25 Aralık 2007

Bir 27 Mayıs subayının anıları [10-BİTTİ]

Yassıada hakimi cunta üyesi

Bir gün Ankara'ya gittiğimde, Özkaya beni ve Ferruh Güven'i alarak 28. Tümen'de o gün nöbetçi olan Merkez Komutanı Kurmay Albay Selçuk Atakan'a götürdü. ''Silahlı Kuvvetler Birliği'' hakkında konuşmak istediğini, konuşmaya bizim de şahit olmamızı istedi. Yemek hazırdı. Hemen sofraya oturduk. (Milli Birlik Komitesi dışındaki bir örgütlenmeye bazı komite üyelerinin de dahil olmasıyla oluşan ve Komite'yi bile kontrol edecek boyuta ulaşan cunta hareketi kendisine Silahlı Kuvvetler Birliği ismini vermişti). Atakan, Özkaya'ya, ''Biz, Silahlı Kuvvetler Birliği diye bir grup teşkil ettik. Prensiplerimiz, sizi desteklemek, çıkardığınız kanunları ve yaptığınız icraatı devamlı savunmak, Yassıada kararlarına ve sonuçlarına destek vermek maksadı ile kuruldu.'' dedi. Özkaya, ''Bir teşkilat ihtiyaçtan doğar, şu anda ben böyle bir ihtiyacı görmüyorum. Komite görevine devam ediyor.'' cevabını verdi. Biz Özkaya'nın konuşmalarını onaylıyorduk. Arkadaşları adına konuşan Albay Atakan, Özkaya'yı ve bizi ikna edememişti. Ayrıldıktan sonra aramızda konuştuk ve yorum yaptık. Sonuçta; Talat Aydemir'in (Silahlı Kuvvetler Birliği'nin etkili ismi, Kara Harp Okulu Komutanı) birliklerimize egemen olmadığını öğrenmiştik. Birliklerin Özkaya ve bizim yanımızda olması bizi rahatlattı. Ama bu arkadaşımızın macera çizgisinin sonundaki hüsranı ve halkın infialini tartıştıkça adeta kahroluyorduk. Cunta üyesi HAKİM Kasım ayında Şeref Çolakoğlu ile Ankara'ya gittik. Özkaya'nın evine uğradık. Ankara Merkez Komutanı Kurmay Albay Selçuk Atakan makam arabasını Özkaya'nın evine göndermişti. Özkaya, Merkez Komutanlığı'na beni ve Çolakoğlu'nu da beraber götürdü. Atakan'ın odasında Yassıada hakimlerinden Tuğgeneral Rıza Tunç, Albay Galip, Binbaşı Çolakoğlu ve ben bulunuyordum. Atakan, Aydemir'in organizasyonunu ve hedeflerini anlatmaya başladı. Özetle, hedef; Meclis'in feshi, yeni bir komite teşekkülü ve yeni bir askerî idarenin devamını temin etmekti. Özkaya, ''Daha önce de ayrıntılarını anlattım. Bizlerin de içinde bulunacağımız bir müdahale grubu ile yapılacak bu harekete katılmamız mümkün değildir, faydası yoktur, zararı çoktur.'' deyince, Rıza Tunç; ''Hazırlanıp da Yassıada'da boş kalan sehpaları sizinle doldurmak istemiyoruz.'' deyiverdi. Atakan da; ''Şu güzel boynunuza yazık olur.'' diyerek, yakışıksız bir tehdit savurdu. Özkaya'nın itirazları üzerine, Atakan; ''Şimdi daha iyi anlıyorum, 27 Mayıs'ı niye başaramadığınızı, boşuna ümitlenmişiz.'' deyince, keyfimiz kaçtı. Kaygılı ve buruk olarak oradan ayrıldık. Silahlı Kuvvetler Birliği idamları istiyor Ordunun içinde, Yassıada mahkemelerinin uzaması, tedirginliğe sebep oluyordu. İdam cezaları, orduyu bir kez daha karıştırdı. İdam cezalarının, komitede onaylanmayacağı haberleri etrafa yayılıyordu. İhtilalde sorumluluk taşımayıp da, sonradan katılanlar daha hızlı idiler. Böylece, idam taraftarlarının arzuları, gün geçtikçe ağırlık kazanıyordu. Bu ağırlık, Silahlı Kuvvetler Birliği'nin yayılmasını kolaylaştırdı. Bu grup, Milli Birlik Komitesi (MBK) üzerindeki; önceleri, arzu şeklinde yaptıkları baskıyı, tehditkâr tavırlara dönüştürmeye başlamıştı. Aslında, CHP örgütünden, askerle tanışıklığı olanlar da idam yanlısı görünüyorlardı. İsmet Paşa ise, idamların aleyhindeki tavrını açıkça ortaya koydu. MBK'ya, bu hususta resmi mektup bile gönderdi. İdamların onay günü, Meclis'in, Silahlı Kuvvetler Birliği'nin yeminli ve inanmış pek çok üyesi tarafından, ellerinde makineli tabancalarla, çevrildiğini İstanbul'da duyduk. Komite üyeleri toplantıya girecekti. Sağ olarak, dışarı çıkabilecekleri belli değildi. O vakitten sonra, bizlerin de, Ankara'ya ulaşması zordu. Geç kalınmıştı. Artık, Ankaradakiler inisiyatifi ele geçirmişlerdi. Heyecanla sonucu bekledik. Zira, Haliç Taşkızak Tersanesi'nde, çok adette sehpa hazırlanmıştı. Harbiye Orduevi girişinin hemen sol tarafında, kırmızı kumaş döşeli klasik mobilyalı odada sabah çayı- nı içerken Tural Paşa beni çağırttı. Başı önünde, sayfalarını çevirdiği dosyaya bakıyor gibi yaparken: ''Gölgenden bıktım.'' dedi. Emir subaylığı görevimin artık istenmediğini ve sona erdiğini açıkça anlamıştım. Güçlü olma mücadelesinde, komiteye karşı, Paşa artık öndeydi. Birkaç gün sonra, ihtilalden bir hafta evvel Davutpaşa'ya gelen İslahiye'deki zırhlı tugaya atanmam emrinin iptali ve ek olarak Diyarbakır'daki zırhlı tugayın tank taburuna atandığım yazısı geldi. Subaşı'nın askerlikten ayrılması Komitedeki bazı arkadaşlarım, ''Sivil göreve geç, bundan sonrası bizim için de zor.'' dediler. 29 Eylül 1961 günü, çocukluğumu ve tahsil hayatımın esas bölümünü yaparak, gururla katıldığım Türk Silahlı Kuvvetleri'nden istifa ederek ayrılmak isteğimi, dilekçemle, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na bildirdim. Hiç gecikmeden kabul edildiği tarafıma bildirildi. 30 Eylül 1961 günü, kurmay albayken maiyetinde görev yaptığım Genel Müdür İbrahim Doğan'ın uygun görmesi ile, Tekel Genel Müdürlüğü kuruluşuna adım attım. Bilinemeyen ağır şartlar altında bile TBMM' nin açılmasını biz de kutladık. Silahlı Kuvvetler Birliği üyeleri, askerî güçleri, Komite ve CHP aleyhine kışkırtmaya başlamıştı. AP'nin kurulmasına izin verdikleri için, MBK üyelerini suçluyorlardı. Demokrasinin, bu şartlar altında yaşamasının mümkün olmadığını, her yerde ve alenen söyleyerek kişileri ikna etmeye çalışıyorlardı. ''Bu çocuk sakat doğdu.'' deyimi, kışlalarda, sakız gibi çiğnenerek örgütlenmenin hızla gelişmesi sağlanıyordu. Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanı ve İsmet İnönü'nün başbakan olması çok güçlükle temin edilmişti. 22 Şubat olayı Askerî idareye son verilmesini hazmedemeyenler, bu konudaki tasarrufu için komiteyi kınamaktan bıkmıyorlardı. Bu sloganlar ve eylemler, yeniden, bir ihtilal havasını ciddi manada estirmeye başlamıştı. Nüve şeklindeki Silahlı Kuvvetler Birliği öylesine etkili hale gelmişti ki, bunu gören ve sinme zorunda kalan pek çok komutan anlaşmaları tereddütsüz imza ediyordu. Öte yandan sivil kesimde de, yeni örgütle bütünleşmeye çabalayanlar ve girişimlerinin sonuçlarını ciddi manada alanlar vardı. Profesör, gazeteci ve hatta CHP'den bazı siyasiler, kendilerine açıkça cuntacı denilmesine rağmen, örgütlenen askerle birlikte olmaktan sakınmıyorlardı. Radyoevinde de bize karşı güçler tarafından bir tebliğ okutulmaması için önlemler kesin olarak alınmıştı. 22 Şubatçıların' (Talat Aydemir ve arkadaşlarının 22 Şubat 1962 günü yaptığı başarısız askerî müdahale girişimi) karşısında, hiç de önemli bir güç değildik, aklımızla onları yenmesini bildik. Ancak, 22 Şubat potansiyeli patlama ile boşalamadığından gizliden gizliye etkinliğini sürdürdü durdu. (Talat Aydemir ve arkadaşları daha sonra 21 Mayıs 1963'te ikinci kez darbe teşebbüsünde bulundular. Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan, askerî mahkemede yargılanıp idam edildiler).

--
We are in the world as words are in a book. Each generation is like a line, a phrase...

Dünyada, bir kitabın içerisindeki sözcükler gibiyiz. Her nesil bir satır, bir cümle misali…
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..

Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.