1 Mart 2009

(anadoluhaber) Necip Fazıl Hakkında

ÜSTAT NECİP FAZIL’I ANMAK!

                                                                                     Bedrettin KELEŞTİMUR

   Türk Şiirinin son dönem taçlanan tek şairi dersem yeridir. Kelimelerle raks etti! Hele dile hiçbir zaman buhtan etmedi! Anne sütü saflığında bir ahenk, bir mizaç, binbir sessiz çığlık onun kaleminde sükûtu kıyama kaldırarak abideleştirdi.

Batıyı,  belki de en güzel o tarif etti. “Doğu der ki Batıya, güneşi fethetsen de / Ruh gerçeği bendedir, madde yalanı sende…”

Batının önünde elpençe duran zavallılar, tarihin mukadder ikliminden niye kaçarsın! Niye fetihler açacağın bir yolu kendine haram edersin?

Üstat’ın çizdiği çerçeve o kadar nefis ki, nefeslerinizi tutacak derecede okumalısınız, “Evet, Doğu-Batı ayrımını ortaya koyar koymaz, ilk bakışta meydana şu manzara çıkıyor: İçeride Hind Denizi’ne doğru, bütün vecd ve hakikatini kaybetmiş, her türlü savunma kudretinden mahrum, sadece yılgınlar, ezginler ve kravatlı maymunlardan ibaret ölü bir insanlık. Dışarıda da Atlas Okyanusu’na doğru, yalnızca saldırıcı, dize getirici ve kendisini Doğuya örnek gösterdikçe büsbütün zehirleyici bir âlem…” 

“her şey doğudan geldi, her şey, her şey, yani ruhumuz…” diyerek, niye kendine, kendi yürüyüşüne sahip çıkmazsın! Çünkü doğu, ilk peygamberlerin, resullerin, vahyin merkezidir. O merkezde, hani nerede senin ruhi inkılâbın! Tarihe vecd içerisinde bağlılığın!

Üstat siyasi muhasebeyi özetin özeti içerisinde çıkarır, önümüze atar; “Bu hale şu türlü geldik; bozgun ve yılgınlık… Ondan doğma şüphe ve güvensizlik… Ondan doğma körükörüne hayranlık… Ondan doğma taklit ve kopyacılık… Ondan doğma nefs muhasebesinden yoksunluk… Ondan doğma dış tesirlere esaret… Ondan doğma maddi ve manevi emperyalizme ajanlık… Ve hepsinden doğma İslam’dan nefret telkini… Bütün hesaplar bundan ibaret!”

Esaret, neredeyse dilimize persenk olmuş! Bir milletin; gönlü gün doğumundan gün batımına kadar sürekli incitilmiş! 

Batı nedir? İşte sizlere tarifi; “Aklında eski Yunan’a gitmek, nizamda Roma’ya erişmek ve ahlakta hassasiyetle Hıristiyanlığa yapışmak” Ey sıska akıl, sırma kaftanlar giyen cüce sen, batının geçirdiği sarsıntıya, kendi iç ihtilaflarına ortak mı olmak istiyorsun! Bunun adı nedir, ‘gaflet’ ve sonrasında ‘ihanete’ kadar giden bir maskaralık!

Bir ömür rakamlarla bile dikkate şayandır. 1905 yılının 25 Mayıs ayında dünyaya gelen Necip Fazıl, edebiyatın her sahasında müstesna eserler vererek 1983 tarihinin 25 Mayıs’ında Hakk’ın rahmetine yürümüştür.

Üstat’ın bir de, doğum ve ölüm rakamlarını toplayarak yan yana getiriniz, ‘63’ eder ki, bu da Allah Resulünün bu dünyayı şereflendirdiği o emsalsiz ömrün vakti saatidir! “İçi dışına hâkim/ Dışı içine esir” bir mizacın verdiği müthiş mücadele ve “Ey akıl,  nasıl delinmez küfen?/Ebedi oluşun urbası kefen!/Kursa da boşluğa asma köprü, fen,/Allah derim, başka hiçbir şey demem!”

Tek başına, kalemi ve vicdanıyla bir ordu diyebileceğimiz Necip Fazıl’ın bir nesil üzerinde nasıl büyük emeği olduğunu yaşadık ve gördük! Anadolu’yu bir baştan öte başa, ‘sözün en âlâsını bir tohum misali yüreklere atarak’ dolaştılar. Dağ gibi siyasi öfkelerin önünde, nasıl ufalandığını da gördük!  Davayı, bir mukavva kâğıt gibi görmedi! Düşünceyi örümcek yuvası gibi zayıf hülyalarıyla da örmedi! Batıl itikatları ve ifrat tellallığını milletin önüne sürmedi!

Bütün ömrünce, yücelikleri seçti; Gaye-Ufuk ve Peygamber dedi. İman ve aksiyon markasından başka bir elbisesi de olmadı! Kendi diliyle dinleyelim; “Sırtımda, taşınmaz yükü göklerin;/Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem!/İsterseniz hayat aşını verin;/Sayılı nimetler bal olsa yemem!” Köhne dünyanın, köhne tuzakları ve azıkları ile donanmış bir hayat gemisine elinin tersiyle, ‘geç git bre gafil’ dedi. Fil kuleleri senin olsun, bana hayatın en ağır faturası daha zevkli ve daha cazibeli gelir diyebilmiştir. Bir şey daha söylemek isterim, ‘tuzaklar ondan kaçtı’ Bazen, ‘tufanlar, ona yol açtı’ Bir ömür, kendini Allah’a vermek! Bir ömür, hakikati beyinlerde zonklatmak ne demektir.

Vefatının üzerinden yirmi altı yıl geçmiş. Hala, gençliğin gönlünde yaşayan bir zirve olmak. Hala, 21. Asrın içinde, ‘belaya selam durmak’ marifetini yüksünmeden taşıma bahtiyarlığını elinde bulundurmak.

Edebiyatın her dalında, ‘zirve eserler’ vermiş, ‘aklı kabına sığmayan’ bir dehadır.

Şiirleri; Örümcek Ağı (1925),  Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932), Sonsuzluk Kervanı (1955), Çile (1962), Şiirlerim (1969), Esselâm (1973), Çile (1974), Bu Yağmur.

Oyunları, Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak (1938), Künye (1940), Sabır Taşı (1940), Para (1942), Nami Diğer Parmaksız Salih (1949), Reis Bey (1964), Ahşap Konak (1964), Siyah Pelerinli Adam (1964), Ulu Hakan Abdülhamit (1965), Yunus Emre (1969).

Romanları, Aynadaki Yalan (1980), Kafa Kâğıdı (1984-Milliyet Gazetesinde Tefrika).

Hikâyeleri, Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil (1932), Ruh Burkuntularından Hikâyeler (1964), Hikâyelerim (1970).

Anıları, Cinnet Mustatili (1955), Hac (1973), O ve Ben (1974), Babıâli (1975).

Necip Fazıl’ı, şimdiki Öğretmen evi’nin hemen önündeki ‘aile parkında’ ve  (şimdi yerlerinde yeller esen) eski Belediye Binasının altında bulunan ‘Saray Sinemasında’ büyük bir zevkle, huşu içerisinde dinlemiştim. Çok berrak bir ses tonuyla, can alıcı vurgu ve misallerle hiç öksemeden konuşmaları hala kulaklarımda bir hoş seda olarak yankılanır.

Türk Edebiyatı Dergisinin 1980’li yılları ne kadar dopdoluydu, aman Allah’ım! Bir okul, bir ülfet yeriydi. “Aylardan Ağustos günlerden Cuma” diten ve Ağustos ayında Hakk’ın rahmetine uğurladığımız ‘destan şairimiz’ Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu mu diyeyim!

Adana’nın kurtuluş günüyle yüreğini birleştiren ve aynı gün ‘beş ocak’ tarihinde aramızdan ayrılan ‘bayrak şairimiz’ Arif Nihat Asya’yı mı söyleyelim!

Prof. Dr. Ayhan Songar, hasta yatağında yazdığı ‘son yazısı’ hayata ve bütün dostlarına elvedaaydı! Ve daha nice isimler, gönüllerimize bahar müjdesini veriyorlardı. Ah, bir Osman Yüksel Serdengeçti’miz vardı.

            Fedakârlık nasıl bir cilvedir ki, bu insanlar bütün ömürlerini hiç bir şey beklemeden bu millete hasretmişlerdir.           Külfete sizler kalkar da, ‘ülfet’ diyebilir misiniz?

            Ey zorluk! Ey meşakkat! Ey sıkıntı! Ben sana talibim diyebilir misiniz? Şu iman var ya, ‘dünyaya meydan okuyan’ manevi güç ve o gücün verdiği devasa irade! Özlüyorum seni, hayatı güzelleştiren vakarınla birlikte özlüyorum!

           

 



 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.