Selahaddin Çakırgil
28 Ekim'de Bonn'da 'Kavramlar kaosu ve kaosun kavramları' ana başlığıyla, IGMG'ce tertiblenen bir sempozyuma Perşembe günü değinmiştim, tekrar değinmek umuduyla..
Aynı günlerde, İngiltere ve Amerika'da da, İslam üzerine birkaç konferans tertiblendiği anlaşılıyordu. Bonn'dakine tekrar değinirken, bu konferanslara da değinmek gerekiyor.. Ama, önce, İslam'ın akademik mahfillerde tartışılırken, Amerika'da onmilyonlarca izleyicisi olan 'The Savage Nation' (Vahşî Ulus) programının Michael Savage isimli bir sunucusunun 29 Ekim günü, İslam ve Müslümanlar aleyhinde en alçakça hakaretleri yağdırdığını da unutmadan.. Daha önce de, 'Müslümanların zorla hristiyanlaştırılması gerektiğini düşünüyorum. Sanırım bu, onları insan yapmanın tek yolu..' diyen ve soyadı gibi vahşî olan bu kişinin 350 radyo tarafından da yayınlanan haftalık programında, 'Müslümanların Amerika'dan kovulmasını' istemesi, galîz hakaret sözlerini sıraladıktan sonra, 'Bundan sonra İslam kelimesini duymak istemiyorum. Dininizi alın ve… Artık sizden sıkıldım.' ve hattâ, '(…) Onların buraya farklı kitablarıyla (Kur'an'la) girmelerine izin veriyorsunuz? O şiddet ve nefrete çağırıyor.. Benim yeniden eğitim almam gerektiğini söylemeyin. Onların kovulması gerekir. Benim yeniden okumaya ihtiyacım yok. Onların kovulmaya ihtiyaçları var..' gibi sözlerine o dünyadan bir tepkinin gelmemesi, nasıl bir 'medenî ve çağdaş dünya' ile karşı karşıya olduğumuzun da göstergesi.. Böyleyken, Columbia Üni.'deki bir konferansta, '20. Yüzyılın İslamî Hareketleri' adı altında 'Gülen Hareketi'nin tartışılması ilginç değil mi?
Kezâ, Londra'da da, geçen hafta, İng. Parlamentosu'nun Lordlar Kamarası'nın bir salonunda tertiblenen bir toplantının da; 'İslâm Dünyasının Dönüşümü: Gülen Hareketi'nin Katkıları' adını taşıması (ve Gülerce'nin 1 Kasım yazısında dediği üzere 'diyalog, sevgi, uzlaşma, hoşgörü, gönüllülük, düşmanlığa düşman olma, herkesi konumunda kabul etme, evrensel insanî değerlerde buluşma, paylaşma, muhabbet fedaîliği, adanmışlık ruhu'nun tartışılması) da ilginç değil mi? (Ki, Gülerce, Gülen isminin bu kadar öne çıkarılmasından rahatsız olunabileceğini kabul ediyor, ama, yaygınlaşan ve kabul gören bir tanımlamaymış..) O toplantıda, Prof. Paul Weller'in, 'Terörün, İslamî terminolojiyle yenilebileceğini, dünyaya Dâr-ul'İslâm ve Dâr-ul'Harb diye değil, Dâr-ul'Hizmet olarak bakan Gülen Hareketi'nin fikrî önderliğini yaptığı Anadolu Müslümanlığının, Avrupa Müslüman kimliğinin oluşumunda etkin bir rol oynayabileceğini'; Prof. R. Penaskoviç'in ise, 'S. Huntington'ın 'Medeniyetler Çatışması' tezinde çatışma noktası olarak gösterilen her yerde, 'Gülen Hareketi'nin diyalog, hoşgörü ve barış ile yer aldığını' söylediği anlaşılıyor. (Nuray Mert, 1 Kasım yazısında, 'Gülen'den bahsedilmeden İslam dünyası araştırılması yapılamaz'mış, 'Huntington'ın çatışma gördüğü yerde Gülen barış imkânı arıyor'muş. 'Gülen ve barış inşasına yaptığı küresel katkı' ne kadar önemliymiş. Ne barışı, ne küresel katkısı? Hangi barış, ne katkısı? İslam coğrafyası işgal, savaş, savaş tehdidinden yıkılıyor!' derken ve 'Gülen'in barışçı mesajlarıyla 'öfkeli' Müslümanların yatıştırılması'nın öngörülmüş olabileceği ve '…Batı dünyasının çıkarları peşinde, onlarla işbirliği yapan İslamcı hareketleri (…) sorgulamak gerekiyor..' görüşlerini dile getirirken, haksız mı?
***
İlginçtir, Bonn'daki sempozyum, İngiltere ve Amerika'daki toplantılarda gibi, bir kişi övücülüğüne dönüşmeyip, IGMG Gen. Sekr. Oğuz Üçüncü, hattâ, kendi teşkilatına da eleştiriler yöneltebiliyordu.. Üçüncü, ayrıca, bugün Türkiye'nin Avrupa'nın bir parçası olması projesinden iki taraflı bir korku yaşandığını; Müslümanların assimile olmaktan korkması kadar, Avrupalıların da assimile olmak korkusuna kapıldıklarını; Avrupa'nın bir parçası olmaktan korkulmaması gerektiğini; zira, geçmişte 500 yıldan fazla bir süre, 'Avrupa'nın da müslüman coğrafyalarının (Endülüs ve Osmanlı'nın) bir parçası' olduğunu; '11 Eylûl 2001 Saldırıları'ndan sonra uyandırılan 'İslam korkusu'nun etkisiyle, yığınla mescid ve İslamî merkezlerin saldırıya uğradığını; ama, 'Bosna Trajedisi' sırasında Müslüman dünyasında kiliselerin asla saldırıya uğramadığını, bunun aradaki medeniyet farkının ilginç bir gösterisini teşkil ettiğini; dünlerde 'Soğuk Savaş' sırasında zihinlerin Doğu-Batı ikilemine indekslendiğini; bugün ise, İslam'ın bir alternatif olarak gösterilmek noktasına gelindiğini; ama, bu 'alternatif model'in hâlâ da ortaya konulamadığını; Batı'daki değerlerin bütünüyle reddedilmediğini, 'çifte standart' ve 'ikiyüzlülüğün' reddedildiğini ve 'Euro-İslam' ve 'Ilımlı İslam' gibi terimlerin emperyalist anlayışla dayatılmak istendiğini, 'Avrupa'daki İslam'ın 'Avrupaî bir İslam' haline getirilmek istendiğini belirtiyordu..
Amerikan John Hopkins Üni.'den (Malezyalı) Prof. Seyyid Ferîd Alatas, Pakistan'dan Prof. Perwiz Mansur, Mısır'dan Amr Sâbit, Almanya'dan Jörn Thielmann, İtalya'dan Stefano Allevieî, Londra'dan Mes'ûd Shadjereh, Türkiye'den Ahmed Çiğdem ve Kadir Canatan gibi akademisyenlerin katıldığını bu sempozyumda; bugün kullanılan 'sosyolojik terimlerin hristiyanî bir kültür atmosferinde şekillendiğini' ve bu yüzden bu terimlerin İslam'ın anlaşılmasında kullanılmasının doğru sonuçlar vermiyeceğini; Müslümanların, bilimsellik adına, Batılıların tekelinde kaldıklarını; İslam'ın entelektüel açıdan hristiyanlaştırılmak gibi bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğunu; başkalarının terminolojisine göre düşünmeye başlandığında 'çıkmaz'a saplanılacağı belirtiliyordu.. Sempozyumda ayrıca, 'yarım asırdır, NATO aracılığıyla İslam'a karşı açılan bir 'öncebhe' gibi kullanılmak istenen Türkiye'deki AK Parti denemesi de ele alındı ve 'Müslümanların iktidar makamlarına gelmeleriyle idealleri arasındaki uçurumların daha da derinleştiği'nden; sürtüşmelerden kaçınarak yol alınırsa, Avrupa'daki 'hristiyan-demokrat'lar gibi, inancın demokratlaştırılması rolü ifâ edebileceğine veya katı laik uygulamaların yumuşatılarak özde laik anlayışın uzun ömürlü hale gelebileceğine, İslamî söylemle siyaset yapılmasının İslamî şahsiyetin korunamaması gibi sonuç vereceği ve 'siyasetsiz bir dinin, cemaatsiz bir mâbed durumuna düşebileceği'ne, halk desteğini alamıyan inanç merkezli siyasî hareketlerin ise, otoriter bir yapıya dönüşeceğine kadar geniş bir yelpazede ele alındı..
Bir inancı 'anlamadan yaşamak' ile 'yaşamadan anlamak' arasındaki tehlikeleri unutmadan, bu gibi tartışmaların faydalar getireceği açıktır..
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır... Taraf olunması gerekiyor isede "MÜSLÜMAN ANADOLU İNSANININ " tarafında yer alan HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Sayfalarımızda yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.