1) Sokak Olaylarından İç Savaşa Birkaç yıl önce, Yaba dergisi, bana, 'Türkiye'yi 12 Eylüle götüren süreç ne zaman başladı?' diye sormuştu. 12 Eylülün başlangıcı olarak iki tarih vermiştim: biri Haziran 1964, öteki Temmuz 1974. Kıbrıs'ta Rumların (özellikle EOKA'nın) Türkler üzerinde yoğunlaştırdıkları kanlı şiddet uygulamalarını önlemek için, Kıbrıs'a askeri bir müdahale kararı alan Bakanlar Kurulu kararına, ABD (Başkan Jhonson) karşı çıkmıştı. Tam da bu sırada Başbakan İnönü'nün 'Dünya yeniden kurulur ve Türkiye kendine düşen yeri alır!' dediği tarihi, ben 12 Eylülün başlangıcı olarak nitelemiştim. İkinci başlangıç tarihi, EOKA lideri Sampson'ın Kıbrıs'ta Makarios'u devirerek yönetime elkoyduğu tarihti. Türkiye, 'garantör' sıfatıyla Kıbrıs'a askeri çıkartma yapacak, Kıbrıs'ın statüsü, ikili bir devlet biçimini alacaktı. Sampson'ın amacı, Enosis'ti, yani Kıbrıs'ı Yunanistan'a katmayı amaçlıyordu. O dönemde Yunan cuntasının güdülediği bir liderdi. Yunanistan'da ise beş generalin gerçekleştirdiği bir cunta yönetimdeydi. Cunta ABD patentliydi, dolayısıyla Sampson da ABD patentliydi. Kuşku yok ki, sorun, Sampson'ı güdülemiş olan ABD açısından, Kıbrıs için Kıbrıs değil, ABD için Türkiye'ydi. Ecevit'in, sosyal-demokratların soluyla oylarını birleştirerek iktidara tek başına yaklaşmış olmasıydı ABD'nin sorunu. Irak ile, Suriye ile, Mısır ile, hatta Yemen ile dostluk ve işbirliği anlaşması imzalamış bulunan Sovyetler Birliği'nin Ecevit ya da Türkiye solu ile yapması olası benzer bir anlaşma Doğu Akdenizde ABD'nin egemen konumunu aşağı çekebilir ve sosyalist sistemin Akdenizden güneye etkinleşmesinin yolunu açabilirdi. ABD için, solun iktidarını çökertmenin tek ve bilinen bir yöntemi vardı: faşizm. Şu da var ki, Hitler'in, Yahudi olarak nitelediği, gerçekte demokrat ve ilerici olanları gazodalarında imha etmesi gibi, Türkiye'de solun genel olarak imha edilmesi olanaksızdı. Solun kitlesini oluşturan devrimci öğrenciler, işçiler, emekçi yığınlardı. Bunlar içersinde 'birlik' oluşturabilen, yani iradeleri açısından birlikte olan ve birlikte davranabilen öğrenci gençlik ve işçi sınıfı ve meslek kuruluşlarıydı. Hedef olarak öğrenci gençlik ve ilerici sendikalar, bunlarla birleşmiş ve bütünleşmiş örgüt liderleri, onları basında, yayında, kültürel alanda da güçlendirilen yazarlar, bilim adamları, gazeteciler ve benzerleriydi. Amaç demokrat, ilerici, devrimci kişi ve kuruluşları apolitikleştirmek (politika-dışına çekmek), ekonomik bakımdan güçsüzleştirmek, dinsel, mezhepsel ve etnik farklılıkları derinleştirerek bölmek, birbirinden ayırmak, birbirine düşürmek ve seçim birimlerinde solun oylarını aşağı çekerek, parlamentoda solu iktidardan düşürmek ve solu giderek sistemin 'gayri meşru' çocuğu gibi, parlamentonun kapısına koymaktı. Ne var ki, bunun yöntemi, açık ve demokratik bir yöntem olamazdı. Oysa, benim o günlerde sık yinelediğim gibi demokratikleşmenin yöntemleri demokratik olmak gerekirdi. Ne var ki, demokratikleşme ya da demokrasiyi boğazlayanların elinde demokratikleşme şemsiyesi altında, faşistleştirme-lerin bütün kolları, bir merkezin buyruğunda harekete geçirilmişti. Başlangıçta bir-iki kişinin öldürülmesi, giderek her gün, hatta her saat, bir ya da birkaç kişinin öldürülmesine değin artarak genel bir iç savaşa dönüşecekti. İşte, siyasal amaçla öldürülenlerin yıllara göre sayısı: 1974 5 kişi 1975 27 kişi 1976 87 kişi 1977 265 kişi 1978 760 kişi 1979 993 kişi 1980 1.766 kişi 1974-1980 arasında (12 Eylüle kadar) 2.109'u sol, 1.286'sı sağ görüşlü, 268 diğer siyasi görüşlerden, 281 güvenlik görevlisi, 94 çocuk, 135 belirsiz, toplam 5.388 kişi öldürülmüştü. (Sayılar, gazete taramasıyla oluşturulan: Devrimci Yol Savunması, 12 Eylül Öncesi ve Sonrası, Simge Yayınları, Ocak 1989'dan alındı.) (devamı var) |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.