25 Mayıs 2009

MİSYONERLİK ÇERÇEVESİNDE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI

[imamiazamre1.jpg]

Arda Kılıç

--------------------------

Son zamanlarda, tartışılması gereken asıl mevzuları dışında her şeyin tartışıldığı ve meselenin dedikodusunun yapıldığı misyonerlik tartışmaları çerçevesinde, üzerinde bulunduğumuz toprakların bize yüklemesi gereken mesuliyetleri hatırlamamız gerekiyor. Bunun ötesinde, arefesinde olduğumuz çağda – ki biz bunu Fikir Çağı olarak işaretleyen ve bu çağa Başyücelik Devleti etrafında Yeni Dünya Düzensizliği’ne karşı kendi Yeni Dünya Düzenimizi teklif eden bir anlayışa mensubuz- safların çok ciddi olarak netleşmeye başlaması bitaraf olanın bertaraf olacağı hakikati suratlara bir tokat gibi çarpıyor.

Şu anki, dünya medeniyetler heyetini kabaca dört grup altında toplayabileceğimizi zannediyorum. Birincisi, binbir rengi ve tenevvüü içinde, kendi orijinalitesini kısmen koruyabilmiş, esasen böyle bir kategorileştirmeye/tasnife mevzu olabileceği bile su götürür olan Kızılderili medeniyetlerinden (Aztek, İnka, Maya, Olmek ilh.) Avusturalya Aborijinlerine kadar “Yerli Medeniyetleri” başlığı altında toplanabilir. Bu medeniyetler, kendi varlık alanlarında Batı’nın Sömürgecilik yağmasına kadar mevcudiyetlerinin devam ettirebilmişlerdir. İkincisi, Hind ve Çin olarak iki ana kol etrafında şekillendiği söylenebilecek Şark (Orient) Medeniyetleridir ki, gerek İslam Medeniyeti’nin yükselme safhasında gerekse İslam Medeniyeti vasıtasiyle Batı’nın yükselme sinde yardımcı unsur olarak rol almışlar; mesela barut, pusula vs. gibi icadların patentlerini uhdelerinde bulundurmuşlardır. Fakat, kendine has bir dünya görüşü, temelli bir ahlak anlayışı tesis edemediklerinden topyekün bir alternatif olarak kendilerini dünya fikir piyasasına her ne kadar bugünün Batısı uyuşturucuyla kafa bulmaktan sıkılmış olarak Budizm, Hinduizm gibi dinlerin dekor nev’inden eşyasına saldırsa ve onlar da bunu bir din pazarlamasına tahvil etseler de (mesela Transandantal Meditasyon) teklif edememişlerdir. İran Medeniyeti’nin de bu gruptan İslam Medeniyeti’ne geçtiğini söyleyebiliriz.

Üçüncüsü, tüm izzet ve şerefiyle İslam Medeniyeti, dördüncüsü ise fikriyatımızda “Yunan Aklı, Roma Nizamı ve Hrıstiyan Ahlakı” olarak formüle edilen Hrıstiyan-Yahudi-Batı (Judeo-Grek) Medeniyetidir. Aslında, iktisadından, kadın-erkek münasebetlerine, siyaset anlayışından sanatına kadar tüm insanlık için kendini alternatif olarak teklif edebilecek olan sadece ve sadece bu iki medeniyettir. Bugün, Rönesans’tan beri maddede ve manada kendini dünyanın yegane hakimi olarak deklare eden (Globalizm-Küreselleşme bunun son versiyonudur) Batı’ya yegane alternatif de artık herkesin bildiği bir harc-ı alem hakikat olarak İslam Medeniyetidir. Aslında bu cümle hakikati amuda kalkarak bakmaya benziyor. Zira tez, Hz. Adem’den beri İslam’dır ve Batı varolduğu günden bu yana bu teze antitez teşkil etmektedir. İnsanlığın son bin yıllık tarihi de bu mücadelelerinden ve bunun tezahürlerinden ibarettir. Haçlı Seferleri (Crusades), Rönesans ve Sömürgecilik bunun üç bariz misalidir ve dünyanın bugünkü konumunu şekillendiren herhalde en önemli üç olaydır. Bugünkü maddi ve manevi üstünlüğünü, maddi kısmını diğer üç medeniyeti sömürerek ( ki bu sömürgecilik vakıasının da İslam’ın Avrupa’yı köşeye sıkıştırmaya başlamasıyla Müslümanların tekelinde bulunan ticaret yollarını saf dışı bırakıp direkt olarak Şark’ın zenginliklerine ulaşmak emeliyle ortaya çıktığını söyleyebiliriz, yani diğer iki medeniyetini sömürmesinin de gayesi İslam’ı yok etmektir.) , manevi kısmını ise “Beyt-ül Hikme” vasıtasiyle kendi öz kaynaklarını tanıyarak gerçekleştirmiştir. Kumandan tarafından tüm varlığı “İslam’ı taklid ve İslam’a mukavemet” olarak işaretlenen Batı Medeniyeti, bir Batılı siyasetçinin dediği gibi “melez bir enerjidir” ve Batı anlayışının hakim olduğu her yer Batı’dır. Alev Alatlı gibi bazı yazarlar tarafından İslam’ın Doğu Medeniyeti olmadığı söylenmesine rağmen, bugün, dünyanın gözü Doğu’da, Doğu’nun gözü son olaylar da göstermiştir ki kendisinin gerçek temsilcisi olan İslam’da, İslam dünyasının gözü ise “Bayrak düştüğü yerden kalkar” hikmetince Anadolu topraklarındadır. Burada bir parantez açarak, Sömürgecilik meselesinde bir konunun daha belirtilmesi gerek. Sömürgecilik’i yağma olarak tavsif ettiysem de, mesele bir yağmanın ötesinde bir medeniyet, dünya görüşü ve ahlak meselesidir, yani basit bir çapulculuktan fazla bir şeydir. “Biz de Balkanları sömürdük” diyen Mehmet Barlas gibi ibişlerin anlaması gereken dava!

Doktor neşteriyle katil bıçağını kesicilik müşterekliğinde aynı görür bir anlayışla baktığımızda elbette ki “tebliğ” misyonerlikten “cihad” Haçlı Seferlerinden farklı görünmez. Kaskatı bir realite-vakıa olarak bu anlayışın çürüklüğünü göstermek için diyebiliriz ki; eğer “tebliğ” misyonerlik olsaydı ve Osmanlı sömürgeci olsaydı, bugün bütün Balkanlar Müslüman ve Türkçe konuşuyor, Endonezya ve Filipinler’in zenginlikleri Türkiye’ye akıyor, Kuzey Afrika ve Ortadoğu emperyalistlerin değil Türkiye’nin kuklaları tarafından yönetiliyor olurdu. Latin Amerika’nın tamamının rezmi dili İspanyolca ve Portekizce, hakim din Hrıstiyanlıktır. Hem de arkasında milyonlarca ceset ve yağmalanmış koskoca bir kıta bırakarak!

Afrika’da bütün ülkelerin resmi dillerinden bir tanesi ya İngilizce, ya Fransızca veya bir başka Avrupa dilidir. Keşke mesele sadece resmi dilden ibaret olsaydı.

Batı, fikri açıdan bizim yapmamız icab eden Rönesans’ı yapmış, tüm dünyayı kollayarak Sömürgecilik’e karşı korumamız gerekirken dünyanın altını üstüne getirmiştir. Batı’nın bu olanca çabası da 1492’yi bir milad olarak düşündüğümüzde ( aynı zamanda 1453’ün bir rövanşıdır) İslam’ı imha üzerinedir ve İslam’ı köşeye sıkıştırmak için diğerlerini de harcamıştır. Kristof Kolomb, ilk seferine çıkarken amacının Kudüs’ü Müslümanlardan kurtarmak için gerekli finansal kaynağı sağlamak olduğunu söylüyordu.

Bu perspektiften baktığımızda, Türkiye’nin çok özel bir durumu vardır. 300 senelik derece derece gönüllü sömürgeliğimizi saymazsak, tam anlamıyla sömürgeleştiremedikleri iki topraktan biridir (diğeri İran). Yozkurtçuların sürekli Türkiye’nin jeopolitik öneminden dolayı Batılıların bu topraklarda gözü olduğundan bahsetmektedirler: Doğrudur! Fakat siyasi, tarihi ve kültürel önemi yanında bu devede kual mesabesindedir. Bu büyük önem de, sürekli inkar edilerek veya üzerine sükut külü dökülerek gözden kaçırılmaya çalışılan Türk milletinin asırlarca İslam’a bayraktarlık etmesi ve Hilafet’i uhdesinde bulundurması gerçeğinden ileri gelmektedir. Saklamaya çalışsalar da, İslam dünyasının Türklere ve Türkiye’ye teveccühü bu yüzdendir ve Türklerin Anadolu topraklarında bulunmasının yegane meşruiyet kaynağı, tam da misyonerlik faaliyetleriyle eski sakinlerinin mirasçısı olduklarını iddia edenler tarafından zaptedilmeye çalışıldığı bir dönemde belirtilmelidir ki İSLAM’dır.

Türkiye halledilmeden, emperyalistler Doğu’yu istedikleri gibi boğamazlar. Bu noktada, tahayyüle sığmaz bir psikolojik savaşla Anadolu halkı İslam’dan soğutulmaya çalışılmakta, 80 sene önce yürürlüğe konmaya başlayan “Türk halkını dinsizleştirme projesi” adım adım sona yaklaşmaktadır. Bu faaliyet, gerek “dini içten yıkan kafir” hükmünün hasrı içinde reformistinden mezhepsizine Bel’amlar eliyle icra edilmekte, gerek Aleviliğin gerçek Türk dini (!) (kasıtları Şamanist ucube bir dindir) olduğu “Türk İslamı” gibi formüllerle sunulmakta, gerekse misyonerlik faaliyetleriyle ruhlarda dini otorite boşluğu yaratılarak dinsizleştirmeye zemin hazırlanmaktadır. Esasında bu misyonerlik faaliyetlerinin amacının Anadolu halkını Hrıstiyan yapmak olmadığı açıktır. Zaten onlar da bunu başaramayacaklarını biliyorlar. Asıl gaye, az önce de belirttiğimiz gibi ruhlarda dini otorite boşluğu yaratıp başka şeylere zemin hazırlamaktır.

www.ardakilic.up.to

2 yorum:

  1. Arda kardesimizden Allah razi olsun.
    Gecen gece Danimarka Devlet Televizyonu Dr2 her gece saat 22.30 da ki fikir Programi "Deadline" Programinda bir Uzman söyle dedi:
    - Biz Müslümanlara karsi degiliz, islama karsiyiz. islam dini dünya hakimiyeti istemektedir. Buna müsaade edemeyiz!

    Dikkat ediniz kardeslerimiz, son 90 senedir Müslümanlari perisan etmisler. islam gitmis külü kalmis, islamin külünden yani Müslümanlarin ölüsünden bile korkuyorlar haclilar ve siyonistler!
    Muzaffer Alev Kopenhag www.esir.webbyen.dk

    YanıtlaSil
  2. alem-i nizamMayıs 30, 2009

    Çok güzel tespitler .Aslında Anadoludan inen Bayrğın tekrar Anadolu'dn yükseleceğin dair bir çok emare mevcut.Tam bağımsızlık ve kendimize ait planların uygulanması gereklidir.Sahte davos çıkışı bile Filistinde dalgalandırdı bayrağımızı.Birde gerçeğini düşünsenize.Nizam_ı alem bayrağı bizim elimizde nş.

    selamlarımla

    YanıtlaSil

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.