Bir 27 Mayıs subayının anıları [5]

İstanbul hükümetini kurarız

Eylem hazırlıklarının kuvveden fiile dönüşmesi safhasında öğrenildi ki, CHP, askeri kullanabilmenin davranışları, hazırlıkları içerisindedir. İktidarın zafiyetinin üzerine giderken, ordunun Atatürk'e ve onun ilkelerine olan bağlılığından istifade etmenin zamanı geldiği kanaatleri pekişmişti. Asker, el koyacak ve devrimlerin sadık bekçisi CHP'ye "Buyurun" diyecek. Çoğumuz şoke olmuştuk.

İhtilalin beklenmedik bir şekilde direnişsiz gerçekleşmesi ve iktidarın alelacele kurulan bir komite ile yürütülme sorumluluğunun üstlenilmesi, bu sefer de iktidar bekleyen CHP'de şoka sebep olmuştu. Devlet yönetimini bilmeyen gençleri, zamanla etki altına alıp yönlendirmenin kolay olduğunu tahmin ediyorlardı. Gerçekten CHP sempatizanı veya taraftarı olan bazı komite üyelerinin, zaaflarından da istifade pekala mümkün görünmekteydi.

İhtilalin zemini: 28 Nisan olayları

3. Zırhlı Tugay'ın 28 Nisan 1960 sabahı görünümü şöyle idi: Tugay Komutanı Tuğgeneral Refik Tulga, oryantasyon kursu için Ankara'da bulunuyordu. Tugay Komutan Yardımcısı Kurmay Albay Şevket Ozan, kuruluşunda bulunduğumuz tümen merkezi Hadımköy'e gitmişti. Kışlada bulunan en kıdemli subay, Kurmay Binbaşı Şükran Özkaya idi.

Sabah kışlaya gelenler, şehirde gergin ve kargaşa havasının izlendiğini, İstanbul Üniversitesi'nde ise öğrenci hareketlerinin olduğunu bizlere anlatmışlardı.

Saat 10.30'da Binbaşı Nurettin Özsancak, en kıdemli subay sıfatı ile Şükran Özkaya'ya gelerek ordu komutanlığından, asayiş sağlama amacı ile alarm emri verildiğini bildirir. Bunun nedeni olarak, İstanbul Üniversitesi'nde olayların çıktığını, vilayete yürüyüşün başladığını söyler. Acele olarak bir bölüğün vilayete gitmesini ve ordu komutanı Fahri Özdilek'in de vilayette beklediğini tebliğ etti.

O sırada yanında bulunduğum Şükran Özkaya, "Tugay kumandan vekili Hadımköy'de. Orası, garnizon içidir. Ordu komutanının emrinin ona tebliğ edilmesi gerekir." dedi. Binbaşı Özsancak, bilinen mizacına uygun, heyecanla tugay santraline gitmek üzere yanımızdan ayrıldı. Yalnız kalınca rahatlamıştık. Özkaya tebessümle cevapladı: "Biz vilayete varmadan, üniversite öğrencilerinin oraya varması gerekli. Zamanı iyi hesaplamalıyız." Askerî telefonlardan Hadımköy' deki tümen karargahını bulup, albay ile görüşmek zaman alacaktı.
Emredilen birliğin vilayete doğru hareket edip etmediği valilikte bulunan ordu komutanı tarafından telefonla soruluyordu. Özsancak sorunun telaşına kendini kaptırmış olarak, daha fazla bir heyecanla ikinci kez geldi. Özkaya'ya: "Arkadaşım, en kıdemli subay sizsiniz, ordu komutanının emrinin gereği sorumluluğunuzdadır." dedi.

İkinci görüşmedeki direnme de, zaman kazanma için yapılmıştır. On beş, yirmi dakika, öğrencilerin Cağaloğlu'ndaki valilik binasına varmalarını sağlayacak süre idi. Ama, ne olursa olsun Özkaya'nın alarm emrini uygulaması şarttı. Tugay alarma geçirildi.

En hızlı ihtilalci: Erkanlı

Arkadan gelmekte olan, tabur komutanı Özkaya yönetimindeki birlik, Fındıkzade'ye geldiğinde, Aksaray Meydanı'nı doldurmakta olan öğrenci topluluğunu görmüştü. Kalabalığı dağıtma gücünde olmasına rağmen, Özkaya, Saraçhane yönüne dönmekte olan topluluğa müdahalede bulunmamış, Aksaray Meydanı boşaldıktan sonra, Beyazıt üzerinden vilayete varmayı yeğlemişti.
Olaylar, bir yerde bitiyor, az zaman sonra olmadık yerde yeniden patlak veriyordu. Hükümetin, almakta olduğu önlemler ile, acze düştüğü ve yatışmayan olaylara engel olmak amacı ile ilan ettiği "örfi idare" (sıkıyönetim) serian her tarafa tebliğ edilip, duyuruldu.
Orhan Erkanlı'nın kendi bölük komutanlarına "İhtilale var mısınız?" sorusunun, arkadaşlar üzerinde, fevkalade büyük bir heyecan yarattığını, on beş dakika sonra ben de öğrendim.
Laleli Camii altında restore edilmekte olan vakıf dükkanlarında, Orhan Erkanlı tarafından yapılan davet üzerine toplandık. Ortada portatif bir masa ve iki sandalye bulunuyordu. Sandalyelerin birisinde Erkanlı, diğerinde de Özkaya oturuyordu.

Erkanlı, birdenbire ve hiç beklenmedik bir biçimde: "Görüyorsunuz. Ortam hazır. Tasarladıklarımız kendiliğinden oluştu. Yönetime el koymamız için her şey tamam." dedi. Özkaya'ya dönerek, "Şükran, üniversite bahçesinden boşaltılmak istenen öğrencileri orada toplu halde tutmak üzere, benim vereceğim tank bölüğünü takviye alarak üniversiteyi çevir. Ben de ordu karargahına el koyarak, Silahlı Kuvvetler adına radyodan tebliğ yayınlatacağım." diye ilave etti.
O sırada gözüm, karşımda iskemlede oturan Şükran Özkaya'ya ilişti. O da her zamanki sakin halini korumak ister bir havada. Ama, hayretini gizleyemez durumdaydı. Bunu fark edince, iki tabur komutanı arasında bir anlaşma olmadığını sezdim. Biraz rahatlamıştım. Bu rahatlıkla, olayları, serinkanlı izlemeye koyuldum. Ortalıkta derin bir sessizlik vardı. Bir süre sonra bu sessizliği bozan Yüzbaşı Mustafa Terzi, "Ben hazırım." dedi. Gözümü Özkaya'dan ayırmıyordum. O, gözlüklerinin altından şeytanca bir bakışla, Erkanlı'nın bölük komutanlarını bir bir süzüyordu. Sonra döndü, Yüzbaşı Ferruh Güven'in yüzüne baktı. Gene, bana, çok uzun gibi gelen bir sessizlik vardı ortalıkta. Bu kez sessizliği ben bozdum. Belki de sessizlik sinirime dokunmuştu. Fazla soğukkanlı olma çabasına girmeden, biraz da sert bir sesle: "Bu da nereden çıktı?" deyiverdim. Sonra : "Bizim plan ve hesaplarımızda böyle bir müdahale şekli yoktu." diye ekledim.

Ankara yoksa biz kurarız

Benim, bu sözüm üzerine benden bile kuşkulanan Özkaya yavaş ve ağır konuşmaya başladı: "Orhan, hangi ilişkilerin seni bu noktaya itti? Bu konuda Ankara hazır mı? Hükümet merkezinde yönetime el konulmayan bir müdahaleden başarı bekliyor musun? Hazırlıksız bir müdahalenin sonuçlarını düşündün mü?" deyince, Erkanlı kıpkırmızı kesildi. Fakat, oldukça kararlı ifadelerle şunları söyledi: "Ankara'nın hazır olup olmaması önemli değil. Müdahaleye katılmazlarsa, biz de, diğer arkadaşlarımız ile birlikte İstanbul hükümetini kurarız."

Bu sözler, orada bulunan arkadaşlarımızı sanki yerine mıhlamıştı. Herkesin şaşkın bir ifade ile Orhan Erkanlı'ya baktığını gördüm. "İstanbul hükümetini kurarız." sözleri felaket habercisi idi. Bir insanın, bunu söyleyebilmesi için, melekelerinin, dengesinin kaybolmuş olması gerektiğini düşündüm. Bulunanlardan, kimsenin bu öneriye sıcak baktığını zannetmiyordum. Özkaya, hiç alışkın olmadığımız bir tarzda konuştu: "Orhan, arkadaşım sen delirdin mi? Biz, Türkiye'nin bu idareden kurtulması çabasındayız. Senin dediğin, vatanı kesin böler. Kan gövdeyi götürür. Akacak kanların içine, kimlerinki katılır kestiremeyiz. Ankara demek iktidar demektir. Böyle bir saçmalığı hemen yok eder. Bizimle müşterek hareket edecek grup ve gücü daima bulmak zorundayız. Böyle bir işte ben yokum."

Öylesine rahatlamıştım ki. Orhan'ın, beklenmedik bir saçmalığına, her zaman mani olabileceğimize emindim. O sırada Özkaya bana döndü: "Yürü gidelim." dedi. İlerledik, toplantıda bulunan subaylar da, kaçarcasına, bölüklerine gittiler.
--
We are in the world as words are in a book. Each generation is like a line, a phrase...

Dünyada, bir kitabın içerisindeki sözcükler gibiyiz. Her nesil bir satır, bir cümle misali…
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..

Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.