5 Ekim 2009

[KomploTeorileri] Yağmacı sınıfın tahakkümü/ Nihat Genç

Yağmacı sınıfın tahakkümü

 


   Hepimiz kabul ediyoruz, Türkiye eski sol jargonla bir üçüncü dünya ülkesi ve her üçüncü dünya ülkesi gibi iktidarı ele geçirenler ülkeyi ‘yağmalıyor’. Siyasi kimlikler, partiler istediği kadar değişsin ‘yağma’ değişmiyor. Çünkü ülkenin ‘kurumları’ oturmamış. Türkiye’de dünyada olmayan yüksek dozda bir demokrasi var, öyle ki demokrasinin Allah’ı var. İktidara gelen parti ‘devleti’ topyekün teslim alabiliyor.

 

Fransa, İngiltere, ABD örneklerini izleyin, iktidar partileri seçimle geldiklerinde bürokrasiyi yerinden oynatamaz, çünkü bürokrasi ‘devlettir’. Partiler politikalarıyla gelir ve bürokrasiye yön verir, bu kadar. Oysa ülkemizde iktidara gelen parti devletin kapıcısından ihalelerine kadar her şeyi hallaç pamuğu gibi atıyor, dağıtıyor. Üstelik Fransa ve İngiltere ülkenin en mahrem kurumlarını teslim edeceği yetişmiş elit kadroyu, birkaç üniversitesinde özenle yetiştirir, yani ‘bürokratik’ kadroları yetiştiren üniversiteleri vardır. Bizim güvenebileceğimiz üniversite kaldı mı? Ülkenin karışıklığı üniversitelerde başlıyor.

 

    Üçüncü dünya ülkesi derken en çok yakın tarihteki darbelerimizi benzetebiliriz, ancak üçüncü dünya darbecileri bir şekilde ülkenin altınlarını madenlerini kendi kişisel servetleri haline getirmeyi başarıyordu, çoğu bu yüzden darbe yapıyordu. Bizim darbeciler fazlasıyla salak. Sadece 12 Eylül komutanlarından birinin rüşvet skandallarını duyduk, başka? Darbecilerimiz saf kerizmiş, şimdi kapılarında bir güvenlik ve emekli maaşlarıyla son günlerini yaşıyorlar.

 

     Darbelerimizin hepsinin arkasında Amerika var dersek bu hiçte komplocu, genelleyici bir yaklaşım olmaz, evet, dünden bugüne ülkemizdeki darbelerin hepsinin arkasında Amerika olduğu en ciddi araştırma kitaplarında en itibarlı yazarlar tarafından defalarca kaleme alındı, şüphemiz kalmadı. Burada da bir ‘saflık’ ‘aptallık’ söz konusu, insan bir kez olsun kendi başına, kendisi için darbe yapmaz mı? Bu kadar darbeyle yatıp kalkan bir ülkede ‘milli bir darbe’ niye olmadı diye üfürükten soruyoruz işte. Şu Kenan Evren nerede? Şu Çevik Bir nerede? Fethullah Gülen, hadi cemaatin jargonuyla söyleyelim, Hoca efendi 12 Eylül sonrası Sızıntı Dergisi’nde Kenan Evren için ‘kurtarıcı kutsal melek’ gibi yağlayıcı yazılar yazıp devletin bütün kapılarının cemaatine açılmasını sağladı.

 

Peki, şu 28 Şubat’ı iyice bir değerlendirin, bu darbe kime kısmetti, kimi dağıttı? 28 Şubat kendi bildiri ifadesiyle karanlık güçlere karşıydı ama nasıl olduysa hokus pokus Türk Ordusu’nu darmadağınık etti, en büyük zararı Türk Ordusu gördü. Yani darbeyle karşı tarafı değil kendinizi infilak ettiriyorsunuz. Birileri ısrarla hiç ders almamış gibi bu darbeleri mayın gibi kendi elinde niye patlatır. Bunlar darbeci mi Türk Ordusu’nun bedenini havaya uçuran ‘intihar tugayları mı?’

 

     Darbelerden memleketimize bir hayır gelmedi, bunu hepimiz biliyoruz, ama darbelerden ‘darbecilere’ de bir hayır gelmediğini söylemeye çalışıyorum. Şimdi, Ergenekon ithamnameleriyle Türkiye’yi alt üst eden bu sivil darbe’nin kendine hayrı olmayacağı, çok kısa sürede kendi kendini patlatacağı çok açık. Ergenekon darbesinin birkaç yıl sonraki mağdurlarının şimdiki iddianameyi yalan yanlış düzenleyenlerin olacağına Allah Bir gibi halkımız iman ediyor. Ve bu darbenin de arkasında ‘Amerika’ olduğu gün gelip araştırmacılar tarafından kesin ifadelerle ortaya konulacak.

 

    Şu memlekette adam gibi ‘milli’ bir darbe olmayacak mı? Madenlerimiz şirketlerimiz özelleştirildi, dilimiz İngilizce doldu, aklınıza gelen her şeyimizde yabancı kültürün istilası altındayız, tamam, hiç değilse ‘darbelerimiz’ yerli olsun.  Yani insan soruyor, bizi dövenler bizi içeri alanlar, bize kan kusturanlar, bizi coplayanlar, bizi işkenceden geçirenler, bizi dinleyenler hiç değilse ‘bizden’ olsa.

 

      Özledim, özledim darbelerin millisini özledim, milli dayak özledim, milli işkenceler özledim, bizi hep Amerikancılar ve onların maşaları, onların emir kulları mı dövecek? Bizi dövecek harbi bir Anadolu çocuğu bu topraktan çıkmayacak mı?

 

      Düşündüm, galiba bu ‘milli darbeye’ aday olarak sadece kendimi görüyorum, darbelerle yatıp darbelerle kalkıyorsunuz ama hepsi Amerikan işi, millileştirme işine önce, ilkin darbelerden başlamalı. Darbesi milli olmayanla işim olmaz.

 

     Yetmişli yılları hatırlar mısınız? Tercüman Gazetesi ve daha ne çok gazete on yıllar boyunca durmaksızın, iyice düşünün, kırk yıldır gazetelerde dizi yazılar, Adnan Menderes’in idamı… Ne çok yazıldı, ne çok konuşuldu, bitmeyen melodram. Tabii ki ‘idamlara’ odaklanan bu kadar yazı dizisi ‘sağ partilerin’ işine yarıyor ve iktidarlarının elli yıldır sürmesine yol açıyor. Mesela Demirel de darbelerden fazlasıyla mağdur, ancak son yıllarda ‘darbe mağdurluğuna’ oynayan AKP’nin elinden bu mağdurluğu almasına fazlasıyla kızgın olmalı ki yeniden siyasete hazırlanıyor. AKP’nin darbe mağdurluğuna oynaması Demirel’in ağrına gidiyor, çünkü DARBE MAĞDURLUĞU ekmeği sadece Demirel’in olmalı.

 

     Tabii ‘darbelerle’ oluşturulan bu mağdur söylemi Türkiye’deki ‘demokrasi şampiyonluğunun’ ta kendisi. Darbeye karşı oldukça, ‘demokrat’ olursunuz. Evet, darbeye karşı olmak demokratlıktır, ancak, bu sağ zihniyet, demokratlığın başka hiçbir şeklini, yöntemini bilmez. Mesela eşitlik, adalet mesela, yağmalara karşı çıkmak mesela, hırsızlığın önüne geçmek mesela, dürüst olmak mesela, işçi tazminatları mesela, fırsat eşitliği mesela, mesela demokrasinin hiçbir şekline itibar etmemişlerdir. Onlar için demokrasinin tek tarifi ‘darbeye’ karşı olmak. Demokrasinin tüm nitelikleri açısından çok eksik, ancak parlaklık ve siyasi gösteriş olarak fazlasıyla kahramanca bir demokratlık ki, bu yüzden yüzlerce ‘liberalimiz’ bu durumu fark edip, nasılsa eşitlik, adalet, işçi hakkı, emekli maaşı gibi devasa sorunlar sizi yormuyor kısa yoldan ‘demokratlık payesine’ kavuşuyorsunuz deyip, yani mevzuu çakozlayıp Türk işi darbe karşıtı edebiyatla demokratlıklarını sağlama aldılar, afiyet olsun.

    Bu ne kadar güzel bir demokratlık, Allah’ın lütfu bir demokratlık, biri gelip bizi de dövse de, biz de ömür boyu demokrat kalma talihini yaşasak, insanın aklına “bu kadar ucuz yoldan demokratlığı bunlara kim bağışlıyor?” demek geliyor. Yanarım yanarım 28 Şubat’a karşı yazdıklarımdan aldığım üç ayrı cezaya yanarım, kimsecikler benim mahkemelerde sürünmelerimi bilmediği, görmediği, duymadığı için ben ‘demokrat’ olamadım, oysa, böyle mi, mahkemenin kapısında yapacaksın bir basın toplantısı, bağırıp çağıracaksın… Neyse, son ‘demokratlık şansımı’ 28 Şubat’ta, 28 Şubatçılara ağır hakaretler yapıp mahkeme edildiğim halde bu büyük demokratlık şansını kaçıracak kadar aptal bir yazarım.

 

     Sanırım bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde lordluk, kontluk, soyluluk, aristokratlık olmadığı için, bu aristokrat ünvanları ele geçirmenin tek yolu, darbeye maruz kalmak. ‘Sör’ ünvanı mı ‘şövalye’ ünvanı mı almak istiyorsunuz, hemen darbe mağduru rolünü oynayın.

 

      Çevik Bir geliyor aklıma, bu adam kime hizmet etti? Şimdikilerin önünü açtığı kesin, peki şimdi kendisi kimlerle samimi, hangi işleri çeviriyor, bilemem. Gördüğüm şu, sanki birilerinin ‘yahu biri bana darbe yapsın da demokrat olayım’, ‘biri bana darbe yapsın da iktidar olayım’ diyen bir hali var. En güzel örneğimiz 27 Nisan e-muhtırası.

    Şakası bir yana buralar gerçekten karışık, kimin eli kimin cebinde anlamamız çok zor. Biz, başka bir tarafa bakalım, bu darbeler olup biterken yoksul kalan, aç kalan, işsiz kalan, elinden işi mesleği alınan, sürülen, işkence edilen kim?

 

    Bu soruya iyice bakalım, bütün bu darbelerin asıl mağduru köylüler, işçiler, öğrenciler, yoksullar, yazarlar, emekliler, yani halkımızın ta kendisi. Ama demokrasi kahramanları ya Demirel ya Tayyip! Şimdi, Demirel’in etrafına, Tayyip’in etrafına bakın, karnı doymamış kaldı mı? Peki bu alavera dalavera nasıl oluyor?

 

    Benim bu ‘darbelerden’ anladığım şu; bu darbelerle gerçek mağdurluğu hak etmiş halkımızın elinden, ‘mağdurluğu’ üstlerine alıyorlar ve mağdurluk sıfatıyla iktidardan inmiyorlar. Oysa mağdur olan halkımız! Bu halkın her şeyini yiyor, içiyor, soyuyorsunuz, yetmiyor, halkın elinden ‘mağdurluğunu’ yani ‘mazlumluğunu’ dahi soyup alıyorsunuz.

 

     Mazlum bir zaman Demirel’di bir zaman Tayyip Erdoğan, halkımız hiçbir zaman mazlum, mağdur olamadı.

 

      Eski darbecilerden birkaçı işini çevirdi, belki Çevik Bir de kendine hayırlı bir yol açtı, ancak, eski darbecilerimiz fazlasıyla aptalmış.

 

      Şimdiki darbecilerin tek farkı da burada, eski darbelerden iyi dersler çıkarttılar ve ilk defa darbeciler ülke servetine ‘el koyuyor’… Eski darbelerle, bu yeni Ergenekon darbesi arasındaki en büyük fark burası, şimdikiler ülkeyi allem gullem, göz göre göre soyuyor. Demek ki derslerini iyi çalışmışlar, darbeciliğimizde bir ‘ilerleme’ olmuş!

 

    Yani şimdikiler daha gözü açık daha anasının gözü, bu da ‘darbelerde’ ‘zihniyet’ olarak yol aldığımızı gösterir, az bir şey mi? Şimdiye kadar neydi, darbe yap sonra aç kal, emekli maaşını bile tehlikeye at. Şimdikiler öyle mi, hem darbe yapacaksın, hem demokrasi şampiyonu olacaksın, hem mağdur mazlum edebiyatı yapacaksın, hem de MALI hamuduyla götüreceksin.

     Onu bunu şunu bırakın, siz sevgili halkım, sizin son dersiniz bu, dersinize çalışmaya başlayın ve en yakın arkadaşınızla muhabbetini açarken sorun; “asker darbecilerden sivil darbecilere nasıl bir ilerleme oldu, asker darbecilerin hataları neydi, sivil darbecilerimiz nelerden ders çıkarttı? Bu darbecilerin arkasında niye Amerika var?”

 

 Halkımız niye ‘milli bir darbe’ yapamaz? Amerika Irak’ta 1,5 milyon Müslüman’ı birlikte öldürmediğimiz için bize karşı Ergenekon darbesini yaparak, darbeleri ‘askerden’ alıp bu görevi artık sivillere mi verdi?

 

    Sivil cemaat ve partiler bu yeni ‘darbeciliği’ kaç paraya yapıyor? Hangi holdingler, hangi özelleştirmeler ve hangi ‘mayınlı araziler’ bu son sivil darbeyi kendilerine bağışlayanlara elli yıllık armağan olarak verilmek istendi?

 

    Benim sevgili halkım, benim sevgili halkım, benim sevgili halkım, bu mayınlı arazi işi bir Davos pazarlığı gibi anlaşmalı kavgayla olabilir mi? Olamaz, daha derinde bir pazarlık, düşünün, birileri size ajanlı Tuncay Güney’li, Mit’li şaibeli binlerce sayfa dosya teslim ediyor ve Türkiye’yi hallaç pamuğu gibi savurmanıza ve muarızlarınızın hepsini içeri yaka paça atmasına kapı açıyor, fırsat tanıyor, şans tanıyor. Eee, İmam Hatip ortaokulundan beri İsrail düşmanlığıyla büyümüş bu insanların mayınlı arazileri İsrail’e elli yıllığına tahsis etmelerini nasıl izah edeceksiniz? Ergenekon Davası’nda son sözü İsrail İstihbaratı söyleyecek, siz, o mayınlı arazileri vermeyin bakalım, ya da bu peşkeş büyüklüğünde başka şeyler vermeyin bir görelim!? Bakın,  İsrail kerpeteni dudaklarınızı kıskacına aldı, sıktıkça sıkıyor, hepinizi ezdikçe eziyor. Hepinizi Türkiye halkı karşısında ‘hain’ gibi, ‘satmak’ gibi siyasetlerle muhatap etmeye başladı mı, başladı.

     Eee, artık bu sivil darbeyi size sipariş edenlere borcunuzu bir şekilde ödeyeceksiniz!
Nihat GENÇ

-- http://www.bagimsizdergi.com/haber.php?haber_id=12
TURKEY DEĞİL,TÜRKİYE !

1 yorum:

  1. Bu kadar nuktedan ve fasih dille memleket gercekleri izah edilemezdi,tesekkurler sayin Nihat Genc..

    Allahin izni ile insanlarimizin imanlari midelerinden tekrar kalplerine rucuu ederse hakki ile dogruyu ve yanlisi gorur daha mantikli suurlu bilincli milli olan liderler yetistirir ve seceriz;munafiklar degil !!

    Biz Turk Milleti olarak en buyuk sorunumuz; bireyselligi bir yana birakip fedakarlik mekanizmasini calistirmaliyiz.Ben yasayayim sen yasama ,bana dokunmayan yilan bin yasasin gibi bozuk zihniyetleri terk etmeliyiz,tek hucreli mahlukatlar gibi yek vucud olmaliyiz,hepimiz birimiz ,birimiz hepimiz icin mucadele etmeliyiz;bu da "Emrolundugun gibi dosdogru ol" Enam Suresi'nin Ayet-i Kerimesini hayatimiza uygulayarak saglayabiliriz ,aksi takdirde herkes bir tagut'un pesinden gider de farkinda olmaz..Ok'un yay'dan ciktigi gibi dinden cikar da farkina varmaz...

    YanıtlaSil

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.