Memleketimizde yaşayan Müslümanların kâhir ekseriyetle müntesibi bulunduğu itikadî mezheb olan Mâturîdîliğin ve İmam Mâturîdî’nin yeterince bilinmiyor olmasından dolayı -kasıtlı yahud kasıtsız- farklı hatta birbirine zıt Mâturîdîlik takdimleri yapıldığı görülmektedir. İtikad, bir insanın sadece bu dünyada değil uhrevî âlemde de saadetinin anahtarı olması hasebiyle bir mü’minin üzerine en çok titizlenmesi gereken mesele de şübhesiz iman mevzularıdır. İşte bu vesileyle ortalıkta gezen ve kendisine ulaşan kişiye, “İyi de bizim mezhebimiz yani hakiki Mâturîdîlik bu anlatılanlardan hangisi” sualine sevk eden ve Mâturîdîlik nedir, ne değildir meselesiyle yüz yüze getiren konuyu kısaca açmak ve konu başlığı mesabesinde de olsa vuzuha kavuşturmak istedik. Bu vesileyle Ehl-i Sünnet’in iki itikadî mezhebinden biri olan Mâturîdiyye hakkında takdim edilen görüşlerden hangisinin onu ifade ve tanıtmada isabetli hangisinin hilâf-ı hakikat olduğunu kısa izahlarıyla sunuyoruz:
1. İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Ehl-i Sünnet itikadını aslî muhtevasıyla idrak etmenin kapısıdır. Mutezilî kabulleri ve temayülü meşrulaştırmanın yahud bu itikadı perdelemenin vasıtası değil! Nitekim bugün Mâturîdîlik adı altında sunulan yahud kendisini Mâturîdî olarak takdim edenlerin; Nüzûl-i İsa (Aleyhisselâm), kabir azabı, ru’yetullah, şefaat vb. itikadî esasları inkâr ettiklerini görmek mümkündür. Hâlbuki Mâturîdî mütekellimlerin kaleme aldığı akide metinleri ortadadır. Sevadü’l-Â’zam’dan, Akidetü’n-Nesefîyye’ye, Emâlî’den, Kaside-i Nûniyye’ye herhangi bir akide metnini alıp teyid edebiliriz ki Mâturîdîlik bu esaslara itikat eder inkâr değil. Dolayısıyla kendisini Mâturîdî olarak takdim eden bir kimse bu gibi akidevî meseleleri inkâr ediyorsa ya intisabını veya iddiasını gözden geçirmelidir.
2. Mâturîdîlik, mahallî, yerel, millî bir din anlayışı/algısı değildir. Mâturîdîliği etnik duygularla sahiblenmek ve onu bir ırkın, bölgenin İslâm anlayışı olarak takdim etmek tarihten bugüne hiçbir Mâturîdî imamın sarf-ı kelâm etmediği bir iddiayı onlara nisbet etmek açısından ve en hafifinden edebe mugâyirdir. Usûliddîn tabiatı ve varlık iddiası itibarıyla ilkesel kabulleri ortaya koymaya çalışır. Yani herhangi bir zaman, mekân, kültürün değişikliği ile değişmeyecek âlemşümul bir İslâm anlayışını temellendirir. Dolayısıyla bir usûliddin âlimi olan İmam Mâturîdî’yi ve Mâturîdî mütekellimleri böyle bir sınırlandırmaya hapsetmek hem ilm-i kelâmın mahiyetini idrak edememek, hem de hilâf-ı hakikat bir sunum ile mezhebi lanse etmek demektir.
3. Mâturîdîlik ile Mutezile’yi akılcı olarak takdim edip aynılaştırmak ve hakiki Mâturîdîliği örtmek bu mezhebi doğru anlamamızın önündeki bir diğer engeldir. Teknik uzantılarında birbiriyle hiç uzlaşmamış/uzlaşamamış ve uzlaşamayacak iki mezhebi en nihayetinde ikisi de ‘akılcı’ basitliğinde ve aynılığında sunmak bu mezhebe karşı işlenen en kötü cinayetlerdendir. Hâlbuki ahir ömrünü Mutezile’ye reddiyeler ile tamam etmiş Mâturîdî mütekellimlerin böyle sunulması ve bu tarihi serencama vâkıf olmayan muhatab kitlenin aldatılması hak ve hakikat değildir.
4. İmam Ebû Mansur’u tasavvuf karşıtı göstermek de Mâturîdîliğin hilafına bir sunumdur. Ne İmam Mâturîdî’nin ne de Mâturîdî imamların tasavvufa müessese olarak karşı olduğuna dair katî bir nakil mevcud değildir. Dolayısıyla bir kimsenin bir kısım nakillerden hareketle anladığı şeyi mezhebin yahud kurucu imamın anlayışı olarak arz etmesi de isabetli değildir. Bugün Mâturîdîliğin Hacı Bayram Veli, İmam Rabbanî, Mevlâna Celaleddîn er-Rumî, Ahmet Yesevî gibi pek çok büyük mutasavvıf üzerindeki rehberliği ehlinin mâlûmudur.
5. Mâturîdîlik hakkında nihaî söz bu mezhebe müntesib olduğunu ifadeden geri durmayan kimselerden alınmalıdır. Yoksa telfik-i mezahibi kanıksamış yahud mezhebler üstü bir pozisyona kendisini konumlandırmış kimseler şahsî değerlendirmeleri mezhebin usûlüne riayet ve mezhebe intisab vasfı taşımadığından bağlayıcı ve isabetli olmayacaktır, nitekim olmamaktadır da.
6. Mâturîdîliği; rejimin, demokrasinin, laikliğin meşruiyeti hakkında konuşturmak anakronizmdir ve bâtılı hak kisvesinde sunmaktan farklı değildir. Siyak-sibakından ve bağlamından kopartılarak, ifadenin serdedildiği zamanın koşulları göz ardı edilerek zahirî benzerlikleri fırsat bilip mal bulmuş mağribi gibi sevinerek bunlara yapışmak da Mâturîdîlik değildir. Mâturîdîliğin ancak ve ancak istismarıdır. Hele hele bunu derin ve girift teknik bahisleri olabildiğince sathîleştirerek, sulandırarak hatta bu gayede Eşarîliği de ‘harcayarak’ gerçekleştirmek bir de bunu günlük gazetelerin sayfalarında yapmak vebal ve günahtır.
Temel bahisleri veciz olarak ifade etmeye gayret ettiğimiz bu başlıklar daha da arttırılabilir fakat zannediyoruz ki maksadın; Mâturîdîliğin ne olduğunu Mâturîdî âlimlerden ve onların eserlerinden öğrenmek olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla Mâturîdî âlimlerin ve eserlerinin tanıtılmasına, bugünün Müslümanına ulaşmasına katkı sağlayacak her çalışma bu vesileyle son derece mühimdir. Ve bu minvaldeki çalışmalar çoğaldıkça Mâturîdîliğin çarpıtılması ve istismarı tabiî bir şekilde kendiliğinden yok olmaya ve bu çarpıtmaları serdedenler de mahcub olmaya mahkûm ve mecbur olacaklardır. Allah Teâlâ, Ehl-i Sünnet’i muhafaza ve müdafaa gayesi ile ömür tüketmiş Mâturîdî mütekellimlere rahmet, bizlere de onların müstakim izini sürmeyi nasib ve müyesser eylesin.
Melikşah Sezen
Melikşah Sezen
Bu makale Furkan Dergisi'nin 61. nüshasında (Nisan-Mayıs 2018) yayımlanmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.