T a r a f s ı z D e ğ i l i z

[TARİHE BAKiŞ] Şubatzedeler ve şubatzadeler


Şems Şeyma Sözcü

62den tavşan yapılabilir, ha keza bambaşka bir hayal gücü, imgeleme tekniği ile 12den "eylül", 27den de "mayıs" yapılabilir…Sayılar ailesinin söz konusu mensuplarının hayli edilgen olduğu bu benzetme yöntemi, tamamı ile insan denen bilinçli oluşumun elindedir. Pek çoğumuzun malumudur ki, aynı metotla yirmisekizden postal, tank ve palet yapılabilir… Ki yapılmıştır da dikkatinizi veriniz ki, bugün on birinci yaş gününü sevdikleri, sevmedikleri ile kutlamaya hazırlanan nur topu evladımız ergenliğe doğru ilerlemektedir. Lakin doğuşu, süreci, mesajı ile doğrudan bir müdahale olan post modern darbecik bugün hala ailenin büyük çocuklarının yanında hak ettiği yeri alamamaktadır. Oysa kendisi için uzar bin yıl olur diyenler bugün çok da önemsemeden hatta yok sayarak, engel olunamaz bir kutsama ile "bana dokunmayan yılanın" kalbimdeki yeri şarkısını mırıldanmaktadır… Demokrasinin nasıl faşistçe yorumlanabileceğini de göstermesi açısından önemlidir bu.
Zaman denilen mefhumun aşındırıcı etkisi laik elitist çevreleri üzecek ama, söylemek zorundayız 28 Şubat post modern darbesi miadını doldurmuştur. Evet aranıyoruz sanırım, 2008 model, sahibinden satılık, gün yüzü görmemiş teknolojiler üstü milenyumlara yakışacak e-muhtırayı dahi gölgede bırakacak bir ara rejim dönemi aranıyor, yeniden hizaya gelmemiz için taze kan bir askeri darbeye feci bir biçimde ihtiyacımız var.

GÜLSUYU MAHALLESİNDEN ŞUBAT MANZARALARI
Neden mi? 28 Şubat darbesinin izlerini tamamen silmiştir bu mahalle insanları. Bir kere herkes bu dönemden payına düşeni bilmiş, kasketini önüne koyup bilanço çıkararak dersini almıştır. Bu öyle bir dönem ki, bugün tutunabilme hesaplarını post modern darbeye göre yapmadığını söyleyen hiç kimse dürüst davranmış olmaz. Abanın altındaki sopayı fark edip çark edenlerden bir demettir bu, birkaç lokal vaka var paylaşmak isteriz. Bilenler bilir dayak yemişin halinden yalnız dayak yemiş anlar…

ŞUBATZADELER
Fehmi Koru: On yıllar evvel bu Gülsuyu mahallesinin hatır sayılır dikkate alınır kalemlerinden biriydi. Karizmayı dağıtma öyküsü şöyle başladı: Aleyhte neşrettiği 34 farklı yazı ile yerden yere vurduğu Bilderberg toplantılarına katılanlara "emperyalizm uşağı" tarifini layık görürken "Dünyanın üzerinde kararlaştırdıklarını hayata geçirecek tek örgüt"ün -ki bu tanımlamada kendisine aitti- toplantılardan gelen davete icabet etti. Komplo teorilerine olan merakıyla da bilinen yeşil muharrir, Türkiyedeki pek çok siyasi gelişmenin Bilderberg toplantılarında alınan kararların uzantısı olduğuna da hep inanmıştı. Ama o tüm bunları bir kenara bırakarak mahallenin embedded yaramaz çocuğu Ahmet Hakan ile Nişantaşı kafelerinde turlama yarışına girdi. Meslek hayatı boyunca bir nişane olarak taşıdığı badem bıyıklarına ise önce bir iddia kaybı bahanesi ile ardından da bu yeni görüntüsünü pek bir akredite bulması sonrası veda etti. Şimdi görenler ne denli gençleştiğini(!) düşünseler de tanımakta güçlük çektiklerini kabulleniyor.

Hayrunnisa Gül: Cumhurbaşkanlığı resmi internet sitesinde isminin "hanımefendi" olarak geçmesi dışında pek bir mahareti olmasa da kırmızı ayakkabıları ve Sophia Loren tarzı serpuşları ile kendinden çok söz ettirmeyi bildi. Bunu bir sonradan görmelik olarak değerlendirmek ne kadar da yersiz. O 40lı yaşlarında bir first lady ise en az bir Semra Özal kadar konuşulmayı hak etmekteydi. Akademik hayatını "başörtüsü yasağı"nın mağdurlarından biri olma gerekçesi ile hem de AİHMe açtığı - geri çektiği- dava ile olaylı bir biçimde bırakmış olsa da arkadaş grubunun başı açık hanımlardan oluştuğu ile övünecek kadar ötekileşti. Geldiği tabanın hassasiyetlerini unutmanın ruhsal karmaşası bir taraftan Emine Ablasının içten ikazlarına hedef olması bir taraftan first ladymiz zor günler geçirmektedir. Henüz işin çok başında, eski mahallede bıraktığı kadim dostları, gelecek yılların kendisini bir ironi simgesine çevirmesinden korkuyor.
Emine Erdoğan: Gerçi son yıllarda aralarında en idmanlı olanı oydu. Hediye elmas kolyelerin hesabı sorulsa da kendisine, 6 yıldır üstün vazife bilinci ile sürdürdüğü başbakan eşi olma görevinin hakkını vererek çizgisini kaptırmamaya gayret etti. First lady ile aralarında bulunan yaş farkına yakışanı yaparak ona "abla nasihatleri" nde bulunuyordu. Ta ki o ultra emperyalist kıyafet dükkanını alışverişin prime time ında müşteriye kapatana kadar, hanımefendi her ayın belli günleri birkaç yakın dostu ile bu mağazaların arka kapılarından giriş yaparak insandan nezih, steril bir ortamda satış danışmanları ve imajbilirler tarafından yeni stiline kavuşuyor artık. Son dönemde lüks merakı ile anılan bir adet başbakan eşi ile yıllar öncesinin, cezaevindeki hayat arkadaşını sabırla beklemiş, kanaatkar, cefakar 4 çocuk annesi vakar kadın fotoğrafı yan yana dahi getirilemeyecek denli uzak kalıyor birbirine…

Kemal Unakıtan: Kabinenin Kemal Abisi, partinin gediklilerinden. Siyaseti bir ek iş, bir hobi aracı olarak gören politikacının esas uzmanlık alanı kamu pazarlamacılığı. Babalar gibi satmak deyimini TDK ya kazandıran düşünce insanı kendi icadı olan vergileri bu ülkenin "petrol kaynakları" olarak değerlendiriyor. Yüksek kar karşılığı peşkeş çektiği - pardon özelleştirdiği- kurumlar listesine Fatih Sultan Mehmed Köprüsü de namzet. Yumurta ve mısır işlerine giren mahdumu ile ne tevafuktur ki; aynı dönemde gümrük vergilerinin ve KDV oranlarının kısa bir süre için de olsa düşürülmesi Maliyenin müteşebbise karşı ne kadar teşvik edici olduğunun apaçık örneği olarak duruyor(!) Şubat Soğuğunun en civcivli olduğu dönemlerde çember sakalları ile üst düzey yönetici kadroda görev yaptığı Al baraka Türkte gerçekleştirdiği iddia edilen hayali ihracattan dolayı suçlandı. Kemal Abi vefakar kabine dostları tarafından onun için kaçakçılık tasarısına sıkıştırılan küçük bir af hükmü ile, sessizce temize çıktı. Şimdi hesabını veremeyeceği hiçbir şey olmadığını düşünüyor. Son dönemlerdeki bıyıksız hali onun geçirdiği evrimin en somut kanıtı. Refah yol dönemi gür hacı Kemal Amca sakalları, AKP ile birlikte yerini üst dudak yarısı muhafazakar liberal bıyığına bırakırken, bu kılsal simgelerden arınmış görüntüsü, taşra havasından salon erkeğine bıyıksız halleri gidişatı hakkında küçük bir fikir vermektedir.

Halil Ürün: Bir aylık çiçeği burnunda eşine, renk-ahenk bir çift "Sibel Can" gözlerine sahip olması için lens parası veren erkek modellerinin türediği şubat sonrası dönemlerde hiper modern ilişkiler de ayyuka çıkıyordu. Aldatan muhafazakar demokrat (!) eşini dertlilerin devası Emine Ablaya havale eden ezilmiş, hor görülmüş kadın sayısı günden güne artıyordu. Bu vakalara İslam da kadının yeri ni unutan kelli felli ağabeylerimiz dayak ve şiddet içerikli yeni rezaletler de eklemekte gecikmeyeceklerdi. Eşinin üzerine başka bir kadınla imam nikahı kıyanlar, birkaç eş ile hayatını idame ettirenler korkunç ama hakikat bu, bir süre sonra normal kabul edilmeye başlandı.

Recep Tayyip Erdoğan: İlk beş yılından çok memnun kalmasa da "göbeğini kaşıyan adam"ın fena gaza gelerek belki de, ikinci kez ülke yönetimini emanet ettiği başbakanlık koltuğunun doldurucusudur. 28 Şubat dönemi şiirzedesi olarak hatırlanıyor, aylarca ceza evinde kaldı, davası uğruna çile çeken adamdı çıktığında rövanşı ağır oldu. Bugün ülkenin kaderini belirleyen iki kişiden en Kasımpaşalı olanı… İmam Hatip mağduru oğlunu ve başörtülü kızlarını beynelmilel okullarda tahsil ettirerek "ailevi sorunum" dediği pek çok şeye yabancı kalabildi. Gemi ile gemicik kavramları arasındaki derin farkların analizine dair ciddi çalışmaları mevcut. Bugünlerde yıllardır bir türlü çöz(e)mediği başörtüsü meselesi için, "tek hükümlük işi var" tavırlarının dayanılmaz çelişkisini yaşıyor.

Abdullah Gül: Refahyol döneminde D-8lerden sorumlu devlet bakanı bugünün reis-i cumhuru çok değil on yıl önce gelişmekte olan sekiz İslam ülkesi ile ilgili siyasal, sosyal, ekonomik hayaller kurarken bugün artık perspektifini güçlendirerek okyanus ötelerine uzanmayı bilmiştir, bir dönemin anti emperyalist duruşu yerini, kol kola karelerin içine sığdırılmış "stratejik müttefikimiz Amerika"ya bırakmıştır.
Bekir Yunus Uçar: Bu isim diğerlerinin yanında çok popüler durmadı ama şöyle takdim etmemizde yarar var; her yılbaşı; "piyango oynamak, toto doldurmak kumardır... Günahtır... Küfre girer..." diye Şehzadebaşı Camiinde yüz binlere vaazlar veren rahmetli Timurtaş Uçarın oğlu... Hoca Efendi nin mahdumları, kader kara mizahının en koyu cilvesi sanki tam da Efendi Hazretlerinin hedefindeki legal kumar oyunlarının devlet eliyle teşvikinin koltuğunda oturuyor bugün. "Henüz senaryo aşamasına gelinmemiş bir film kurgusundan aparılmış ana temanın, bu akla ziyan hadise üzerine kurulduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz zira, "ele verir talkını…" deyişinin vücut bulmuş hali olan bu şaka ise çok komik, gerçek ise ne kadar iç acıtıcı dedirten olaylar bütünü kahramanları ile aramızda, içimizde yaşamaktadır işte…

Zahid Akman: Bir dönemin yeşil camının hafta sonu haberler anchormani, ağır abisi, camianın sakallı, idealist büyüklerindendi, "zahid" yani "dinin yasakladıklarından korunan kimse" ismi ile müsemma idi o günlerde, sonradan edinilen bilgilere göre adının bir de modern çağrışımı yüksek "Aykut" tarafı varmış, şubat sonrası günlerde sakallarından sıyrılmış Aykut olan Akman ile tanıştık. Şimdi radyo ve televizyonların asayişi ondan soruluyor. Kendisi, en son Huysuz Virjin olarak bilinen bu ülkenin müstehcenlik simgesi yaşam formu ile "beyaz camda edeb" kriterleri konusunda ahlak pazarlığı yaparken görülmüştür…

Kartvizit Kalvinisti: Kendine yonttuğu küçük burjuva ahlakı ile yazar kasasının arkasından ellerini ovuşturarak büyük bir keyifle "z raporu" almanın kazanç hırsını yaşayan, helal ile haram arasındaki o kırmızı hattın hesabını yapmayı mahşere bırakan, önadında hacı hatırlatması olan iri adamlar tanıdık. Bu adamlar turuncu mavi kartvizitlerini bir ilk kimlik gibi kullanarak ticari hayatta arz-ı endam etmeye devam etmektedir…


ŞUBATZEDELER
Şubatzedelerin adlarını net olarak bilemiyoruz, çünkü onlardan o kadar çok var ki. Sayıları isim isim sayamayacak denli fazla maalesef…

Örtülü Ezilmiş Emekçi: Başörtülü personeli, üstelik yarı ücret verip çalıştıran ve bu büyük lütuf ile cihadların en makbulüne sancak açtığını zanneden, cennetin anahtarlarına matuf(!) bir İslamcı kapitalist patron himayesinde ancak iş bulabildi. Evrimin şaşırtıcı bir halkası olarak mücahitten müteahhitlere dönüşen sermayedarların çalıştırdığı işçiler arasında her nedense en paryası en başörtülü, en dindar olanı olmuştur şubat sonrası hep… O da isterdi sıcak evinde evlatlarına leziz yemekler pişirmek olsun tek vazifesi, lakin para kazanmak zorundaydı. El üzerinde tutulan sarı saçlı mesai arkadaşı ile yan yana geldiğinde hacı patronu tarafından gayri estetik bulunsa da örtülü işçinin yine de en büyük sıkıntısı, namaz vakitlerini çalışma saatlerine uydurabilmek…

İmam Hatip Mezunu: Mahallenin ileri gelen gömlek tüccarlarının ulufesi ile katsayı mağduru çocuklarını yurtdışında okutan gömleksizler bu sayede evlatlarına dilin en yabancısı, eğitimin en niteliklisini sağlarken bu ülkenin beş parasız, yükseköğrenim yoksunu yoksul imam hatip çocukları iki fotoğraf arasındaki derin çelişkiyi her daim gözler önünde capcanlı tuttu. Birileri farkında değil belki ama hatırlatmayı bir borç bilerek; mevcut eğitim sisteminde hala tek suçu -suçsa tabi- Kur an-ı Kerim okumayı devlet eli ile öğrenmek olan vatan evlatları alnının teri, zekasının gücü ile hakkı olan akademik hayata bir türlü ulaşamıyor.

Meslek Liseli: ÖSSde üstün başarı göstererek derece yaptı, meslek liseli olduğunu unutarak tabii, talihsiz genç sıralamada kendisinden yüz binlerce derece geride bıraktığı öğrenciler ile taşra üniversitelerinde okumaya mahkum oldu. Emsalleri onun hayalindeki ve hak ettiği okulda okurken meslek liseli her gün bu manasız filler savaşının karıncası olmanın hesabını yapmaya çalıştı. Hak etmediği okuldan mezun olduğunda, hak etmediği işi yaparken hala aklının bir tarafında "katsayı meselesi" ile didişip durduğunu fark etti, şimdi yaşı ilerlemiş olsa da "bir gün yeniden" diyerek kendi kendine söz veriyor…

Başörtülü Kız: İmam hatipli yoksul gencin üniversite sınavında üstün başarı gösteren kız kardeşi olur kendisi. Genetik bağlardan miras bu mağduriyet, 80lerde mahpus damları görmüş babanın verasetidir aslında. Geleneği bozmayan başörtülü hanım kız bin bir güçlükle kazandığı okulunda kendini ifade ettiği biçimi kimliğinin bir parçası başörtüsü ile eğitim görememektedir. Başörtüsü yasağı okuluna geldiğinde okula alınmayarak atılan genç kız, buna rağmen 3 yıl her gün okulunun önüne giderek "belki bu gün olur" diyerek inancını zerre kadar yitirmeden okul önünde bekliyor, devamsızlık belasının emeklerini kül etmesinden korktuğumuz başörtülü, insana "iyi ki öğrenci affı var" dedirtiyor…

Dar Gelirli: Sırlı efsunlu yayınların insanları öyle etkilediğini gördük ki şubat sonrası, çok geçmeden fark edildi ,"her eve bir keramet, her haneye bir Hızır" bekleyenlerin sayıları küçümsenemeyecek boyutlara ulaşmış. Bu mucize ve kurtarıcı bekleme ortamından nasiplenen sözüm ona yardım kuruluşlarının yoksulluğu nasıl afişe ettiğini ve değil sol elin sağ ele hissettirmeden gösterdiği zerafet, stüdyo ekipmanlarından makyözlere varana dek tam teçhizat gariban hanelere profesyonel platolar kurulduğuna tanıklık ettik. Göğsündeki yaka mikrofonunun ucubeliğinde onuru hiçe sayılan dar gelirli, gerçek iyiliğin, rahmetin ne olduğunu merak ediyor…

Disiplinsiz Asker: Onun için layık görülen sınıflandırma bu oldu. Zira suçunun kategorisini yaparken "namaz kılan, oruç tutan, hiç olmadı cumalara giden, annesi örtülü, babası sakallı askeri personel" diyemezlerdi. Disiplinsiz asker, ordudan adeta kovularak kapı dışarı edildiği o günden bu yana - o yaşa dek başka bir meslek öğrenemediğinden mütevellit- ailesinin geçimini adamakıllı temin edemedi. Bunalıma girdi, bazı dostları gibi şubatzadelerin danışmanlığı yapmak sureti ile süreçten nemalanamadı. Yalnız kaldı, kendisi gibi adaleti savunma gayretinde olan bir avuç disiplinsizle derdini anlatmaya çalışıyor hala…

Fotoğrafzede Medine Teyze: Kanser hastası idi ve belki ömrünün yaşanacak pek sağlıklı günleri kalmamıştı. Ama bu tip bir ölümü hak etmemeliydi. Sağlık raporundaki görüntüsü kamusal alan kıstasları için ihlal edici olduğu gerekçesi ile tedavisi yapılmadı. Ne okuyup rejime tehdit olmaktı niyeti, ne de siyasete bulaşıp parlamento kürsüsünden rövanşist yeminler savurmaktı - ki bunların da illegal tavırlar olduğu iddia edilemez-. Başörtülü, üstelik kimilerinin örtülü anneannesi yaşındaki ihtiyar kadın açmadığı saçları ile Mevlası na kavuştu.

Savunan Adam:
O dini siyasete alet etmişti, tüm bu feveran bu gerekçe ile kopartıldı… Bu karanlık dönem üzerinden daha on yıl dahi geçmeden rahle-i tedrisatından geçip ona sırtını dönen, ne çelişkidir ki, en güçlü argümanları "ABD finanslı ılımlı İslam" olan talebeleri, mükerrer olarak ülke yönetimine en demokratik biçimde yeniden sahip oldular. Dünyadan maddi beklentisi olmayacak kadar şükrünü eda ettiği bir servete malikti, insani hırslardan, nefsi tatminlerden arınacak denli kemaliyet kazanacak da bir yaştaydı. Oysa hala meydanlarda idi ve söyleyecek sözleri vardı. Sandıklarda belki dudak uçuklatacak yüzdeliklerde oy alamıyordu, ama bugün dahi başbakanlık dönemini, siyasi, sosyal ve insani hayata kattığı kıymetlerden dolayı dua alıyor. Onu hala gülümseten ve iç huzuru veren şeyin; repoya, tahvile değişilmeyecek bu dünya üstü kazancın, karın gücü olduğu tahmin ediliyor.
Onu da kaybedenler listesine neden mi aldık? Çünkü bu kayıp ve kazanç ikliminde esasen kim kaybetti merak ediyoruz, dünya menfaatleri uğruna ideallerinden olanlar mı? İdealleri uğruna dünyayı itip, ebedi hayatta hakiki kazancın peşine düşenler mi? Dinin sadece siyasete değil istenirse daha pek çok şeye alet edilebileceğini gördük… Siz söyleyin 28 Şubat post modern darbesi gibi bu ülkenin dini taassubunu hedef almış bir askeri müdahale, daha ne kadar verim alabilirdi ki...

Anadolu Gençlik Dergisi - Şubat 2008--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.

Yavuz Sultan Selim Diyor ki:

Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.

Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.

Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun içindeki inanca bakar.

Serhat ERDEMLİ

--
3/01/2008 01:57:00 PM tarihinde Serhat ERDEMLİ tarafından TARİHE BAKiŞ adresine gönderildi

--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.

Yavuz Sultan Selim Diyor ki:

Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.

Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.

Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun içindeki inanca bakar.

Serhat ERDEMLİ
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.