)Yazar yanlış bir isimlendirme yaparak "Klasik Sünnî doktrini" diyor. Bunu "Yozlaşmış/saptırılmış/ılımlı Sünnî(!) anlayışlar" olarak tercüme ettik.( T Y)

(***) Yazar "Arabistan' daki Vehhabiler gibi tutucu Sünnîler" diyor. Vehhabiliğin

Sünnî anlayışın dışında sapkın bir mezhep olduğunu ya bilmiyor veya emperyalizmin El Kaide ve diğer Sünnî mücahid müslüman örgüt ve militanları Vehhabi olarak damgayarak ana kitle ile aralarını açma/bozma oyununa bir şekilde alet oluyor. O yüzden biz Arabistandaki gerçek sünnîlerle Vehhabîleri ayırmak için "Arabistan'daki Sünniler" şeklinde tercüme ettik.. (T Y)

(BİTTİ)

 

Sayı:40




From: duralidurmaz@windowslive.com
To: anadoluhaber@googlegroups.com
Subject: Savaş Peygamberi I - II - III
Date: Thu, 5 Feb 2009 02:05:01 +0200

SAVAŞ PEYGAMBERİ -I-

 

 

Richard A. Gabriel

Tercüme: Taha Yasin

 

Eğer son Peygamber (1) yenilikçi ve başarılı bir askeri lider olmasaydı İslâm yedinci yüzyılın ötesine geçemezdi.

 

Son Peygamber'in uzun gölgesi yüzyıllardan günümüze kadar uzanıyor. Bugün sayıları 1,4 milyarı bulan müslümanlar onun öğretilerini -Allah'ın peygambere vahiy ettiği ve Kur an olarak yazıya geçirilmiş- takip ediyor. Ama Peygamber'in olağanüstü başarılarına rağmen, onu İslâm'ın ilk büyük kumandanı ve başarılı bir

direniş lideri olarak inceleyen güncel bir belge bulunmuyor. Peygamber bir komutan olarak başarılı olmasaydı, İslam bir bölgede sınırlı kalacak ve Arap ordularının Bizans ve İran'ı ele geçirmesi aslı gerçekleşmeyecekti.

 

Peygamber'in bir savaş adamı olması düşüncesi bir çok insan için yeni bir şey. Ama o büyük bir komutandı. Bir yüzyılın içerisinde sekiz büyük savaş ve onsekiz akın yapmış, otuzsekiz tane de kendi emir ve direktiflerine göre hareket etmesi için tayin ettiği komutanlarının yürüttüğü operasyonlar planlamıştı. İki kere yaralanmış, iki kere de kendinden daha büyük ordular tarafından yenilecek gibiyken ordusunu toparlayıp savaşın gidişatını değiştirerek zafer kazanmıştı. Bir komutan ve taktisyen olması dışında, askeri teorisyen, örgütlenme reformcusu, stratejik düşünür, operasyon komutanı, siyasî-askerî lider, kahraman asker ve devrimciydi. Direniş savaşının mucidi ve tarihteki ilk uygulayıcısı olan Peygamber'in ordularının başına geçmeden önce hiçbir askeri eğitimi yoktu.

 

Peygamber'in istihbarat servisi zamanla Bizans ve İran'la; özellikle siyasi istihbarat konusunda yarışır hale gelmişti. Söylendiğine göre, taktik ve politik stratejiler kurmaya saatler harcardı ve bir keresinde "Harp hiledir", demişti; bu modern analistlere Sun Tzu'nun "Savaş aldatmacadan ibarettir" sözünü hatırlatıyordu. Düşünme ve uygulama gücü konusunda Karl von Clausewitz ve Niccolo Machiavelli'nin bir karışımı gibiydi; yani siyasi amaçlar için her zaman güç kullanırdı. Kurnaz bir büyük stratejist olarak askeri olmayan yöntemleri (ittifak, siyasi suikast, rüşvet, dine davet, af ve sınırlı tenkil) uzan vadede pozisyonunu güçlendirmek için -bazen kısa vadeli askeri amaçlardan vazgeçerek- kullanırdı.

 

Peygamberin Allah'ın Elçisi rolü ve İslâm inancı, Arap savaş şeklinde devrim meydana getirmiş ve dünyanın tutarlı bir ideolojik inanç tarafından motive edilmiş ilk ordusununun kurulmasını sağlamıştı.

 

Kutsal savaş (cihad) ve şehitlik düşüncesi, Müslüman ve Hristiyanların İspanya ve Fransa'da savaşları yoluyla batıya geçmiş, savaşçı Hristiyan azizleri ortaya çıkmış ve Katolik Kilisesi'ne Haçlı Seferleri için ideolojik gerekçe vermişti. Bundan beri

ideoloji -dini yada seküler olsun- askeri maceraların en önemli unsuru olmuştur.

 

Peygamber Arabistan'da daha önce kimsenin görmediği tamamen yeni bir tür ordu oluşturarak onun ölümünden iki sene sonra başlayan Arap fetihlerinin askeri kısmının temelini attı. Arabistan'da orduları ve savaş idaresini değiştiren en az sekiz büyük askeri reform yaptı. Nasıl Makedonyalı Philip Yunan ordularını dönüştürüp halefi Büyük İskender'in fetihler yapıp imparatorluk kurmasını sağlamışsa, Son Peygamber de Arap ordularını haleflerinin Pers ve Bizans ordularını yenip İslam İmparatorluğunu kurmalarını sağlamıştı.

 

Son Peygamber herşeyden önce bir devrimciydi, günümüzde bilinen, eski zamanlardaki ilk milli direnişi kuran ve yöneten, ateşli ve dindar gerilla lideriydi; ki bu gerçeği Kuran'dan ve Peygamber'in şiddet kullanmasından alıntı yapıp bunu kendi direnişlerinin doğruluğunu savunmakta kullanan günümüzün mücahitleri hala unutmamışlardır. Geleneksel komutanların aksine, Peygamber yabancı bir düşmanı yada istilacıyı yenmeyi değil; o sıradaki Arabistan sosyal ve siyasî düzeninini değiştirip yerine tamamen farklı bir ideolojik görüşe dayanan yeni bir düzen getirmeyi amaçlıyordu. Bu devrimci amaçlarına ulaşmak için her yolu kullandı; bu da modern analistler tarafından günümüzün dünyasında başarılı bir direnişin özelliği sayılıyor.

 

Son Peygamber yeni bir düzen mücadelesine sadece sınırlı vur-kaç operasyonları yapabilen küçük bir gerilla grubuyla başlamıştı, ama on sene sonra Mekke'yi fethe hazır hale geldiğinde bu gerilla grubu sayıca artmış, atlı ve piyadelere sahip, büyük harekatlar yapabilen düzenli bir orduya dönüşmüştü. Batı hep Peygamber'den Arap fetihlerini geleneksel askeri terimlerle düşündü. Ama Son Peygamber'den önce Arabistan'da bunları başaran ordular görülmemişti. Bu orduları meydana getiren şey Son Peygamber'in geleneksel olmayan gerilla operasyonları ve başarılı direnişiydi. Sonraki Arap fetihleri, hem stratejik konsept hem de askeri metodun aracı olan yeni ordular, Peygamber'in direniş lideri olarak başarısının sonucuydu. (2)

 

Peygamberin askerî hayatının direnişçi gerilla kısmı okuyucuya ilginç gelebilir. Ama modern analistlerin direnişi karakterize etmede kullandığı yöntemler kullanılırsa, Son Peygamber'in İslâm'ı yayma savaşında direnişin bütün kriterlerini sağladığı görülebilir. Direniş savaşı için gereken bir şey de; takipçileri için bir şekilde özel ve izinden gitmeye değer görülen kararlı bir liderdir. Bu bahsedilen durumda da Peygamber'in karizmatik kişiliği, Allah'ın elçisi olması ve ona uymanın Allah'ın emirlerine uymak demek olması inancıyla kuvvetleniyordu.

 

Direnişler bir "kurtarıcı ideoloji" ye, yani mevcut sosyal, siyasî ve iktisadî düzeni daha iyi, daha adil, tarih, yada bizzat Tanrı'nın kendisi tarafından buyurulmuş bir düzenle değiştirmek için tutarlı bir inanç veya plana ihtiyaç duyar. Son Peygamber, İslâm inancı ile, zalim, kafirce ve değiştirilmesi şart olarak gördüğü mevcut temel Arap kurumlarına meydan okudu. Bu gaye ile "ümmetini", yani inananlar topluluğunu, Allah'ın dünyadaki halkını; o sıradaki Arap klan ve kabilelerinin yerine geçecek şekilde oluşturdu. Peygamberin en büyük başarılarından biri eskilerini değiştiren yada tamamen yerini alan yeni sosyal kurumlar kurmasıydı.

 

(Devam Edecek)

 

Dipnotlar:

(*)Richard A. Gabriel'in MHQ dergisinde yayınlalan "Muhammad: The Warrior Prophet" başlıklı makalesidir. Makalenin orijinaline şu internet adresinden ulaşılabilir: http://www.historynet. com/magazines/mhq/7558012.html?page=

1&c=y

 

1- Metinde Peygamberimizin has isminin geçtiği yerlerde, onun yerine "Peygamber" veya "Son Peygamber" demeyi tercih ettik. (TY)

 

2- Bu paragrafta, İslâmın en hayatî ve kritik ilk savaşlarını "canım onlar küçük çaplı aşiret kavgalarıydı, savaş bile sayılmazlar" diyerek küçümsemeye, yok saymaya ve yok etmeye çalışarak "Savaş Peygamberi" gerçeğini kendi güdük ve küçük akıllarınca örtebileceklerini sanan hödük/alçak takımını hatırlayarak; hadiseye uzman bakışıyla öküz bakışı arasındaki farkı görebiliriz. (TY)

 

Baran Dergisi Sayı:36

 

 

 

SAVAŞ PEYGAMBERİ -II-

 

 

Başarılı direnişlerin organizasyon ve adam toplama işini yapacak sadık bir inananlar kadrosuna da ihtiyacı vardı. Peygamber'in devrimci kadrosu Mekke'de müslüman olan ve hicrette yanında Medine'ye götürdüğü, bir avuç insandı. Bunlara "muhacirler", yani göç edenler deniyordu. Medine kabilelerinden ilk Müslüman olanlar ( ensar) da bu kadronun içinde yer alıyordu. Bu devrimci kadronun içinde yetenekli insanların oluşturduğu bir grup vardı, bunların bazıları sonradan müslüman olmuştu. Onların arasında Abdullah bin Ubay ve Halid bin Velid gibi tecrübeli komutanlar da vardı ve askerî uzmanlık ihtiyacını onlar karşılıyorlardı. Bu grup Peygamber'e danışmanlık yapıyor ve onun direktiflerinin yerine getirilmesini sağlıyordu. Bu danışmanlar Peygamber'in zamanında önemli pozisyonlardaydılar ve onun ölümünden sonra iktidar için kendi aralarında mücadele ettiler (3).

 

Peygamber devrimci kadrosunu kurduktan sonra düşmanlarına karşı askeri hareket yürütecek bir üs kurdu. Bu harekatlar genelde pusu ve akın şeklindeydi. Ve Mekke'yi, yani düşmanın baş şehrini, ve kendisine karşı olan diğer ticaret kasabalarını, tecrit etmek için yapılıyordu. O zamanda Arapların sadece altıda biri şehir yada kasabada yaşıyordu, geriye kalanlanlar ise çölde yaşayan göçebelerdi. Peygamber Medine'yi stratejik konumundan dolayı üs olarak seçmişti: Medine Mekke'yle Suriye arasındaki giden ticaret yoluna yakındı; bu ticaret yolu Mekke'nin ve kervan ticaretine bağımlı olan diğer kasabaların ekonomik yaşamı için önemliydi. Medine ayrıca Mekke'den yeteri kadar uzaktaydı; Bu durum Peygamber'in kervan yolunun yakınlarında yaşayan bedevî kabilelerini

İslamlaştırmasını kolaylaştırıyordu. Peygamber Mekkeliler ile askerî mücadeleye girmek yerine bedevîleri müslümanlaştırmanın, ya da onlarla ittifak kurmanın başarının anahtarı olduğunu görmüştü.

 

Direnişlerin kendilerine yetecek silahlı bir güce ve insan gücüne ihtiyacı vardır. Küçük gerilla kadrosundan büyük bir düzenli ordu çıkmış ve direnişin kendi düşmanlarıyla zaman ve siyasî şartlar uygun olduğunda planlı çarpışmalar yapmıştı.

 

Peygamber, Kuzey Vietnamlı General Vo Nguyen Giap'ın "Halkın savaşı, halkın ordusu" diye ifade ettiği doktrini tarihte ilk defa keşfetmiş ve uygulamış komutan olabilir. O, bütün müslümanların din için savaşması gerektiği inancını yerleştirmişti. Herkesin -erkek, kadın, hatta çocuklar- imanını ve Allah'ın yeryüzünde seçilmiş kulları olan ümmetini savunması için hizmet etme yükümlülüğü vardı.

 

Şunu iyi anlamak gerekir ki, İslam ideolojisinin çekim gücü Peygamber'in küçük devrimci kadrosunun büyük bir orduya dönüşmesinde her şeyden fazla etkili olmuştu.

 

Peygamberin ordusunun ne kadar hızlı büyüdüğü savaşlardan anlaşılabilir: Bedr savaşında (624) sadece 314 kişiyle savaşa girebilmişti. İki sene sonra 2. Bedr'de savaş alanında 1500 müslüman vardı. 628 yılında Hayber Savaşı'nda İslam ordusu 2000 savaşçıya çıkmıştı. Peygamber Mekke'ye (630) 10.000 adamla girmişti, birkaç ay sonraki Hüneyn Savaşı'nda bu ordu 12000 kişi olmuştu. Bazı kaynaklar aynı yıl Tebük Seferi'nde 30.000 piyade ve 10.000 atlı bulunduğunu yazar, bu son rakam büyük ihtimalle abartılı olsa bile bu savaşlardan, direnişin adam toplama gücü sayesinde ne kadar çabuk büyüdüğü görülebilir.

 

Bütün direniş orduları gibi, Peygamber'in orduları da silahlarını esir ve ölülerden topluyordu. Silah, miğfer ve zırh o zamanki nipseten yoksul Arabistan'da pahalıydı, ve çoğunluğu fakir, öksüz, yetim, dul, ve diğer "marjinal" insanlardan oluşan ilk Müslümanların bunları satın alacak gücü yoktu. Düşmanla ilk büyük muharebe olan Bedr Savaşı'nda ölülerin silahları ve diğer askeri ekipmanları alınmıştı, ve bu uygulama diğer savaşlara da taşınacaktı. Peygamber esirlerin özgürlükleri karşılığında para yerine silah ve ekipman temin etmesi şartını da uygulamaya koymuştu. Bedr'de esir alınan bir silah tüccarı özgürlüğünü kazanmak için direnişçilere bin tane mızrak sağlamaya zorlanmıştı. Bir süre sonra Peygamber'in eline Mekke'ye yürüdüğü 10.000 kişilik orduya yetecek kadar silah, miğfer, zırh ve kalkan geçmişti.

 

Peygamberin gerekli silah ve ekipmanı elde etme yeteneği ona büyük bir siyasî avantaj kazandırmıştı. Direnişin bir çok üyesi bedevî kabilelerinin en fakir kısımlarından gelmişlerdi, silah yada zırh satın alacak imkanları yoktu. Bunları onlara sağlayan Peygamber onların kabile içindeki statülerini yükseltmiş ve kabilenin -her zaman İslam inancına olmasa bile- kendisine olan sadakatini garantilemiş oluyordu. Bedevî liderleriyle olan görüşmelerde onlara hediye olarak pahalı silahlar veriliyordu. Atlar ve develer de aynı derece önemliydiler, onlar olmadan uzaklara akın yapmak ve harekat yönetmek imkânsızdı. Peygamberin hayvanları elde etme yöntemi, silah elde etme yöntemiyle aynıydı ve aynı derece başarılıydı. Bedr'de direnişçilerin sadece iki atı vardı, 6 yıl sonra Huneyn'de ise 800 at ve süvari bulunuyordu.

 

Direnişin savaş unsurlarını destekleyen bir kitleyi de bulundurması gerekiyordu.

Bunu başarmak için peygamber ganimet paylaşılmasıyla ilgili eski adetleri değiştirmişti. Geleneklere göre bir Arap kabile yada klan lideri ganimetin dörtte birini kendisine alırdı. Peygamber sadece beşte birini alacağını açıklamıştı, ve bunu da kendisi de ümmeti adına alıyordu. Eski geleneklere göre herkes aldığı ganimeti kendine saklardı. Peygamber bütün ganimetin ortak bir havuza konulup savaşanlar arasında eşit paylaşılmasını şart koşmuştu. Ve en önemlisi, Ümmet adına alınan ganimetten öncelikli olarak fakirlerin, ve savaşta ölenlerin dulları ve yetimlerinin faydalanmasını sağlanmıştı.

 

Bir direniş lideri kendi otoritesini, içerden ve dışardan gelebilecek meydan okumalara karşı korumalıydı. Peygamber'in çok düşmanı vardı ve o kendi hayatını hedef alacak her saldırıya karşı tetikteydi. Bir çok diğer lider gibi kendisini sadık bir müritler grubuyla çevirmişti; onun korumasıydılar ve emirlerine sorgusuz sualsiz itaat ediyorlardı. Bunun için "süffa" yı kurmuştu, bunlar Peygamber'in evinin hemen yanındaki camide kalan küçük bir müritler grubuydu. En fanatik, dindar, inançlılar arasından seçilen bu insanlar daha çok fakir kesimlerden gelmişti. "Süffa" üyeleri zamanlarının çoğunu İslam'ı inceleyerek geçirmişlerdi. Peygamber'e bağlılardı ve sadece koruması değil aynı zamanda gizli polisi olarak görev yapıyorlardı; Peygamber'in onlara vereceği görevleri - suikast ve terör dahil- yerine getirmek için her an çağırılmaya hazırdılar.

 

Etkili bir istihbarat olmadan hiçbir direniş hayatta kalamaz. Peygamber Mekke'yi 622 yılında terk ettiğinde arkasında amcası Abbas'ı güvenilir bir ajan olarak bırakmıştı ve ondan sürekli Mekke'deki durumun raporlarını alıyordu. Abbas on yıldan fazla süre, Mekke'nin fethine dek, onun casusu olarak kaldı.

 

Başlangıçta peygamberin elinde yeteri kadar taktik istihbarat yoktu. Müritlerinin çoğu çöl seyahati tecrübesi olmayan kasabalılardı. İlk harekatların bazılarında bedevi rehberler kiralamak zorunda kalmıştı. Ama direniş büyüdükçe istihbarat servisi daha organize ve karmaşık hala gelmişti; ajanlar, parayla çalışan casuslar, esirlerden alınan bilgiler, devriyeler ve keşif birlikleri istihbarat toplamanın bir parçası olmuştu.

 

Direnişin harekat yaptığı bölgelerde Peygamber'in oradaki kabilelerin politik durumu hakkında detaylı bilgi sahibi olduğu ve bunu bedevilerle ittifak görüşmelerinde iyi bir şekilde kullandığı görülüyor. Çoğunlukla savaşlardan önce savaşa gireceği alan hakkında bilgi toplardı. Bir çok durumda istihbarat servisi onu düşmanın yeri ve yapacakları hakkında çatışmadan önce bilgilendirirdi. Bu istihbarat servisinin nasıl örgütlendiği veya nerede olduğu hakkında bir bilgimiz yok. Ama bunun "Süffa" ın bir parçası olduğunu tahmin edebiliriz.

 

Direnişlerin başarısı sayıca çok ve tarafsız olan halkın desteğini kazanmalarına bağlıdır. Peygamber bunun için propagandanın rolünü fark etmiş ve mesajının herkes tarafından bilinmesi için her şeyi yapmıştı. Kendini övmek ve düşmanlarını yermek için paranın satın alabileceği en iyi şairleri kiralamıştı. Allah'ın Habercisi olarak aldığı vahiyleri ilan etmiş, ve yeni bir düzen görüntüsünü ve cennet vaadini

canlı tutmak için devamlı halkın gözünün önünde olmuştu. Diğer klan ve kabilelere

putperestlere yeni dini öğretmek için misyonerler göndermiş, bazı durumlarda bununla beraber okumayazma öğrenmelerini de sağlamıştı. Peygamber, mücadelenin o anki sosyal düzen ve onun adaletsizlikleriyle kendi gelecek görüşü arasında olduğunu görmüş ve kendi görüşünü yayarak Arap halkının kalplerini ve akıllarını kazanma konusunda rakiplerini geçmişti.

 

Siyasî şiddet (4) de başarılı bir direnişin vazgeçilmez bir unsurudur. Bu hadisde de durum aynıydı. Peygamber şiddeti iki şekilde kullanmıştı: İlk olarak; kendi bağlıları arasındaki hainlere ve döneklere diğerlerine ibret olacak cezalar vermek amacıyla: Onun zamanında dinden dönmenin cezası ölümdü. Bazı siyasi düşmanlarının da ölüm emrini vermişti, bazıları onu yeren şairler ve şarkıcılardı. Ordusu Mekke'ye yürüdüğünde, "Süffah" idam edilmek için mimlenmiş eski düşmanları yakalamaya çıkmıştı. İkinci olarak ise siyasî şiddeti düşmanlarının yüreklerine geniş çapta korku salmak için kullanmıştı. Örneğin Medine'nin Yahudi kabilelerinden Beni Kaynuka'nın hepsinin öldürülmesi emrini vermiş; kadın ve çocuklarını köle olarak satılmasını istemiş, fakat müttefik liderlerden biri tarafından vazgeçirilmişti. Diğer bir durumda, yine başka bir Medine Yahudi kabilesinin bütün yetişkin erkeklerinin (yaklaşık 900 kadar) şehir meydanında

kafaları kesilmiş, kadın ve çocukları köle yapılmış ve mallarını müslümanlar arasında paylaştırılmıştı. Mekke'nin fethinden bir süre sonra kalan bütün putperestlerin görüldükleri yerde öldürülmesi emrini vermişti. Onun bu tavrı hem düşmanlarına hem de müttefiklerine karşı elini güçlendiriyordu.

 

(devam edecek)

 

Dipnotlar:

3- Ashabın arasındaki mücadele, Batılı anlamda bir iktidar kavgası değil, İslâmî mânada bir içtihad (hak ve hakikat) kavgasıydı (TY)

4- Yazar 'terörizm' diyor biz bunu siyasî şiddet olarak çevirdik. (TY)

 

Baran Dergisi Sayı:37

 

 SAVAŞ PEYGAMBERİ -III-

 

 

 (geçen sayıdan devam)

Peygamber'in siyasî şiddeti kullanması İslâm dinine; Israiloğullarının Kenan'ı almak için yaptığı seferlerin Yahudilik'e düşürdüğünden fazla gölge düşürmüyor. Zaman geçtikçe dinlerin geçmişindeki şiddet unutulur ve sadece inancın kendisi kalır; böylece dinin kurucuları tarih kayıtlarındarındaki şiddete hiç bulaşmamış olarak hatırlanırlar. Peygamber'in durumunda yapılan da onun hayatının askeri yönünü, İslam'ın ilk büyük kumandanı ve direniş teorisinin ve uygulanışının mucidi olarak dikkate değer askeri başarılarını önemsiz göstermek ve dikkati bunun üzerinden çekmeye çalışmaktı.

 

Peygamber ayrıca Arapların savaşma şeklini değiştiren, orduları kabilelerin veya kişilerin küçük amaçları yerine geniş çapta stratejik amaçlı harektlar yapabilecek araçlar haline getiren bir devrim yapmayı başardı. Bunu yaparak parçalanmış Arap kabilelerini, kendi kimliğinin bilincinde bir askerî ve millî varlık haline getirecek metodu ve tarihî şartları da ortaya çıkarmış oldu. Sonuç olarak ilk Arap fetihlerinin en büyük komutanları bizzat Peygamber'in kendisi tarafından yetiştirilmişti.

 

Arap savaş şeklinde devrim yapmasaydı, İslâm belki de Arabistan'da ayakta kalamayacaktı. O'nun ölümünden bir sene içerisinde İslâm'a tabi olan kabilelerden bir kısmı dinden dönmüştü ve bu "Riddah" da denilen "Mürtedler Savaşı" ile sonuçlanmıştı. Peygamber'in komutanlarının zekâsı ve yeni ordusunun üstün savaş yeteneği İslâm'ın mürtedleri yenmesini ve onları cemaate geri dönmeye zorlamasını sağlamıştı. Aynı komutanlar Arap ordularına komuta ederek Bizans ve

İran'da Arap fetihlerini gerçekleştirdiler. Arapların eski savaş yöntemleriyle bu imparatorluklara karşı hiçbir kazanma şansları olamazdı.

 

Peygamber, Arap ordularının toplumsal oluşumunu değiştirmiş, onları sadece kendilerine sadık olan kabileler ve akrabalardan oluşan bir birlikten, millî ve toplumsal bir varlığa, Ümmet'e, sadık olan millî bir ordu kurmuştu. Ümmet modern anlamda bir millet yada devlet değil, Peygamber'in komutasında ve yönetiminde

birleşmiş inananlar grubuydu. Ümmet, klan ve kabileleri aşıyordu ve Peygamber'e Araplara ortak bir kimlik oluşturmasını sağlamıştı. Ümmete bağlılık şuuru, milli

ordunun piyadeleri ve atlılarını aynı orduda birleştirmesini sağlamıştı. Tarihte bedevîler ve şehirliler hep birbirlerine şüpheyle bakmışlardı. Arap piyadeleri geleneksel olarak Arabistan'ın şehir, kasaba gibi meskûn yerlerinde ve vahalarında yaşayan insanlardan oluşurdu. Arap süvarileri ise geleneksel olarak hızlı akınlarda, şaşırtma saldırılarında ve yakalanmadan geri çekilmede uzmanlaşmış, nesiller boyunca akın yeteneklerini geliştirmiş bedevî kabilelerinin göçebe savaşçılarından oluşurdu.

 

Bu iki tür savaşçının beraber savaşma deneyimi çok sınırlıydı. Klan sakadatiyle bağlanmış olan Arap piyadeleri sadık ve birbirine bağlıydı; özellikle savunmalarda yerinde duracağına güvenilebilirdi. Ama Arap süvarileri piyadeye karşı savaşta güvenilmezdi; değerli bineklerini korumak için kaçabilir veya alabildikleri ganimetleri alıp uzaklaşabilirlerdi. Ama bedevî süvarileri keşifte, sürpriz saldırılarda, kanatları korumada ve düzeni bozulmuş piyadeleri kovalamakta etkiliydi. Peygamber bu iki tür savaşçıyı bir orduda toplayıp onları uyumlu bir biçimde kullanabilen ilk Arap komutanıydı. Daha büyük olan inananlar toplumu, yani Ümmet sayesinde Arap toplumunun iki ana öğesi olan bedevîleri ve şehirlileri tek Arap milli kimliği içerisinde birleştirmişti. Aslında ordunun bu dönüşümü Arap toplumunun düzenindeki bir değişiklikten sonra olmuştu.

 

Peygamber'den önce Arap askerî birlikleri klan veya kabile liderlerinin altında, bazen başka klan veya kabilelerle ittifak halinde savaşırlardı. Kabile liderlerinin otoritesi kendi kabilelerinde kabul görüyordu, ama her lider kendini diğer liderlere denk olarak gördüğünden ordunun tamamını taktiksel olarak yönlendirecek, ya da askerlerin itaatini sağlayacak bir üst komutan yoktu. Askerler kendi amaçları için -bu genelde ganimet oluyordu- savaşırdı, ve

tüm bir ordu olarak daha büyük hedeflerin peşinden gitmeye kendilerini zorunlu hissetmezlerdi. Savaş alanına gelemez, geç gelir veya yeterli ganimet aldıktan sonra savaşı bırakırlardı. Atlar ve savaşçılar değerliydi, ve kabile liderleri adamlarını ve atlarını tehlikeye sokacak bir taktik yönlendirmeyi asla kabul etmezlerdi. Sonuç olarak Arap savaşları genellikle kısa, düzensiz ve çok nadir belirleyici bir sonuçla biten dövüşlerdi.

 

Peygamber bunları düzeltmek için, ordular arasında kendisinin merkezde olduğu birleşmiş bir komuta sistemi kurmuştu. Ümmet içinde vatandaş ve asker arasında bir ayırım yoktu. Cemaatin her üyesi kabilesini korumak ve savaşlarına katılmakla yükümlüydü. İnananlar toplumu gerçek bir savaşçı milletti ve bütün müminler Allah'ın elçisinin emirlerini yerine getiriyordu. Başkomutan olarak peygamber, askerî harekatlarda başa bütün yetkilere sahip tek bir komutan atayarak birleşik komuta ilkesini kurmuştu. Bazen ikinci bir yetkili de atardı. Sıklıkla savaş alanında askerlerini kendisi yönetirdi. Kendi otoritesi altında çalışan bütün komutanları da atayan oydu. Müslümanlar olarak, ordunun bütün üyeleri aynı kurallara bağlıydı ve bütün kabile üyeleri ve liderler için aynı disiplin ve cezalar geçerliydi.

 

Müslüman olmayan kabilelerle beraber hareket ederken Peygamber her zaman onların liderinden savaş sırasında kendi emirlerine uyulacağına dair şeref sözlü isterdi.

 

Birleşik asker komutan sisteminin kuruluşu, Peygamberin ordularına plânlamada ve savaşta daha fazla güvenilirlik kazandırmıştı. Birleşik komuta sistemi ayrıca, ordunun çeşitli unsurları arasında daha yüksek derecede koordinasyon ve daha karışık, daha kesin bir şekilde uygulanabilen karmaşık taktiklerin kullanılmasını ve bu şekilde ordunun saldırı gücünün artmasını sağlamıştı. Geleneksel Arap savaş şekli kabilenin tek bir birim olarak savaşma yeteneğini değil, tek tek kişilerin başarılarını vurgulardı. Arap savaçısı kabilesi için değil, kendi şerefi ve akraba grubu içerisindeki toplumsal prestiji için savaşırdı. Bunun bir sonucu olarak Arap orduları ve birimlerinde savaşın stresi içerisinde birliğini koruyup beraber mücadele etme yeteneği yoktu.

 

Buna aksine, Peygamber'in orduları birbirine bağlıydı; sayıca daha fazla düşmanla savaşırken veya istilaya uğrarken bile beraberliğini koruyordu. Askerin Ümmet'e olan bağlılığı kabileye olan bağlılığını aşıyordu. Peygamberin ilk müritleri ona katılmak için aile ve kabilelerini terk etmişti. Aynı kabilenin, hatta aynı ailenin üyelerinin savaşta karşı karşıya kaldığı bir çok durum olmuştu. Din beraberlik sağlama açısından kan ve kabile bağlarından çok daha etkili bir kaynaktı; inancın gerekleri kabilenin ve ailenin gereklerinin yerini alıyor ve onları geçersiz kılıyordu. Askerleri birbirini kardeş olarak görüyordu, -ki İslam'ın ilkelerine göre zaten öyleydiler- ve kısa zamanda savaştaki disiplinleri ve gözükaralıklarıyla nam

Saldılar

.

(devam edecek)

 

Baran Dergisi Sayı:38

 

 



Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.

Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.