T a r a f s ı z D e ğ i l i z

Tesettürsüz tesettür üzerine bir açılım…


Hâlbuki bütün toplum aynı anda dejenere oluyoruz. Siz başı örtülülerin başı açıklardan farklı televizyonları mı izlediklerini, farklı programları mı tükettiklerini sanıyorsunuz? Hayır. Çoğu Hülya Avşar, Sibel Can izliyor. Kiminin kocası “bak Sibel Can’ın saçı ne güzel, sen de öyle kestiriver” cinsinden örnek olarak eşine bir magazin sanatçısını verebiliyor.
Mine Alpay Gün – Milli Gazete“Başörtülü yarı çıplaklar” başlıklı yazım, benim tesettür hakkındaki ne ilkyazımdı, ne de son…
Son yirmi yıldır sık sık yazıyorum.
Yetmişli yıllardaki kavi çizgi artık unutulmuştu.
“Sıkma baş” ile bir geriye dönüş söz konusu olmuştu.
Ancak ne hikmet ki son yazım dikkat çekti.
Haber portallarına, gazetelere girdi, çeşitli sitelerde tartışma konusu oldu. Meğer aynı konuda benzer sıkıntısı olan ne çok kardeşim varmış. Çok değerli yorumlar aldım. Hiç beklemediğim kesimlerden yoğun destek aldım. “Baş örtmeyenlerle” “başörtülüler” arasındaki gerilimi azaltan, kendi içimizden bir eleştiri olduğu için teşekkürler aldım. Gördüm ki bütün toplumun tesettüre saygısı var.
Ne ki geçen haftaki yazımı haber portalları kişileştirerek başlığa taşıdı. “Hayrunnisa Gül’e ağır eleştiriler” başlığı ile olayı şahsileştirdi. Oysa yazının içeriğinde kimsenin adı geçmiyor, tüm toplumun yaşadığı değişim ve tesettür bozulması ele alınıyordu.
Yazarından, sokaktaki insanımıza değin bir savsaklama gerçeği idi. Ali Bulaç Bey’in ifadesiyle bir “melezleşme”, A. Dilipak Bey’in ifadesiyle de bir “yozlaşma” söz konusu idi. Bu sebeple tek bir kişi ile bu yazımın irtibatlandırılması yanlış. Hayrunnisa Hanımın olayı değil, hepimizin bir sorunu… Antidemokratik rejimin baskılarına karşı, kendimizi savunma biçimi olan makyajlar, dar etekler, yırtmaçlar; aslında kanadı kırık kuşların bir merhamet dilenciliği: “Ne olur bizi dışlamayın, bakın biz de size benziyoruz”.
Ne ki, takip ettiğim kadarıyla kimi siteler işi yine siyasete dökmüş…
Hâlbuki bütün toplum aynı anda dejenere oluyoruz. Siz başı örtülülerin başı açıklardan farklı televizyonları mı izlediklerini, farklı programları mı tükettiklerini sanıyorsunuz? Hayır. Çoğu Hülya Avşar, Sibel Can izliyor. Kiminin kocası “bak Sibel Can’ın saçı ne güzel, sen de öyle kestiriver” cinsinden örnek olarak eşine bir magazin sanatçısını verebiliyor.
Kitaptan değil de, televizyondan beslenen bir toplumdan ne bekleyebiliriz ki? Tüketim kültürünün arsızlığı da cabası…
Her birimiz; ailesinden, evladından, kardeşinden, komşusundan, akrabasından, yakın çevresinden bu dejenerasyonu yaşıyoruz. Saf ve temiz kavramlardan hızla uzaklaşıyoruz. Belki iyi niyetli bu uzaklaşmalar, kimi uyarılar dikkate alındığında daha duyarlı davranılacaktır. Mutlaka birileri de bizleri uyarmış, yanlışlarımızı düzeltmişizdir.
Dejenerasyon ve dezenformasyon tüm dünyada olduğu gibi, Müslümanlarda da bazı değerleri alt üst etti. Paranın el değiştirmesi, standartlarda yükselme, Müslümanlarda çözülmelere, gevşeme ve yozlaşmaya neden oldu. Yakın geçmişte faizden uzak duran “Müslümanlar”, işlerini büyütebilmek için faizi kullanınca, yalanı da mubah gördü ve bu durum sadece tesettürünü bozmadı, sosyal hayatını da seküler tuğlalarla yeniden dizayn etti, ortaya şekillerde görüldüğü gibi bir sakillik ve görgüsüzlük çıktı.
Tamam, belki baskıcı rejimin getirdiği yasaklar sonucu yaşanan zorluklar, tesettür yozlaşmalarında bir etken. Fakat Müslümanlar da hiç masum değiller. Reaksiyonerliği bir taviz katarı ile ortaya koyunca, kimi soylu değerleri hızla terk ettik. Bu bir “tesettür yorgunluğu” değildi. Ters istikamette gelişen bir tesettür “çözme” idi. “İkna odalarına” karşı çıkanlarda bile, biraz ödün verilirse daha şirin gözüküleceği inancı ile bir iki eskiz ile tesettürü modernize etme hevesi oluştu.
En acısı da, siyasi arenaya giren Müslümanlar, belki medyanın aforozundan korktukları için tavizsiz duruş sergileyenleri istemiyorlardı. Usanmış ve bıkmış bir psikoloji ile tıpkı laikçi rejim gibi, kimi Müslümanlar da; düzgün tesettürlülere “gözlerden ırak ol!” mesajları ile yok sayarak bakıyorlardı. Adeta ikinci cumhuriyet isteyenler gibi, rejimi rahatsız etmemeye özen gösteren ikinci yumuşak tesettür biçimi de gelişiyordu.
Bu milletin hassası, kırılganlığı, kutsalı başörtüsü.
Nasıl Hayrunnisa Hanım’ın örtüsü seçim sonuçlarını belirleyici çok önemli bir etken oluyorsa, bu iş burada biter, seçim alındı, vazife tamamlandı denemez. Yakın geçmişte çok muntazam tesettürle anılanlar, belki de rejimin korkusu ile iktidarda çözüldüler. Göz önünde olmanın getirdiği sıkıntı ile başka formatlara büründüler.
Şu bir vakıa: Hepimizin artıları ve eksileri mevcut, işte bu konturlar can yakmadan belirginleştirilmelidir.
Dolayısıyla bu ülkede “Müslüman kesim”, “Laik kesim” şeklindeki suni ve arkaik ayrımları reddederek, tesettürün bu toplumun ortak bir değeri olduğunu düşünüyorum. Tesettürün kadın cephesini tartışan baylara, bir de erkek cephesini tartışmalarını öneriyorum. Kadın gibi erkeğin de iffetli olması gerektiğini yeniden anımsatıyorum.
Ezcümle, “tesettür olgusu” hiç kimsenin tekelinde değildir… Önemli olan “Tesettürcülük oynamak yerine tesettürün gereğinin ifasıdır. Zor olan “Müslümancılık oynamak” değil, hakiki Müslüman olmayı murad etmektir.Mine Alpay Gün – Milli Gazete

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.