Galiba biz çok konuşkan bir milletiz. Dünya konuşkan milletler sıralamasında eğer baştan birinci gelmesek bile mutlaka ilk üçe gireriz, kanaatindeyim. Bunu nereden çıkardığımı aşağıda açıklayacağım.
Daha bebekken ve ana baba demeye zorlanırken başlamışız konuşmaya, hayatımızın her safhasında ve her yerde konuşmuşuz. Ölürken de ağzımızdan bir takım kelimeler dökülmüş ama bunlar genellikle “kelime-i şahadet veya kelime-i tevhit” olmamış, hayatımızı neyle geçirmiş isek (ölüm anı, hayatın aynası olmaktadır)ona ait kelimeler dudaklarımızdan dökülmüş (mesela çokça “gol” kelimesi), sonra da ruhumuzu teslim etmişiz.
Konuşmada en önem şey neyin konuşulduğudur. Yani konuşmamızda iyiliği, güzelliği, adaleti, ilmi daha geniş söyleyecek olursak hak’kı mı savunmuşuz yoksa bir takım boş sözler (ki bu sözler ne konuşanın ne de dinleyenin derdine çare olmamaktadır) söyleyerek çevremize hoş görünmeye mi çalışmışız. Kendimize ve başkalarına faydası olmayan sözler midir ağzımızdan çıkanlar, yoksa ilim, irfan, fazilet, ahlak gibi ferdin ve toplumun üstün değerlerini mi ele almışız?
Bir daha elimize geçmeyecek olan altından kıymetli zamanlarımızı nerelerde geçirmiş, o yerlerdeki boş sözleri mi terennüm etmişiz (söylemişiz). Atalarımız, “Vakit (zaman), nakittir(paradır)” demişler. Paraya önem verdiğimiz kadar (!) vakte önem vermiş miyiz? Kahvehane köşeleri (şimdi Internet kafeler), kumar ve eğlence merkezleri, bir meşin yuvarlağın iki direk arasından geçip geçmemesini büyük bir mesele (sorun) kabul ederek zamanlarımızı bunun münakaşasına (tartışmasına) mı ayışmışız? Bu münakaşalar iki Karadenizlinin tartışmasını hatırlatmıştır.
İki Karadenizli deniz kenarında gezinirlerken gökyüzünden uçup gelen bir martı, denizde gördüğü balığı yakalamak için suyun yüzeyine pike dalış yapıyor ve o hızla ağzındaki balıkla havalanıyor. Bu esnada Karadenizlilerden birisi, “Ha uşağım, gördün mü(!) kuşun kuyruğu suya değdi” diyor. Ötekisi de “Hayır, değmedi. Ben görmedim” diyor.
Değdiydi, değmediydi tartışması o kadar sürüyor ki sonun da konuyu ortaya atan Karadenizli belindeki tabancasını çekerek karşısındaki arkadaşını vuruyor ve “ha uşak, sana değdi diyorum daa (!)” diyor.
KONUŞMANIN REKORTMENLERİ
Her yıl yayınlanan bir evvelki yılın vergi rekortmenleri hakkında Habertürk’ün verdiği haberde, “2008 yılı Kurumlar Vergisinde ilk 100 mükellef listesinde sürpriz çıkışıyla Turkcell 1’inci sırayı aldı” olarak ifade edilmektedir. Turkcell’i, 2008 yılında liste başı yapan tahakkuk tutarı ise 675milyon, 780 bin TL (eski para birimize göre 676 trilyon) oldu.
Buyurun bakalım. Biz o kadar çok konuşmuşuz ki elin adamı bizim konuşmalarımızdan elde ettiği paralarla Türkiye’nin en çok vergi veren kuruluşu olmuş. Koçları, Sabancıları geçmiş ve hatta ekonomik krizimizin müsebbipleri (sebep olanları) bankaları bile sollamış. Başka kimleri geçti diye listeye bakıyoruz; Merkez bankasını, DHMİ (Devlet Hava meydanları işletmesi)ni, Botaş’ı, Tüpraş’ı, Mercedes-Benz’i, Eti maden işletmelerini, Poaş’ı, Arçelik’i ve 100 kadar karlı işletmeyi gerilerde bırakmış.
Peki, bu vergi rekortmenlerinden ikinci kimdir, merak ediyor musunuz? Onu da söyleyeyim. Türk Telekom Aş. Yani bizim yine konuşmalarımızı yaptığımız sabit telefonların şirketi... Türk Telekom’u ikinci sıraya yükselten tahakkuk tutarı ise 641,5 milyon TL. (Yani 641,5 trilyon lira) olmuş.
Bu verilerden sonra yazımın girişinde ifade ettiğim “Çok konuşuyoruz” sözünde isabet etmemiş miyim, ne dersiniz?
Diğer konuşma tuzakları, bu sene ilk 100’e girememişler. Ama biz böyle gidersek belki gelecek sene onları da bu listede göreceğimizi tahmin ediyorum.
Bu kadar çok konuşmamızın bize ve ülkemize sağladığı faydalar var mıdır? Varsa nelerdir? Bu kadar büyük paralarla kaç yeni yatırım yapılmıştır? Kaç işsizimize iş imkânı sağlanmıştır? Üretimdeki artış miktarı ne kadar olmuştur? İhracatımızı acaba kaça katlamış bulunmaktayız? Tabii bunların hiç biri olmamış.
Diyeceksiniz ki; “konuşma ücretleri yüksek tutulmuş da onun için bu kadar yüksek karlar yapılmış” Doğrudur. İşin bu tarafının suçlusu AKP hükümetidir.
Efendim, “Serbest piyasa ekonomisi” ne yapalım yani? diye bir cevap alacağımı biliyorum. Ama bunun serbest piyasa ekonomisiyle uzaktan yakından bir alakası yoktur ki. Sen, Telekom’a rakip bulabildin mi ki de bu piyasayı serbest bıraktın? Adamlar rakipsiz yani tekel olunca istediği gibi fiyat koymakta ve konuşkan millettin paralarını işte böyle toparlamaktadırlar.
İşin bir başak acı yönü ise bu adamlar yabancı sermaye olarak ülkemizde bulunduklarından bizim birbirimize uzun uzun söylediğimiz “Alo...” sözlerimizden elde ettikleri bu karları kendi ülkelerine transfer etmekte ve bu paralar bir daha bize geri dönmemek üzere kanat çırparak gitmektedir.
KONUŞULACAK YERDE KONUŞMAK
Bugün adına kapitalizm denen sömürücü faizci düzen dünyamızı ve özellikle ülkemizi sarmışken, haksızlıklar her yerde kol gezerken, canlarımız, mallarımız, ırz ve namusumuz büyük bir tehlike içerisindeyken, neslimiz (evlatlarımız) heder edilirken (boşa harcanırken) bizlerin bunları konu edinerek konuşmamız, bu haksızlıklar karşısında olanların yanında yer almamamız gerekirken, malayani (boş) şeylerle meşgul olmamızın (ilgilenmemiz) doğru olmadığını bilmemiz gerekir.
İşte asıl konuşulması gereken yerler burasıdır. Bu haksızlıkların karşısında gücümüzün yettiğince haykırmanız, bunları gündeme getiren basın ve yayın kuruluşlarını desteklemeniz gerekirken, bunları yapmayarak “Karadenizliler fıkrasında” olduğu gibi boş konularla ilgilenmemiz bizim dünya saadetimizin ve ahiret saadetimizin yok olmasına sebep olacaktır.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v) “haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” buyurmaktadır. Bir başka hadis-i şerifte ise “Ya hayır söyle ya sus” diyerek bizlere nerede konuşulacağını ve nerede susulacağını göstermektedir.
Benim tavsiyem (önerim), “Söz gümüşse sukut (susmak) altındır” atasözümüze uygun hareket ederek az veya kısa konuşarak, paramızın cebimizde kalmasını sağlamak olmalıdır.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.