Ruhçu İktisat -İktisattan Çıkış-


Nasıl ki yeni bir gömlek giymek isteyen kişi üzerindeki eski gömleği çıkarmak mecburiyetindeyse, yeni bir fikrin aksiyonu ile kuşanmak ve kuşatmak isteyen fert ve/veya cemiyette eskisini söküp atmak zorundadır.

Kıyafet söz konusu olunca eskiyi bir kenara çıkarmak oldukça kolaydır da mesele, fikir ve aksiyon planında ele alınınca, eskisini bir kenara bırakmak, son derece girift bir keyfiyet ve meşakkatli bir kemiyet arz eder. Bizim burada kullandığımız “eski”, mevcut hal ve fikir olduğuna göre, tıpkı kısayı bilmek için uzuna ihtiyaç duymamız gibi, eskiyi bilmek de yeniyi bilmekle kaimdir. Mevcuda yapılan eleştiri ise eskiyi restore etmek gibi bir çabanın ürünü değil, bilakis mevcut sistemin karşısına yeni bir sistemle çıkıp, eskinin reddi, yeninin ise inşa teşebbüsüdür.

İktisat fakültelerinde ilk olarak “İktisada Giriş” başlığı taşıyan kitaplar okutulmasına binaen, mevcut iktisat eğitim ve anlayışının bir taraftan hiciv yoluyla reddedilmesi, diğer taraftan da yeniye kavuşmak için eskinin terki gerekliliğince, alt başlığımız “İktisattan Çıkış”. Ezel kadar eski, ebed kadar yeni olan sistemlerin sisteminin, 21. yüzyıldaki eşya ve hadiselere, ruha bağlı iktisat davası içinde nakşı ve tasarrufu altında tutma muradı dâhilinde, çöldeki bir kum tanesi kadar da olsa pay sahibi olabilme iştiyakıyla da üst başlığımız “Ruhçu İktisat”.

İnsan ve Vazifesi

Materyalistlere sorarsanız, her medeniyet belli bir iktisadi yapının biçimlendirdiği bir değerler bütünüdür. Bize göre ise durum tam tersidir; her medeniyetin kendisini temin eden değerler sisteminin biçimlendirdiği bir iktisadi yapısı vardır. Ruhçu iktisat anlayışı; insanı, iktisadi faaliyet gayesine göre değil, iktisadi faaliyeti insana göre açıklar. Yani merkezde her daim insan vardır. Zira insan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir ve “Biz insanı eşya ve hadiseleri teshir altına alması için yarattık.” düsturunun asli ve asil muhatabıdır.

Halimiz

Şu an ki halimiz, deniz üzerinde köpek leşi gibi şişmeyi gelişmek zanneden bir yanılgıyla, birçok sahada içler acısıdır. Malum; deveye sormuşlar, “Neden boynun eğri?” diye. Deve cevap vermiş, “Nerem doğru ki?” Bu hakikate denk düşercesine, 21. yüzyılın Anadolu coğrafyasında; insanları basiretsiz, tefekkürü marifetsiz, ibadeti hidayetsiz, şehirleri şahsiyetsiz, siyaseti kifayetsiz, yöneticileri kabiliyetsiz, yönetimi adaletsiz, sanatı haysiyetsiz, aydınları zahmetsiz, gençleri abdestsiz, lokmaları bereketsiz ve nihayetinde iktisadi hayatı da son derece çaresiz…

İş ve Cemiyet Şuuru

Hz. Ömer bir gün bir camiye girer, içeride birkaç kişi baş başa vermiş pineklemektedir. Müminlerin Emir’i sorar; “Siz kimsiniz?” Cevap verirler; “Biz mütevekkilleriz (tevekkül sahipleriyiz).” Halife Ömer; “Hayır siz müteekkiller (hazır yiyiciler)siniz. Zira mütevekkil, tarlasını imar edip tohumu saçan ve gerisini Allah’a havale eden kimsedir. Dağılın şimdi!..” karşılığını verir. Ruhçu iktisatta, iş ve cemiyet şuuru bahsine baş misal olacak bu levha; toprağından 10 ton buğday alabilecek olan bir ferdin, sırf ihmal yüzünden 9 ton mahsul elde ederse, eksik kalan 1 tonu cemiyet hesabından apardığının, bunun da hesabının kendisine sorulacağını bilmenin mükellefiyetini taşır. Aynı durum; devlet hastanesinde günde 20 hasta bakabilecekken, gününün yarısını internette geyik yaparak harcayan ve hastalarını kapısının önünde dikip, 10 hastayla günü kapatan doktor için de mesainin yarısını ortadan kaybolarak tüketen bankamatik memuru için de geçerlidir. İş ve cemiyet şuuru, ruhçu iktisadın baş davasıdır.

Dünya

Dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir nokta da şudur: Dünyayı imar, hakikatte dünyayı gaye sananların değil, vasıta kabul edenlerin, ruhçu iktisadın hak ve vazifesidir. Dengelerin dengesi olan; ‘hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, hemen ölecekmiş gibi ahrete memur olma’ mükellefiyeti, bize bu noktada kılavuzluk eder.

Sahteler

Burada da dikkat edilmesi gereken, iman taklidi yapan ikiyüzlü tiptir. Yani, dünyayı vasıta olarak gördüğünü söyleyip, hakikatte kendini ciğerine kadar dünyaya kaptıran çakma sofidir. Şimdi yeri gelmişken -borsadan hisse-ye alışkın ‘homo economicus’a, kıssadan bir hisse verelim: Muhiddin-i Arabi minberdedir, “Ey cemaat!” der. “Sizin taptığınız Allah, ayaklarımın altındadır!” Cemaatte bir öfke, bir hışım… Küfre benzeyen bu sözü belki delalete kavuşturacakları ümidiyle o noktayı kazarlar. Muhiddin-i Arabi’nin bastığı yerden bir yığın altın çıkar. Mübarek veli, insanları paraya tapmakla suçlamaktadır! Ruhçu iktisatta, dünya odur ki, mümin onu zapt edecek, ona hâkim olacak fakat onun esaretine düşmeyecektir; biz her şeye malik olduktan sonra hiçbir şeyin bize malik olamama davası, ruhçu iktisadın asli şiarıdır.

Helal - Haram

Ruhçu iktisat davası “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır.” gibi bir safsatayı kabul etmez. ‘Kutsal’ kelimesi uhrevi bir manayı işaretlediği gibi, seküler telakkide uhrevi kavramlara zaten yer yoktur. Varsayalım ki seküler dünya, kendine ‘kutsal vergiyi’ yakıştırmıştır. O halde sormak lazımdır; “Tarlasında alın teri ile -helal yoldan- çalışan köylünün ödediği vergi mi, yoksa kerhane işletmecisinin -haram yoldan- ödediği vergi mi, hangisi daha kutsaldır?” diye. Helal ve haram sınırının, bir daha birbirlerine karışmamak üzere, operatör neşteriyle çizilmesi zaruridir.

İki Ana Kapı

Ruhçu iktisatta, iki önemli ana kapı vardır. Biri sürekli açık, diğeri ise sürekli kapalı tutulacaktır. Zekât kapısı sonuna kadar açık, faiz kapısı da sonuna kadar kilitlidir. Dilediği kadar helal kazançta serbest olan ferdin mülkiyet hakkına saygı duyan, lakin sermayenin durduğu yerde urlaşmasına mani olmak için belli bir ölçünün üzerindeki her 40 vahitten birini içtimai sahaya kaydıran ve böylece cemiyet hakkını da fertten tahsil eden zekâtın farz oluşu, çağımızın iktisadi buhranın biricik kurtarıcısıdır. Baş misal: Zekât, yastık altında uyuyan parayı uyandırır, sermayenin belli ellerde tekelleşmesine mani olur ve iktisadi canlılığın göstergesi olan paranın tedavül süratini arttırır. Zekât verilebilen (fakirler, borçlular gibi) sınıfların, aldıkları parayı saklamak yerine direkt tüketime yöneltecek fertlerden müteşekkil olması sebebiyle de talep piyasası canlanır.

En yüksek kalkınma hızının, faizin sıfır olduğu yerde gerçekleştiğini söylememiz ise faiz kapısının neden sürekli kilitli kalması gerektiğinin yeterli delilidir. Ünlü İngiliz İktisatçı Keynes şöyle der: “İktisadi verimlilik seviyesinin yüksek olduğu memleketlerde faiz seviyesi de o nispette düşüktür. Bu faiz seviyesi, ideal bir cemiyette tamamen zail olarak sıfır nispetine varır.”

Vakıf

Büyük İslam müessesesi olan ‘vakıf’, birkaç istisna dışında, son yüzyılda hakikati ters düz edilen, sadece adı kalıp içi tamamen boşaltılan, yılda 10 bin dolar alarak eğitim hizmeti verdiğini iddia eden, bahçesinde silah saklanan, odasında ihtilal hesabı yapılan soytarı rollerden kurtarılarak asli hüviyetine kavuşturulması gereken bir meseledir. Yerli yerine oturtulduktan sonra ‘vakıf’, ruhçu iktisadın aksiyon uzuvlarından birisidir.

Milli Felaket

Bitişiğindeki evde aç varken, sofrasına kurulabilmiş insanı kendinden saymayan, cömertlik ve yardım levhalarıyla dolu ruhçu iktisat, fertlerin ödeyebildiği kadar değil, “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz.” hikmeti dâhilinde, ihtiyacı kadar tüketmesini ikaz eder. Tutumlu olmanın bereket, israfın da milli felaket olduğu asla hatırdan çıkarılmamalıdır.

Çaremiz - Çare Biz - Çare İnsan

Bugün dünyanın krizlerle boğulduğu, ortada ne kadar uyduruk sistem varsa mutlak kurtuluşlarının sistemlerin sistemine teslim olarak, ona tâbi ve onda fani olmaktan geçtiğini, ruhçu iktisat anlayışımız çerçevesinde ihtar ederiz. Vampirlerin kanla beslenmesine denk, bugünkü kapitalist sistem tüketimle beslenir; talebin kesildiği veya azaldığı yerde de sürekli krizler geçirir. Bundan dolayı da modasından medyasına kadar her şey bu talebi köpürtmeye hizmet eder. Oysa insan ne kadar tüketirse tüketsin aslında hiçbir zaman gözü doymaz. Ana gayesi tüketmek olan bir insanın tüketim marazının sonu yoktur, ta ki sonunda kendini, ruhunu da tüketene kadar. Zaten kapitalizmin nihai sonucu da ‘insan’ı ve ‘insanlığı’ tüketmesi, yok etmesidir. İnsanlıktan çıkmış -robot insancıkların- yaşadığı toplumda da ne ahlak, ne aile, ne sevgi… hiçbir şey kalmamıştır.

Kapitalizm’de her şey ne kadar ‘tüketim ve pazar’ odaklıysa, ruhçu iktisatta da her şey ‘kanaat ve mezar’ odaklıdır. İşte, Gaye İnsan - Ufuk Peygamber’den ölçülerin ölçüsü: “Müjdeler olsun o kimseye ki hakaret mevkiine düşmeksizin tevazu gösterir, miskinliğe inmeksizin nefsini alçaltır, günahsız kazandığı maldan başkalarına yardım eder ve zillet ehline acır. Müjdeler olsun o kimseyi ki nefsini böylece alçalttığı halde kazancı temiz, siyreti (içi, hali, durumu) güzel, yüksekliği besbelli ve kötülük yapmayacağından herkes emindir. Müjdeler olsun o kimseye ki ilmiyle amel, malının fazlasıyla yardım ve sözünün fazlasıyla sükût eder.”

Son Söz: Fikir ve Aksiyon

Aksiyon: Fiilde erimiş fikir; bir fiil ki onu meydana getiren fikrin tercümanı; fikrin eşya ve hadiseler üzerinde nakşı…

Yukarıdaki tanımdan anlaşılacağı üzere fikirsiz ‘aksiyon’ mümkün değildir. Önce fikir! Lakin fikir, ‘aksiyon’a geçince, yani eşya ve hadiseler üzerine sinerek; madde, boyut, renk, hacim, şekil ve ses kazandıktan sonra da bizim için ‘aksiyon’un fikirden daha mümtaz bir yeri vardır. Çünkü zaten ‘aksiyon’, hareket halindeki fikirdir, fikrin yürüyüşüdür.

Dolayısıyla şimdi sormak lazımdır; pazarlıksız -Allah ve Resul ölçüsüne- sıkı sıkıya bağlı kalarak, ruhçu iktisat davasının anlaşılması, anlatılması, öğrenilmesi, öğretilmesi, yatay olarak genişliğine, dikey olarak da derinliğine maya tutturulmasının aksiyonu ‘kim’lerin boynuna borçtur?! Sanırım bu sualin cevabı için de öncelikle ‘kim’liğin hesabını hakkıyla ve hakikatiyle yapmamız gerekir. Üstad’ın dediği gibi; “İsteyelim ki olsun! Hasret, vuslatın yarısıdır!”

Serkan BİLGE- Genç Dergisi – Eylül 2009

5 yorum:

  1. Çok güzel!!!

    YanıtlaSil
  2. Dolayısıyla şimdi sormak lazımdır; pazarlıksız -Allah ve Resul ölçüsüne- sıkı sıkıya bağlı kalarak, ruhçu iktisat davasının anlaşılması, anlatılması, öğrenilmesi, öğretilmesi, yatay olarak genişliğine, dikey olarak da derinliğine maya tutturulmasının aksiyonu ‘kim’lerin boynuna borçtur?! Sanırım bu sualin cevabı için de öncelikle ‘kim’liğin hesabını hakkıyla ve hakikatiyle yapmamız gerekir. Üstad’ın dediği gibi; “İsteyelim ki olsun! Hasret, vuslatın yarısıdır!”

    İşte mesele budur!!.

    YanıtlaSil
  3. Genç dergisi hakkında malumat verirmisiniz sayın editörüm?

    YanıtlaSil
  4. http://www.gencdergisi.com/

    Serkan bilge de bu dergi de Yazılarını yayınlayan bir yazardır.Bizlerle de bu güzel yazılarını paylaşmakta olup kendisine teşekkürler ederiz


    saygılarımızla

    Editör

    YanıtlaSil
  5. Fazilet sahibi gençlerden çok çok selam!

    YanıtlaSil

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.