Türkiye’nin Stratejik Derinliği’ne AB-D Kazığı
Aslında bu yazıyı yazmama sebeb olan en önemli etken şu anda dışişleri bakanlığı koltuğunda oturan ve ‘Stratejik Derinlik’ isimli kitabın altında imzası olan Ahmet Davutoğlu’ndan başkası değil.
Davutoğlu, kitabında, Balkan politikasını ele alırken, “Türkiye’nin uluslararası konum içindeki siyasi, ekonomik ve kültürel ağırlığı bu havzada sahip olduğu etkinliğe ve performansa bağlı olmaya devam edecektir. Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’daki gelişmeler üzerinde etkili olamayan bir Anadolu ülkesi, ne bu hassas jeopolitik alan üzerinde bütünlüğünü muhafaza edebilir, ne de dünyaya açılabilir’’ görüşünü dile getiriyor.
Sayın Davutoğlu’nun bu önemli ve bir o kadar da doğruyu yansıtıcı tespitine katılmamak mümkün değil. Türkiye’nin ‘hinderland’ında yani etki alanında bugün meydana gelen bir yığın gelişmeleri hepimiz izliyoruz. Öncelikle ABD emperyalizması yakın bir zamanda Türkiye’nin sınır komşusu haline gelmiş ve 91 yılında ki körfez savaşından beri Türkiye destekli olarak İncirlik işgal üssünü kullanan stratejik müttefik ABD Irak’ta işgalini sürdürüyor.
Ahmet Davutoğlu’nun Irak’taki gelişmelere ne kadar yakın olduğunu bilmiyoruz. Ama bugüne değin Türk dış politikası ABD tarafından şekillendiğinden ötürü ABD bize tarihi bir miras olarak bırakılan topraklarda her türlü alçaklığı sergilemiştir. “Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da ki gelişmeler üzerinde etkili olmayan bir Anadolu Ülkesi” tabirini kitabında dillendiren bir dışişleri bakanı ve bugüne kadar Batı ile adeta iç içe geçmiş çelişkili ilişkiler yumağında kıvranan Türkiye’nin bu çelişkiyi devam ettirdiğini de görüyoruz. Avrupa Birliği kapısında geçen yıllar ve çöken Batı medeniyeti tarafından ASYA coğrafyasında içi boşaltılan bir Türkiye.
Sayın Mustafa Özcan geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı Direniş-ABD pazarlığı mı? isimli yazısında, Türkiye açısından da oldukça büyük önem taşıyan bir meseleyi gündeme taşımış; bunu hatırlatarak yazımıza devam edelim:
“Iraklı Şiî partiler İran’dan icazet aldıktan sonra siyasi sürece katılmışlardı. Irak Sünnileri de Türkiye’nin işaretiyle aynı sürece dâhil oldular. Türkiye Afganistan’da da benzeri bir rol oynuyor. Direnişi dönüştürüyor ve kırılmasına neden oluyor.”
Ahmet Davutoğlu şu anda Dışişleri koltuğunda ve Türkiye’nin oldukça büyük bir stratejik kırılma yaşadığı dönemde bu koltuğa oturdu ki, kitabında yazdığı şeylerle uygulatılan ya da uygulamak zorunda kaldığı şeyler arasındaki farklılıklar Mustafa Özcan tarafından da tespit edilmiş.
Gerek Irak ve bugün AB-D’nin en çok önem verdiği bölge olan Afganistan- Pakistan bölgesi hem direniş hem de işgal ile karşı karşıyadır. Bu bölgeler Türkiye’nin stratejik mevzileri ve etki alanı içerisinde yer alan en önemli cepheler olarak karşımıza çıkıyor. Afganistan’da her gün yüzlerle ifade edilen Müslüman ABD tarafından katlediliyor. Hakeza Irak cephesinde de durum aynı şekilde. AB-D ve müttefikleri demokrasi ve özgürlük götürdükleri yerlerde köleleştirme ve Müslüman halkları terbiye etme girişimlerini sürdürüyor.
Dışişlerinin Asli Görevi Nedir?
Ahmet Davutoğlu liderliğindeki bir Dışişleri’nin ASYA-İSLÂM coğrafyasında nasıl bir etki politikasından bahsettiğini şimdilik tam olarak bilemiyoruz. Çünkü Türk Dış politikası o kadar karmaşık bir şekilde çeşitli çevrelerin etkisine girebilmektedir ki son yaşanan Doğu Türkistan hadisesi bile bu karmaşıklığı anlatmaya yeter de artar. Hatırlarsanız Çin’e karşı değişik yönde açıklamaların altına imza atan yine Davutoğlu liderliğindeki Dışişleri olmuştur. Bunun adına bürokrasi mi derler yoksa hâlâ etkin olan masonların yönlendirmesi mi? Muallâkta!
Türkiye bugüne kadar AB-D stratejilerinin uygulandığı bir üs konumunda olmuş ve ABD’nin yeni dünya düzeni denilen özellikle de İSLÂM ülkelerini sömürme, işgal etme operasyonlarında hep kullanıma açık bir alan konumu ile bahsettiğimiz stratejik üstünlüğünü yitirmiştir. Aslına bakılırsa Ahmet Davutoğlu’nun bahsettiği şey de işte budur. Yani Türkiye artık bu üstünlüğünü kendi istediği şekilde kullanmalıdır ve bölgesini şekillendirmelidir. Yoksa yeni yüzyılda tarih sahnesine bu Anadolu ülkesi silik ve bitmiş olarak çıkacaktır.
Ancak şahsen ben, değerli Mustafa Özcan’ın yukarıda bahsettiğimiz yazısını okuduğumda gerçekten bir dünya görüşüne nispetle meseleleri ele almanın önemini daha iyi kavradım. Büyük Doğu İbda Dünya görüşü ve onun 21. yüzyıla damgasını vurmuş olan her açıdan üstün fikrine bağlı olarak ve tüm çevreleri kuşatıcı bir şekilde emperyalizme karşı geliştirdiğimiz karşı koyucu dil ile gerçekten Büyük Doğu coğrafyası bizim ellerimizde şekillenmelidir diyebiliyorum.
Türkiye Osmanlının çökmesinden sonra özellikle İslâm dünyasını ve Türkistan’ı AB-D’nin bu bölgelere yönelik stratejileri ile kaybetmiştir. Bugün ise bu stratejileri daha etkili bir biçimde uygulamak isteyen Batılı emperyalistler ve onun Türkiye’deki işbirlikçileri Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinliğe” ulaşmalarına nasıl müsaade edecek merakla beklerken asıl beni zorlayan konu AKP liderliğinin bunu ne kadar istediğidir. Velhasıl Nabucco gibi ASYA-İSLÂM coğrafyasını sömürüye açan siyasi ve politik bir sürecin Türkiye’ye zorla dayatıldığının açığa çıkması bile AKP’yi geri adım attırmamış ve Davutoğlu’nun içerisinde bulunduğu bir parti stratejik olarak Türkiye’nin hem siyasi hem jeopolitik hem de coğrafi üstünlüğünü AB-D emperyalizmine açmıştır.
'Dışa bağımlılığın kamuoyuna anlatılması sürecinde en önemli araç “demokrasi” ve “küreselleşme” dayatmalarıdır. Zoraki demokrasi ile birlikte uluslararası kuruluşların propaganda aracı olarak kullanılması ve bu kuruluşların kurtuluş yolu olarak gösterilmesi, Üçüncü Dünya ve İslâm ülkelerinin kamuoyunu işgal eden en önemli konulardır. “Batı yönünden, kendi aralarındaki dalaşmalarda (kendilerini yıkıma götüren) umumi hesaplaşma yerine işi birbirine tesir eden dişliler üzerinde eriterek asgariye indiren demokratik rejim, Batı dışında kalan İslâm ülkeleri ve Üçüncü Dünya ülkeleri için “çukulatayla kaplanmış bir zehir”dir. Kısacası; aile içinde kardeşler dalaşması önlenir ve birlik içine girilirken, demokrasinin ihraç edildiği ülkelerin halkı, devletin hükümranlığından ve vatandaşlığından, niteliğini Batı’nın belirlediği “dünya Vatandaşlığına ve yeni dünya düzeninin statüsü”ne kaydırılmaktadır... Kişi hak ve hürriyetlerinin temini adına küçülen ve “millet hakimiyeti” prensibine dayatılan devlet vasıtasıyla hakim milleti (!) köle olarak “yeni dünya düzeni” içinde ehlileştirmek!”(*)
Mustafa Özcan’ın yukarıda mezkur, Türkiye’nin dışa bağımlı olarak Irak ve Afganistan’da uyguladığı direnişi ehlileştirme ve kırılmasına sebep olmak gibi bir rol’ünden bahsetmesine istinaden soralım ki, öyle ise Türkiye, bütün stratejik üstünlüğünü, Tarihi Misyon veya rol’ünü AB-D’nin kullanıma açmış olmuyor mu?
Afganistan ve Irak bu yüzyılda Müslümanların AB-D emperyalizmine karşı giriştiği en kapsamlı direniş ve karşı koyuş operasyonudur. Bir bütün olarak bu husus Türkiye tarafından tıpkı İstiklâl Harbi’nde olduğu gibi işgale karşı açılan cepheler olarak değerlendirilmedikten sonra Ahmet Davutoğlu’nun bahsettiği stratejik üstünlük veya Tarihi Rol kesinlikle yerine getirilemeyecektir. Bunun yanında yine istiklâl savaşı veren Doğu Türkistan, Çeçenistan, Keşmir, Moro ve Filistin Cepheleri’ne kadar uzanan tarihi bağlılıklarımız bize stratejik olarak bütün sömürgeci Batı ve emperyalist eşkıyalara karşı üstünlüğümüzü hatırlatmaktadır. Dünya’ya açılmanın tek yolu Büyük Doğu Topraklarını işgalcilerden temizlemek ve direnişi yükseltmekle olabilir.
Gerisi laf-ı güzaf…
(*) Salih Mirzabeyoğlu, Başyücelik Devleti, İBDA Yay. İstanbul 1995, s: 98.
Bu Yazı Baran Dergisi 134. sayı'da yayınlanmıştır
TÜRKIYE'nin STRATEJIK DERINLIGI ...??
YanıtlaSilVarmi öyle bir kavram ?
Türkiye'nin stratejik derinligi ab-d tasaronlugundan baska bi sey degildir. 2002'den itibaren TASAM dis siyaset ürütmekle görevlendirilmis. TASAM SESAR'in yerini almis. Beslendigi odak ise ASYA FINANS (Fethullah grubu).
http://teomankaiser.blogspot.com/2010/04/tasam-ve-deniz-feneri.html