Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Olivier Bouquet, Osmanlı devletinde Avrupa'daki anlamda bir aristokrasi olmadığını ancak bir "hizmet aristokrasisi" bulunduğunu belirterek, "Osmanlı'nın önde gelen aileleri arasında bir devlet kültürü vardı" dedi.
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Türk ve Osmanlı tarihi uzmanı Bouquet, Avrupa ülkelerinin kendi ulusal tarihlerini yazarken Osmanlı devletinin tarihini yeterince dikkate almadığını söyledi.
"Fransız tarihçilerini de diğer Avrupa ülkelerinin tarihçilerini de ülkelerinin tarihlerini daha doğru yazabilmeleri için Osmanlı tarihini çalışmaya davet ediyorum" diyen Bouquet, Osmanlı tarihinin Avrupa tarihinin parçası olduğunu vurguladı.
Bouquet, Avrupalı tarihçilerin Türkçe ve Osmanlıca öğrenmesi gerektiğini kaydetti.
"PAŞALAR HİZMET ARİSTOKRASİSİ"
Osmanlı dönemine ilişkin "Sultan'ın Paşaları" ve "İsimlerin Asaleti" adlı iki kitabı bulunan Bouquet, her iki kitabı için malzemeyi Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde çalışırken bulduğu ve yeterince incelenmediğini fark ettiği Sicill-i Ahval Defterleri'nden aldığına işaret etti.
"Başka hiçbir ülkede bulunmayan, benzersiz bir kaynak" diye nitelendirdiğini Sicill-i Ahval Defterleri'nde 51 bin memura ait kayıtların bulunduğunu anlatan Bouquet, çalışması için 282 sivil ve asker paşayı seçtiğini dile getirdi.
Daha önce sadece belli şahsiyetlerin hayat hikayelerini yazmakta başvurulan bu kaynakların "kolektif biyografi" çalışması için de zemin oluşturduğunu kaydeden Bouquet, "Ele aldığım paşaların yüzde 22'sinin babasının da paşa olduğunu, yani paşazade olduklarını gördüm. Bu da Osmanlı'da bir hizmet aristokrasisi olduğunu gösteriyor. Osmanlı'nın önde gelen aileleri arasında bir devlet kültürü vardı" diye konuştu.
"SOYADI KANUNU'NDAN ÖNCE DE AİLE ADLARI VARDI"
"Osmanlı'da Avrupa'daki anlamda aristokrasi yok ama asalet var" diyen Bouquet, "Paşazadelik böyle bir şeydi. Belli avantajlar sağlıyordu. Örneğin Fransızca öğrenebiliyordunuz" dedi.
Türkiye'de 1934'de çıkarılan Soyadı Kanunu'ndan önce de aile adları bulunduğunu belirten Bouquet, "Osmanlı'daki asaleti de bu aile adlarından çıkartıyoruz. Buna ben 'isimlerin asaleti' diyorum" diye konuştu.
Baba ve oğul olan Ahmet Muhtar Paşa ile Mahmut Muhtar Paşa'yı örnek gösteren Bouquet, her ikisinde de geçen "Muhtar" isimine dikkat çekerek bunun bir tür "soyadı" hükmünde olduğunu söyledi.
Osmanlı'da ortalama bir paşanın en az bir yabancı dil bildiğini dile getiren Bouquet, taşra kökenlilerin Arapça, Farsça veya Yunanca bildiğini anlattı. Bouquet, Fransızca'nın Tanzimat ve Islahat süreçlerindeki paşalar arasında zannedildiği kadar yaygın olmadığını ifade ederek, "Çok iyi Fransızca bilen paşalar vardı. Ahmet Cevdet Paşa söz gelimi, mükemmel Fransızca bilirdi ama yurt dışında yaşamadığı için konuşamazdı. Buna mukabil, Fransa'da yaşayan Mustafa Reşit Paşa mükemmel Fransızca konuşurdu" dedi.
Bouquet, paşalığın Osmanlı'da bir unvan olduğunu, asıl statünün ve maddi yaşam koşullarının deruhte edilen valilik görevler ile vezirlik gibi rütbelere bağlı olarak değişebildiğini kaydetti.
SON BÜYÜKELÇİNİN TORUNU
Osmanlı devletindeki son Fransa Büyükelçisi Maurice Bompard'ın ikinci kuşak torunu olan Bouquet, eşi Fransa'nın İstanbul Başkonsolosu Muriel Domenach ile dedesinin büyükelçilik olarak kullandığı, bugünse konsolosluk ikametgahı olan Beyoğlu'ndaki Fransız Sarayı'nda yaşıyor.
Büyük büyükannesi Gabrielle Bompard'ın İstanbul'un Dostları Derneği'nin fahri başkan yardımcısı olduğunu belirten Bouquet, derneğin fahri başkanının da son halife Abdülmecid olduğu bilgisini verdi.
Büyükannesi ile Abdülmecid'in özel bir hukuk geliştirdiğine de değinen Bouquet, halifenin Madame Bompard'a, kitabesinde özel bir ithafın da yer aldığı bir çeşme hediye ettiğini söyledi. Çeşmenin bugün Fransız Sarayı'nın bahçesindeki yerini koruduğunu anlatan Bouquet, Pera Palas'ın da mimarı olan Alexander Vallaury'nin tasarımı olan eserin 2013 yılında restore edildiğini kaydetti.
Osmanlı tarihine ilgisinde aile tarihinin de rolü olduğunu anlatan Bouquet, büyük büyükannesi Gabrielle Bompard'ın sadece aile içinde geçen bir hatıratı olduğunu söyledi.
Hatıratın birkaç nüshasından birini 20 yaşındayken okuma olanağı bulduğunu anlatan Bouquet, Bompard'ın 1909-1914 arasında İstanbul'da geçirdiği beş yılı da anlattığı kitaptan Fransız Sarayı'nda bugün de yer alan birçok eşyanın hikayesini öğrendiğini ifade etti.
Büyükelçi Maurice Bompard'ın İstanbul'daki görev dönemine ait diplomatik yazışmalarını da inceleme fırsatı bulduğunu anlatan Bouquet, kendisini en çok etkileyen konunun Bompard'ın 1914'te Osmanlı'ya gelen Alman Goben ve Breslau (Yavuz ve Midilli) zırhlılarına bir anlam verememesi olduğunu dile getirdi. Bouquet, dedesinin o dönemde Almanya ile Osmanlı arasındaki gizli anlaşmadan habersiz olduğuna işaret etti.
"İKİSİ PAŞA BİRİ SULTAN ÜÇ ÇOCUK"
İlk kez 1994'te geldikleri İstanbul'a ve Türk kültürüne hayranlığını gizlemeyen Bouquet, eşi Muriel Domenach'ın da son bir yıl içinde Türkçesini geliştirdiğini belirtti.
İstanbul'un yaşamak için son derece ilginç ve şahane bir yer olduğunu ifade eden Bouquet, "Ben ve eşim Parisliyiz ama İstanbul da bizim için memleketimiz gibi" dedi.
Üç çocuğu bulunduğuna işaret eden Bouquet, "Türkiye'de çocuk olmak harika bir şey. Çocuklar burada çok seviliyor, paşalar ve sultanlar gibi el üstünde tutuluyor. Bizim de ikisi paşa, biri sultan üç çocuğumuz var. Biz onlara öyle diyoruz. 9 yaşındaki oğlum Josef'e mesela, Yusuf Paşa diyoruz" diye konuştu.
Bouquet, iki buçuk yaşındaki kızlarını da dostlarının "şehbender-i sagire", yani küçük konsolos diye çağırdıklarını söyledi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.