6 Nisan 2009

28 ŞUBAT'IN TÜRKÇESİ: ERBAKAN KARŞITLIĞI EMPERYALİZM UŞAKLIĞIDIR

E. Orgeneral Tuncer Kılınç'a ve Aydınlık'a Göre: "28 Şubat,
demokrasinin eseriydi!"

O zaman, şu her fırsatta karşı çıktıkları AKP' de aynı demokrasinin
meyvesi değilmiydi!?

Aydınlıkçılar ve 28 Şubatçı Paşalar bu çelişkiyi nasıl izah
edeceklerdi?

Aydınlık, eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Emekli Orgeneral
Tuncer Kılınç'a 28 Şubat'ı sormuş. Kılınç, o dönemi şöyle özetlemişti.

"28 Şubat'ın nedenine baktığınız zaman, kendilerine 'karşı devrimci'
dediğimiz kişiler, laik yapımızı rayından çıkarmak için bir takım
faaliyetler içindeydi. 28 Şubat, bu faaliyetlerin demokratik bir
çerçevede siyasetin kendi içerisinde tedbir almasını sağlayan bir
girişimdi. 28 Şubat bir milli güvenlik kurulu toplantısıdır. Bu
toplantı yalnız askerlerin yapmış olduğu bir toplantı değildir.
Çoğunluğunun sivil olduğu, cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanların
bulunduğu bir toplantıdır. Bu toplantıda alınan karar sonucunda
yeniden siyaset şekillenmiştir. Bir takım tedbirler alınmıştır.
Laikliğe karşı gidişata 'dur' deme fırsatı yakalanmıştır."

Anayasa, Ulusa ve Kurumlara Siyonizm'e Hizmet Görevi mi Vermişti!?

Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, 28 Şubat'ın günümüzdeki önemini şu
cümlelerle açıklıyor: "Bu, Anayasamızın hepimize, ulusumuza ve
anayasal kuruluşlara yüklediği bir sorumluluktur. Anayasa'nın 14'üncü
24'üncü ve 174'üncü maddeleri çerçevesinde 28 Şubat'ı korumak gerekir.
Demokrasiyi amaçlarına gitmek için vasıta olarak kullananlara karşı
demokrasinin korunmasıdır 28 Şubat. Laiklik demek, öz anlamıyla
demokrasinin ana unsurudur. Bugün, yarın, ilelebet laikliğe sahip
çıkmak zorundayız."

"Laikliğe Sahip Çıkılması Birilerini Rahatsız mı Etmişti, Yoksa
Gâvurlara Uşaklığa Laiklik Kılıfı mı Geçirilmişti !?"

Aydınlık'ın "Günümüzde de 28 Şubat'ı karalama kampanyası sürüyor. Bu
ne anlama geliyor?" sorusuna Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç'ın yanıtı
şöyleydi:

"Laikliğe sahip çıkılması, birilerinin işine gelmiyor. Türkiye'yi çağ
dışı bir ülke yapmak istiyorlar. Bu ortamda karşı devrimi engelleme
girişimleri hoş karşılanmaz. Bu da onlar için doğaldır."

"NATO Ayak Bağı" ise NATO'nun Düşman Saydığı İslam, Kurtuluş
Reçetesiydi!..

Kamuoyu, Eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Emekli Orgeneral
Tuncer Kılınç'ın laikliğin yanı sıra Türkiye'nin bağımsızlığı
konusunda yaptığı çıkışlarla da tanıyor. Kılınç, Aydınlık'ın NATO
konusundaki sorusuna şu yanıtı vermişti:

"NATO anlaşmaları çerçevesinde yükümlülüklerini yerine getiren bir
ülke konumundayız. Türkiye tam bağımsızlığını koruyabilmek adına
ayağındaki bağları çözmeli. Bunlardan bir tanesi de NATO'dır. NATO
kanalıyla Türkiye kullanılıyor. Buna fırsat vermemek açısından Türkiye
bu coğrafyadaki herkesle iyi geçinmeli. Böylece güçlü olabiliriz. Tek
tarafa bağlandığınız zaman sizi sömürürler."23[1]

Bu iddialarıyla hem Aydınlık, hem Tuncer Kılınç önce kendi
mantıklarıyla çelişmekteydi. Eğer 28 Şubat demokrasinin gereği ise
AKP'de bu demokrasinin meyvesi değimliydi? Üstelik Erbakan Hoca o
yüksek feragat ve fedakârlığı göstermeyip inat etseydi TSK içindeki
kutuplaşma fiili kavgaya dönüşebilecek ve dış güçlerin istediği
biçimde, Türkiye bir iç savaşa ve parçalanmaya sürüklenecekti.
Aydınlıkçıların ve bazı Emekli paşaların bu gerçeği anlaması için daha
kaç fırın ekmek yemeleri gerekirdi... Kimbilir, belki de bile bile bu
gerçekleri gizlemek işlerine gelmekteydi!?

Daha sonra Doğu Perinçek te Erbakan hıncını ve hazımsızlığını 28 Şubat
şakşakçılığıyla kusmaya çalışmıştı.(Aydınlık 8 Mart 2009) Hızını
alamayıp Yugoslavya'nın parçalanmasının suçunu Erbakan'a yüklemeye
çalışacak kadar sapıtmıştı. Erbakan Hoca'nın başındaki Refah Partisini
"En Bosnacı ve en sırp düşmanı siyasal akım" diye, kendi aklınca
karalamaya uğraşan Doğu Perinçek, alsında kendi ayarını ve
amaçlarınıda ortaya koymaktaydı. Bu küflü kafalara göre kominist olan
herkes her zaman haklı, bunların zulüm ve zorbalıklarına karşı
çıkanlar ise, sürekli haksız ve yobazdı. İşte Perinçek te, bütün
Batının ve İsrail'in desteğini alarak, mazlum ve masum Boşnaklara
soykırım uygulayan Sırp zındıklarının tarafını tutuyor, Boşnaklara
sahip çıkan Erbakan'a sataşıyordu. Çünkü Sırplar Kominist-Kâfir, ama
Boşnaklar Müslümandı!

Yine bu Kominist geçinen, çoğu sabataist ve Pakraduni (Yahudi Ermeni)
ler sözde Türk Milliyetçisi takılırlardı. Ama Doğu Türkistan'da
yıllardır Çin zulmü altında kıvranan Türklere sahip çıkmaz, Çin'in
tarafını tutarlardı. Çünkü Çin Kâfirdi ve Koministti, ama Uygur
Türkleri Müslümandı!

Bizim de fark ettiğimiz ve eleştirdiğimiz emperyalist güçlerin Çinle
Türkiye'nin arasını bozmak için Uygurları kullanma ve kışkırtma
girişimlerini ise, kendilerine bahane yaparlardı.

İşte Bunların tiyniyetini ve zihniyetini, çok iyi anlayan halkımız, bu
yüzden güvenmiyor ve destek vermiyordu.

Bir zamanlar açıkça cephe açıp saldırdıkları, hatta Erbakan'ın siyasi
kararlılığıyla başlatılan şanlı Kıbrıs harekâtında "işgalci" diye
suçladıkları Askerimize ve Lenin'in bir çömezi gibi gördükleri Mustafa
Kemale sığınmaları da, kendi akıllarınca bu milli değer ve
dinamiklerimizi, karanlık hesapları için kullanma niyetlerinden
kaynaklanıyordu. Bunların AB ve ABD karşıtlıkları ise, samimiyetten
uzak bulunuyordu ve Yahudi siyonizmi gizlenmek isteniyordu. Çünkü
bugünkü Batı; hararetle savundukları Fransız ihtilalinin irinli bir
sonucuydu. Barbar Batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi, bu ulusalcı
geçinen Koministlerin kutsal iman temelini oluşturan dinsiz
Darwinizmden besleniyordu.

İslam düşmanlığı ve Müslüman gıcıklığı her tavırlarında yansıyan
Aydınlıkçıların ve masonik sabataist ulusalcıların, AKP'ye ve Fetullah
Gülen'e tepkileri ise, halkımızın nazarında bu din istismarcısı ve
Siyonist hizmetkârı oluşumlara maalesef haklılık ve saygınlık
kazandırmakta ve dindar toplumun bunların tuzağına atmaktan başka işe
yaramıyordu. Kim bilir belki de kasıtlı yapılıyordu.

Süleyman Demirel ile Doğu Perinçek'in Paralelliği

Eski AP milletvekili ve Genel Başkan yardımcısı, babası Sadık
perinçek'le olan manevi kardeşliği yüzünden Doğu Perinçek için: "Ben
Onun manevi amcası sayılırım" diyen Süleyman Demirel de, 28 Şubat
meselesine aynen Perinçek gibi yaklaşıyor ve Erbakan'ı suçlamak içn
aynı argümanları kullanıyordu.

Vatan Gazetesinden Semra-Bilal Çetinle yaptığı 28 Şubatı değerlendirme
röportajında Süleyman Demirel:

"Bakın Selefi cereyanında Kur'anı Kerimin bir virgülünden bile
vazgeçemezsiniz (Bu Sn. Demirel bir saptırma ve safsatasıdır. Çünkü
Kur'anın bir tek harfinden ve hükmünden vazgeçilmeyeceği, sadece
selefilerin değil bütün İslam ulemasının ve bizzat Kur'anın beyanıdır.
M.Ç.) Kur'anda 6666 ayet var. Bu ayetlerden 230 tanesi dünyayı tanzim
eden ayetlerdir. Bu 230 ayette miras, kadın, ceza hukuku vardır. Bu
230 ayetle Osmanlı Devleti idare ediliyordu. Cumhuriyet bunun yerine
pozitif hukuku almıştır. Bugün Mısır'da, Afganistan'da, Pakistan'da
olan cereyanlar (bu 230 ayetin esas alınmasına çalışan) cereyanlardır.
Bunlar Türkiye'ye de geliyor. Hizbullah oluşumları hep bunların
neticesi." diyor ve yine gerçekleri çarpıtıyor. Çünkü Hizbullah
yapılanmasının CIA-MOSSAD güdümlü Ergenekon maşası Veli Küçüklerin
marifeti olduğu artık belgeleriyle mahkeme kayıtlarına girmiş
bulunuyor. Ve tabi Veli Küçüklerle Hüseyin Kıvrıkoğlu gibileri aynı
kategoriye sokmak isteyenler de başka bir şeytanlık kurguluyor.

Şimdi İslam'a bakışı ve irtica yaklaşımı sosyalist Doğu Perinçek'le
aynı olan Liberalist Süleyman Demirel'e ve yıllarca bu masonları
destekleyen dincilere soralım.

Kur'anın bir harfini ve hükmünü bile çağdışı ve yanlış bulan açıkça
"KÂFİR" sayıldığı tüm İslam ulemasının ortak içtihad ve icması
olduğuna göre, acaba Kur'anın tam 230 temel ayetini, artık "geçersiz,
gereksiz ve yetersiz" bulan Süleyman Demirel ve aynı kanaatteki manevi
yeğeni Doğu Perinçek'in durumu ne oluyor?

28 Şubatla ilgili şok ifşatlar ve canlı tanıklar!

Siyasi tarihimize 'postmodern darbe' diye kaydedilen 28 Şubat
sürecinin üzerinden 12 yıl geçmişti. Bu süre zarfında birçok perde
arkası bilgi ortaya çıkmıştı.

O dönemin iki şahidi, istifacı vekillerden Hikmet Aydın ve DYP lideri
Çiller'in danışmanı Şükrü Karaca'nın anlattıkları ifşaat niteliğinde
bilgilerdi...

Hikmet AYDIN: Darbe ve hapis tehdidiyle istifaya zorlandım. Doğru Yol
Partisi resmen kundaklandı, DTP parayla kuruldu. Mumcu bana 'tek
kuruşa mal olmayan sadece sensin' dedi. Bir vekil, tartıştığı
arkadaşını 750 bin dolar almakla suçladı.

Şükrü KARACA: Cunta Susurluk tepkisini hükümete karşı kullandı.
Kıbrıs'taki kurşun 28 Şubat'ın sonunu hazırladı. Çevik Bir rol çaldı,
Karadayı cuntaya ite kaka girdi. Sincan'da yürüyen tanklar acziyet
ifadesiydi.

Erkan Mumcu'nun 'Hemen istifa et, yoksa darbede ilk seni alacaklar'
tehdidi!

28 Şubat sürecinin en dikkat çeken olaylarından biriydi milletvekili
istifalarıydı. Herkesin kafasını karıştıran bu gelişme, güya demokrasi
adına yaşanmıştı. 28 Şubat sürecindeki transferlerin şahidi Çanakkale
Milletvekili Hikmet Aydın, korkutulduğunu söyleyerek: "Erkan Mumcu,
odama gelerek 'istifa etmezsen darbede içeri alınacak ilk kişi sen
olacaksın' diyerek beni tehdit etti" açıklamasını yapmıştı.

28 Şubat'ın ardından 12 yıl geçmesine rağmen postmodern darbenin
gerisindeki sır perdesi tam olarak aralanmamıştı. Fadime Şahin, Ali
Kalkancı, Müslüm Gündüz gibi figüranlarla irtica yaygarası koparıldı;
medya ve sivil toplum örgütleri önemli bir silah olarak kullanıldı;
milletvekili, iş adamı, gazeteci ve devlet memurları fişlenip baskı
altına alındı. Bütün bunların arkasında da Batı Çalışma Grubu'nun
olduğu ortaya çıktı. Ancak, dönemin hükümeti Refah-Yol'a karşı
Meclis'te oluşturulan "siyasi cephenin" nasıl bir rol üstlendiği pek
anlatılmadı.

Hatırlanacağı üzere, Türkiye, 28 Şubat'a giderken, hükümet ortağı
DYP'de büyük bir istifa depremi yaşandı. Çok sayıda DYP'li bakan ve
milletvekilinin istifası hem partinin başındaki Tansu Çiller'i hem de
hükümeti zor durumda bıraktı. Bu isimlerin, devrin cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel'e yakın olması dikkat çekiyordu. Aslında o dönemde
sadece DYP'de değil, Meclis'teki diğer partilerde de aynı şok vardı.
Âdeta bir milletvekili transferi furyası yaşanmıştı. İstifacı
vekiller, bir süre sonra Hüsamettin Cindoruk'un liderliğinde Demokrat
Türkiye Partisi (DTP)'ni kurdu. DTP, Refah-Yol hükümeti düşürüldükten
sonra Meclis'te grup oluşturacak bir sayıya ulaştı. Daha sonra kurulan
Anasol-D hükümetinin en küçük ve kilit ortağı yapıldı. Dönemin
başbakanı Necmettin Erbakan ise, istifaların arkasında rüşvet, baskı
ve tehdit olduğunu münasip bir dille defalarca hatırlattı. Bu iddia,
bugüne kadar hep yalanlandı. Ancak, istifacı cenahtan bir isim,
Erbakan'ın iddiasını ilk kez doğrulamaktaydı. O süreçte DYP'de
bulunan, sonra istifa ederek ANAP'a geçen Çanakkale Milletvekili
Hikmet Aydın, DYP'nin kundaklandığını, DTP'nin kurulmasında rüşvet ve
baskının yaşandığını açığa vurmaktaydı.

Hikmet Aydın, 1995 seçiminde DSP'den milletvekili seçildi. Daha sonra
DYP'ye geçti. 28 Şubat'ın en hararetli günlerini bu partide yaşadı.
Refah-Yol düşürüldükten sonra da ANAP'a geçti. Partiyle ilgili
yolsuzluk iddiaları üzerine buradan da istifa ederek siyaseti bıraktı.
Aslında Meclis'te bulunduğu süreçte çok farklı, hatta aykırı bir
portre çizdi. 'Dr. Filozof' lakabıyla anıldı. Frankfurt
Üniversitesi'nde okuyan ve burada ekonomi üzerine doktora yapan Aydın
şimdi 12 yıl sonra, 28 Şubat'la ilgili ilginç iddialarla gündemi
sarsmıştı. Ona göre, DTP 'parayla' kurulmuştu. Bu partinin kurulması
özel bir operasyondu. 28 Şubat'ta TSK'da bir iç çatışma seziliyordu.
İstifalarla hem bu iç çatışmayı hem de bir askerî darbeyi
önlediklerini düşünüyordu. Ancak şimdi pişman: "Refah-Yol hükümetinin
yıkılmasına ön ayak olduğum için Sayın Erbakan'dan özür diliyorum."
Deme olgunluk ve özeleştirisinde bulunuyordu.

-Türkiye 28 Şubat'a giderken, Refah-Yol hükümetine karşı siyasi bir
cephe de oluşmuştu. Böyle bir hükümetin kurulması birilerini neden
rahatsız etti?

Refah Partisi açısından en önemli husus, küçük günahların üstünü
örtmek; ama büyük sevapları kazanmaktı. Yani bir tarafta D-8 ve havuz
sistemini uygulamaya çalışırken; diğer taraftan DYP içindeki bazı
yolsuzluklar göz ardı ediliyordu. Buna rağmen, eğer hükümet devam
etseydi büyük ihtimalle Türkiye'nin bugün borçlanma ve özelleştirme
sorunu olmayacaktı. Çünkü nitelikli hırsızların önünü kesti o hükümet.

-Nasıl kesti?

O günlere dönecek olursak, Türkiye'nin borçlanma oranı büyük ölçüde
azalmıştı. Yaklaşık yüzde 120 dolaylarında bir devalüasyon oranı
vardı. Buna karşılık devletin özel bankalara serpiştirilmiş yüzde 30
civarında nemalandırılan parası yatmaktaydı. Erbakan Hoca, devletin
irili ufaklı bütün paralarını topladı Ziraat Bankası'nda. Ve devletin
o kadar borçlanması gerekmediği ortaya çıktı. Bunun için de faizler
düşmeye başladı. Tefeciliğin önünü kesti hükümet. Aslında devlet
içindeki milli aparat (ekip) Erbakan Hoca'nın askeri ve memleketi ne
kadar sevdiğini biliyorlardı. Ancak bütün bunlara rağmen içerideki
hâkim sınıflar 28 Şubat operasyonuna karar verdi, dışarının desteği
ile bunu başardı.

- hükümet ortağı DYP'de büyük bir istifa depremi yaşandı. O
istifaların sebebi neydi?

DYP içindeki Emniyetçi ekip bu istifalarda etkili oldu. Bu (elebaşları
Fetullahçı CIA'cı olan M.Ç.) ekibin Tansu Hanım'a (Çiller) karşı
içeriden pasif bir başkaldırısını gördüm. Ancak benim istifamın
gerekçesi başka. 28 Şubat pik noktaya giderken, bir gün Erkan Mumcu
odama geldi. "Bu askerler darbe yapacak. İlk seni alacaklar. Sen
DYP'ye geçmekle büyük hata ettin." dedi. Şahitler huzurunda söyledi
bunları. Arkadaşlarım vardı. Odamdan kovdum. Ondan sonra ben daha
yakından baktım ordunun içine, ne olup ne bitiyor diye. Genç
arkadaşlarım vardı Genelkurmay'da. Onlarla görüşmeye başladım. Benim
şöyle bir özelliğim varmış; herhangi bir bakanlığın özel kaleminde iş
takip telefonu olmayan 13 vekilden biri benmişim. Milletvekilleri
takip ediliyordu yani.

- Erkan Mumcu'ya inandınız mı?

Hayır, inanmadım. Ancak daha yakından takip edince ordu içindeki o
hizipleşmenin farkına vardım. TSK, Çevik Bir ve Karadayı (İsmail
Hakkı) komutasında neredeyse bölünmüş hâldeydi. Yani iki ayrı grup
vardı.

-Hangisi daha etkiliydi?

Çevik Bir ve ekibi (daha çok yüze çıkmıştı), eğer bu işi götürseydi
dünyada ilk kez kadife devrim Türkiye'de olacaktı.

- Nasıl bir devrim bu?

Tamamıyla kapitalizmin küreselleşmeci siyasetine, yani finans
(Siyonist) kapitalizminin esaretine giren bir TSK olacaktı. Bizler ise
belki o mübarek hükümeti yıkma pahasına da olsa bu devrime engel
olmakla çok hayırlı bir iş yapmıştık. (Bu Erbakan Hoca'nın yüksek
feragat ve siyasi manevrasıyla başarıldı. M.Ç.)

-Mübarek bir hükümet mi?

Evet, D-8 ve havuz sistemini kurduğu ve yaşatmaya çalıştığı için
böyledir. Cumhuriyet tarihinde Atatürk'ten sonra en mübarek
hükümettir.

- Erkan Mumcu'ya inanmadınızsa sonra niye ANAP'a geçtiniz?

Parlamento aritmetiğine baktığınızda şaibe ile kurulmuş bir DTP vardı.
DTP, parayla kurdurulmuş durumdaydı. Benim oraya geçmem para aldığım
anlamını taşırdı. CHP'nin ise dünyadan haberi yoktu. Geriye sadece
ANAP kalıyordu.

- DYP'den istifa edenler sonra DTP'yi kurdu? Neydi amaç?

O bir operasyondu. Eğer siz bir hükümet kurmak istiyorsanız bir
aritmetiği sağlamanız gerekiyor. Yani güven oylaması için yeterli
sayıda milletvekili olmalı. Bunun da yöntemi diğer partilerden vekil
koparmaktır.

- Yani Refah-Yol hükümetini düşürdükten sonra kurulacak hükümet için
çok önceden siyasi arayışlar başlamıştı?

Tabii. DYP resmen kundaklandı. DYP'den DTP çıktı. Tıpkı DSP'den
YTP'nin çıkması gibi.

-Bu kundaklamayı kim yaptı?

Bilemem. (Ama ABD Yahudi lobileri ve Türkiyedeki masonik
işbirlikçileri oldukları kesindi M.Ç.)

-Dönemin başbakanı (Erbakan) da Adalet bakanı (Şevket Kazan) da istifa
edenlerin rüşvet aldıklarını, bazılarına da baskı yapıldığını iddia
ediyor.

Para döndü. Bunu çok sonradan öğrendim. Hatta tanık olduğum bir olay
var. hükümet düşürülmüş ve Anasol-D hükümeti kurulmuştu. Ben ANAP'a
geçmiştim. Benim gözümün önünde ANAP'lı bir milletvekili DTP'li bir
milletvekiline aynen şunu söyledi: "Sen şu adamdan 750 bin dolar
almadın mı?" İkisi o sırada tartışıyordu.

-Nerden geldi o para?

Sonradan batan bir bankadan.

-Hangi banka?

Savcılar sorsun, söyleyeyim. Bir tanesi sorsun, anlatırım. Yani
milletvekilliğini para ile satanlar oldu.

- Buna benzer olaylar da var mı?

Bu olay kesinlikle oldu. Benim gözümün önünde yaşandı. Yani DYP
içeriden kundaklandıktan sonra kurulacak hükümete payanda olacak yeni
bir siyasi partinin milletvekili toplama işine şahit oldum.

-Peki, Demirel'in 28 Şubat'taki rolü neydi? İstifalarda onun etkisi
oldu mu?

O da rejisördü, her zamanki gibi. Demirel bence o sürecin tam da
içinde. DTP'ye geçmiş bir milletvekili aynen şunu anlattı bana:
"Süleyman Bey beni çağırdı, DTP'ye geçmemi istiyor." Bunu dedikten iki
gün sonra o kişi DTP'ye geçti.

- Ancak Demirel ile Karadayı'nın fiilî bir darbeyi önlediği iddia
ediliyor.

Hepimiz öyle yaptık. Ben ordu içindeki emir komuta kademesine karşı,
yani Genelkurmay'a karşı yapılacak darbeyi önledim. Bizim derdimiz
TSK'nın yara almadan bu süreci atlatmasıydı. Ama bugün yaşanan
hadiselere baktığımda bu konudaki düşüncelerim de değişti. Hiç kimse
çuval olayını anlatamıyor, Aktütün'de neler olduğu izah edilemiyor.

-Darbeyi nasıl önlediniz?

Refah Yol dağılsın diye Doğru Yoldan ayrılıp geçerek (ANAP'a)...
Genelkurmay'a karşı darbe yapmak isteyen adamlara karşı hükümeti bütün
sevaplarıyla bozmak adına ordunun içyapısı bozulmasın diye adamların
dediklerini yapıyormuş gibi yapıp hükümeti yıktık; ama TSK'nın oradan
sapasağlam çıkmasını sağladık.

-Sizce sağlam çıktı mı?

Kendi adıma böyle yaptığıma inanıyorum. Bütün namussuzluklar bir
tarafa, benim yaptığım tek bir şey var; TSK içinde pik noktaya varan
ikiliği Genelkurmay'ı koruyarak, yani hiyerarşiyi koruyarak büyük bir
beladan kurtardığımızı düşünüyorum.

-TSK'nın hiyerarşik yapısını koruduğunuzu söylüyorsunuz. Peki, ya
milletin iradesi?.

Doğrusu, bu sorunun cevabını açıkçası vermek çok güçtür. Ama millet
iradesine sahip çıkamayanların başında (Erbakan dışındaki siyasi)
liderler geliyordu.

-Eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, "İstifa ederek Refah-Yol
hükümetinin düşürülmesini sağlayan DYP'li bakan ve milletvekilleri bir
anlamda darbeyi önlediler. Onları şükranla anıyorum." diyor.

Ben onu şöyle tamamlayayım. Çünkü eksik söylemiş arkadaş. Biz önce
ordunun içindeki iç savaşı önledik. Ondan sonra darbeyi önledik. İç
savaşı kazanan, darbeyi de yapacaktı. O güzide hükümeti kurban ederek
bunu başardık... En büyük günahımız da (en büyük sevabımız da) budur.
NATO'cu olmasalardı, dirayetli olsalardı, bu işi kendi içinde
halledebilselerdi bütün bunlar yaşanmayacaktı.

-Pişman mısınız?

Milyar kere. O hükümet devam etseydi bugün Türkiye'nin borçlanması
inmişti ve bu özelleştirmeleri yapmak zorunda kalmayacaktık.
Erbakan'dan helalinden affımı istedim.

- "İç çatışmayı engelledik." diyorsunuz; ama sonuçta MGK kararlarını
asker hazırladı. Çatışma varsa bu ortak kararları nasıl aldılar?

Ama Karadayı, sonra Çevik Bir ve ekibinin istediğini yapmak zorunda
kaldı. Bir'in tazyikiyle. Şener Eruygur nasıl bu hükümete karşı bir
hareket içine girdiyse o dönemde de Refah-Yol hükümetine karşı Bir ve
ekibi vardı.

-Yalım Erez, "Çiller bir gün beni çağırdı. Korkulacak bir şey yok.
Darbe marbe olmayacak, ben Amerika'dan garanti aldım." diyor. Böyle
bir beklenti var mıydı?

Çiller aynı şeyi bana da söyledi. DYP'den ayrılmadan önce Tansu
Hanım'la görüştüm: "Korkma, hiçbir şey olmayacak." Dedi Ama her şey
bitmişti artık.

-Peki, o gün hem hükümet hem de bütün partiler ve Meclis, yani siyaset
bir kurum olarak MGK kararlarına direnseydi ne olurdu?

(Erbakan Hoca'nın demokrasiye ve Milli iradeye sahip çıkma çağrısına
uyulsaydı)

Bugün çok daha olgunlaşmış bir demokrasi ve parlamenter sistem olurdu.
Bu kadar yolsuzluk olmazdı. Böyle bir güç çıkabilseydi parlamentodan
bütün bu pislikler olmazdı. Ama böyle bir güç çıkmadı. Çünkü
psikolojik olarak etki altına alınan bir Meclis vardı.

- DYP'den istifa edenler sonradan hükümette DTP çatısı altında yer
aldı. Bu bir ödüllendirme miydi?

Tabii ki, bu çok net. Hatta sadece DTP'ye değil, ANAP'a da geçenler
oldu. Erkan Mumcu'nun bana bir lafı var: "Bir kuruşa mal olmayan bir
tek sen varsın bize." Demişti.

- ANAP'a geçenler de mi para aldı?

Ben tanık olduğum şeyi söylüyorum. Hepsi gerçektir.

- Batı Çalışma Grubu (BÇG)'nun bir baskısı oldu mu?

BÇG, inanılmaz amatörceydi. Bir konjonktür yaratıyorsunuz. Bugün
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)'nin yaptığı gibi. Ben o gün onlardan
etkilenenlerin içinde değildim. Yaptıklarının hepsini amatörce
işlerdi.

-28 Şubat'ın kaybedeni kim, kazananı kim?

Bu süreçle birlikte maalesef sandık demokrasisi ortadan kalktı. Milli
irade baskı altına alındı. Türkiye'de REFAH, DYP, ANAP, MHP ve DSP
gibi partiler tamamen tasfiyeye uğradı. Yani millet iradesini yansıtan
siyaset kısıtlandı, kontrol altına alındı. 28 Şubat'ta bu memleket çok
büyük zararlara ve ekonomik kayıplara uğradı. İnanılmaz yolsuzluklar
yapıldı. Derin bir borçlanmaya sokuldu. Halkın psikolojisi mahvedildi.
Aile yapınızdan inançlarımıza kadar her şey manipüle edildi.
Bankaların içi boşaltıldı. Teoman Koman, Güven Erkaya gibi 28 Şubat'ı
yapanlar, sonra bu bankaların sahiplerine danışman atandı!?.

- Refah-Yol hükümeti düşürüldükten sonra Mesut Yılmaz'ın
başbakanlığında Anasol-D hükümeti kuruldu. Ancak siz ANAP'tan da
istifa ettiniz.

28 Şubat'ın aynı zamanda bir hırsızlık süreci olduğunu görünce istifa
ettim. Meclis'te genel kurul restorasyonu 6,5 milyon dolara mal
olacakken, 43 milyon dolara mal edildi. Mesut Yılmaz'a soruyorum,
sustu. Bazı milletvekilleri yolsuzluğa bulaştı. Zaten sonra Anasol-D
hükümeti düştü. Tek nedeni de yolsuzluktu.

-28 Şubat'ın gerekçesi neydi?

28 Şubat'ta medya marifetiyle harika bir senaryo üretildi. Fadime'yi
sokaktan alıp başına türbanı geçirdiler, olay birden irtica
tehlikesine dönüşüverdi. Tam bir toplumsal mühendislik ve manipülasyon
gerçekleşti. Olayların perde arkasına baktığınızda en önemli
sebeplerinden biri D-8 ve havuz sistemini kuran ve bunları uygulayan
Erbakan hükümetinin ülkeyi milli ve yerli hedefler doğrultusunda
yönetmeye başlaması idi. Yani nitelikli hırsızların bu zavallı halktan
çalarak yurtdışına kaçırıp tekrar bu halka borç vermesi ile elde
ettiği yüksek faiz dönemini bitirdiği için Refah-Yol'un yıkılmasına
karar verilmişti.

- Ergenekon'da da 'hükümeti yıkma' amacı var. Soruşturmayı nasıl
değerlendiriyorsunuz?

hükümeti yıpratmak ve yıkmak için bir kesim ayaklandırılmak istenmiş
olabilir. Ama iddianamedeki suçlama benim dikkatimi çekti. Burada
sadece 'hükümeti yıkmak' suçlamasına yer verilmişti. Anayasayı
değiştirmeye yönelik suçlamalar yoktu. O yüzden bu davadan bir şey
çıkmaz gibi görünmektedir. Zaten sanıklar tek tek tahliye
edilmekteydi. Çünkü hükümet hala ayakta ve iktidarda. Yani amaçları
sübuta ermiş değildi. (Kaldı ki bu çeteleşme ve cepheleşme
oluşumlarının dış bağlantılarına ve asıl patronlarına neden hiç
değinilmemişti?)

-Ama ek iddianame daha hazırlanmadı. O dediğiniz suçlamaların,
özellikle darbe suçlamasının, bu iddianamede yer alması bekleniyor.

Bana kalırsa Tayyip Erdoğan'a karşı yapılan ve sübuta ermemiş bu
komplovari hareketlerden değil de Erbakan'a karşı yapılmış olanlardan
dolayı bazıları içeri alınmalıydı. Yani 28 Şubatçıların dış bağlantılı
ve art maksatlı olanlarına dava açılmalıydı.

Erkan Mumcu: "O Adamın Yüzünü Bile Hatırlamıyorum" diye inkâr ediyor

Hikmet Aydın, DYP'ye geçtikten sonra Erkan Mumcu'nun kendisini ziyaret
ettiğini, "Darbe olacak. İlk seni alacaklar..." dediğini açıklamıştı.
Bu iddiaları yalanlayan Erkan Mumcu ise Hikmet Aydın'ı 'deli' olmakla
suçlamıştı. "Ben o adamın yüzünü bile hatırlamıyorum. Böyle bir adamla
beni muhatap etmeyin." diyen Mumcu, o dönemde kimsenin Aydın'ı ciddiye
almadığını söyleyerek, bir nevi suçluluk psikolojisiyle Aydına
saldırmıştı. Her zaman 28 Şubat'a karşı olduğunu, bu yönde açıklamalar
yaptığını ifade eden Mumcu'nun bu sözlerine sinirlenen Hikmet Aydın
ise 2,5 yıl birlikte çalıştıklarını, Mumcu'nun o dönemde ANAP genel
sekreteri, kendisinin ise genel sekreter yardımcısı olduğunu
hatırlatarak: "Beni nasıl tanımaz? Bu mümkün mü? Ben ona ekonomi dersi
verdim, resmen yıllarca yardımcılığını yaptım." Diyerek; söz konusu
olayın kendisine ait odada yaşandığını ve şahitlerinin hala hayatta
olduklarını belirtip, Erkan Mumcu'nun saçmaladığını vurgulamıştı.

İlk Vekil Transferi Güneş Motel'de Yaşandı

28 Şubat'ta Refahyol hükümetinin düşürülmesinde önemli bir rolü
üstlenen DTP'nin parayla kurulduğu iddiası, 1978'de yaşanan Güneş
Motel olayını hatırlatmıştı. 1977 seçiminden sonra Bülent Ecevit'in
CHP'si birinci parti olmuş; ancak yüzde 42 oya rağmen tek başına
iktidar olamamıştı. Bunun üzerine Ecevit, 15 Haziran 1977'de bir
azınlık hükümeti kurmuş; ancak güvenoyu alamamıştı. Ardından Demirel
başkanlığında İkinci Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti kurularak. AP, MSP
ve MHP yeniden iktidara taşınmıştı. Ecevit, "Kumar borcu olmayan 11
vekil arıyorum." diyerek 2. MC hükümetini düşürmek için hareket
başlatmıştı. İstanbul'daki Güneş Motel'de gizlice AP'li 11 vekille
görüşüp. AP'lilerle pazarlık masasına oturan Ecevit, hepsine bakanlık
sözü vererek onları CHP'ye geçmeye ikna etmeyi başarmıştı. İddiaya
göre, AP'liler sadece makam değil aynı zamanda para karşılığı Ecevit
ile anlaşmıştı. Bu olaydan sonra 2. MC hükümeti yıkılmıştı. 5 Ocak
1978'de Ecevit, şaibeli bir şekilde transfer ettiği milletvekilleriyle
yeni bir hükümet kurmuşlardı. Ancak kısa süre sonra bu 11 milletvekili
hakkında çıkan yolsuzluk söylentileri, Ecevit'i zora ve zarara
sokmaktaydı. 1979 yılında yapılan ara seçimlerde başarısızlığa uğrayan
Ecevit görevden çekilmiş ve Demirel 25 Kasım 1979 tarihinde MSP ve
MHP'nin desteğiyle bir azınlık hükümeti kurmuşlardı.

28 Şubat sürecinde DYP'den İstifacı Milletvekilleri

DYP'den istifa eden milletvekilleri: Emre Gönensay, Köksal Toptan
(önce istifa etti, sonra partiye döndü), İsmet Sezgin, Yalım Erez,
Hamdi Üçpınarlar, Mustafa Küpeli, Safter Gaydalı, Cavit Çağlar, Yaşar
Dedelek, Mehmet Batallı, Şamil Ayrım, Necdet Menzir, Gencay Gürün,
Mehmet Köstepen, Rıfat Serdaroğlu, Şinasi Altıner, Mehmet Korkmaz,
Tevfik Diker, Ayseli Göksoy, Refaeddin Şahin, İrfan Demiralp, Hikmet
Aydın, Hasan Denizkurdu, Doğan Güreş, Mahmut Yılbaş, Mustafa
Zeydan'dı.

Erbakan: "Milletvekillerine çeşitli ve etkili baskılar yapıldı!"

Dönemin başbakanı Necmettin Erbakan, 28Şubat'ta Refah-Yol hükümetini
düşürmek için DYP'li milletvekillerine baskı yapıldığını, hatta
bazılarına imkânlar sağlandığını vurgulamıştı. Bu düşüncesini daha
sonra kamuoyuna şöyle açıkladı: "Refah-Yol'u yıkmak için DYP
milletvekillerine rüşvet ve tehdit dâhil her yol denendi. DYP
milletvekillerinin sayısını azaltmak için bazıları çeşitli şekilde
ikna ettiler. Bazılarını tehdit ettiler. Tehdidin Genelkurmay İkinci
Başkanı (Çevik Bir) tarafından yapıldığı söyleniyor. Milletvekilleri
'Ya istifa edin ya da Yassıada'ya gidersiniz. Yassıada'da yerleriniz
belli. Senin numaran budur.' diye baskılar yönetildi."24[2]

AKP'nin Kuruluş Yıllarında CIA ve MOSSAD!..

Yıl 2000. Türkiye ekonomik krizle yatıp kalkıyor. Başbakan Ecevit
rahatsız. Siyasi istikrar yok. Başbakan Ecevit'in yardımcıları Mesut
Yılmaz ve Devlet Bahçeli.

Medya manşetleri ve televizyon ekranlarında sürekli hortum haberleri.

Halk, yolsuzluklardan bıkmış. Yolsuzluklar can yakmaya da başlamıştı.
Bazı kamu bankaları hortumlanmış 50 veya 60 milyar dolar uçmuştu.
Hayali ihracat, naylon fatura, ihale yolsuzlukları, BİT'lerdeki,
belediyelerdeki yolsuzluklarla birlikte o günlerde 100 milyar dolarlık
bir hortum söz konusuydu.

Hortumcular siyasetçilerle iç içe bulunuyordu.

Bir şeyler yapmak gerektiğine inanarak isimsiz sekiz kahraman
arkadaşla birlikte 3 Mart 2000 tarihinde Yolsuzlukla Mücadele
Derneğini benim başkanlığımda kurduk. Başbakan Ecevit, Genelkurmay
Başkanlığı, Baro Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, tüm siyasi
partiler, sivil toplum kuruluşlarına ve Yargıtay Cumhuriyet Baş
Savcısı Vural Savaş ile Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'a yazılı bir
mektupla derneğin amacını anlatmak maksadıyla bir diyalog çağrısında
bulunduk.

Anlayacağınız isteklerimizi ve düşüncelerimizi paylaşmak üzere
hepsinden yazılı bir randevu talep ettik.

11 Nisan 2000 tarihinde Genelkurmay Başkanı (E.) Org. Hüseyin
Kıvrıkoğlu'dan davet aldık.

Genelkurmay Karargâhı'nda yaklaşık bir buçuk saat karşılıklı
değerlendirmelerde bulunduk.

O görüşmede Org. Kıvrıkoğlu, "Genelkurmay Başkanı olduğumda protokol
kurallarını çiğneyerek, Emniyet Genel Müdürlüğüne gidişim, çetelerle
mücadeleye destek olarak değerlendirildi. Şimdi sizi kabulüm de
yolsuzlukla mücadeleye destek anlamındadır" diyerek bize anlamlı biri
destek vermişti.

O günlerde gündemde birinci madde 10.Cumhurbaşkanı seçimiydi.

Mesut Yılmaz, Demirel'in tekrar Cumhurbaşkanı olması için yapılan 5+5
değişikliğinin önünü kesmişti.

Genelkurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu'na görüşmemizde; "Cumhurbaşkanı
aynı zamanda Başkomutandır. Başkomutanın şaibeli ve TBMM'de dosyası
olan birinin olması uygun değildir. Bu konuda Başbakan Ecevit' le
konuyu görüşmenizde fayda var. Kamuoyundan gelen bu konudaki
değerlendirmeleri sunuyorum" demiştik.

Kamuoyunun malumları olduğu üzere Org. Kıvrıkoğlu, Başbakan Ecevit'le
kırkbeş dakikalık bir baş başa görüşme yapmış, ardında da Anayasa
Mahkemesi Başkanı Necdet Sezer, tüm parti liderlerinin ortak
önerisiyle 10. Cumhurbaşkanı seçilmişti.

2000'li yıllarda TBMM'de muhalefeti DYP (Çiller) ve Fazilet Partisi
(Recai Kutan) temsil ediyordu.

Fazilet Partisi üzerine hesaplar okyanus ötesinden (ABD Yahudi
lobilerinden) yapılmış ve düğmeye basılmıştı. "Yenilikçiler" adı
altında bir organizasyon yapılması için gerekçe hazırdı. Parti
kapatılacak ve AKP'ye zemin oluşturulacaktı.

RP-Fazilet Partisi daha açıkçası "Milli Görüş" elbisesiyle büyüyen
dörtlü "Gül, Erdoğan, Arınç ve Şener"le yola çıkılarak yeni bir parti
kurulacaktı. Fazilet Partisi Büyük Kongresi'nde Gül'ün Genel Başkan
adaylığı bu süreçte önemli bir virajdı.

Şunu açık yüreklilikle söylemekte fayda vardı:

Benim bilgilerime göre senaryolarda Gül, Arınç ve Şener hiçbir zaman
yeni partinin lideri olamayacaktı.

Lider, Erdoğan'dı.

Kod adı da Reis'ti.

Kısa bir anekdot vermemiz yararlı olacaktır:

O yıllarda Yeni Şafak Gazetesi'nde Yolsuzlukla Mücadele logosuyla da
köşe yazıyordum. Yani, Fehmi Koru, Selahattin Sadıkoğlu, Ömer Çelik
başta olmak üzere Erdoğan kadrolarıyla yakın diyalog içinde
bulunuyordum. Erdoğan parti kuruluşunda bizzat telefonla beni de
arıyordu. Eski Milletvekili Bekir Sobacı da diyalogda olduğum bazı
şeyleri paylaştığım bir dostumdu.

Erdoğan, ceza evinde yatarken, Ankara'da Turan Güneş'te bir sitede:
"Gül ve arkadaşları parti kurma aşamasındalar. Hasan Celal Güzel'in
partisi dahil, bazı seçime girmeye hazır partilerle de temasa
başladılar." Diye yazıyordu.

Sonra yeni parti kurmaya ve adını Adalet ve Kalkınma Partisi koymaya
karar kılınıyordu.

Bu süreçte Yolsuzlukla Mücadele Derneği olarak bizler de "merkez sağ-
merkez ve merkez sol- kimlikli 101 kişiye, "yolsuzlukla mücadele onur
ödülü" veriyorduk.

İşte ne olduysa bundan sonra oldu.

Bir dernek nasıl oluyor da, bir Genelkurmay ziyaretiyle 10.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde faktör oluyor ve verdiği ödüllerle
kamuoyunun yakın ilgisini çekiyordu!?

ABD Başkanı Bill Clinton, Yardımcısı Al Gore ve Dış İşleri Başkanı
Madline Olbrayt'ın direktifleriyle National Democratic Institute |
NDI'ın Orta Doğu Koordinatörü Thomas Berry temasa geçiyordu.

TSK'dan emekli olduktan sonra ABD Kongresinde hakkında çıkarılan bir
özel kanunla ABD Ankara Büyükelçiliğinde 17 yıl müşavirlik yapan bir
(E.) Hava Pilot Kurmay Albay hala sağ ve tanıktır.

Bu temaslarda yanımda en az beş- altı kişi bulundurdum.

Konu derneği partileştirmemizdi.

Gerekli destek vaadi yapıldı.

Eski DTP Müsteşarı İlhan Kesici'nin Genel Başkanlığında bir yeni
"Milli Demokrat" parti denemesi yapılması telkin edildi.

Kesici, zor yolla Başbakan olmak yerine daha kolay yolu bekler
gibiydi!...

Uzatmayayım bunu ne yazık ki başaramadık.

Bu konuda her türlü detay bilgiyi birçok eski parlamenter arkadaşımla
paylaşıyordum. Ayrıca benim milli duruşum ABD yetkililerini rahatsız
ediyordu. Bu daha sonra bana söyleniyordu. Bizimle yeni parti için
temasta olan güçler aynı zamanda da FP'deki yenilikçilerle de temas
kuruyordu.

İsrail Ordusu'ndan emekli, Türkiye'de MSB F-16 Modernizasyon
Projesi'nde görevli hem İsrail, hem de Türk vatandaşı bir MOSSAD
yetkilisi ( M.B.) bir gün bana; elinizi çabuk tutun başaramazsanız
Recep Tayyip Erdoğan cezaevinden çıkacak, yeni parti kuracak, parti
iktidar olacak ve Erdoğan Başbakan olacak, sana da tavsiyem bu partide
kurucu ol" diye öğüt veriyordu.

Geleceği nasıl okuyorsun? Dediğimde de." Projeyi yapanlar nelerin
olacağını üç aşağı beş yukarı bilirler herhalde" şeklinde
yanıtlıyordu.

Gerekçelerini de şöyle sıralıyordu:

*İsrail'in bölgede sonsuzluğa kadar güveni için yeni bir Ortadoğu
kurulacak.

*Irak'ta operasyon yapılacak ve Baba BUSH'un intikamı alınacak.

*Türkiye'de İslami duyarlılığı olan kesimlerin eylemlerinin önü
tıkanacak.

*Su ve enerji kaynakları kontrol altında tutulacak.

*PKK ile mücadelede Barzani ve Talabani ile işbirliğine girecek bir
Türkiye yapılandırılacak.

*Türkiye, globalleşecek, yani küresel sisteme entegre olacak...

Aynı tarihlerde Egemen Bağış, İshak Alaton ve Erdoğan'a "Üstün Cesaret
Madalyası" veren Yahudi Lobisi, Ömer Çelik ve Cüneyd Zapsu ile ABD'de
gereken lobi çalışmaları yapılıyordu.

Ve tabi, Kemal Derviş olayını bu gelişmelerden soyutlamak da yanlış
olur.

2000'li yıllarda okyanus ötesinden düğmeye basılarak Türkiye'ye Ilımlı
İslam adında yeni bir elbise giydirilmeye çalışılıyordu.

ABD bölgedeki projesini hayata geçirmek için önce "Milli Görüş" başta
olmak üzere Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ı ve bilahare de "Milli
Duruş"çuların üzerini çiziyordu."25[3]

[1] Murat Aksoy / Aydınlık / 22.02.2009

[2] Aksiyon / 24.02.2009

[3] Tevfik Diker / Milli Gazete / 24.02.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.