T a r a f s ı z D e ğ i l i z

[anadoluhaber:35441] FW: BEYAZ ELBİSELİ GENÇ - Hikaye





BEYAZ ELBİSELİ GENÇ - Hikaye

Gençti. Üniversiteyi yeni bitirmişti. Hırslıydı. Hayattaki beklentilerine sınır tanımıyordu. Önce büyük bir firmaya girmek sonrada kendi işini kurmak ve daha sonra da beğendiği bir eşle evlenmek istiyordu. Kırkına gelmeden zengin ve tanınmış bir iş adamı olmak ise, başka bir hayaliydi. Belki daha ilerde siyasete soyunmak ve meclise girmek…


İlerleyen yıllar içinde plânlarını bir bir gerçekleştirmeyi başardı. İyi bir işi ve güzel bir eşi oldu. Çocukları da. Çok geçmeden kendi şirketini kurdu. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki, kendisi bile inanamıyordu hayallerinin bu kadar kolay hayata geçmesine. Piyasanın neredeyse en büyüğü haline gelmişti. Kısacası, işler beklediği gibi yürüyordu. Ve kırk yaşına yeni girmişti. Bir sabah tıraş olurken aynada saçlarının arasında beyaz birkaç kıl dikkatini çekti.

"Yaşlanıyor muyum ne?" diye güldü kendi kendisine.

Ama sonraki günlerde, kendisini kaç defa yaşlılığı ve ölümü düşünürken buldu.

"Acaba bir psikiyatriste mi gitsem?" düşüncesi geçti aklından. Ancak daha fazla çalışarak ve partilere katılarak bu tür düşüncelere fırsat bırakmamaya çalıştı. Hem gerçekleştirmesi gereken o kadar çok projesi vardı ki ölüm için erkendi.

Ancak oğlunun sünnet düğününden başına gelen bir olay hayatının akışını hiç ummadığı biçimde değiştirecekti. Tarihi bir sarayda yapıyorlardı bu mutlu düğünü. Yüzlerce kalburüstü kişiyi ağırlıyorlardı. Eşi de kendisi de çok mutluydu. Aslında, bu mutluluğun daha çok kazanmış oldukları itibardan ileri geldiği söylenebilirdi.

Eşiyle birlikte bir gruba uğruyor, hallerini hatırlarını soruyor, karşılıklı iltifatlaşıyor; sonra da aynı şeyleri yapmak için diğer bir gruba yöneliyorlardı.

Bir ara gözüne, masalardan birinde hiçbir şey yiyip içmeden tek başına oturan bir genç ilişti. İlginç görünümlüydü. Baştan aşağıya beyazlar giyinmişti. Ayakkabıları bile beyazdı. Parlak yüzünde değişik bir anlam vardı. Ve muzip bir gülümseme. Orada olup bitenle ilgilenmiyor gibiydi.

Ona baktığında gencin gözlerinin de kendisine çevrilmiş olduğunu fark etti. Bir iki bakıştılar. Gözünü ilk kaçıran kendisi oldu, çünkü rahatsız olmuştu. Belki gencin bakışlarındaki farklılıktı bunun nedeni. Kendisine, ruhunu okurcasına bakıyordu ve bir şeyler söylemek istediği halde kendisinin gidip ona sormasını bekler gibiydi.

O an üzerinde fazla durmadı. Diğer misafirlerle ilgilenmeye devam etti. Sünnet yapıldı. Ama saatler ilerledikçe, üzerinde hep bir çift gözün dayanılmaz ağırlığını hissetmeye başladı. Her başını çevirdiğinde o gencin gözleriyle karşılaşıyordu. Beyazlar içindeki genç, oturduğu yerde başka hiçbir şey yapmadan gözleriyle kendisini takip ediyordu.

Salonu terk edip balkona çıktığında içini bir ürperti kapladı, çünkü o genç içerde oturduğu halde, sanki kendisine hâlâ bakıyormuş gibiydi.

Tanımadığı bu gencin başka bir misafirin, beklide hatırlı bir dostunun arkadaşı olabileceğini, gidip niye böyle yaptığını sorduğu takdirde tatsızlık çıkabileceğini düşünerek herhangi bir şey yapmadı. Ama en güzel geçmesi gereken gecenin tadı kaçmıştı bir defa…

Daha sonraları işinin yoğunluğundan unuttu o genci. Tâ ki, hem iş görüşmek hem de yorgunluğunu atmak için gittiği barda onunla tekrar onunla tekrar karşılaşıncaya dek. Bara girdikten kısa bir süre sonra yine gözlendiğini, hem de aynı gözler tarafından izlendiğini hissetti.

Aynı gencin aynı beyaz elbiseler içinde barın uzak bir köşesinde oturduğunu gördü. Yalnızdı. Masasında da yine hiçbir şey yoktu. Ayak ayak üstüne atmış, sadece kendisine bakıyordu. İçindeki soğuk ürperti yerini birden korkuya bıraktı. Bu bir tesadüf olamazdı. Ne istiyordu bu adam kendisinden? Niye takip ediyordu onu? Arkadaşlarından özür dileyip, başının ağrıdığını söyleyerek hemen bardan ayrıldı ve eve gitti.

Daha sonraki günler ve aylar tam bir kâbusa dönüştü. O gençle sık sık karşılaşmaya başlamıştı çünkü. Hiç ummadığı yerde; bir partide, sinemada, yolda, gittiği spor salonunda onun bakışlarını üzerinde buluyordu. Karşı konulmaz bir gücü içinde saklayan bakışlardı bunlar. Sanki ruhunu deliyorlar, benliğini kavrıyorlardı. Onlar karşısında kendisini bir çocuk gibi güçsüz ve aciz hissediyordu. İşin kötüsü, evinde, bürosunda, kilitli kapılar ardında bile aynı izlenme ve gözlenme duygusu peşini bırakmıyordu.

Şüpheler, ihtimaller köşe kapmaca oynuyordu artık beyninde. Bu işin içinde, çelme taktığı rakiplerinden birisi olmalıydı. Öyle ya, kendisini çekemiyorlardı ve belli ki niyetleri onu saf dışı bırakmaktı. Bunun için önce korkutmak ve belki de sonra onu ortadan kaldırmak istiyorlardı.

Hayatını böyle sürdüremeyeceğine göre bir şeyler yapması gerekliydi. Polisin bu işte çok yavaş ve etkisiz kalacağını düşünerek özel bir dedektife gitti ve gencin tarifini verdi. Onu takip etmesini, hakkında bilgi toplamamasını, bu işin ardında neyin yattığını öğrenmesini istedi. Ardından, hem evinin, hem de işyerinin güvenlik sistemlerini arttırdı ve son model teknolojilerle donattı. Büyük bir bahçenin içindeki evini korumaları için görevliler işe aldı. Bahçe duvarlarına güçlü aydınlatma ve alârm aletleri yerleştirildi.

İşyerinde, özel elektronik kartı olmadan artık kimse bir kattan diğerine geçemeyecekti; dışarıdan birisinin kapıdaki korumaları, özel sistemli kapıları aşıp kendi odasına ulaşması neredeyse imkânsızdı. Bununla da kalmayıp, kendisini adım adım takip eden son derece uzman korumalar görevlendirdi. En küçük bir tehlikeye karşı kendisini savunmak için hep tetikte olacaklardı.

Birkaç haftalık çalışmadan sonra kendisini ziyarete gelen dedektif, tam bir yılgınlık içindeydi. Bahsettiği genç hakkında, en küçük bir bilgi kırıntısı bile edinememişti. Dedektif, lâf arasında, öyle birisinin var olduğundan şüpheli olduğunu dahi ima etti. Ama o etrafındaki koruma duvarını sürdürmeye kararlıydı. Birilerinin kendisini öldürtmek istediğinden yavaş yavaş emin olmaya başlamıştı. Hele de o geceden sonra…

Yoğun bir çalışma temposuyla geç vakitlere kadar çalışmıştı. Kendi arabası önde, korumalarının arabası arkada, eve doğru giderken birden karşı yönden bir arabanın hızla üzerine geldiğini gördü. Ne kadar çaba harcadıysa da çarpışmayı önleyemedi. Arabası büyük bir gürültüyle birkaç takla atarak savruldu. Kendisinden geçmişti. Birkaç saniye sonra göğsünde müthiş bir acıyla uyanır gibi oldu. Hâlâ arabasının içindeydi. Gözlerini araladığında aynı genci, yolun hemen kenarında, karanlıklar içinden kendisine doğru bakarken gördü. Tekrar bayıldı.

Gözlerini açtığında bu defa hastanedeydi. Ailesi, dostları etrafındaydı. Kazayı, birkaç kaburga kırığı ile atlatmıştı. Polis, kazaya karşı yönden gelen arabanın freninin boşalmasının neden olduğunu bildiriyordu. Tanınmış bir işadamı olduğundan her şeyi dikkatle incelemişler, olağanüstü bir şeye rastlamamışlardı.

Ama hiç de öyle düşünmüyordu. Kaza sırasında o gencin orada olması, olayın bir suikast olduğunun deliliydi. Polise gençten sözettiyse de, polis kayıtlarında öyle bir kişinin bahsi geçmiyordu.

Birkaç hafta içinde iyileşip, hasta yatağında cep telefonu ve küçük bilgisayarla yönettiği işinin başına bilfiil tekrar geçti. Bedeni iyileşmişti, ama ruhu ölüm korkusunun altında ezildikçe eziliyordu. En küçük gürültüden korkmaya, tanımadığı insanlarla görüşmemeye başladı. Eşi, onu artık tanımadığını, bu kadar genç olduğu halde ölümü saplantı haline getirmesinin yersiz olduğunu söylüyordu. Olur olmaz yerde, beyaz elbiseli bir genç gördüğünü, onun kendisini takip ettiğini ve dahası öldürmek istediğini söylemesi ise, ortaklarını hayli rahatsız ediyordu.

Ondan başka kimsenin görmediği bu gençten bahsedip durmasını, sinirlerinin bozulmasına bağlıyorlardı. Ama o çok kesin konuşuyordu:

"Var ve beni takip ediyor, gözlüyor. Görün bakın, ölümüm onun elinden olacak."

Ve bir gün neredeyse öyle olacaktı. Bahçeden gelen bir sesi merak edip perdeyi açtığında, pencerenin diğer tarafında yine onunla ve kılıç gibi keskin bakışlarıyla karşılaştı. Neye uğradığını şaşırdı. Bocaladı. Birden sırtına bir ağrı saplandı. Olduğu yere yığılıverdi. Onu yerde gören eşi hemen görevlileri çağırdı ve onu derhal hastaneye kaldırdılar.

Doktorların söylediğine göre kalp krizi geçirmişti. Kendisine geldiğinde pencerenin önünde gencin nasıl durup kendisine ölecekmiş gibi baktığından söz etti. Ancak, bütün bahçeyi her saniye kontrol ettiklerini söyleyen koruma görevlilerine kalırsa, birisinin duvardaki alârm sistemini aşıp bahçeye girmiş olması, hele hele sürekli gözetim altında olan evin ön penceresine yaklaşması mümkün değildi. O ise bu açıklamalara son derece sinirlendi. Görevlerini iyi yapmadıkları gerekçesiyle bu korumaları kovup, yerlerine daha pahalı ve daha yeteneklilerini aldı.

Ölüm korkusu artık her dem zihnindeydi. Beyazlı gencin kendisini öldürmeye çalıştığından emindi, ama nedenini bilmiyordu. Bu işin arkasında kimin ya da kimlerin olduğunu da hâlâ çözememişti.

Bilmediği bir şey daha vardı. Eline o kadar fırsat geçtiği halde, o genç neden canını almamıştı. Neyi bekliyordu? Herhalde, asıl patronu kimse, ondan kesin öldürme emrini almamıştı.

"Bu işi acaba mafyaya mı havale etsem?" diyerek araya koyduğu habercilerle gizli örgütlerden yardım istedi.

"Başımız gözümüz üstüne. Bu işi olmuş bilsin" şeklindeydi cevap. "kimse o parlak çocuk, öldü saysın."

Ne var ki, kendisi için ölümün simgesi haline gelen beyaz elbiselinin ölüm haberi kendisine asla ulaşmadı. Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Bütün bu günler ve aylar, aynı endişe ve korkuyla doluydu:

"Bu genç yaşımda ölmek, yok olmak istemiyorum. Ölüme henüz hazır değilim. Dünyada yapmak istediğim bu kadar çok şey varken, toprak altında çürümek istemiyorum."

Ne var ki, içinde garip bir his, aylardır kendisine görünmeyen o gençle tekrar karşılaşacağını söylüyordu.

Yılın son günüydü. Dışarıda kar yağarken, o, bürosunda, şirketin yıllık hesaplarını gözden geçiriyordu. O yıl kadar çok badirelere ve piyasadaki sıkıntılara rağmen, oldukça iyi kâr etmiş görünüyorlardı.

Bir ara elindeki raporları masaya bırakıp arkasına yaslandı ve kendisini düşündü.

"Ya dedikleri gibi ölümden sonra hesaba çekilme varsa?" dedi kendi kendine. "Benim kâr-zarar hesabım orada nasıl çıkardı acaba?"

Ama daha fazla devam edemedi bu düşüncelere ve hemen şirket hesaplarına daldı yeniden. Başını kaldırdığında, bürosunu çevreleyen cam duvarın önünde bekleyen iki silahlı görevlinin sırtını gördü. Kendisini biraz daha rahat hissetti. Dışarıda telefon görüşmeleri yapıyordu çalışanları. Rakamlar, pazarlıklar, iltifatlaşmalar yansıyordu kulaklarına. İnsanlar oradan oraya koşuşturuyor, işleri yetiştirmeye çalışıyordu. Her şey normal seyrinde gidiyordu. Raporları akşamdan önce bitirmek için hesaplara tekrar daldı.

Birkaç dakika sonra, o tanıdık duygu sardı bütün benliğini. Titredi.

Başını kaldırdığında, masanın önünde dikilen onu gördü. Bu defa, hiç olmadığı kadar yakından bakıyordu kendisine. Boyunun bu denli uzun olduğunu yeni fark ediyordu. Dışarıdaki görevlilerin sırtı hâlâ kapıya dönüktü. Bağırmak istedi, ama yapamadı. Korktuğundan kalkıp kaçmak istedi. Yapabildiği tek şey, arkasındaki duvara yaslanmak oldu.

Dizlerinin bağı çözülmüştü:

"Sen, sen" diyebildi. "buraya nasıl girebildin?"

Genç hiçbir şey söylemeden kendisine doğru birkaç adım attı.

O kadar yaklaştı ki, nefesini üzerinde hissedebiliyordu. Dayanamadı.

Sırtı duvara yapışık halde, yere doğru kaymaya başladı. Dizleri onu taşımıyorlardı artık.

"Lütfen, lütfen!" dedi kısık ve cılız bir sesle. "Ne istersen vereyim sana. Yeter ki, öldürme beni."

Genç başını iki yana doğru salladı.

Sırtına yine aynı ağrı saplandı. Nefessiz kaldı. Tam boş bir çuval gibi yere yığılacakken gencin kendisini kucaklayarak düşmekten kurtardığını hissetti. Şimdi, en çok korktuğu kişinin kolları arasındaydı. Onun sözleri sisler arsından kulaklarında yankılanıyordu:

"Benden neden kaçtın? Her yerde etrafında gezip, bana, senden ne istediğimi sormanı bekledim. Önce senin sorman gerekiyordu. Emir böyleydi. Sorsaydın, seni değil, senin için ölümü öldürebileceğimi anlayacaktın. Görevim seni öldürmek değil, sana en çok istediğin sonsuz hayatı sunmaktı."

O ise, son cümleyi ya duydu, ya da duymadı.

Cam büro duvarlarının önünden geçen bir çalışan, onu yere yığılmış halde görünce herkes içeriye koşuştu. İş merkezinin doktoru çağrıldı hemen. Doktor kısa sürede geldi, ama artık çok geçti…

(Kaynak: Murat Çiftkaya, Düşünen öyküler, Timaş Yayınları, İstanbul, 2003)



Teker teker mi, yoksa hepsi birden mi? Arkadaşlarınızla ilgili güncel bilgileri tek bir yerden edinin.


Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.